31 Ekim 2013 Perşembe

Ah Belinda'msı...

Uyandım;gözüm kapalı,hava kapalı,ruhum kapalı,ufkum kapalı...
"ayyhhhh bu ne!" diye çığlığı bastı içimdeki aklı başındaki ben'lerden biri
"sus" dedi öteki benlerden küskünce olanı "işsiz ve gönlü yorgunlardanız bugün"..
Tekrar uykuya daldım , kaçmak da çözüm bazen diyerek .

Uyandığımda yapış yapış, ağdalı bir hiçlik yapışmıştı üstüme
Bir beden büyük geldi..kaldıramadım
Kızılderililerin reçetelerinde de var mıydı "hiçliğe çare" bilmem ama İstanbul'da bir başına yaşayınca insan kendi reçetelerini oluşturuyor.

Sokak, kanser dahil her derde deva. Bir banyo alıp arınmalı, suyun akıcılığında ruha ivme kazandırmalı ve kendine gelmeli dedim içimdeki ben'lerin bitmek bilmeyen mırıltılarını bastıracak kadar yüksek sesle. Sonra gökyüzünün kurşuniliğine daldı gözlerim..tekrar uyuyakaldım. Uyandığımda batan gemiden kaçarcasına banyoya attım kendimi zorla,sonra da nereye gideceğime dair en ufak fikrim olmadan sokağa zıpladım. Aman ne iyi etmişim, ne doğru reçete bu "sokak her derde devadır". Şöyle bir dolandım, para çektim,ekmek aldım,askıda ekmek için 3-5 birşey bıraktım gönlüm tazelenmiş,yaralarım iyileşmediyse de acısını savmış halde eve döndüm.

Ah Belinda,beni izlediğim yıllarda da çok etkileyen bir filmdi Truman Show gibi..kim bazen bu hisse kapılmaz ki?Tüm gerçekliklerin hayal olmasından kaynaklanan bir şaşkınlık ve yabancılık alıp götürmez mi bazen sizleri de?Kendimi dışarıdan izliyormuşum, tüm bu saçmalıklar benim değil de başkasının başına geliyormuş hissiyle yaşadığım kötü şeylere acı çekerek değil hüzünle bakmak bana ait olan. Serap'ken Naciye olmaya zorlanmak değil mi bugün yaşadıklarım sanki? Filmi ilk izlediğim yıllarda günlerce "ya böyle bir şey gerçek olsa ne yapar, nasıl çıkış yolu bulurdum" diye düşünüp durmuştum.Bugün ise kabusun gerçekleşmesi değil de nedir yaşanan?

Düşünen,üreten,seven,deneyen,yeni ufuklara yeni fikirlere yeni başlangıçlara açık;öfkesini de aşkını da sevgisini de üzüntüsünü de tereddütünü de ölçülü ama açık yaşamaya alışmış bir insanken hepsinin üzerine bir örtü çekmek zorunda kalmak hoş mu? Şimdi kendi başına geleceklerden korkmayı bıraksa bile insan en yakınının başını derde sokmaktan korktuğu için öfkesini,"hayır"ını,hayrını saklamak zorunda kalmıyor mu "ötekilerden" ise...Çok güçlü değilse, çok alternatifi yoksa kaç kişi Serap kalabiliyor kaç kişi Naciye olmaya direnebiliyor? Peki sonrası ne olacak diye düşünmemek elde mi?İşte tam  burada, tıpkı filmdeki gibi "Asiye Nasıl Kurtulur"a bağlıyoruz meseleyi.

Ah Belinda filmdi kabusum oldu bir dönem şimdi ise gerçeğe dönüştü.Bugün bir kez daha izledim filmi ve düşündüm.

Yaşanan ne olursa olsun bir çıkış yolu daima var, yeter ki olan nedir analizi doğru yapılıp kabullenilsin ve strateji ona göre belirlensin. Biz ondan  vazgeçemedikçe hayat da bizden vazgeçmiyor hiç bir zaman.

Yarın yeni ve güzel bir gün olacak..

Başlangıcında biraz hava boşluğunda sarsılsam da bugünü gülümseyerek yaşamaya devam etmek de benim mutlu edecek.

Mina Urgan'ın da dediği gibi "iyi ihtiyarlamak için yiğit olmak gerek"


29 Ekim 2013 Salı

Cumhuriyet Bayramı


Cumhuriyetimizin 90. yılı tüm milletimiz için kutlu olsun.
Cumhuriyetimize sahip çıkacağız ve onu sonsuza dek yaşatacağız!

