29 Eylül 2016 Perşembe

Hayal Mimi



Kahve Telvesi bir mim yapmış, okurken hoşuma gitti bayıldım. Kimi mimlemiş diye baktım, bir önceki yazıma yorum yapan herkesi deyince eyyoooooo çığlıklarım arasında (mim yapmaya bayılıyom ben) mim'i sayfama taşıdım.




Mim'i okurken hayallere uygun olarak dinleyeceğimiz şarkı da bu .. tık


1- Hayal kurmaktan hoşlandığınız bir yer ya da zaman dilimi var mı?

İşsiz kaldığım o kötüüü piiis zaman diliminde belki de en kötü şeydi hayal kuramaz hale gelip hayallerimi yitirmem. İş hayatının ve günlük hayatın sorumluluk gerektiren normlarına bürünmediğim her anda hayal kurabilirim, günün içerisinde gerçek hayatın akışına gerektiği kadar tutunup (cep telefonuna bakarak durakta beklersiniz ama otobüsün geldiğini görürsünüz aynı zamanda gibi) zihnimin çeperlerinde geçmişe ve geleceğe yolculuk yapıp düşünmeyi, hayal etmeyi çok severim.Ama uyumadan önce mutlaka ve mutlaka hayal kurarım. Binmişim bi otobüse, binmişim bi vapura,binmişim bi trene,binmişim bi uçağa...elimde sadece sırt çantam ve kitabım...yarın sabah ömrümde ilk kez göreceğim ,ömrümde ilk kez sabahına uyanacağım bir yere gidiyorum. 
Bu  bana iyi geliyor.




2-En çok nelerin hayalini kurarsınız? 

Binmişim bi otobüse, binmişim bi vapura,binmişim bi trene,binmişim bi uçağa...Elimde sadece sırt çantam ve kitabım... Kimseyi kırmadan, üzmeden,ah'ı sırtımda kalmadan gitmişim. Çocuklarımın ikisi de çok iyi ve mutluymuş. Onlar kendi hayatlarının oluşumunda mutlu mesut eksiksiz başlangıçlar yaparken her ihtiyaçları olduğunda benim yanlarında olacağımı ve bana ulaşabileceklerii biliyorlarmış. Ben gidiyormuşum yepyeni ülkeler,şehirler,okyanuslar,renkler,lezzetler,insanlar tanımaya. Yürüyecekmişim kilometrelerce, bisiklete binecekmişim. Mülk edinmeyecek kendimi hapsetmeyecekmişim.




Bir de ev hayali kurarım çok. Kocaman..ya da küçücük.Eşyası az, hani nerdeyse yok ama şahane bi müzik seti var. Sonrasının detayları ruh halime, ihtiyaca göre değişiyor haliyle . Çiçeklerden hanımeli var sadece.


hem en güzel hayalim hem en güzel gerçeklerim onlar


3-Şimdiye kadar çok hayalinizi gerçekleştirdiniz mi ? 

Komik bir şekilde evet.
O kadar ki,olacağı biliyorum da farkında olmadan onu mu diliyorum diye düşündüğüm oluyor bazen.
Hep derim : hayat bana adil davranmadı hep torpil geçti.




4- Henüz gerçekleşmemiş ama illa da gerçekleşecek dediğiniz hayaliniz var mı ? Anlatabilir misiniz?


Evvela çocuklarımın mutlu , esen,sağlıklı birer ömür kurduklarını  görmek öncelikli hayalim tabii.

Sonra Kahve Telvesi'nin hayalini aynen alıyorum "Balık kavağa çıkacak mı bilmem  ama milletçe feraha , huzura kavuşacağız. "

Sonra ,binmişim bi otobüse, binmişim bi vapura,binmişim bi trene,binmişim bi uçağa...elimde sadece sırt çantam ve kitabım...

Ben de bir önceki yazıya yorum yapan herkesleri mimlemiş olayım  e mi :-)

28 Eylül 2016 Çarşamba

Umman


Bankanın birine kızdım sabah.

