Üniversite etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Üniversite etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Haziran 2015 Cumartesi

Gerekmiyor

Hiç böyle bir günüm olmamıştı.

Güneşte ayazda rüzgarda yağmurda koşmuş koşmuş da baharın serinliğinde bir salkım söğütün altında manolya kokuları taşıyan serin rüzgârın kucağında bir nefeslik durmuş gibiyim. 



Hayalini kurmaktan bile vazgeçtiğim bir gün bugün.
Bugün ..seni yaşadığıma inanamıyorum.

Benden ne isteniyorsa yaptım!

Okudum,iyi bir üniversiteyi bitirdim.
Evlendim..iki güzel çocuk dünyaya getirdim.
Çocuklarımın ikisi de takdirname ile sınıflarını geçtiler.
İşsizdim..yarınlara ait endişelerim vardı..işe girdim.

Nehir Trabzon'da annem ile , yani çocuğuma benden iyi bakacak ben kadar seven ile birlikte.Mutlu ve aklım onda kalmıyor.Şu an onun için yapmam gereken ya da yapabileceğim bir şey yok.
Selin okulunda işe girdi, yaz tatilini doğru değerlendiriyor, sevdiği bir arkadaşında kaldı gece.Şu an onun için yapmam gereken ya da yapabileceğim bir şey yok.

Eşim işe gitti.
Mevsim yaz..serin bunaltmayan hediye bir yaz günü.


Yapmam gereken hiç bir şey, yok;dağları devirip , denizleri kurutan bir endişem yok.

Yemek yapmam gerekmiyor...çocuklar evde olmayacak.
Bir şeyleri yetiştirip koşturmam gerekmiyor.


Üzerimde öylesine rengi atmış ama rahat ve aşina ev kıyafetlerim...yahu saçımı taramam bile gerekmiyor.

Engelleyemediğim bir sırıtmadır geldi yerleşti suratımın orta yerine.Gittikçe genişliyor. Evde dolaşıyorum her şyi ilk kez görüyormuşcasına.İçinde koşturmadan, kafamda "gerekler" olmadan ; yağmur sonrası tozlardan arınmış netlikle seyredersiniz ya her şeyi...işte öyle seyrediyorum hayatımı,evimi.

Büyük kızım yarın gelecek inşallah da,küçüğüme ait özlemişlik sızı sızı kemiriyor yüreğimi. Özlemimi seviyorum, özleyecek birinin olmasını, kavuşmayı keyifle beklediğim özlemlerimi seviyorum. Dayısının ona aldığı ördek ile Trabzon'da mutlu koştururken hayal ediyorum. Elime pijamalarını alıp üstlerine sinmiş kokuyu içime çekiyorum..burnumun direği sızlıyor ama mutluyum.İnsan sevdiklerinin mululuğu ile mutlu olmuyor mu sanki.

Bugün öyle muhteşem bir gün ki...vazgeçmişim ummaktan.

Dışarı çıkmam gerekmiyor
İçeri girmem de gerekmiyor.

Paşa gönlüm ,sen ne istersen hiç çekinme söyle bana

Onu bile yapmam gerekmiyor .

18 Nisan 2015 Cumartesi

Ümit

Size hiç gönül sarayımı aydınlatan aşkımdan bahsetmedim ben di mi?

Yani işimden..

Oysa ne öyküler yaşandı,ne alimler ne zalimler geçti oradayken ..kimi iz bırakmadan kimi unutulmadan .

Hayatımdan gelip geçenlerin portrelerinde,gerçek yaşam öyküleri serisinde bugün o kesitten birini anlatacağım size:

Yardıma muhtaç ailelere yardım dağıtıyorduk.
Benim olduğum büro Kadıköy-Maltepe-Pendik-Kartal bölgesindekilere ait işlemlerin yapıldığı yerdi.
Tek başınaydım ve kayıt listesinde adı olan binlerce insan ile görüşmem, kayıt tutmam,yardımları onlara vermem gerekiyordu.
Ayrıca yeni başvuruları da değerlendirmem gerekiyordu.
İşte bu, gerçekten zordu.

Kış günü incecik penye blüzların altına plastik terlik giyen kadınların titreyerek yardım istemeleri kolay dayanılır bir şey değildir.

Ta ki , bir çoğunun köşe başında bekleyen eşlerinin yardımı ile altın bileziklerini torbaya koyup çizmelerini-kıyafetlerini oracıkta değiştiğini gözünüzle görene kadar.

Yol param yoktu , bir lirayı  komşumdan aldım da geldim diye ağlayan menekşe gözlü yaşlı teyze için gözleriniz dolmuşken evrak getirmek için içeri giren zabıtanın "ana! ev sahibim!" feryadı sizi sizden alır götürür. İnanmak istemezsiniz. 

Örnekler kolayca çoğaltılabilir.
Bir süre sonra öğrenirsiniz kim muhtaç kim değil, kim yalancı kim değil sorularının cevaplarını içeren ip uçlarını ve yanılgı payını en aza indirmeyi.

Ve kişiliğiniz illa yaşamdan keyif almayı-yaşamın hakkını vermeyi emredenlerdense, bu ağır yorgunluklar içinde  kendi kendinize oynayacağınız minik oyunlar türetir,dışında kalmaya çalışmanın yorgunluğu yerine dahil olmanın , detaylarda var olabilmenin ayrıcalığını yaşarsınız.


Kimbilir bilmem kaç bininci görüşme sonrasında gün sona ermek üzereyken geldi kapımdan içeri.Üzerinde lise kıyafeti olan solmuş bir lacivert ceket, kocaman ama koskocaman siyah gözler,iri dudaklar ve ergenliğin baş tacı sivilceler.

-Burada yardım dağıtılıyormuş , biz de alabilir miyiz? dedi minnetsiz ve aslında çok da umurum değil havalarında. Normalde ona hayır demem ve yollamam gerekirdi çünkü kayıtlı olmadığını kendi de söylemişti. Ama o kocaman siyah gözlerdeki kırgınlık beni kendine çekti.

-Adın ne senin?
-Ümit

 İyice bir süzdüm onu. Rahatsız olduğu belliydi ama akıp duran burnunu çekmekten başka tepki vermedi.

-Nedir buraya gelme sebebin Ümit?

Dimdik gözlerimin içine bakarken ilk kez bakışlarını kaçırdı.

-Annemle babam ayrıldı.Ev bizim ama okuyan 3 kardeşiz, gelir yok.Babam aşçı.Yardım etmeye çalışıyor ama...

-Nerede okuyorsun?
-Kadıköy ....Lisesinde
-Nerede oturuyorsun?
-Maltepe'de
-Zor olmalı?
-Seneye bırakacağım, yol parası çok masraf.

Biraz daha baktım kara gözlerinin kırgınlığına.

-Ümit, öyle bedava ekmek kimseye yok.Gel bu yorgun ve yaşlı kadına yardım et bakalım, önce hak et ..dedim.

Şaşkın şaşkın bana baktı. Söylediğimi anlamamış gibiydi.

-Gel gel, canım çıktı yemin ediyorum. Hem şu yardım evraklarını düzenlemem için yardım et hem de az daha anlat bakalım kimsin nesin, burcun ne mesela. En sevdiğin şair kim filan, muhabbet edelim yahu, dibim düştü sorgucu teyze gibi olmaktan sabah beri.