Söz konusu vatansa gerisi teferruattır... M. Kemal ATATÜRK

28 Ekim 2013 Pazartesi

Yüzleşme


Geçmişle yüzleşmenin en eğlenceli yolu 20 sene sonra üniversite arkadaşlarıyla buluşmak olsa gerek.Perdesiz ve pervasız sorular havada uçuşurken yaşamın sizden aldıkları ve yerine koydukları ile yeni şeklinizi tarafsız sayılabilecek bir gözle görebiliyorsunuz. Belki en objektif yorumları bu yolla alıyor insan :"yuh!o göbek de ne?" ya da "boşandın mı?amaaan sen okulda da huysuzdun :-)" sözlerinin yürek yaralama amacı taşımadığını bildiğinden herkesin yüzündeki gülümseme gittikçe genişliyor doğallığıyla.




Hani hep çok iyi bildiğiniz ana yolda alışıldık hızla giderken, yoldaki çakıl taşlarını bile ezberlemiş olmanın verdiği güvenin getirdiği huzur hep alışılmışlığın bıkkınlığına sataşırken ağaçlıklı bir yan yol sizi çeker onca zamandır merak ettiğiniz...düşünerek değil ani bir kararla kırarsınız ya direksiyonu. Hayatın sunduğu emrolunandan kendinize kaçıştır ya o aslında...öyle bir şey 20 sene  görmediklerinizle rastlaşmak.


Kahkahaların ve hatırlanması neşe saçan unutulmuş detayların gittikçe artan bir ritmle sohbete hakim olması kaçınılmazdı. Adımın , havalı bir genç kız ile değil de afacan bir çocuğu anarcasına anıldığını dinledim geçmişin dile getirilişinde yer aldığımda.Saçları kısacık kesilmiş, Trabzon özlemi ile dopdolu,yaşamı merakla seven,yaşamı can acısıyla seven,yaşamı her yeni günün başlangıç ışığında coşkuyla seven o kızı düşündüm. Gelecek korkuturdu beni zaman zaman..şimdi 14 sene çalıştığım iş yerinden "farklı görüşlere gittikçe azalan tahammül" nedeniyle atıldıktan sonra gelecek kendi adıma umursanmaz çocuklarım adına ise ürkütücü bir şey benim için. Dostlarımın sözlerinden , bakışlarından dönüştüğüm kişiyi izledim.




Neydi yitirilen zamanın sert virajlarında neydi edinilen umulmadık zamanda bulunan dostluklarda? Tüm kavramların, tüm isimlerin yeniden tanımlandığını görmek için aynaya görerek bakmak lazımmış, kendinize bile danışmadan direksiyonu yan yola kırıvermek şartmış meğer.

Kimimiz aşkı bulmuşuz hala kana kana içen vardı aşkın çeşmesinden, kimimiz parayı bulmuşuz "aradığım oydu zaten" itirafı ile ortaya serilen...kimimiz ikisini de bulamamışken kimimiz ikisini de bulup yitirerek dudakları tebessümlü gözleri kuytu ormanlar kadar gölgeli feylosoflar olmuşuz. Kariyer yapan da var, her girdiği yeri batıran da..gelemeyenlerden özlemle anılan da var,aman iyi ki gelmedi denilen de. Şansın, hayatı belirlerken çabalamaktan çok daha baskın rolü olduğunu görmemek mümkün mü?Doğru zamanda doğru insanlarla karşılaşıp doğru sözü söylemek , tüm ömrünce düzgün yaşayıp deli gibi çalışmaktan çok daha evlaymış meğer.

Ertesi gün eski iş yerimde çalışanlarla buluştuk yine seneler seneler üstüne..başaranlar vardı başaramayanlar vardı. Okul arkadaşları ile olduğu kadar teklifsiz ve perdesiz olmasa da keyifle yoğrulmuş sohbetlerin ardından Einstein'i andım saygıyla bir kez daha: 


"A" yı başarı olarak tanımlarsak, formül A=X+Y+Z 'dir. X çalışmaktır,Y oynamaktır,Z ise çeneni kapalı tutmaktır...




Ve bir kez daha çocuklarımın, hayatımdaki en erişilmez en tanımlanmaz, en vageçilmez,en kategorize edilmez mutluluk dolayısı ile asıl başarı olduğunu gördüm.