Ama önce, çok lütfen tık. Extra severim bunu,paylaşmazsam ölürüm.

Önce,  karşıma çıkan hanıma sabahını rezil edeceğimi ama bunun şahsıyla ilgili olmadığını söyleyerek peşinen özür diledim.
Sonra avaz avaz ve avaz..
Öyle böyle değil deliler gibi haklıydım.
15 sefer hoşgörmüş,uyarmış,aramış,"ok" almış 16. sefer yine mağdur olmuştum.
Bulup bulabildiği tek çözüm önerisinde de benim bir ödeme yapmam gerekiyordu.
Tükürdüğümün mevzuatı böyle söylüyordu çünkü.
Zaten film oradan sonra koptu.
Bana bir üstünü bağla dedim.
Bunca yıl şikayet yerinde çalışmışım,insanların dertlerini zevk ,zevklerini dert edindiğim tam 15 senem var benim!
"Bir üst" genelde sistemi harekete geçiren sihirli cümledir.
Zor şer bir üstünü bağlattım, kayıt altına aldık biz size döneceğiz söylemlerini reddettim.


Bir üstü  sakin bir hanımdı. 
Mübarek mevzuattan söz açılınca mahkemeye vereceğim sizi, o mevzuat hep mi müşteriyi didikler bal gibi siz hatalısınız dedim.
Bizzat sizinle ilgilenen ben olacağım dedi, ben tutturdum o  orta yolu açtı.
Belki yarım saat sürdü bu görüşme.
O arkadaşınıza söyleyin, çağrı merkezindekiler sesini sertleştirmez öyle,hele Kurum haksızsa hiiiiiiç çekemez karşınızdaki. hem haksız hem çemkirik: edep ya hu. ..dedim.
Bir kaç saat sonra o yetkili beni aradı.
"Kadriye Hanım" dedi. "Ben S.. G.." 
Kalakaldım.
Bir an sessizlik
Sonrasında ikimiz de bastık kahkahayı.
Üniversiteden çok sevdiğim bir sınıf arkadaşım çıkmasın mı?
Görüşmeler esnasında o da bilmiyormuş ben de bilmiyordum.
O, benimle ilgili işlem yaparken fark etmiş (her iki soyadımı kullanan aklımı severken  "eski soyad" deyip aslımızı inkar etmeye zorlayan sistemin...")


Hayat," huysuzluk edip durma kadın" dedi bana.
Biraz gevşe..güzel sürprizlerle dolu yollar çoğu zaman.
Hayat "bana inan" diyor sürekli, nasıl da kaskatı öfkemiz-yargılarımız aslında.


27 Eylül 2016 Salı

SSS...Sanat Sistem Sınav


Tiyatro mevsimi açıldı olley.. ama artık  çocuklarım benimle tiyatroya gelmek istemiyorlar. Oysa 3 yaşına bastıkları o güzel günden itibaren her ay en az bir kere tiyatroya getirdim ben onları..hatta arkadaşlarını..hatta sınıfı.

Şimdi biri TEOG biri başka sınav sisteminin kıskacında. Anne zaman yetmiyor  sızlanmalarındalar. ya spordan alacağım onları ya  sanattan eksik kalacaklar. Sistemin ebesine en derin saygılarımı bir kez daha yolluyorum taaaaaaa can-ı gönülden.

Selin'ime ısrar edemedim ama Nehir'e bi kerecik gelirsin canım, çıkışta kokoreç yer kızkıza kafa dağıtırız dedim. Anası kılıklı, istemese de çok sert hayır diyemedi. Arada bir olmak kaydıyla olabilir dedi ne yapsın.