Gülümsemesi güvensizdi. Yerinden kımıldamadı.

-Gel len! dedim daha keskin bir haykırışla.

Elinde tuttuğu kitaplarını telaşla masama bırakıp hala tereddütle masanın arkasına, yanıma geçti. Masamın altında yanan elektrikli soba ıslak pabuçlarını ısıtsın istiyordum. Ona, yerinden kımıldamadan yapacağı iş verdim.

Küçük, tutuk sohbetimizi tamamladığımızda eve daha da geç kalmasından endişe ettiğim için gönülsüzce de olsa ayrıldım ondan.

-Yalnız bana söz ver, yine geleceksin.

Gülümsedi kanadı kırık kuşlar gibi. Cevap vermedi ama giderken mutluydu. 
Devam eden koşturmaca karmaşanın içinde aklımda gittikçe zayıflayan bir hayal olarak kaldı Ümit.

Yardımlar 3 ayda bir veriliyordu.

Ordulu Sakine,Mardinli Çinko, Diyarbakırlı Bemece,Suat Teyze gibi belli başlı -bana göre- bir şeyler paylaştığıma, gönül teline dokunduğuma inandığıma, öykülerini dış ses gibi dinlemek yerine içinde bulunabildiğime inandığım kişilerin gelişini sabırsızlıkla bekliyordum. Onların iyi olduğunu görmek, küçük sohbet aralarında neler yaşadıklarını bilmek,hayatlarına kısa temaslarla da olsa dahil olmak beni mutlu ediyordu. Hele ne söylediğini anlamam mümkün olmayan o yöreden gelenler yok mu? Gülmekten bayılıyorduk birbirimize derdimizi anlatana kadar. İki ihtimal var her zaman: anlamıyorum diye kızmak veya anlamanın bir yolunu bulmak. Bir tebessümün anlattığı şey her yerde aynı.

İsimlerinin öykülerini dinlemeye bayılırdım.

BMC kamyonları çıktığı sıralarda babası çok istemiş onlardan almayı ama para nerdeee..alamamış adamcağız. Tam o sıralarda kızı doğunca "bence Be Me Ce" diyen ünlü sanatçıya " bence de bemece" demiş ve kızının adına Bemece koymuş.Nüfus kağıdında, bildiğiniz Bemece yazıyor. Ben buna katıla katıla gülünce "aman senin adın Kadriye de n'oluyo" diye o da bana gülmeye başladı.

Ne güzel günlerdi.

Neyse,artık bahar gelmişti ve bir akşam üstü yine kapıdan giriverdi Ümit. İlk geldiğinde aynı boylardaydık ama 3 ayda nasıl boy attıysa beni geçmişti boyu. Şimdi yüzünde tereddütten ziyade nasıl karşılanacağına olan merak baskındı.Nihayet bir sebep bulup gelebildiğine sevindiği de belliydi.

-Ooo Ümit, gel paşam gel. Nerelerde kaldın? Ben de gelmeyecek bu sefer bu oğlan diyordum.
Gülümsedi.
-Hadi hadi git ikimize birer gazoz kap şu büfeden, dilim damağım kurudu. Çabuk gel, bekliyorum hadi.

Az sonra gazozlarımızı içerken koyu sohbete başlamıştık.

Kız kardeşine asılan olursa diye ortaokulun kapısında bekliyormuş gidince. Ortaokul bitsin, asla okutmayacakmış kardeşini. Mahallede bir tamirci varmış, orayla anlaşmış.Bu yaz başlayacakmış orada çalışmaya.Okumayacakmış.

-E, sonra Ümit ..dedim üzgün üzgün.
-Sonra bi kız bulacam ama başı kapalı, okumamış.Okuyan kız doğru dürüst olmuyo anlarsın ya.Çalıştırmam ben karımı..bakarım eve işte..dedi.

-Ümit, ben senin yaşından 2 sene fazla okula gittim,çalışıyorum da..  dedim cümlemi tamamlamadan.

Esmer yüzüne taze bir kızıllık yayıldı.Bakışlarını  çevirdi yine kaçmak istercesine.
-Siz başkasınız..dedi

Cevap vermedim.
Susmak, konuşmaktan çok daha fazla sözcük içeriyor bazen.

-Senle bir anlaşma yapalım. Seneye de oku, ben de size glen yardımı arttırayım dedim.
-Yol parasını bulabilsem ..diye ağzından kaçırdı. Sonra yine gururla baktı yüzüme."Okusam ne olacak zaten"

Ama ben çoktaaan anlamıştım aslında seçmek istediği yolun bana anlattığı yol olmadığını.Fakirlikten dolayı yaşaması gereken hayatı kendi seçmiş gibi davranarak gururunu kurtarmaya çalıştığını.

Zabıta arkadaşlara rica ettim, alıp onu bir çay içmeye içerdeki odaya geçtiler.Erkek erkeğe konuşmak, nasihat daha etkin olacaktır diye düşünmüştüm.Beni her ne kadar sevdiyse de belli ki onun  "doğru" kriterlerinin çok dışındaydım.

Hacıannem yazısında anlatmıştım bana uzatılan sorgusuz sevgi elini. Hemen Ülker Abla'yı aradım. Ona durumu anlattım. İş kadını olmanın getirisi ile kısa - net sorular sordu ve adının bilinmemesi kaidesi ile Ümit'in yol masrafını ve harçlığını üstleneceğini söyledi.

Ümit geri geldiğinde onu karşıma alıp kendisine bir sponsor bulduğumu, kırık not getirmemesi şartıyla eğitim masraflarının tamamının karşılanacağını söyledim.

Önce bana inanamadı. Sonra kuru toprağa yayılan yağmur damlaları gibi umut ve sevinç yüzüne yayıldı dalga dalga.Sarılmaya kalktı,elini sıktım. Hem mesafe koymalı, hem ona saygı duyduğumu anlatmalıydım.

Evlerine incelemeye giden ekipler yardım niteliğini  ve miktarını arttırmışlardı çünkü gerçekten berbat vaziyetteydiler.Ümit, hemen her gün okul çıkışı uğramaya çalışıyor bazen zabıta abileri ile bazen benimle sohbet ediyordu.

Bir gün annesini getirdi tanıştırmak için. Annesi "Ümit benim her şeyim , o olmasa nasıl yaşardım bilmiyorum.Dertlerimi ona anlatıyorum, bir an dayanamam yanımdan ayrılmasına" dediğinde sakin yaradılışıma alabildiğince ters düşen bir öfke kabardı içimde.

-"Ümit daha çocuk. O size dayanacak hanımefendi siz ona değil. Bir kendinize gelin lütfen"  dedim tıslayarak."O okuyacak, bir geleceği olacak..size düşen ağlayıp sırtına yaslanmak değil yolunu açmaktır"

Birbirinden asla hoşlanmayacak iki kadın olarak birbirimizin gözlerinin içine baktık.Geçirmeye niyetlendiği minik sinir krizi, buz gibi bakışlar ve aldırmazlığın zırhına çarpınca geçiverdi.

Onu sevmemiştim.

Ümit, yardımsever meleğinin kim olduğunu çok merak ediyorsa da söz verdiğim üzere ona bilgi vermiyordum.