Ve bir kez daha onlara en iyiyi verme sorumluluğu kamçıladı beni...iş bulmam lazım ama koşmadan, geç de kalmadan....




25 Ekim 2013 Cuma

Sevgili Martı

İnsanlar rüya görmek için uyurmuş ve ömrü uzun, sağlıklı, neşeli olası canım babamdan öğrendiğim bir sözdür bu: "balıklar rüya görmez, deniz o  kadar güzel ki" ymiş. Gerçi ben bu ikinci sözde gözbebekleri dahi gülesi, bahardan güzel baldan tatlı ömrümün cananı ablamı kast ettiğini düşünmüştüm babamın; çünkü ablamın adı da Deniz.






martılar ki sokak çocuklarıdır denizin (can yücel)




Neyse, tam uykusuzluğa alışkın benliğim bu saatlerde alışkın olmadığı kadar derin bir uykuda en az çocukluğumdaki kadar muhteşem saçmalıkta rüyalar görmekte ve o rüyalar muhtemelen uykumda bile bana kahkahalar attırmakta iken beni çağırdığını duydum aşina seslenişi ile. Ne uyku, ne rüyalar ... fırladım kalktım yataktan ve cama koşturdum. Oradaydı, ben uyandım hayat başladı sen neredesin dercesine gökyüzünde daireler çizerek dolanıyordu. El salladım gülümseyerek, bir kez daha yüksek sesle yeni günü selamladı ve rızkını aramaya gitti martı.




Rahmetli dedem Haşim Baba'nın kayığı vardı. Bir gün denizde avlanırken yaralı martı bulmuş, her zaman temiz düzenli ve dedem yokken kendimi iğreti hissettiğim evine getirmişti. Martıya "Mehmet Ali" adını koyduk. Dedem izin vermezdi yanına yaklaşmamıza, babam "martılar evcilleştirilemez ve gagası size zarar verir" diye her zamanki gibi yorum yapmadan sevecen bir dille olageleni izah etmişti. Hayrandım martıya, yaralı da olsa başı dik ve seyrine doyum olmayacak kadar güzeldi. İçimde çocuklara mahsus inançve istekle Mehmet Ali'nin evcilleşeceği ve benim onunla oynamama izin verileceği inancı vardı....ama babam da dedem de doğaya,yaşamın kurallarına saygılı insanlardı. Mehmet Ali iyileşir iyileşmez onu salıverdiler. Biraz burulduysam da üzülmedim. Çocuk bile olsam özgürlüğün kıymetini ve gereğini biliyordum.



Üniversiteyi kazanıp İstanbul'a geldikten sonra hissedilen kıvamı yoğun tadı berbat yalnızlığa çareler aradım elbette. Yeşille mavinin kucak kucağa neşeyle yaşadığı , dost rüzgarının deniz koktuğu Trabzon'u bırak caddeler,sokaklar dolusu yüzü gülmeyen insanların sel olduğu beton kent İstanbul'da yaşa...Bir gün Beşiktaş sahilinde yürürken bir başıma ,bana seslendi martı çığlık çığlığa. Başımı kaldırıp baktım. A! Bizim Mehmet Ali değil mi yahu bu? Vallahi o, nerde görsem tanırım. Bembeyaz tüyler, mağrur dik duran baş, hep havuç yemiş gibi boyalı gagalar...Epey dertleştik, ben anlattım o dinledi. Arada avaz avaz çığlık atıp benim içimdeki yangını dindirmek istercesine denize dalıyordu bir hışım. O da Trabzon'u, babamı, dedemi özlermiş ama beni yapayalnız bırakıp gitmeyecekmiş;söz verdi. Ondan sonra bağımız hiç kopmadı. Ne zaman dertleşmek istesem tepemde döner durur, ne zaman vapura binsem eşlik eder, ne zaman İstanbul'dan ayrılmam gerekse bir yerlerde karşıma çıkıp " sen git-dön ,ben burada seni bekliyor olacağım " derdi. Ben de ne zaman nerede olursam olayım onun beni çağıran sesini duysam görebileceğim bir yere fırlar ve sevgili dostumu görmenin eksilmeyen neşesi ile ona el sallarım.