Özel tiyatrolar pahalı geliyor bana. İki çocuk , bir de Su var Selin'in arkadaşı teee anaokulundan beri bizle gelir ve bu hepimizi XXXLLL mutlu eder çünkü onu çok severiz. Hep balkonda ve aynı koltukları alırım. Orada olmayı daha çok sevdiklerini net bir şekilde fark ettim. Oyundan sonra onlarla konuşmayı severim, oyun esnasında onları izlemeyi de severim.Muzur sahnelerde Su ile Selin'in çaktırmadan birbirlerini dürttüklerini görüp  ben de çaktırmadan gülümserim,  kendilerine bir şey çağrıştıran sahnelerde dirseklerini birbirlerine dokundurmalarını ama tüm bu "neşeli genç kız" tepkilerinin ardından oyun sonunda yaptıkları ince gözlemleri, derin değerlendirmeleri, saygıyı severim. Nehir'in  bazen sıkılıp ufuldamasını, adaletin yerini bulduğu oyun ve sahnelerde, neşeyle dans edilen oyunlarda heyecandanbulunduğu yeri bile unutuşunu severim.

Neyse çocuklar, ben , yol, çıkışta yemek...bütçe meselesi bu: bir kişi 25 oldu mu gidemiyoruz ne yapayım? Ben de hem oyunları hem sahnelerini sevdiğimden, hem de evime çok yakın olduğundan e tabii bir de bütçeme daha uygun olduğundan İBB Şehir Tiyatrolarına gidiyorum. Genelde de Musahipzade'ye. Politikalarını sevmiyorum, sanatçılara yaptıklarından nefret ediyorum ama ayağımı tiyatrodankesip sanata vurmak istedikleri baltaya da destek olacak değilim.

Bu ay için kendime bilet aldığım oyun "Yangın Yerinde Orkideler":



..Orkideleri hep bir "ballad" olarak düşündüm. Hakkı yenmişlerin, hayatın-toplumun- yerleşik düzeninin kıyısına itilmişlerin, uyurgezerlerin, mutsuzların, sırtından yaralıların, alkoliklerin esrarkeşlerin, yalancıların, masal anlatıcılarının, gezginlerin, kaybedecek hiçbir şeyi olmayanların, filmleri balkondan ya da hususiden değil, birinciden yani en ön sıralardan seyredenlerin, dünyaya kekremsi, ekşi bir sırıtışla bakanların, sis ve dumanlar içinde yaşayanların, bilgiye ve bilgisizliğe aynı tiksintiyle yaklaşanların, bütün bunlara rağmen, ya da birazda bunlardan ötürü insan kalmayı becerebilmiş olanların şarkısı olsun istedim Yangın Yerinde Orkideler. Memet Baydur, 1990- İstanbul

Nehir ile bana bilet aldığım oyun ise " Aldatma"

 Çağdaş İngiliz tiyatrosunun en önemli yazarlarından Harold Pinter, Aldatma'da "kadın, kocası ve sevgilisi" üçgeni çerçevesinde, çok katmanlı aldatma olgusunu irdelerken; güç, hırs, tutku, dostluk, aile gibi kavramları özgün tiyatro dili ile sorguluyor.

Bir de 30 Eylül'e kadar kullanmam gereken 3 adet sinema biletim var. Şu, fırsat sitelerinden almışım zamanında. Bunca iş yoğunluğu ve koşturmaca arasında "nereye gidecem, nasıl gidecem" diye mızıldansam da içimdeki muzur keçi keyifle sinemalarda ne var diye bakınmaya başladı bile.


Sanat ile dolu kaliteli yaşam standartları ve çocuklarımız için zamanı böle yara parçalaya mücadeleye devam.. İnsan anneyiz biz di mi?