Lise sona geldiğinde üniversite hayali kurmaya çekinir olmuştu.Bu, gönüllü bursunun devam edeceğini ve hatta fazlasını bulacağıma söz verdiğimi söylesem de tereddütleri , korkuları daha baskındı. O lise sona geldiğinde kız kardeşinin liseye başlama zamanı gelmişti ve artık hayat görüşü değişen Ümit kardeşinin liseye yazılması için ön ayak olup gönlüme taht kurmuştu.

Lise sonun ilk döneminde , adet olduğu üzere karnesini getirdi. Bursunu kaybetme korkusundan derslere asılan ve  o zamana kadar hiç kırık notu olmayan Ümit'in 2 kırık notu  vardı.

Karnesinden bakışlarımı ayırıp uzun uzun yüzüne baktım.
Artık, benden en az 15 cm uzundu.

İçerden atkımı alıp yanına geldim.

-Eğil
-Ne?
-Eğil
-Niye Kadriye Hanım ?
-Başını bağlayacam, büronun camlarını sileceksin.
-Ne?
-Duydun
-Hayatta yapmam
-Anlamadım(tehditkâr)
-Ama Kadriye Hanım ( aman Allah'ım tonlaması)
-Amanı zamanı yok,eğil!

Sildirdiğim camların önünde Ümit ve ben

Başını sardım, eline kova ile bez verdik.

-Kadriye Hanım bari içerden sileyim..gören olur yav.

-Oğlum, sen okumazsan zaten olacağın bu. Aşağılanacaksın, istemediğin işleri yapıp başkalarının pisliğini temizleyeceksin.Alış. Git, çık dışarı, sil camları yürü!

Sesimde tereddütten eser yoktu.

Çıktı ve camları sildi.

Geldi, atkıyı masama attı,gitti.
Kızgındı..ama benim ona kızgın olduğum kadar değil.

İki ihtimal var her zaman: buraya kadarmış diye pes edip vazgeçmek  veya devam etmenin bir yolunu bulmak.

İkinci dönemin ortalarına kadar gelmedi.
Geldiğinde birlikte kokoreç yemeye gittik.

Bir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordu, benimse hiç öyle bir niyetim yoktu.

-Kadriye Hanım bişi soracam. Tüm sınıfa döner ekmek yollayan isimsiz bir hayırsever geldi bugün, hepimiz bayram ettik. Benim sponsor muydu o?

Güldüm.

-Bilmem ben ..dedim.
-İyi bir bölüm kazanırsam bana yine yardım edecekmisiniz Kadriye Hanım?

İnanarak baktım yüzüne.

-İyi bir bölüm kazanacaksın ve ben sana daha çok yardım edeceğim Ümit ..dedim.

Kara gözleri dalgınlaştı.Bir karar vermeye çalıştığı belliydi ve artık sonuna gelmişti.

Ümit Kocaeli'nde Makine Mühendisliğini kazandı. 

Onunla nasıl gurur duyduğumu da, ben ondan nasıl ayrı kalırım diye ortalığı yerle bir edip çocuğu neredeyse vazgeçme raddesine getiren,ağlaya ağlaya Ümit'in beynini eriten annesini  hayalimde nasıl parça pinçik ettiğimi de anlatmayayım.

Ümit'in bursu devam etti.
Ona başka yardım edecek insanlar da buldum.

Tam , onun bana müjdeli haberi verdiği gün bir dostum beni arayıp "Kadriye Hanım, Kocaeli'de üniversite bursu veriyoruz bir kişilik kontenjanım var..var mı bildiğin ihtiyaç sahibi biri" diye sorması ise "sen yola kalbin doğru çık, Allah tutar elinden"i anlatan enfes bir tesadüf oldu.

Ümit, maddi anlamda zerre kadar zorlanmadan okudu.

Bir gün Ülker Abla ve kız kardeşi olan lisedeki tarih hocam beni ziyarete gelmişlerdi...ki bu senede bir ya olur ya olmaz. Ümit giriverdi kapıdan. Kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki mutluluktan oraya yığılabilirdim. Ümit'i masamın önüne oturtup Ülker Abla'ya koşturdum. Ona "bu senin oğlun..okuttuğun çocuk" diye fısıldadım. 

Ülker Abla gözleri dolu dolu baktı Ümit'e. Bakışlarında bir sevgi, gurur deryası ile seyretti onu. Ne kadar yalvardıysam da tanıştırmama izin vermedi. "Sağ elin verdiğini sol el bilmesin Kadriye" dedi. Bir kez daha saygım ve sevgim bilinen boyutun ötesine geçti; sözleri ve yaşamları ile bize ders veren ,öğreten insanlar vardır. Ben ne şanslıyım ki  onların en  güzellerinden biri hayatımda diye düşündüm.



Ümit'in yanına döndüm. Pek sabırsız bir hali vardı.

-"Kadriye Hanım" dedi "sizinle bir şey konuşmak istiyorum.Bugüne kadar bana çok iyilik ettiniz ama ben daha fazlasını isteyeceğim.Sizden başka isteyecek kimsem yok.Şu beni okutan Melek Teyze..onunla konuşabilir miyim?"

Adeta türk filmi formatına dönen iş yerimdeki akıştan başım dönmüş bakakaldım Ümit'e

-Neden Ümit...ne oldu hayırdır inşallah?!

-Kadriye Hanım, kız kardeşimi biliyorsunuz. O bu sene üniversite sınavına girdi. Annem ve babam istemedi ama ben durdum önlerinde. Okuyacak maddi bağımsızlığı olacak ezmeyecek el oğlu onu dedim. Sınava girdi  .... Üniversitesi Tarih bölümünü kazandı ama yollamıyorlar onu Kadriye Hanım. Başka şehirde diyorlar, kız kısmı diyorlar,para yok diyorlar.Olmaz!Olmaz!Onun okuması benim okumamdan da önemli Kadriye Hanım.Bize yardım et. O , Melek Hanım ile konuşalım, benim paramı kessin ona versin.

Heyecandan nefes almadan konuşuyor, gençliğin başı dikliğini-gururunu kardeşine duyduğu sevgiyle yenmeye çalışıyordu.

Onunla hiç bu kadar gurur duymamıştım.
Onu, hiç bu kadar sevmemiştim.

Tarih Hocam gözleri dolu dolu yanımıza geldi.

-Kardeşin tarih hocası mı olacak..dedi. Ben Kadriye'nin tarih öğretmeniyim. Yolla kardeşini okumaya, al bu yol parası..sonrası için irtibatta oluruz.Ben yardım edeceğim size.

Ümit inanmaz gözler ile bir ona bir bana bakıyordu.

-Yoksa bana yardım eden Melek Teyze o mu ..dedi heyecanla.

-Yok o değil Ümit..yemin etsem başım ağrımaz..o değil dedim gülerek.

Başka yerden de yardımlar buldum ,olmazı olur kıldık ve Ümit'in kız kardeşi üniversiteye gitti.

İki ihtimal var her zaman: yapamıyorum diye kızmak veya yapabilmenin bir yolunu bulmak.

Mavi Bilye'yi unutmamak lazım.

Sonuç mu?

Ümit ,bir İtalyan firmasına girdi. Orada çalışıyor mühendis bey.