Ve elbette ki bebeklerimin de onunla dost büyümesine izin verdim




















Yine, dünyanın en yakışıklı insanı olan, gülüşü solmuş gülleri açtıran canımın içi babam demişti "martılar çöplükte yaşasa da hep beyaz kalıyor, kirlenmiyor" diye. Bazı insanlar kendisini martı sanıyor olmalı. Paranın, tamahın, hırsın, yalanın, kinin , fesadın çöplüğüne dalıp debelenip  sonra arı insanların içine utanmadan çıkıyor ve kendilerini hala bembeyaz,tertemiz sanıyorlar. Oysa karşısındakinin gözlerine uzun süre bakamayışları, lüzumlu lüzumsuz tatlı sözlerinin en ufak menfaat çatışmasında 
yitirilişi  gibi bir çok şey onları ele veriyor 
zaten.. 26 sene oldu İstanbul'a geleli ama ben kadar maviye aşık martının çığlığı ile kendime gelmişliğim ve üzeri yaldızlarla kaplı altı pis kokulu çöplüğün tuzağından kaçabilmişliğim çok oldu. 
martılar ağlardı çöplüklerde biz seninle gülüşürdük...








Fırtınanın şiddeti ne olursa olsun; martı sevdiği denizden asla vazgeçmez (Alfred Capus)...bu bile Mehmet Ali'ye saygı duymam ve onu vazgeçilmez bir aşkla sevmem için yeterli değil mi aslında?



Ne mavimi,ne martımı,ne kendimi yitirmeyeyim Allah'ım..dedim yine içimden usulca.


Mehmet Ali boğaz köprüsünün üst tarafına doğru uçtu gitti. Benim de uçup ardından gitmem ve neşeli bir tempoyla yaklaşmakta olan günü gökyüzünde karşılamam , sonrasında denizin üstünde raksederken mavide bir nokta olup kaybolarak aslında kendimi bulmak isteğimi gerçekleştirmem en azından bugünlük mümkün olmadığına göre kalkıp yemek yapmak ve işe yararlığın payesi ile yetinmek en iyisi olacak.










Bir saat sonra çocuklarım uyanacak..bir saat sonra  uyuyalıberi özlediğim gözlerinin ışıltısına ve dünyada ne şanslı, ne özel, ne vazgeçilmez yerim olduğuna işaret eden "anne" seslenişlerine kavuşacağım.


Herkes için güzel bir gün ola...

23 Ekim 2013 Çarşamba

Zaman zaman...

Selin ana okuldaydı, "hem karada hem denizde yaşayan canlı türü" diye sormuşlar "dedem " demiş.
Yıllarca güldük ona
Balık çeşitlerine "kalabalık" yazdığından bile daha çok güldük.

Bu sabah okul servisine  neşeyle koşarak giden genç kızın ardından bakakaldım. Orada, daha dündü yemin ediyorum ;tombik elleri kıvırcık saçları ile akasya ağacının en alt dallarına ulaşmak için kedi gibi zıplayan bir kız vardı. Servis ablası ellerinden tutup onu servise götürdüğünde kıskanırdım başkasının elini tutuşunu. Rahmetli Pembe Teyze' nin evinin kapısında sokaktan geçen araçlardan sakınarak bekleyen pembe kürkünün arasında tatlı yanakları kaybolmuş minicik bir kızdı o. Şimdi ne Pembe Teyze kaldı ne bahçesindeki akasyalar ne de o minicik kız çocuğu.

Selin

Kış güneşi desem değil yaz güneşi desem hiç değil sarı kuvvetli ışığıyla bizi kucaklayan neşeli bir sıcaklık bugünkü. Selin'in ardından bakarken tüm tezat duyguları aynı anda yaşatabilen annelik tıpkı bahar esintisi gibi dolandı kanımda. Büyüdü benim kızım..gururu ile büyüdü benim kızım...korkusu , büyüdü benim kızım hüznüne karıştı.

Ekim 2013



Sonra, Nehir çekiştirdi eteğimden televizyonun kumandası nerede diye..Öyle ya, o da hazırlanıp okula gidecek;kahvaltı keyfini hazırlıyor kendine. Oysa o, az önce bahsettiğim kıvırcık saçlı yumurcağı yolcu ederken kucağımda emziği ile ablasına el sallayan bebekti. "Matematik ödevimi gördün mü anne" yerine"mammm!"(anne) "mamm"(yemek) "mamm" (su) diyen bebeğimdi.