26 Eylül 2016 Pazartesi

Orkidli Ayakkabı


Kakara kikiri günlerimizin biriydi, okuldan fıymış bir üst sokaktaki kahveye gidecektik okey partisine. Dert eksikliğinde canımız sıkıldığı için kendimize dert edindiğimiz, Kayahan şarkılarını en sevdiğimiz zamanlardı. Bir şemsiyenin altında üşümemek için birbirimize sokula sokula insanları çekiştirip eğlendiğimiz  konuşma akışında Derya "Mahmut'u biliyor musun böyle havalarda ne yapıyormuş üşümemek için" dedi. Mahmut'u düşündüm. Hep gülümseyen ama uzak duran,genelde duvar dibinde oturan ve duvar kenarında yürüyüp dikkat çekmemeye uğraşan maddi durumu hayli hayli  kötü biriydi. "Ne yapıyor ki" dedim. Ayakkabısı su almasın diye içine orkid koyuyormuş. 




 (Bu arada bir tık ile devam etmenizi önersem?)

Hani vardır ya, grup ortamına karşı çıkacak gücü bulamazsınız, sizin de gülmeniz gerekir, sizin de onlar kadar kötülüğü görmezden gelenlerdenmiş gibi davranmanız gerekir. O an "n'apim herkes böyleydi" dersiniz demesine de size ait olmayan o cümle yıllarca vicdanınızı sömürür durur. Sonra siz bu sızıyı bir daha yaşamamak adına "hayır" demeyi öğrenirsiniz. Şekillenir, dik duracağınız rüzgarlara hazır hale gelirsiniz...İşte öyle bir gülüştü onlarla birlikte gülmem,Mahmut ile sanki komik bir şey varmışcasına neşeyle alaycı bakışmam. Onun sessiz bakışlarını yere eğişine kızmam...

Facebook için söylenen bir söz var. "Kaybettiğim arkadaşlarımı bulmuşum,bulasım olsa kaybetmezdim" diyor kimisi. Doğru değil. Üniversiteden sonra çok savrulduk, alan geniş "İletişim Fakültesi". İş hayatında belli bir sektörde de çalışmıyorsun ki rastlaşasın.

Mahmut'u Facebook'ta, üniversite arkadaşlarının buluştuğu grupta buldum. Beni ekleyince uzun bir tereddüt süresinin ardından ben de onu ekledim.



"Herkesi" gocunmadan ekleyen bir kaç isimden biri Mahmut. "eski arkadaş" demiş, kimseyi ayırmamış. Profil resmine baktım, artık yere eğdiği bakışları kaldırmış bir adam bakıyor bana dimdik. Bakışları düz, sorgusuz, anlatmayan ama dinleyen. Hemen ne iş yaptığına baktım, hatırı sayılır bir firmanın cafesini işletiyor,kendi iş yeri var.Hayatta olanaklar ile sorunları  eşleştiren zekasını kullandığını varsaydım. 

Mısır'daki amcamdan miras kalmış gibi sevindim. Ne çok affedilmeyi bekleyen anım var benim.

Hadi onlar gençliktendi..ya şimdi bile bile üzdüklerim...ama olsun. Affetmek lazım dünyanı, kendimizi ve insanları ve şansı ve kaderi.


Hayat, bir adım geri çekilip baktığınızda size çok şey anlatıyor. Umudun hep var olduğunu, adaletin sessiz ve aksak adımlarla da gelse mutlaka geldiğini, inanmaktan vazgeçmeyenlerin umuda kavuştuklarını ve insan olarak kalmanın zor ve ağır bedellerle dolu olsa da vazgeçilmeyecek bir  karar olduğunu anlatıyor mesela. 

Ya da bir deprem ile bir yangına bakar mülk dediğin, gönlünü zengin kıl mevsimlerden renklerden haz alan aklın olsun,hırsı öğretilmiş kuralları bir yana bırak gönlün huzur dolsun diyor.

Acımadan ve acıtmadan doğruyu bulabilmek dileğiyle...