Kız kardeşi (şaka değil - abartı değil) okulunu birincilikle bitirdi ve akademisyen olarak orada kaldı.


Bir kaç küçük dokunuşun sevgi ile birleşmesi, emek ile bezenmesi sonucu hiç var olacağına inanmadığımız Ümit'ler ile güzelleşebilir hayat.Tüm renkler mai oluverir ummadığınız bir anda.

Ümit... bizim elimizde.




14 Kasım 2014 Cuma

Gü'ye...





Köpeklerden çok korkardı

Polisleri hiç sevmezdi

Kader onu polis olmaya zorladı..

Yetmedi,

Gitti, köpeği olan bir polisle evlendi!


Gü yok ama gruptan diğer dostlar yanımda
Üniversitenin ilk yılı arkadaş edinmem kolay olmadı.Erkek traşı kesik saçlarım mıydı garip gelen her şeyi  kana kana yaşamak arzusunun coşkusu muydu insanları ürküten bilmiyorum.Lakin  bir Eylül sabahı kantine girip gözüme kestirdiğim grubun masasına oturdum ve "hey merhaba..ben geldim" dedim bir lütfu bahşedercesine. Uzak yıllardan kendimi izlediğimde Tipitip'ten sonra en tip çizgi film karakteri benmişim gibi geliyor.O gruptakiler bana baktı, birbirlerine baktı ve"yürüyüşe çıkalım en iyisi biz" dediler.Beni masada tek bırakıp hep birlikte yola koyulmuşlardı ki arkadaş olacağım azmi ile beynini delmiş biri  olaraktan ben gurur edep haya gibi tüm verileri beynimde sıfırlayıp peşlerinden koşturdum "oluurrr ben de sıkıldımdı otur otur".



Beni kabullenmeleri epey zaman aldı doğallığıyla..ama binicisini sırtından atamayan atlar gibiydi ilişkimiz.Ben vazgeçmedim...onlar boyun eğdi.Önce komik geldim onlara,sonra sevdiler ve kabullendiler zamanla.Zira alışılagelmişin teki olmasam da kusursuz yeşillikteki İngiliz çayırlarında açıvermiş bir gelincik misali yanlış da olsa renklerim zararsız ve sevecendim.



O da o gruptaydı. Çok kiloluydu, yüzünde sivilceler vardı ve ben gülüşüne ölüyordum.Erkekleri , ona aşık olmadıkları için anlamak imkansızdı.Gözlerinin, gözlerinizin içine bakarken sıcacık olan kahverengilerini nasıl görmezlerdi ? Şaşırdığı zaman kahkahayı basmadan evvel yanağının kenarında beliriveren o haylaz gamzeler "burada gülüşü eşsiz bir kız var" diye bağrınan işaret tabelası gibiydi.Temiz ve düzgün giyinirdi.Derslere en düzenli giren oydu içimizde.Uyumluydu, tahammül edemeyeceği salaklıkta espriler yaptığımda şefkatle gözlerini devirir ve gamzelerini ortaya koyan bir gülüşle bana bakardı. Bir sürü şeyin yerine koyduk birbirimizi;dosttuk,kardeştik,sırdaştık.Söylenmemiş kelimelerin anlaşılması ile derinleşirdi paylaşımlarımız. Yurt ortamında bile ne yapar ne eder , bize fırınlara yalvara yalvara pişirttiğimiz tepsilerde börekler yapardı. Biz doymadan o yemez, o yemeden biz doymazdık.


Derken mezun olduk..ayrıldı yollarımız.Babası bir kazada vefat edince aile dostları araya girip apar topar emniyete aldılar Gü'yü.Ailenin en büyük çocuğu olarak aldığı sorumluluklar, bizler "ne yapacağız" derken onu "ne yaptım" demeye itti elbette.Torpilsiz gençler ordusunun sağlam neferleri idik, savrulurken elele tutuşmaları bırakmamaya birbirimizden kopmamaya çalışıyorduk. Ben, Hacıanne'mlerde kalmaya başladığımda o yersiz yurtsuz kalınca gönül sarayları kaçak yapılan saraylardan bile geniş olan Hacıannem'ler onu da bağırlarına basmış ve misafir etmişlerdi. Tayini Trabzon'a çıkınca ise annem ve babam kardeşi ile birlikte Gü'ye kucak açtı.

Yanlış aşklara açtığı yelkenlisini idare edecek kaptanlardan değildi o. İlk defa başkasını düşünmeden kendisi için çıktığı bu seferde gemisi ağır darbeler aldı gerçektende. O buhranda gitti, apar topar evlendi kıskançlık abidesi ve köpeği olan o polisle.Yangından mal kaçırır gibi aldı götürdü Gü'yü uzaklara.Bir daha da haber alamadık kendisinden.

Bir gün, aradan yıllar geçmiş ve ben evli iki çocuklu  ve eskiye kıyasla kesinlikle ağırbaşlı bir hanım olmuşken takvimdeki o sayfa beni dürttü.Gü'nün doğumgünüydü. Tüm kızgınlıklarımıi kırgınlıklarımı,umup bulamadıklarımı  bir seferde silkip attım sepetimden.Özlem, o kadar yakıcı bir haldeydi ki yetişkinlere ait değerlendirmeler sağ kulağımdan girip sol kulağımdan çıkıyordu. Bir dostuma rica ettim, Gü'nün izini buldu bana.Ne yaptım ne ettim bulunduğu yerin telefonunu da buluverdim.Onca sene sonra sesini duyacak olmanın sevinci ile açtım telefonu.

Önce şaşırdı.Her zamanki sakin üslubu ile kim olduğumu sordu."Benim" dedim "Bak. Onca sene neden aramadın sormadın sormayacağım sana.O kadar özledim ki seni, sadece doğumgününü kutlamak ve özlemlerime sus deme istiyorum.Soru yok cevap da yok"

İki çocuğu olmuş onun da.Eşi bilmem ne müdürü olmuş.Konuşması sakınımlı, içten coşkulardan çok uzaktı.

Günler sonra beni aradı sesinde anlamlandırmaya uğraştığım ama bir türlü isimlendiremediğim bir neşeyle.Kardeşine iş bulup bulamayacağımı sordu aslında onun da beni ne çok özlediğini anlatırken laf arasında.... Neredeyse dışarıdan duyulabilecek bir sesle kırıldı kalbim.Son sigarasını paylaşan iki dosta ait gülüşlerimi, gün ışığına çıkartıp örselemediğim gönül seslenişimi bir yana koydum; iş yerinde kullandığım ses tonlaması ve vurgu ile "CV'nizi yollayın bakalım.Hayırlısı olsun" dedim.

Dostluğa inancım böylece sona erdi....derdim ama yok canım.Şahane dostlarım var benim.Şahane bir dostum ben.Bir elmadan kurt çıktı diye kim vaz geçer elma yemekten, biri gönül kırdı diye  mahrum mu bırakı kişi kendini sevmekten?


Bir şey öğrendim elbette.Bitmesi gerekeni bitiriyor hayat.Çok da zorlamamak lazım.Her meyvayı mevsiminde, her insanı ait olduğu zaman diliminde hayatına dahil etmeli belki de.Biten bitmiştir,hayatın altı üstünden bazen daha iyidir filan.