Nehir

Yahu zaman, anladık hızlı geçecek bizleri hep şaşırtmayı başaracaksın...
Anladık sen yapman gerekeni hep yapacaksın
Ama annelere bir ayrıcalık yapsan olmaz mı diyorum
Anneler kendi gönüllerinde tutsak
Annelerin intihar etme özgürlükleri bile yok



21 Ekim 2013 Pazartesi

Deniz Kızının Hüznü

Büyük acılar, büyük sevgiler ,büyük özlemler sessiz olurmuş
İçimden bile konuşmuyorum..o kadar yani

Ne büyük haksızlıktı beni sürgün etmeleri!
Sadece büyükbaşın birinin ayıbına şahit oldum diye!
Ve sadece onlarla aynı görüşte değilim diye!
Ve sadece güçlü olanın haksızlık etmesine,zayıfı ezmesine gücüm yetti de engel oldum diye!

Ne büyük keyifti onca fırtınada başı dik durmak,onurunu soğuk havada kolunun altına sıkıştırdığın sıcacık taze ekmek gibi yürek dolusu sevinçle ,tertemiz hissetmek...



Nasıl canım yandı! Çocuklar gibi ağladım onca yılımın emeğinden ayrılırken..

Bir de küfreder gibi hain ve korkak ve aptal ama hain olana verdiler sevdiceğimi!

("O gün" üzgündüm yaşadıklarım, "bugün" mutluyum bedeli ağır olsa da özgürlüğüme kavuştuğuma. )

Dostluktu , paylaşılan simitti , hesapsız gülüşler ortak ağlayışlardı , özgürce doyasıya maviye bakma hakkıydı orası benim için
Eşşek gibi çalışıp insan gibi karşılığını almaktı; karşılık asla para değildi..istediğim de!

Ve tabii en önemlisi "O"na yakın olabilmekti.

Hakkında kulağıma fısıldanan tüm olumsuz sözlere rağmen "O"nu sevmemek elimde değildi.
Başta düşmanımdı..elinde sanal bir sopa reel acıtarak kovalıyordu beni
Önemsemiyordum, hatta zaman zaman basit buluyordum onu
Sonra ilk cemre, sonra ikinci ..derken üçüncü cemre düştü.
Ve her şey ama her şey değişti.

“Mutluluk, yaz yağmuruna benzemez, umulmadık 
anda birden bire boşanmaz insanın tepesinden.
 Azar azar gelir. İnsanın hayata ve çevresine 
karşı davranışları getirir mutluluğu, azar 
azar, birike birike. Gerçek mutluluk böyle 
doğar..”

Cengiz Aytmatov - Toprak Ana

"O"nunla çalışmak çok güzeldi.

En stresli anda bile benimle mizahı paylaşıp kahkahalarla gülebilen
En önemlisi hala çocuk kalabilen...

Zeka, parlatırdı mütevazı bakışlı gözlerini.
Çocuklarından bahsedişini severdim;insan olduğunu bilirdim
Vazgeçmeyişini, öğrenmeye açlığını
Her zerresini hak ettiğim bana güvenişini severdim
Bilirdim İstanbul onun da yüreğinde kök salamamış tüm ihtişamına rağmen
Lüküs arabalara bakarken gözlerinin parladığını görmedim ama parlardı gözleri neşeyle ve ilgiyle yükün altında ezilmeyen bir eşeğe bakarken...

"Trabzon" daki "ı" hari gibiydi..hep oradaydı ama kimseler onu göremezdi.

Lakin, dostluğu bile sakınımlı yaşadık hoyrat rüzgarlarda incinmesin diye,
Lakin, biz çok farklıydık her şeye rağmen yine de.

Aynı konuda aynı şeyi düşünmesini severdim
Bilmeden aynı cümleleri sarf edişimizi
Hızlı düşünmesini, "beklemeyişimi" severdim en çok
İlyas'tan beter, Cemşit'ten beter hatta topuklu ayakkabısı ile dağı aşıp kamyondan hızlı giden Asya'dan beter olacağımı bilirdim..yapabileceğim bir şey yoktu;boyun eğdim ve bekledim.


Dostluğun aşktan daha kuvvetli çizgisi var ve üstelik dostluğun cinsiyeti yok. Aşkta öfke,şiddet ve dahi şehvet vs vs bir çok duygu olabiliyor. Oysa dostluk katışıksız vefa,özveri,sevgi ve güveni barındırıyor . İkisi de bulduğunuzda sizi mutlu ediyor, ikisi de kaybettiğinizde canınızı çok yakıyor.