25 Eylül 2016 Pazar

23 Eylül 2016 Cuma

Gündeme İthafen - Mırıldandıklarım/Murathan Mungan



şiirden önce tık tık

MIRILDANDIKLARIM


Kırdın mı incittin mi birilerini 
Kimleri kazandım, yitirdiklerim kimler? 
Kendimi yeniledim mi yazdıklarımda? 
Yeniden düşünmeliyim 
Dostluklarımı, ilişkilerimi 
Gözlerim çocukluk fotoğraflarında mı kaldı 
Yitirdim mi yoksa masumiyetimi? 
Borçlarımı ödedim mi? 
Doğru seçtim mi soruların fiillerini? 
Tırnaklarım kesilmiş, dişlerim fırçalanmış, saçlarım taranmış, 
Giysilerim ütülü, odam düzenli mi? 
Geri verdim mi aldıklarımı: 
Aşkları, dostlukları, sevgileri, güvenleri, bağları, 
Kitaplara, sayfalara, satırlara borcumu ödedim mi? 
Yokladım mı duygularımı 
Hâlâ sevebiliyor muyum insanları? 
Ovmalı gümüşleri, bakırlarımı; cila geçmeli ahşaplarıma 
Ovmalı umutları 
Saklı tutmalı gelecek inancını, yarınları eksik etmemeli ağzımızdan 
Ey uzak akrabalarım, üvey aşklarım 
Mevsim sonu dostlarım, işporta malı ayrılıklar 
Arkadaş ölümleri, dost hançerleri, talan ettiğimiz zulalar
Gece telefonları, ıssız konuşmalar 
Mağrur incelikler, vurgun yemiş ilişkiler 
Uçurum duygusuyla yaşadığımız hayat ey 
O kadar çok anlattım ki 
Kendime kaldım anlatmaktan... 
Bunaldım kendisiyle boğuşmasını 
Başkalarında çözmeye çalışan insanlardan 
Usandım sözcük oynamalarından, tılsımlı sıfatlardan, 
Ofset duyarlılıklardan 
Kaç zamandır duru, yalın, çalışkan, iyi insanlar özlüyorum 
'İçtenliğin' ya da 'dünya görüşünün' kirletmediği 
Kendime bir yeni yıl kartı yazarak bunları diliyorum 
Aranıp duruyorum adresini yitirdiğim insanları 
Vitrin camlarına yansıyan yüzlerde 
Bilmiyorum kalmış mıdır adresini yüzlerinde taşıyan insanlar 
Hâlâ bir umut var mıdır 
Çıkmaz bir sokağa benzeyen bu avare avunması vitrinlerde 
Ne çıkmaz sokaktayım ne de mutsuz 
Sadece rüzgârlardan daha güçlü olmak istiyorum o kadar 
Açık denizlerde nice yolculuklara yelken açarken 
Kış güneşinin mutlu ettiği bir kedi gibi mutlu, emin, tasasız 
Sere serpe ve keyifli olmak tek isteğim ve dileğim 
Senin ve benim , yani bizim için...

Murathan MUNGAN .. ve şiirden sonra da tık tık lütfen



22 Eylül 2016 Perşembe

Sonbahar Mısraları


Onlar Sonbahar'ı başka yaşayanlar...



Adım Sonbahar / Attila İlhan
nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan
gözlerin kamaşır
oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar











Eylül’dü / Cemal Süreya
Dalından kopan yaprakların
Sararan yanlarına yazdım adını
Sahte bir gülüşten ibarettin oysa.
Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu.
Eylül’dü……
Di’li geçmiş bir zamandı yaşadığımız
Adımlarımızın kısalığı bundandı
Bundandı gözlerimin durgunluğu.
Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan,
Ellerin kadar ıssız,
Sen kadar zamansız molalar veriyordum
Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz.
Eylül’dü…..
İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin,
Şimdi yoktu bi anlamı suskunluğun.
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğinin orta yerinde.
Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman
En çok sesini aradım.
Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ.
Gözlerini sildi zaman..
Dedim ya… Eylül’dü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin.