Hayatıma dahil olmayı lütfeden tüm dostlarıma kucak dolusu sevgilerimle..


26 Temmuz 2014 Cumartesi

Islıkla da Çalınır Cenaze Marşı

Hayatımdan renklerin ve seslerin tanımlarını değiştiren insanlar geldi geçti. İnsanlara ve hayata güvenin derinliğini-tanımını değiştiren insanlar.Başlangıç nedir son nedir diye düşündüren insanlar. Daha evvel bunlardan birinin portesini çizmiş ve ensest ailenin felaketle başlayıp "Allah Allaaaah" dedirten sonunu anlatmıştım.

Yine gerçek isim vermek münasip değil diyerek başlayalım.


O yıllarda gönülleri kaptırmak kolaydı Mavi Ay dedektiflik bürosunun çapkın ve sevimli gülüşüne sahip Bruce Willis'ine.Bahsettiğim kişi ( hadi ona Ahmet diyelim) gülüşü aynen Bruce Willis gibi derin bir gamzenin çarpık ve biraz mahcup çekiciliğini taşıyordu. Sadece bu bile bir çok kızın  başını çevirerek ona bakmasına sebepti. Açık sarıya çalan saçları, masum görünüşünün ardında her an beklenmedik haylazlıklar yapabilirim diyen sıcak bakışları vardı.Boylu,ince yapılıydı.

O gün,ders arasında okuldan çıkıp hızlı  hızlı yürüyerek grup arkadaşlarımı bulmaya koyulmuştum.Biri ıslık çaldı.Döndüm baktım,yeni gelenlerden bir çocuk.Yanına gittim.

-Bana ıslık mı çaldın sen?

Yüzü kıpkırmızı oldu.

-Bana mı dedin?dedi şaşkın
-Senden başka okul arkadaşına ıslık çalan andaval var mı burda?
-Ayıp ama!!!
-Ha ayıp diye bişi biliyosun yani.E bu da bişi..dedim ve yoluma devam ettim. Oldum bittim olanı kafaya takıp büyütmek huyum yoktur. Kaldı ki genç ve daha vurdumduymaz yıllarımdı. Derse geri dönerken onu çoktan unutmuştum.

Ertesi gün yanıma geldi.

-Arkadaş olmak istiyorum ..dedi
-Çıkma teklifi ise bu çok komik bi teklif..lise yıllarında kalmış bir söylem, dedim
 Gülmeye başladı. "Seninle nasıl tanışıp sohbet edebilirim?Çıkmak filan istemiyorum ".. dedi.
"Adını söylemekle başla ve bir daha bana ıslık çalma" dedim. Kahkahalarımız dostluğun kapısını araladı.

Sonrasında tek tük selamlaşma ile başlayan sohbetlerimiz oldu. Geldiği yer çok mutaassıpmış. Teyzesinin kızı bayramda nişanlısı ile çarşıda karşılaşıp bayramlaştığı için aile nişanı atmış bu kız utanma bilmiyor diyerek.Babası hamam tellağı imiş .İstanbul'u kazanınca çevresindekiler İstanbul seni yer demiş ama babası okusun istemiş, doğduğu büyüdüğü o yerin dışına ilk çıkışı imiş."Sana laf attığımda bacak kadar boyunla önümde dikilip bana hesap sorunca ne yapacağımı şaşırdım" diye anlatırdı gülerek.

Ahmet gerçekten çekici idi.Kısa zamanda çevresini kızlar sardı, o da kısa zamanda mahcupluğunu üzerinden attı.Onu severek izlerdim ama ne en yakın arkadaşımdı ne de tek arkadaşımdı ve hızla akıp giden hayat kendi ezgisini oluştururken tek bir şarkıyı ona ayıramayacak tempoda yaşıyordum. Yine de paylaşımlarımız kesilmedi hiç bir zaman, içtenlik ve güven ise perçinlendi .

Bir gün baktım yüzü perişan..aşık olmuştu. Bu iyiydi...
Bir gün baktım havalara uçmuş...İlk aşkı ile çıkmaya başlamış ve ilk ilişkiye girdiği kadına deli gibi bağlanmıştı.Bu kötüydü,kesinlikle çok kötüydü.

Aşık olduğu kadın (bir başka yaşam portesinde de onu anlatacağım) hayat kadınıydı.Boyu boyuna uygundu ama biri kurt görünümlü kuzu iken öteki kuzu görünümlü yaralı kurttu. Yaralı hayvanlar daha acımasız daha yırtıcı olurlar.Ahmet'in aşkı olan kız, yarası da öfkesi de taze cinstendi...

O yaşlarda herkes kararlı olur, "yapma,etme" dedimse de dinlemedi. Bir kaç sene önce bir başka arkadaşım bana "Kadriye Hanım, köy çocuğu-toprakla uğraşan erkek ilk elinin değdiğine kök salar,gönül verir.O kökün kopması çok can yakar, çok zaman alır ve beraberinde çok şey götürür" demişti.

Arkadaşını söyle kim olduğunu söyleyeyim diyen ne güzel demiş. Ahmet utangaçlığını bir yana bırakmış sevgilisinin hayatına ayak uydurma derdindeydi.En önemli sorunu ise para oldu o dönemde. Hamam tellağı babasının güç bela arttırarak yolladığı para Nişantaşı'nda bir günü bile karşılamıyordu. Sigaraya başlamıştı , bakışları masum neşesinden gittikçe yoksunlaşıyordu. Ne yaptımsa sigaradan vazgeçiremedim onu, sevgilisi ise artan bir öfkeyle beni izliyordu.Yaklaşık o günlerde onunla da arkadaş oldum yakın arkadaşlarımın tüm kınamalarına rağmen.

Sonra Ahmet için okula polis geldi.Korkmuştuk.Ne oldu diye sordum, hırsız çetesine katılmış.Yakalanmışlar ama son anda kaçmış Ahmet. İçim yanmıştı hem üzüntüden hem öfkeden. Gidip teslim olmuş sonra, bir süre içeride yattı .Bu tip içerde yatmaları da zamanla sıklaştı. Önceden okulun en popülerlerinden biri  iken artık onunla konuşan pek yoktu.

Bir gün yanıma geldi "küs müyüz?" dedi.
-Islık çalaydın daha iyiydi..utanmazlığının sınırı var diye düşünürdüm dedim öfkeyle. Gözleri gölgelendi.
-Herkesin bir fiyatı var ben bunu öğrendim.Bu ay para artarsa senin ederine de bakarım ..

Yüzüne baktım kırgın ve suskun. Daha da hiddetlendirdi bu onu.

-Hepiniz aynı b.kun soyusunuz..dedi.
-"Değiştin diye korkuyordum" dedim yumuşak bir sesle sakince "neyse ki hala salakmışsın, hepten de değişmemişsin"
Dayanamadı güldü ama ben gülmedim. Bir süre birbirimize baktık meydan okuyarak,sonra kalkıp gitti.

O günlerde bir akşam Taksim'den otobüse binerken sırt çantamın açıldığını fark ettim. Geri dönüp baktığımda,şoparın tekinin içleri kanlı gözleri ile karşılaştım."Uleynnn" dememe kalmadan kaçtı ama cüzdanım gitmişti bir kere. Karalar bağlamadım desem yalan olur.80'li yıllar demek her şey kimlik demekti.Ve her kimlik bir sürü belge ve resim,bir sürü belge ve resim de bir sürü zaman ve para demekti ki bir öğrenciye zulümdü bu zulüm. Yurda zor-şer girdim o akşam ama ertesi gün okulda canım sıkkın oturuyordum. Derken Ahmet geçti önümden.

-Pist..dedim
Cevapsız bana baktı
-İnsanın her yerde arkadaşı olmalı diye buna diyolar herhalde.Cüzdanım çalındı,tanıyor olabilir misin çalanı..dedim.
İnanmaz gözlerle beni süzdü
-Ciddi misin , hırsızı hırsız bulur diyorsun yüzüme ha?
-Yüzünün arkandan pek farkı kalmadığı için arkandan değil yüzüne söylüyorum evet .
Hüzün çöktü karanlık  bakışlarına
-Nerde oldu
-Taksim'de..83'e binerken
-Gördün mü çalanı?
-Gözleri kanlı bi şopardı..cılız,senden kısa
-Paranı geri getiremem,cüzdanı alırsın
Akşamdan beri ilk defa gülümsedim ve kahkayı bastım:
-Kimliklerimi getir bana yeter yahu, para yoktu ki içinde
Yorgun bir gülümseyişle karşıladı uzatılan bu garip dostluk elini..usulca "tamam" dedi ve gitti.

Cüzdanımı o gün bana geri getirdi. Gümüşsuyu tarafında bir yere atmış şopar oğlan.Ahmet de gitmiş oradan almış getirmiş bana.Bu saçmasapan giriş ile ara verdiğimiz sohbetlere tekrar başladık. Terkedilmişti. Gırtlağına kadar borca batmıştı çünkü para yettirmek için hırsızlık yetmediğinde kumara başlamıştı.Başta kazanmasına izin veren sistem hırslandığını farkedince büyük oynamasına sebep olmuş ve her şeyini yitirtmişti. Üzüntüsü sevgilisinin onu terk edişineydi. Hala, para yettirse onun eski yoluna girmeyeceğine ,bedenini satmayacağına inanıyordu.Hala saf kalan bir yer vardı gönlünde ve bu ona dayanılmaz şekilde acı veriyordu.

Gözlerinin pırıltısı gitmiş, okulunu bitirmek amacından  ziyade gidecek yeri yokmuş gibi bir havada okula geliyor ve saatlerce konuşmadan oturuyordu. Bir karara varmaya çalıştığı belliydi. Arafta bekleyiş çok sürmedi. 

Günahı işleten şeytan , iyiye sevkeden melek değildir aslında. Şeytan sunar insandır seçen. O da kendi seçimini yaptı.

Bir süre ortada görünmedi.Sonra şen şakrak ve kılığı kıyafet iyice düzmüş halde döndü okul sokaklarına.Öyle  neşeli , öyle keyifli,öyle maddi manevi doyuran vaziyette idi ki herkes kısa zamanda etrafını sardı. Kimseye sitem etmiyordu ona sırtını döndüklerinden ötürü.Yenilenmişti, çökmüş avurtları dolmuş,belli ki cebi para görmüştü.Bir tek benimle konuşmuyordu. İçimden haykırmakta olan bir sese kulak vermiş , ben de ondan uzak durmuştum.Aradan uzun zaman geçti.Bir gün onu özel ve lüks bir araba bıraktı okula.Ahmet kendisine kızgın bakan eski sevgilisine aldırmadan arabadan indi ve benim yanıma geldi. Bir kez daha hiç bir şey olmamış gibi sohbete başladık.

-Nasıl buldun?..dedi
-Neyi..dedim
-Kılık kıyafet ,hal gidişat. 
Sustum..içimdeki huzursuzluğa bir anlam veremiyordum.Bruce Willis gülümseyişiyle baktı bana
-Ne oldu şimdi?
-Bilmiyorum ..dedim.Bir şeyler doğru değil sanki ama ne olduğunu bilmiyorum. 
-Senin kusurun da bu ,çok düşünüyorsun ..dedi.Ne yapsam diye düşünürcesine duraladı ve sonra bana ıslık çaldı.Neşesi bulaşıcıydı.Eski sevgilisinin hançer olmuş bakışlarına sırtını dönüp  kahve ısmarlamayı teklif etti. Gidip birer kahve içtik.Fal kapatacak mısın dediğimde hafif huzursuzlandı.Yok..dedi.Görebileceklerinden korkuyorum.

Bir hafta sonra sabah okula geldiğimde onu gördüm.Kaldırımda oturmuş perişan halde ağlıyordu.Yanına giden herkese küfrediyor ve kovalıyordu.Yine de gittim.

-Ne oldu,nen var?
-Babam..
-Öldü mü?
-Para yollamış
-Az mı yollamış?
Ağlayarak küfretmeye başladı,kafasına bir tane indirdim kitaplarımla.
-Küfretme benim yanımda, boyu bir karış olsa da hanım var yanında. Adam gibi anlat şimdi,nedir derdin?
Ağlamaya devam etti.
-Kızarsın
-Biliyorum
-O adam çok parar verdi bana..sonra ayrılırsam öldüreceğini söyledi.
Sükunetimi korur görünsem de anladığım şeyin yanlış olması için dua ettim.Kanım dondu.
-Hangi adam?
Başını kaldırıp bana baktı
-Kumarhanede tanıdım.Borçlarımı ödedi, çok içtik.Geceyi onunla geçirdim.Sonra..şeyi oldum işte.Bana çok iyi davranıyor her istediğimi alıyor.Sonra utandım,günah geldi aklıma.Ayrılmak istedim ..tehdit etti.
-Ne iş yapıyor bu adam?
-....şirketinin yöneticisi
-Yuh! Ciddi misin?
Sustuk ikimizde. O sessiz sessiz ağlamaya devam ediyordu.
-Gel , yürüyelim ..dedim üzerimizde yoğunlaşan bakışlardan rahatsız olarak.Yürümeye koyulduk.
-Sonra babam para yolladı.Kaç ay üstüne ilk defa.Ben günah ve sefa içinde yüzerken o aylar üstüne ilk defa para arttırabilmiş onu da bana yollamış.
-.............
-Öldürecem kendimi
-Az kaldı Ahmet,az kaldı ben seni öldürecem,sen yorma kendini .

Biraz daha yürüdük

-Git burdan,dedim.Memleketine git.Dondur kaydını kendine gel.Okula gelen o mahcup delikanlıya ne oldu?Ailenin tek umudusun sen ne hale geldin..git burdan.O adam oraya gelmez,unutur seni, git!

Düşündü.Bu aklına hiç gelmemiş gibiydi.Yürümeye ve susmaya devam ettik.

-Onu göremeyeceğim ...dedi inler gibi.Tam öfkeyle haykıracaktım ki kast ettiğinin ...şirketinin yöneticisi değil aldırmaz göründüğü o ilk sevgilisi olduğunu anladım.("Kadriye Hanım, köy çocuğu-toprakla uğraşan erkek , ilk elinin değdiğine kök salar,gönül verir.O kökün kopması çok can yakar, çok zaman alır ve beraberinde çok şey götürür" )

-Git..dedim ve geri dönüp okula doğru yürümeye başladım .