Şimdi, dik yamacın başında sert deniz rüzgarları ile beni bir başıma bırakışına kırgınlığımı suskun özlemlerle perçinliyorsam , ağzımı açmayıp kendimle bile konuşmuyorsam , "ötekiler" canıma okumak için alfabenin her harfini kullanırken "neden yanımda değil" demek yerine onun kendi zor mücadelesinde kendi destanını yazdığını görüp onu yormalarına üzülüyorsam ........

Ben, aşkı her şeyden üstün ve güçlü sanırdım;
Dostluk, bir çok konuda aşktan daha üstünmüş meğer

Tıpkı deniz kızları gibi...

"Günlerini, anlamanın sözsüz gayya kuyusunda geçirirler. Hiç bir şey düşünmezler; yalnızca anlarlar. (Denizin Sırları/Peter Ustinov)




20 Ekim 2013 Pazar

ANNABEL LEE

ANNABEL LEE 


Senelerce senelerce evveldi 
Bir deniz ülkesinde 
Yaşayan bir kız vardı bileceksiniz 
İsmi; Annabel Lee 
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten 
Sevmekten başka beni 
O çocuk ben çocuk, memleketimiz 
O deniz ülkesiydi 
Sevdalı değil karasevdalıydık 
Ben ve Annabel Lee 
Göklerde uçan melekler 
Kıskanırlardı bizi 
Bir gün işte bu yüzden göze geldi 
O deniz ülkesinde 
Üşüdü bir rüzgarından bulutun 
Güzelim Annabel Lee 
Götürdüler el üstünde 
Koyup gittiler beni 
Mezarı oradadır şimdi 
O deniz ülkesinde 
Biz daha bahtiyardık meleklerden 
Onlar kıskanırdı bizi 
Evet! Bu yüzden "Şahidimdir herkes ve deniz ülkesi" 
Bir gece rüzgarından bulutun 
Üşüdü gitti Annabel Lee 
Sevdadan yana kim olursa olsun 
Yaşca başca ileri 
Geçemezlerdi bizi 
Ne yedi kat göklerdeki melekler 
Ne deniz dibi cinleri 
Hiç biri ayıramaz beni senden 
Güzelim Annabel Lee 
Ay gelir ışır, hayalin erişir 
Güzelim Annabel Lee 
Orda gecelerim uzanır beklerim 
Sevgilim sevgilim hayatım gelinim 
O azgın sahildeki 
Yattığın yerde seni... EDGAR ALLAN POE



Annabel Lee

It was many and many a year ago,
In a kingdom by the sea,
That a maiden there lived whom you may know
By the name of ANNABEL LEE;
And this maiden she lived with no other thought
Than to love and be loved by me.

I was a child and she was a child,
In this kingdom by the sea;
But we loved with a love that was more than love-
I and my Annabel Lee;
With a love that the winged seraphs of heaven
Coveted her and me.

And this was the reason that, long ago,
In this kingdom by the sea,
A wind blew out of a cloud, chilling
My beautiful Annabel Lee;
So that her highborn kinsman came
And bore her away from me,
To shut her up in a sepulchre
In this kingdom by the sea.

The angels, not half so happy in heaven,
Went envying her and me-
Yes!- that was the reason (as all men know,
In this kingdom by the sea)
That the wind came out of the cloud by night,
Chilling and killing my Annabel Lee.

But our love it was stronger by far than the love
Of those who were older than we-
Of many far wiser than we-
And neither the angels in heaven above,
Nor the demons down under the sea,
Can ever dissever my soul from the soul
Of the beautiful Annabel Lee.

For the moon never beams without bringing me dreams
Of the beautiful Annabel Lee;
And the stars never rise but I feel the bright eyes
Of the beautiful Annabel Lee;
And so, all the night-tide, I lie down by the side
Of my darling- my darling- my life and my bride,
In the sepulchre there by the sea,
In her tomb by the sounding sea. 

19 Ekim 2013 Cumartesi

Zaman bölü zaman...

İstanbul
Saat sabaha karşı 4
Gece karanlık
Aydınlığa,çocuk seslerine,kuşların uyanışlarına ve yalnızlığın özgür suskunluğunun bitişine az kaldı.
Mavi, neredeyse gelecek...

Uyku..heyhat yine uğramadı sokağıma
Düşler uykusuzlukla yoğruldu, düşler sahibine ulaşamadan uyuyakaldı...

En fazla ne kadar öncesini hatırlayabilir insan?
Annemin beni ayaklarında sallayıp ninni söylediğini hatırlayabiliyorum en geride
Gülümseyerek söylediği ninni bittiğinde uyumamak ve onu biraz daha dinleyebilmek için verdiğim mücadeleyi kazanmış olmanın sevinci ama uykuya duyduğum ihtiyacın verdiği yorgunlukla başımı kaldırıp içleri pırıl pırıl sevgiyle aydınlanmış gözlerine bakar ve çocuklara has netlikle "bi daha" derdim. Annem güler, ayaklarımı sıkar hafifçe ve nazlanmadan, sıkılmadan yavrusuna seslenişini sürdürürdü ninnisiyle.

Belki minicik bir çocukla olmanın, onun ileride bu anları hatırlamayacağını düşünmenin, onun farkındalığının olmadığını düşünmenin verdiği bir inançla yüzünün aldığı hali, tavırlarını hatırlıyorum. Saf, yoğun, katışıksız sevgi; sevdiğiyle başbaşa kalmış ama bir odada yalnızmışcasına perdesiz, korunaksız, olduğu gibi!

Bana baktığında hep gülümsemesini severdim. Onu seyrederdim. Bana kıyamamasını , uyandığında dalgın bakışlarında "bizim için" yapacaklarını sıralamasını , giyinirken-yemek yerken-komşuları ile sohbet ederken hayatın tüm akışı içinde bana ait alan ayırışını ve bu bütünleşmenin diğer insanlarca görülememesindeki sihri severdim. Beni , tüm dünyaya tercih etmesini severdim.. çocuk kalbinin sonsuzluğunun tamamı ile ben de onu severdim.

Şimdi ondan 1150 km uzakta İstanbul'un sesleri içinde şafağı beklerken annemi yanıbaşındaymışım ve uykusunda izleyebiliyormuşum kadar canlı gözümün önüne getirebiliyorum. Seneler saçındaki beyazlıkları,daha çabuk yorulan bedeni getirmiş olsa da eli yanağında uyuyuşunun ardından uyandığında yine dalgın gözlerinde "bizim için" yapabilecekleri sıraladığını biliyorum.


Özlem, kavuşma ümidi oldukça insanı olgunlaştıran,pekiştiren bir duygu. Canı yansa da "özleyebileceğim biri var" demenin lüksünü yadsıyamıyor yürek.

Özlenebilecek biri olabilmek için de sadece bugünü yaşamaktan olabildiğince uzaklaşabilmeyi hatırlamak gerektiğini görüyor. Sadece yaşanılan an için yaşanmışları ve yaşanacakları bir kalemde silip atan insan kendisini ne kadar şiddetle yok ettiğini görebilse nefsine ve zamana hakimiyeti biraz daha artardı belki de.

18 Ekim 2013 Cuma

Notre Dame de Paris - Belle HD



FRANSIZCASI:
belle
c'est un mot qu'on dirait invente pour elle
quand elle danse et qu'elle met son corps a jour tel
un oiseau qui etend ses ailes pour s'envoler
alors je sens l'enfer s'ouvrir sous mes pieds
j`ai pose mes yeux sous sa robe de gitane
a quoi me sert encore de prier notre dame
quelle 
et celui qui lui jettera la premiere pierre
celui la ne merite pas d`etre sur terre
oh lucifer oh laisses-moi rien qu'une fois
glisser mes doigts dans les cheveux d'esmeralda
belle 
est-ce le diable qui s'est incarné en elle 
pour détourner mes yeux du dieu éternel 
qui a mit dans mon être ce désir charnel 
pour m'empêcher de regarder vers le ciel
Elle porte en elle le péché originel 
la désirer fait-il de moi un criminel?
celle qu'on prenait pour une fille de joie une fille de rien
semble soudain porter la croix du genre humain
oh notre dame oh laisses-moi rien qu'une fois
pousser la porte du jardin d'esmeralda
belle
agresseait grands yeux noirs qui vous encorcellent
la demoiselle serait-elle encore pucelle?
quand ses mouvements me font voir monts et merveilles
sous son jupon au couleur de l'arc-en-ciel
ma dulcinee laissez-moi vous etre infidele
avant de vous avoir mene jusqu'a l'autel
quelle
et l'homme qui detournerait son regard d'elle
sous peine d'etre changer en statue de sel 
oh fleur de lys
je ne suis pas un homme de foie
j'irai cuellir la fleur d'amour d'esmeralda
j'ai pose mes yeux sous sa robe de gitane
a quoi me sert encore de prier notre dame
quelle
et celui qui lui jetera la premiere pierre
celui la ne merite pas d'etre sur terre
oh lucifer oh laisses-moi
rien qu'une fois glisser mes doigts dans les cheuveux d'esmeralda

İNGİLİZCESİ:
belle,is the only word i know that suits her well
when she dances oh,the stories she can tell
a free bird try out her wings to fly away
and when i see her move i see the hell to pray
she dances naked in my soul and sleep won't come
and it's no use to pray this prayers to notre dame
tell,who'd be the first to raise his hand and throw a stone
i'd hang him high and laugh to see him die alone
oh lucifer,please let me go beyond god's love
and run my fingers through her hair esmeralda
belle,there is a demon inside her who came from hell
and he turned my eyes from god,oh,i fell
he put this inside me i'm ashamed to tell
without my god inside i'm just a burning shell
the same of eve she has in her i know so well
for want of her i know i'd give my soul to sell
bell,this gypsy girl is there a soul beneath her skin
and oh she bears the cross of all our human sin
oh notre dame please let me go beyond god's love
open the door of love inside esmeralda
belle,eventhough her eyes seem to lead us to hell
she may be more pure more pure than the words can tell
but when she dances feelings come no man can quell
beneath her rainbow coloured dress there burns the well
my promised one please let me one time be untrue
before in front of god and man i marry you
who would be the man who'd turn from her to save his soul
to be with her i'd let the devil take me whole
i am a man who knows no love
i go to open up the rose esmeralda
she dances naked in my soul and sleep won't come
and it's no use to pray this prayers to notre dame
tell,who'd be the first to raise his hand and throw a stone
i'd hang him high and laugh to see him die alone
oh lucifer,please let me go beyond god's love
and run my fingers through her hair esmeralda

TÜRKÇESİ:
güzel, onu en iyi tanımladığını bildiğim kelime
o dans ettiğinde, anlatabildiği hikayeler
özgür bir kuş uçmak için kanatlarını açıyor sanki
ve onun hareketlerini izlerken dua ettiğim cehennemi görüyorum
ruhumda çıplak dansediyor ve uyku bana gelmiyor
ve notre dame'a ettiğim bu dualar işe yaramıyor
söyle, ilk elini kaldırıp taşlayan kim olurdu
ben o kişiyi yüceltir ve sonra yalnız başına ölmesini izleyip gülerdim
lusifer lütfen bırak beni Tanrı'nın aşkının ötesine geçeyim
ve parmaklarımı onun saçlarında gezdireyim esmeralda'nın
güzel, ama onun içinde cehennemden gelen bir iblis var
ve o iblis beni Tanrı'dan uzaklaştırıyor, düştüm
bunu benim içime koydu ki söylemeye utanıyorum
içimde Tanrım olmadan ben sadece yanan bir kabuğum
içindeki kişi Havva'nın aynı çok iyi biliyorum
onun isteği için biliyorum ki ruhumu satardım
güzel, bu çingene kızın teninin hemen altında bir ruh var
ve biz tüm insanların günahlarını taşıyor
notre dame lütfen bırak beni Tanrı'nın aşkının ötesine geçeyim
esmeralda'nın içindeki aşkın kapısını açayım
güzel, onun gözleri bizi cehenneme götürecek gibi görünse de
o, kelimelerin anlatabileceğinden çok çok daha saf olabilir
ama o dans ettiğinde hiçbir erkeğin bastıramayacağı hisler uyandırır
gökkuşağı renkli elbisesinin altında yanan bir kaynak vardır
bana vaat edilenim lütfen bırak bir kez yanlış yapayım
Tanrı'nın önüne çıkmadan önce seninle evleneyim
bunu kim yapardı kim ruhunu ondan korumak için arkasını dönerdi
onunla olmak için bırakırdım şeytan beni tümüyle alsın
ben hiç aşk bilmeyen bir adamım
ama esmeralda gülünü açtırmaya gidiyorum
ruhumda çıplak dansediyor ve uyku bana gelmiyor
ve notre dame'a ettiğim bu dualar işe yaramıyor
söyle, ilk elini kaldırıp taşlayan kim olurdu
ben o kişiyi yüceltir ve sonra yalnız başına ölmesini izleyip gülerdim
lusifer lütfen bırak beni Tanrı'nın aşkının ötesine geçeyim
ve parmaklarımı onun saçlarında gezdireyim esmeralda'nın