Ben Eylül Sen Haziran / Ümit Yaşar Oğuzcan
Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgar
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar
Neydi o bir zamanlar
Sevmişliğim, sevilmişliğim
O heyheyler, o delişmenlikler neydi
Ne bu kadere boyun eğmişliğim
Ne bu acıdan korlaşan yürek
Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım
Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne
Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım
Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı, yıkık eylül sonuma
Bir ilk yaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer oldu güldüğün yerde
Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi
Oldurduğun yemişlerin ağırlığından
Dallarım yere değiyor
Güneşi batmadan saçlarının
Bir dolunay doğuyor bakışlarından
Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma
Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık
Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan
Ölebilirim artık
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma
Baksana; parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden
Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu, benimle uyan
Birlikte varalım on üçüncü aylara

ataol behramoğlu ile ilgili görsel sonucu

Eylül Sabahının Serinliği / Ataol Behramoğlu
Eylül sabahının serinliğini
Yaprakların serinliğini
Ciğerlerime dolduruyorum
Sessizlik ve serinlik
Birleşiyor
Yıkanmış güvercinler
Ve çok uzakta bir tren sesi
Her zaman yeniden başlamak duygusu
Doğuyor içimde
Her uyanışımda
Düşmanlarımı bağışlıyorum
Daha çok seviyorum dostlarımı
Her uyanışımda
Eylül sabahının serinliğini
Yaprakların serinliğini
Yüreğime dolduruyorum



Güzde Unutulmuş / Pablo Neruda
Saat yedi buçuğuydu güzün
Ve ben bekliyordum
Kimi beklediğim önemli değil.
Günler, saatler, dakikalar
Bıktılar benle olmaktan
Çekip gittiler azar azar
Kaldım ortada, tek başıma
Kala kala kumla kaldım
Günlerin kumuyla, suyla
Bir haftanın artıklarıyla kaldım
Vurulmuş ve hüzünlü
Ne var, dediler bana Paris’in yaprakları
Kimi bekliyorsun?
Kaç kez burun kıvırdılar bana
Önce ışık, çekip giden
Sonra kediler, köpekler, jandarmalar
Kalakaldım tek başıma
Yalnız bir at gibi
Otların üstünde ne gece, ne gündüz
Sadece kışın tuzu
Öyle kimsesiz kaldım ki
Öyle bomboş
Yapraklar ağladılar bana
Sonra, tıpkı bir gözyaşı gibi
Düştüler son yapraklar
Ne önceleri, ne de sonra
Hiç böyle yalnız kalmamıştım
Bu kadar
Ve kimi beklerken olmuştu
Hiç mi hiç hatırlamam.
Saçma ama bu böyle
Bir çırpıda oldu bunlar
Apansız bir yalnızlık
Belirip yolda kaybolan
Ve ansızın kendi gölgesi gibi
Sonsuz bayrağına doğru koşan.
Çekip gittim, durmadım
Bu çılgın sokağın kıyısından
Usul usul, basarak ayak uçlarıma
Sanki geceden kaçıyor gibiydim
Ya da karanlık, kükreyen taşlardan
Bu anlattıklarım hiçbir şey değil
Ama başıma geldi bütün bunlar
Birini beklerken, bilmediğim
Bir zamanlar.

Yaz Bitti / Murathan Mungan
yazın bittiği her yerde söylenir
söylenmeyen şeyler kalır geriye
ve sonra hiç bir şey olmamış gibi
ağır, usul bir hazırlık başlar
uykuya benzer yeni bir mevsime
orda burda,ev içlerinde,kır kahvelerinde,deniz kenarlarında
incelen yazın akşam esintilerinde
zaman usulca sıyrılır aramızdan
ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini
başka ne gelir elimizden
büyük bir uzaklığa gülümseyerek
geçiştiririz
ıskaladığımız şeyleri
yatıştırıcı rüzgarlar
dışavurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını
saklar bizi
gözlerimizdeki hüzne ‘dinginlik’ adını verir
‘seni iyi gördüm’ diyenler
biz de iyi hissederiz kendimizi
elimizden başka ne gelir ki?
köşe başları, akşamüstleri,kokular
tozar gider zamanın boşluğunda
karışır anların kuytu belleğine
belki sonraları bir gün
hatırlanır aynı kederle
yazın bittiği her yerde söylenir
söyleyenler inanır bir şeylerin sahiden bittiğine
yaz biter
eskir geceler,serin,hüzünlü
yeni mevsime hazırlık: ömrün teyel yerleri
bir yanı telaş,bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri
çıkarır sizi dalgın derinliğinizden
yaşadığınızı duyarsınız teninizde
bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz
sıcak odaları, beyaz, temiz yastıkları
ahşap panjurları
yaz bitti
bitmeyen şeyler kaldı geride
yaz bitti
yaz bitti
yüksek sesle söylüyorum bunu kendime
her yerde söylendiği gibi
yaz bitti
yaz bitti
hiç bir şey hiç bir şey
hiç bir şey
yalnızca üşüyorum şimdi


Saat 21-22 Şiirleri/ Nazım Hikmet
 
Bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar : kadın
ve yoldaş olan…
Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar…



Sonbahar / İlhan Berk
 
Hep böyle çıkıp gelmiştir
sonbahar dağlarımıza
bir elinde karanfil,
bir elinde yüreği



Uzak Kaderler İçin / Turgut Uyar
 
Birgün, bir yağmurla garip garip
-Çoluğu çocuğu terk edeceğim.-
Bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım
Alıp başımı gideceğim.Asır yirminci asırdır, amenna
Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım
Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi
Uzaklar daha uzaklaşır
Bir define çıkarır gibi kayalardan, Ademden beri
Sımsıcak sevgilere muhtacım.Bir gün alıp başımı gideceğim
-Yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar…-
Belimi bir ılık şal sarsın, mavi
Hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız
Rüyalarım unutulmuş bir handa pes desin
Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında.
Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm
Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde
Diyarı gurbette kanlı bir aşk
Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde
En uzak beyazlar,
En yakın ikindilerde, duygulu
Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam
İçip içip ağlasam…
Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum?
Herkesin derdinden pay isterken.
Uzak kaderlerin suları çağlar simdi
Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden.
Birgün, bir parkta otururken, biliyorum
Bir el yağmurla dokunacak omuzuma
Bir çift göz, bir davet, bir kalp
Çoluğu çocuğu terk edeceğim.
Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak
Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak
Toprak ve insan kokularıyla,
Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için
Başımı alıp gideceğim.

21 Eylül 2016 Çarşamba

Andy Williams - Sonbahar

Sonbaharın kokusu iliklerimize işlemişken, hüzün sarı -ağır rengimiz olmuşken..

Açın, fonda çalsın dursun.

Günümüz, unuttuklarımızı ve unutmak istemediklerimizi hatırlamakla dolsun.





20 Eylül 2016 Salı

Mahkeme


Unutmaya çalışıyorum, olmuyor.
Kader,ertelenemeyenmiş meğer.

Çok seneler önce, sabaha doğru bir saatte işten çıkmış Seyrantepe'den Üsküdar'a gelirken Altunizade'den Nuh Kuyusu Caddesi'ne döndü araç. O anda, karşı kaldırımdaki bir delikanlı hızla bizim şeride yöneldi. Karşıdan karşıya geçmeye çalışıyordu. Şoförümüz sola kırdı. delikanlı yavaşlasa herkes kurtaracaktı. ..ama o hızlandı. Şoför direğe bindirmeyi göze alıp daha çok kırdı direksiyonu, delikanlı daha hızlandı. Sonra o korkunç ses....



Onu bir an havada gördüğümü hayal meyal hatırlıyorum tüm bu anlar birikimi olan kısacık bir kaç saniyenin içinde. Sonra başaşağı ön camdan kucağıma inişini. Ağzıma dolan cam kırıklarını. İçimdeki , hala anlam veremediğim sakin sükunetimi. Araçtan inişimi. Koşturanları. Karşı kaldırımdan gelen çığlık çığlığa arkadaşlarını.

Çocuk 27 yaşındaymış. Zonguşdak'tan gelmiş o gün. Üniversiteyi kazanmış, babasının hediye ettiği araba ile İstanbul'a gelmiş. O akşam arkadaşları ile bulup içecekler ve yeni başlangıçların zaferini kutlayacaklarmış. Tam buluşmuşlar, arabayı iyi park edemedim diye huzursuzlanmış. "Boşver" deseler de dinlememiş. "Dur şunu düzelteyim öyle gidelim içmeye" demiş.

Sonra eceline koşmuş.

Mahkemeye şahit gittiğimde panikten delirmek üzereydim. Aile, şoförden kanparası almış bir miktar ama yine de mahkemeye vermiş. Hani ben seni öldürmeyeceğim ama mahkemeye  de çıkmadan olmaz parası. İğrendim onlardan, evlatlarını kaybetmiş aileye duyduğum saygın merhamet yerini tiksinmeye bırakıverdi.  Daktilo kız adresimi sordu, söyledim.O da tekrar etti.

-Ahçıbaşı....
"Hayır" dedim. "Ah beddua demektir. Ahçıbaşı bedduacıbaşı demek olur. osmanlıda bedduacıbaşı diye bir meslek mi vardı?Yoktu! Aş yemek demek. Aşçıbaşı  ise yemek pişirenlerin en kıdemlisi demek. Padişahın aşçıbaşısı....."

Hakim kürsünün üzerinden eğilip bana baktı.

"Ciddi misin sen?"

 Sustum. 

Taksi şoförünü gösterdi karşı tarafın avukatı. "Neden siz şahit olarak çağrıldınız?Şoförü tanıyor musunuz?"

"Elbette tanıyorum" deyince ortalık yeniden karıştı. Şahitliğimin reddi istendi. Hakim bana baktı  "şaşkın bu" dedi. Sonra sordu "nerden tanıyorsun,yakınlığın ne?"
-"Ne yakınlığı" dedim şaşkın. Kaza yapan aracın sürücüsüydü ordan tanıyorum.

Hakim bu sefer sesli güldü.
-İyi, öyle söylesen ya.

Bende gittikçe artan paniğe hayret ediyordum. Kaza olmuş, gencecik bir insan kucağımda can vermişti. Direğe bindirdiğimiz sırada bile çığlık atmamıştım ama mahkemede yaprak gibi titreyip saçmalıklar rekorunu zorluyordum.

-Taksi hızlı mı gidiyordu
-Hayır
-Hızı kaçtı mesela
- Benim ehliyetim yok, param çok olduğunda taksiye biniyorum ama kalan zamanlarda otobüsle  gidiyorum her yere. Yani nerde hangi hızla gidlir bilmem ama nereye hangi otobüs gider ya da hangi saatlerde ne kadar sürede gider bilirim, onu söyleyebilirim ama taksi hangi hızda gidiyordu diye sorarasanız bilemem ama o saatte yollar boş olduğu halde neden daha hızlı gitmiyor diye düşünüyordum otobüs olsa..

Hakim yine güldü.

-Nefes al, nefes al tamam...sakiiiin.

Sonra beni dışarı aldılar.

O çocuğu  unutmayı, ağzıma dolan cam kırıklarının içerisinde baş aşağı kucağıma yığılışını hatırlamamayı çok istedim ama olmuyor. Hemen her zaman, benden alacak bir fatiha'sı daha varmışı anlıyorum.

Şoföre ne ceza verildi onu bile hatırlamıyorum.
Kalbim böbreğimin üzerinde zıplıyordu güm güm güm. 

Eve geldim.

Hayal kur, plan yap ama kader diye de bir şey var unutma dedim.
Mahkemesi başka işliyor kaderin.


Belki de ondan bu  uysal boyun eğişim hayata.
Ve belki de ondan anlamayışım hırsları yüzünden örselenen insanları