Okul bitti,hayat akışı hızlanarak sürüyor geleceğe yönelik belirleyici adımlar atılıyordu o yıllarda.Ablam,annem ve ben Trabzon'dan yola çıkmış tatil için Fethiye'ye gidiyorduk. Balıkesir otogarında mola verilince ayaklarımız açılsın diye inip biraz yürüdük ve ben beni bileli eksilmeyen neşesi ile sürüp giden muhabbetimize devam ettik. O sırada altında eski bir eşofman,ayaklarında sürüyerek giydiği bir terlik olan genç bir adam kolunun altındaki ekmeklerle yanımızdan geçerken duraladı.

-Kadriye???

Başımı kaldırıp baktım. Tanımam zaman alsa da akabinde bastım çığlığı:

-Ahmeet???

Bahsettiği adam onu uyuşturucuya alıştırmış.Bir kaç kez alkol bir kaç kez uyuşturucu komasına girmiş.Abisi İstanbul'a gelmiş,kolundan sürükleyerek Balıkesir'e getirmiş onu.Ahmet ve ailesi aslında güneydoğulu,orada yaşıyorlar.


Bazen nasihat bazen dayak bazen doktor yardımı ile süreç atlatılmış.Tahsilini tamamlamak istemiş...izin vermemişler.İstanbul seni yedi,tekrarına lüzum yok demişler. "Sen bitirdin" mi dedi, evetledim.Başını eğip Bruce Willis gülüşüyle baktı bana.Mola bitmeden anlatabileceğimiz her şeyi anlattık birbirimize.Sana yazayım ister misin dedim,hayır dedi başını sallayarak.Sonra "ondan haberin var mı" dedi sesinin normal çıkmasına dikkat ederek.

-Cehennemin dibinde! dedim sesimin normal çıkmasına özen göstererek.

İkimiz de başımızı eğdik.Mola bitti,gitmem lazım dedim.Abim ekmek bekliyodu dedi.El sıkıştık birbirimizi bir daha hiç görmeyeceğimizi bilerek.Otobüse koşturdum...arkamdan bir ıslık sesi duydum.Durdum,kahkahayı basıp ona döndüm son bir kez el sallamak için.

Koltuk altında ekmekler,ayağında şıpıdık terlikler..ağlıyordu.












14 Kasım 2013 Perşembe

Hacıannem'e ...

Yaş 19-20..Artık elimde valizim geziyorum. Trabzon'a dönsem  anılar zamanın  fırçası ile şekil değiştirmeye başlamış, alışkanlıklar İstanbul'un özgürlüğü ile şekillenmiş..İstanbul'a dönsem özüm Anadolu gurbet hep içimde yara, zaman geçtikçe kaybettiklerim beni korkutmuş,her geçen yıl toprağımın denizimin kokusu daha çok başıma vurur olmuş. Hiç bir yere ait değilim. Bir de yurtta kalma hakkım bitti okul uzadı..oh! Hırçınlaştırmış hayatla mücadele beni; dağlarım daha yalçın, dalgalarım daha köpüklü olmuş.

Tam o zamanlara başlar sevginin isyana ve öfkeye zaferinin öyküsü, tam da o zamanlardır bulutların arasından güneşin yüzünü gösterişi..tam da o zamanlardır Hacıannem'in hayatıma girişi.

Kalacak yerim olmayınca lisedeki tarih hocamın ablası ve annesi evlerini açtılar bana. Yeşilköy sahilinde muazzam bir ev. Pek fazla tanımadığım bu insanların davetini kabul etmek zorunda kaldım her ne kadar birilerinden iyilk kabul etmek işime gelmiyorsa da. Onlar yazın yazlıktaydılar,ev boştu, onlar dönene kadar yurt çıkmalıydı. Ülker Abla'nın iş yerine gittim evin anahtarını almaya. Mercan'da  toptan plastik-cam eşya satan bir yer.Ufak tefek, soğuk ve mesafeli bakan bir çift gri göz, sade - kibar-ama çelik gibi iradeyi ortaya koyan bir tarz. Beni kalacağım eve götürdü, buzdolabına ufak tefek koymuş, evle ilgili bilgi verdi, kuralları açıkladı, tüpü doldurmuş, mecbur kalırsam telefonu kullanabilirmişim filan falan. Ufff....kurallar!

O gittiğinde bana tamamen yabancı olan bu evde biraz merakla biraz ürkerek dolaştım. Keyfime diyecek yoktu. Sahanı buldum, bir yumurta kırdım, bulaşığı yıkadım ve sonra yurttaki odam kadar büyüklükte bir yatağa kendimi atarak bunca zaman birikmiş olan "ne olacak şimdi"lerimin yorgunluğuyla uyuyakaldım.

Kolay değildir ailesine bağlı biri için gurbette okumak yurtta kalmak. Haftasonları birilerine evci çıkarsınız çamaşırı yıkatabilmek , bir banyo yapabilmek umuduyla. Her gittiğiniz evde onların kurallarına uyulması beklenir. Açsanız açım diyemezsiniz, beklersiniz herkes acıksın o sofra kurulsun..bi banyo yapsam diyemezsiniz ev sahibinin daveti gereklidir.Yük olmamak, laf işitmemek adına bir gittiğiniz yere  bir daha gidebilmek için uzun zaman geçmesi gereklidir, hesaplarsınız...

O ilk gece uyandım karanlığın ortasına. Nerede olduğumu bir türlü hatırlayamıyordum. Trabzon'da evimde miydim, Erzurum'da ablama mı gitmiştim,Avcılar'da amcamda mıydım,Fatih'te teyzeme mi uğramıştım, İzmit'te Ayla'lara mı gelmiştik topluca..neredeydim neredeydim neredeydim? Oda yabancı ışık yoktu, uzakta bir yerde durmaksızın bir telefon çalıyordu, kapıyı bir türlü bulamıyordum,kalbim deli gibi atmaya başlamıştı,telefon hiç ama hiç susmuyordu, ellerimle duvarları yokluyor kapıyı arıyordum ama yoktu yoktu yoktu....ağlamaktan ve yorgunluktan bitap düşüp yatağa serildim ve bir kez daha karanlığa teslim ettim kendimi.

O isyankâr küstah dik duruşun arkasındaki kırgınlığı, korkuyu, bıkkınlığı anlamaları mümkün değildi. Anlamadılar da zaten. Onlar anlamadıkça rüzgârlarım sertleşti, yamaçlarım dikleşti. Kimseye minnet ettiğim yoktu!

Sonra zaman hızla geçti ve Ülker Abla ile Hacıanne yazlıktan döndüler. Her akşam sahana bi yumurta çak keyfim elden gitmiş, bana tanınan süre bitmişti. Utana sıkıla biraz daha süre istedim. Ülker Abla yine soğuk bir nezaketle sorun olmadığını söyledi ama ancak bastona dayanıp yürüyebilen, vücudu iki büklüm olan Hacıannem gülerek eve ses olacağımı, bunun iyi   bir şey olduğunu söyledi. Gülüşü içime işlemişti, farkında olmadan ona gülümsediğimi hatırlıyorum.

Bu noktada şunu söylemeliyim ki insanların beni anlamadığından, bencilliklerinden dem vururken ben de aynını yapıyormuşum oysa. Ülker Abla'nın buz maskesinin altında sevecen, kırılgan bir hanım yattığını ve deneyimlerle edinilen buz maskesinin bu dünyanın en hassas kalplerinden birini korumaya yönelik olduğunu anlamam çok uzun zamanımı aldı.

Onlarla yaşamaya başladığımda kuyruğu dik tuttum. Ülker Abla 5 gibi ve oldukça aç geliyordu işten ve yemek de o saatte hazır oluyordu. Oysa ben, kaynaşmak ve evden biri olmak niyetinde hiç ama hiç değildim. Uyku zamanına yakın geleyim sabah erkenden gideyim hem böylece yük olmayayım istiyordum. İlk seferde akşam 20:00 gibi eve geldim. Ülker Abla kızgındı. Evin kuralları olduğunu, saat 17 'de eve gelmem gerektiğini, gelemeyeceksem telefonla haber vermek zorunda olduğumu anlattı sakin ama vurgulu bir ses tonuyla. Cevap vermeksizin, özür dilemeksizin dinledim onu. Sokakta kitap satıyordum ve gecikmem çok da anormal değildi ama bunu ona anlatmaya niyetim yoktu. Sözü bitince sessizliğimin tepkisini anladı. "Anlaşıldı mı" diye sordu yine sakin ama çok da yumuşak olmayan bir sesle. "Bakarız" dedim yaşımın ve yaşantımın verdiği tüm küstahlıkla. Sonra kalktım,aç olmadığımı söyleyip yattım. Hacıanne ile Ülker Abla'nın sessiz konuşmalarının yattığım odadan anlaşılmayan kelimelerinin gölgesinde uyudum. O hafta o evden yollanacağımı biliyordum.

Ertesi gün saat 19 gibi ve telefonla haber vermeksizin döndüm okuldan. Fırça-kavga-kovulma ama her neyse olacak olan acaip hazırlıklıydım: umurumda bile değildi.Hayat, o kadar çok şeye uyum sağlamaya zorluyordu ki beni ve o kadar çok şeyle mücadele etmek zorundaydım ki bir eksik bir fazla hiç fark etmezdi doğrusu. Ellerim ceplerimde indim otobüsten eve doğru yollandım. Evin olduğu sokağa girmek için köşeyi döndüğümde Hacıannemin bastonuna dayanmış iki büklüm halde camda beni beklediğini gördüm. Dik  tuttuğum başımı eğdim, eve çıktım.

Sofra kuruluydu ama kimse yemek yememişti. Ülker Abla gazetesini okuyordu. Hacıanne bastonu ile gelebildiği kadar hızlı geldi yanıma "merak ettim" diyerek sarıldı.

Tüm kalelerim yıkılmış, tüm kibrim-isyanım-küstahlığım-huysuzluğum paramparça olmuştu. Kavgaya hazırdım, defedilmeye, terslenmeye hazırdım..ama buna hiç!

Ülker Abla benim ne yapacağımı bilmez halime bıyık altından gülerek "hadi hadi sonra kucaklaşırsınız öldüm açlıktan" dedi. Artık kızarmam, kaşarın tekiyim sanıyordum. Yüzüme kan hücum etmesinin o mahcup huzurunu unutmuşum. Ağzımın içinde özür ve elimi yıkamakla ilgili bir şeyler geveleyip banyoya koşturdum, ellerimi yıkayıp sofraya geçtim. Ne sitem ettiler, ne laf sokuşturdular. Bir aile idik ve yemeğimizi birlikte yedik.

O günden sonra bendeki değişimin hızı akıl alır gibi değildi. Hacıannemin sabahları beni görünce pırıl pırıl gülen yüzü, Ülker Abla'nın gittikçe yüreğimi ısıtan gülüşü, akşam kahvesini benim yapmam gibi ritüellerle hayatın içinde yer alışım...Kirli kot pantolonu ile sokaklarda gezen öfkeli kız hatırlayamayacağım kadar uzaklaşmıştı benden. Bana ayrılmış turuncu ders çalışma koltuğumda ders çalışıyor, Hacıannemin şifalı elleri ile coşan menekşelerinin renginde gönlümü demliyor, Ülker Abla'nın kuralcılığının benim şen kahkahalarım ve  şımarıklıklarım arasında yerle bir oluşunun keyfini yaşıyor onları çok ama çok ama çok seviyordum. Yunanistan göçmeni olan ailenin geliş öyküsü, Atatürk sevgileri,Cumhuriyete sahip çıkışlarının yaşanmışlarla oluşan anıları beni derinden etkiliyordu. Yaşam, kendisiyle birlikte ona bakışımı da değiştirmişti.

Ailelerini ailem belledim. Akraba ziyaretleri, misafir gelişi, bulaşık yıkamak, hafta sonu kahvaltılarında ayva reçelinin ayvası için kavga etmek...ölesiye mutluydum. Hacıannemin eşsiz yemeklerinin sırrını öğrenmeye çalışıyor, sabahları kalktığımda ona illa rüyamı anlatıyor, eskilere ait hiç duymadığım deyim ve ata sözlerini not almaya çalışıyordum. Heyyy, örgü bile öğrenmiştim ben! Yaşamak huzur dolu ve güzel bir uzun gün gibiydi.

ÜLKER ABLA VE ÇOCUKLARIM
Zaman aldıklarını geri verse keşke...Şimdi yüzyıllar kadar uzak geliyor bana o evden ayrıldığım yaz. Daha sonraki yıllarda evlenişim ama onlardan hiç kopmayışım, Hacıannem hasta olduğunda gece kimselere izin vermeyip yanında benim kalışım, tüm kirlenmişliğimle gittiğim evinden sevginin arındırıcılığı ile hafifleyip çıkışım, çocuklarımı sevişi, eşimden şikayet edince bastonu sallayıp beni tersleyişi, gülüşü, bana ayırdığı aşureleri..beni gönülden sevişi.

Hacıannemin öldüğünü söylediklerinde aslında artık bunu bekliyorduk. Yeşilköy'deki eve gittiğimde üzgündüm. Otobüsten indikten sonra apartmanın olduğu sokağa girmek için köşeyi döndüğümde camda beni bekleyen sillueti aradı gözlerim. Sonra eve çıktım. Naşide Hala'yı hatırlıyorum hayal meyal..içeri girdim. Eve baktım...sonra kimsenin ölümünde ağlamayan ben ömrümde hiç ama hiç ağlamadığım kadar ağladım. Ciğerlerim acıyana, gözlerim yanana, söylenen hiç bir sözü anlamayana kadar ağladım.

Mezarına asla gidemedim.Bu, aradan geçen onca yıla rağmen benim dayanabileceğimin çok ötesinde.

Onu son görüşümde "beni unutma" demişti
Seni unutmak mı?..sanki bu mümkünmüş gibi... seni öyle özlüyorum ki Hacıanne

Nurlar içinde yat Hacıanne'm..mekanın cennet olsun
Okuduğum tüm dualar "evladından" diyerek gelip seni bulsun...nurlar içinde yat..nurlar içinde


Bazen bir tek kişinin eksikliği tüm dünyayı ıssızlaştırıverir... BUSCAGLIA