8 Ekim 2013 Salı

Her ne kadar İstanbul'da Sonbahar Yaz'ı uğurlayamadan Kış Sonbahar'ı uğurladıysa da Sonbahar'a özgü hüzün havada uçuşmuyor değil.Sürekli değişen havada aniden esen rüzgâr bir anlık eski zamanlara ait hüznü ciğerlerinize çekmenize neden oluyor...ve her Sonbahar olduğu gibi sevdiğim şairlerin  dilime dolanan mısraları yineleniyor

IRMAK BOYU TÜCCARIN KARISI: BİR MEKTUP

Alnımın üzerinde saçım dümdüz kesilirdi daha;
Oynardım sokak kapısının önünde, çiçek dererdim.
Bambu sırıklarına binmiş gelirdin, atlılar gibi,
Dört dönerdin yöremde, mürdüm erikleriyle oynardın.
Chokan köyünde yaşayıp gidiyorduk işte:
İki küçük çocuktuk, sevgiden gayrısını bilmeyen.

Ön dördünde vardım sana, efendim benim.
Gülemezdim karşında, sıkılgandım çünkü.
Başımı eğer, duvara çevirirdim yüzümü.
Kırk kere de çağırsan, gözüm yerden kalkmazdı.

On beşimde yüzümü çatmadım artık
Ayağının bastığı toprak olayım istedim,
Dünyalar durdukça durdukları yerde...
Daha yukarılarda mı olacaktı gözüm?

On altıma bastım, sen gittin.
Anafor kaynattığı sulardan, Ku-to-yen'e
Beş ay oldu ayrılalı
Dallarda maymunlar üzünç içinde.
Ayağını sürüyordun gittiğinde.
Kapının önü yosun şimdi, bir sürü yosunlar vazr,
Yolunmayacak kadar kökleri derinlerde.
Yapraklar erkenden dökülüyor bu güz estikçe rüzgâr
Çiftleşen kelebekler ağustosta sarardı daha,
Batı bahçesindeki otların üzerinde,
Dokunuyor bana bunlar.Yaşlanıyorum.
Kiank ırmağının dar geçitlerinden inmekteysen şimdi,
Bana haber ver, bileyim de önceden
Karşılayayım beni
Cho-fu-sa'ya kadar çıkıp.

Ezra POUND

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder