çocuklarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
çocuklarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Ocak 2016 Pazar

Bak İşte Bir Minik Serçe

Öyle özledim ki buraya yazıp kendimi seyretmeyi ve bende ne varsa sizinle paylaşmayı, hani  olacak iş değil bir gün daha beklemem.

Zaman olmadı..kısa uyduruk konuşmaları da , laf ola beri gele diye yazmaları da sevmedim ömrümde.



Ondan geciktim..affola.

Saçımı kestirdim bir sene üzerine.
Bulutları izledim lacivertle grinin kesişiminde huzurla;sinsi sinsi yüreğime sokulan korkunun günden güne rüzgarlarla dağıldığını hissederek.
Rokfor aldım ..bayılırım rokfora 
Aramaya üşendiğim dostlarımı aradım
Özlediğim isimler çıkıverdi yoluma
Bir şeyleri erteleyip vazgeçebilme lüksünü tanıdım kendime ufak ve yavaştan.




Sözün özü..iyiyim ben.


İş arkadaşlarımla bir toplantı sonrası birşeyler yemek için gittiğimiz yerde "çok paran olsa ne yapardın" sorusunu koyuverdik masaya öylesine. Yaş 40'ın üstünde olunca "çok paran olsa ne yapardın" sorusuna verilen cevapların 20'li yaşlarda verilenlerle hiç alakası olmuyor. Bazen kendimize kahkahalarla gülmemize neden olan absürd cevaplar verip eğlendik bir süre. Sonra ben "gerçekten çok param olsa elimde avucumda ne varsa satar, tüm hayatımı bir sırt çantasına doldurup seyyah olurdum" dedim.

Bunun için paraya ne gerek var dediler biraz hayretle..Bunu şimdi de yapabilirsin.Gittiğin yerlerde günübirlik işler bulur ve yoluna devam edersin..
Hayır..dedim. Sadece maddi kaygısı olmayanlar güvence aramaz ve rastgele yaşamaya cesaret edebilirler.
Sonra bu konu masada biraz, içimde ise çok daha uzun süre tartışıldı.

Tek olsam cesaret eder miydim bilmiyorum ama iki çocuğunuz varsa ve kural-kanun-kaide vb şeyin olmadığı, akşamdan sabaha bir sürü şeyin değiştiği bir ülkede yaşıyorsanız hayata biraz daha güvensiz bakıyorsunuz sanırım.

44 yaşında bir şeyden eminim artık.
Bazı hayallere kavuşmak acı veriyor. Bir hayali yaşayacaksanız , hayalinizdeki gibi yaşamalısınız. Aşkınıza kavuştuğunuzda yemekten sonra sürekli geğiren ve ayakları kokan biri olmamalı o.Ya da ayyaş ya da maçlarda sinkaflı küfreden filan. Yani aşkınıza kavuştuğunuzda aşka kavuşmalısınız. Herkesin hayali farklı, ama her neyse o hayaldeki o şekilde yaşamalı her şeyi. 

Akşama yemekte ne var soğan alayım mı sevgilim diyen ve taze soğanın yeşiline yakut yüzüğü takıp getiren bir eş hayali hiç fena değil mesela.Romantizim ve hayatın idamesi gerçeklerinin kesişimi :-p

Benim hayalim hep gitmek üzere. Allah hayırlı gitmeler ve hayırlı dönmeler nasip etsin diyorum hep hani. Yarın ne bulup ne yiyeceğim endişesi ile dağılmamalı aklım. Tek olsam bile evet demezdim 40 yılın hayalini Huckelbery Finn gibi yaşamaya. Maide bir nokta olmak, başka şeye de kafamı takmamak içinse yola çıkış derviş değilim ben mecburen bir takım kaygılardan arınmış olmam lazım. Gönlümün daha yüksek olduğu günleri geride bırakmışım ben. Yazık bana .


İtalya'ya gitmeye karar verdim ilkin.
İtalya'ya gittiğimde daha çok hayalim olacak.
Çocuklarıma hayal kurmayı ve hayallerine inanmayı öğrettim.

Ne umudu , ne hayalleri alamasınlar içimizden.

18 Kasım 2014 Salı

Avrasya Maratonu

16 Kasım'da yapılabilecek bir sürü şey vardı.
Yapmam gereken bir sürü şey de vardı.
Çocukların ödevleri, evde yatılı misafir,Pazartesi'ye hazırlık ,eski okulumuzun sevgili veli ve çocuklarının buluşma günü filan falan ve falan filanlarla dolu dehşet yüklü bir gündü aslında.

Peki ben sorumluluk sahibi bir yetişkin olarak ne yaptım?

Kızlarımı alıp Avrasya maratonuna koşturdum :-) Köprüyü yürüyerek geçmenin, bir kıtadan diğerine yürümenin,denizin  bilmem kaç kilometre üzerinde havada seyretmenin dayanılmaz keyfini çocuklarımla paylaşmak istiyordum. Ayrıca bu etkinliğe katılan STK'ların ya da özgür ruhlu insanların katılımlarının verdiği zenginliklerin onların kişiliklerine çoook daha olumlu katkısı olacağına, mübarek ödevlerimizin asla bırakmayacağı hoş izler bırakacağına da inanıyordum. Hepsi bir yana ikisinin tatlı elleri elimde iken ve onlar daima kedi yavruları gibi birbirleri ile uğraşıp gülüşürken derin nefesler alıp yürüyeceğim uzun bir yol beni çok mutlu edecekti.Kalabalığın içinde yalnızlığı seçebilme en sevdiğim şeylerden biri değil mi ?

Selin, yürüyüşe okulu ile katılacaktı aslında.Ben Nehir ile kendi etabımda yerimi aldığımda Selin beni arayarak okulunu bulamadığını , köprü çıkışında kendisini bekleyip bekleyemeyeceğimi sordu.

Heeey...kadın zayıftır ama anne güçlüdür diyene selam olsun.O binlerde kişinin içinde ne yaptım ne ettim kıvırcık uzumu bulup neşemle sarmaladım.

Köprü üzerinde tavla oynayanlar, kahvaltı edenler,dans edenler , mesaj veren STK lar filan bir çok şey vardı. Her birine ilgiyle baktık ve her insan, her grup gittikçe artan bir neşeyle bizi güldürdü. 

Köprü üzerinde yürürken Selin'in "Cuma günleri trafikte bundan yavaş ilerliyoruz" demesi içimi cızzzzzzzlattı.

Neticede güle oynaya 7 km yürüdük.Beşiktaş'a vardığımızda bu güzel günü  anılarımıza "nefis bir şekilde sonlandı" şeklinde nakşetmek üzere kendimize mükellef bir yemek ısmarladık.

Şimdi ben sustum, kalanını fotoğraflar anlatsın:
























26 Haziran 2014 Perşembe

Kumla 'da

1 Eylül 1987'dir Trabzon'dan umutlarımı, hüznümü, kararlılığımı bavuluma koyup ayrılışım ve İstanbul'a gelişim. Ne ilk gün sevdim İstanbul'u ne sonradan. Bana verdiği özgürlük, aldırılmamanın diğer adı olan ferahlık  geride kalan bir çok şeye yeğ tutmama sebepti İstanbul'u...ama her zaman en sevdiğim şey mega karmaşadan ayrılmak oldu.
 
İnsanın yeşille mavinin karmasında doğup büyüyüp, bir selamın nadiren bir tebessümle süslenmediği sabahlarda uyandığı kentinden ayrılıp asla kendine ait olmayacak garip bir koşturmacaya kendini dahil hissetmesi ya da bundan saf mutluluk duyması galiba imkansız.
 
Şimdi de öyle oldu. Nehir ve Özer ile İstanbul'dan ayrılırken minik, edepsiz bir neşe kımıldanıp durdu içimde. Otobüse bindiğimizde tek düşündüğüm gidiyor olduğumuzdu. Güzeldi.
 
Kumla,Bursa'nın Gemlik ilçesine bağlı bir belde. Evimiz hemen deniz kıyısında. Dünyadaki pek çok insandan şanslı olduğumu düşündüren sabahlarda sahil boyu yürüyüş yapıyor ve köylülerin tarladan henüz topladığı ürünleri satın alıp eve getiriyorum. Sağ yanımda deniz ve dağlar sol yanımda sahil siteleri ama bence mütevazı. Balıkçılar kayıklarını sahile çekerek henüz tuttukları balıkları satıyorlar. Bazen bisikletle geçiyorum bu yolu ama her sabah mutlaka huzur ile yalıya kadar gidiyorum ve eve dönüyorum yaklaşık 2 km+2 km. Sonra eve gelip  çay koyuyorum. Köylülerin yapıp sattıkları nefis köy ekmeğinin saati gelmiş oluyor. Onu da alınca bebeklerimi uyandırıp evin önünden denize giriyorum.Saat henüz 07:30 civarı olmuş oluyor, berrak denizin dibinde şeytanminareleri ve deniz yıldızları ayaklarımızın yanında izlediklerimiz neşeyle. Bu saatlerde göbüşüme, işsizliğime, kaybettiklerime kapatıyorum gönlümü.Gerçekten ama gerçekten düşünmüyorum.Mavide bir nokta olmanın, büyük mavinin tek damlası olup bütünle kaynaşmanın vazgeçilmez huzurunun  İstanbul'da örselenmiş,renkleri solmuş hücrelerime nüksetmesini, kirlenmiş düşüncelerimin kalbimden ve beynimden akıp gitmesini izliyorum. Cocuklarımla oynuyor,simitçinin geçmesini kolluyor ve bu eşsiz ziyafeti yandaki çay bahçesinden getirttiğim oraletle taçlandırıyorum. Saat 10'a doğru eve geçip duş alıyoruz. Bıçak değdiği an kokusu ortalığa yayılan etli domatesler, çiçeği burnunda salatalıklar, yeni sağılmış süt soframızda yerini alıyor. Buradaki evimiz İStanbul'dakinin aksine giriş  katı. Site sakinleri gelip geçerken birbirine selam veriyor rahatsız etmeyecek kısa bir süre için. Balkonda yaşıyoruz denizi zeytin ağaçlarını izleyerek. Çocuklarım bisikletlerine atlayıp arkadaşlarının yanına gidiyorlar. Bilgisayar-tablet-cep telefonu öksüz kalıyor. İçimde yine hınzır ve huzurlu bir sevinç.
 
Buradaki evimizi İstanbul' dakinden çok seviyorum. Kutu gibi minnacık bir ev. Eşyası az, duvarları boncuk mavi, örtüleri nazar boncuklu. Ne eksiği var ne fazlası.O bize kavuşmaktan memnun, biz onu özlemiş neşeli. Eşim beni dinlemedi bulaşık makinası aldı bir iki sene önce. Oysa bulaşığı kim yıkayacak kavgası, biri yıkar biri durularken yapılan sohbetlerin tadı hayatımızdan yitip gitti bu sebeple. Teknoloji bir lüksü sunarak bir sıcaklığı daha aldı götürdü işte.
 
Dolapları açınca bir senedir görmediğimiz için unuttuğumuz giysiler, minik bibloların taze tuttuğu anılar,gece yürüyüşlerinde yol boyu satılan seyyar şeylerin minik renkli ve heyecan verici dünyası..geceyarısını geçtiğinde aşıklar tepesindeki ışıklara bakıyorum. Dünyadan ve aşktan henüz vazgeçmemiş oluşlarını seviyorum ve bu bana umut veriyor.
 
 
 
 
 
 
Kışın bu saatte ne yapıyorduk geyiklerinin taze kabak çekirdeği çitlenirken konuşulduğu kumsal saatlerinin gönlümü tazeleyişini de seviyorum.
 
 
Burada olmayı seviyorum.
Emekli olunca gelip burada yaşarsın diyenler olunca gülümsüyorum. Özüm , sözüm, toprağım, aslım, tamamlanışımdır Trabzon. Ahir zamanımda ya orada yaşarım, ya hep yarım kalırım.
 
Tatil güncelerime devam edeceğim zamanla.Ancak vın aldım,ancak kavuştum bloğuma :-)

6 Haziran 2014 Cuma

Hoşgeldiiiiiinnnnnnnn

Sabah uyanınca "günaydın" değil "hoşgeldin" diyorum çocuklarıma gözbebeklerime işlemiş tebessümümle
Onlar da gülümsüyor ve "merhaba" diyor
Gün öyle ayıyor bizim evde, sevdaların buluşması ve yaşama yeniden başlamanın habercisi sabahlarda.
*





Gece gözüm akreple yelkovanda. Saat geceyarısını geçmek üzere..ha buluştular ha buluşacaklar. Bir kalp çarpıntısı tuttu amansız, nasıl heyecan sanki  pencereden içeri minik kanatlı periler doluşacak sanki tüm unutanlar mahçup gülümsemeleri ile kapımdan girecek sanki kalbim tüm kırılmışlıklarını unutma gücünü bulacak o an...sanki bir mucize olacak bana ait olan.

Gün devrini tamamladı.Artık 06.06.2014. Ne dilerdim gerçek olacağını bilsem diye düşündüm. Önce telaşa sevdiklerime sağlık, ülkeme iyilik, ihtiyacı olanlara yardım,hastalara şifa diye geçit yaptı sorumluluklu temenniler. Bu da haksızlık ha. Gönlünün özgür çılgın düşünceleri önce sorumluluk ve korku dolu garantici dileklerin ardında geliyor. Kötü yetiştirildik bir bakıma. Sormak lazım , bencillik insanın kendisine haksızlık etmemesi mi diye.

Yer mavi gök mavi bir kumsalda ama dağlardan uzak olmayan bir arada kitaplarımla olmak isterdim. Kocaman yolcu vapurlarında uyandığımda  mavinde bir nokta olmuş herkesin mutlu ve iyi olduğunu bilerek özgür ve hafif bir yürekle şarkı söylemek isterdim. Mutluluğumun, ancak tüm sevdiklerimin iyi ve esen olması ile tamamlanabileceğini bilir tüm sevdiklerimin mutlu ve esen olmalarını dilerdim.

Eskiden, çok eskiden dümdüz kumsallardı nefes alamadan baktığım. Oysa şimdi illaki bir dağ olsun istiyorum sırtımı dayadığım. Eskiden bana gelen yollar bataklıktan geçsin, kimse yol bulamasın isterdim. Şimdi ise hayallerimde çocuklarım için neşeli patikalar var evime ulaşan . Önceden mevsim hazandı hep kendimi bulduğum o evde, artık her mevsimin tadı var kavuşmak gibi özleminde.

Neyse, rengi mavi tadı karamel boyu boyumca bir yeni yaş diledim kendime.
Dostlarımla
Dostlarımla..ve bir de adını kendime sakladıklarımla.

13 Aralık 2013 Cuma

Kar Düşleri

Düşleri bile sorgulamak mı yetişkinliğin adı?

Kimi düşler var sadece düş olduğu için güzel, kimi düşler var ardından koşmak hayatın amacı olduğu için güzel. Kimi düşler var dilden düşmeyen, kimi  düşler var dile gelmeyen.

İstanbul'u kar aldı...Trabzon kar altında bir düşler ülkesine benzerken İstanbul kabusa dönüştü.Öylesine sıkıldım ki ellerim ardımda bağlı , koşulların çaresizliği ile yapıma hiç uymayan teslim olmuş bir hayat sürmekten, öylesine uzun zamandır tutuyorum ki nefesimi elime bir çanta alıp içine 3-5 bir şey doldurup bilinmeyene yelken açmaktan başka bir şey düşünemez oldum. Birikmiş ne varsa yeni bir hayat kurmama yetmez mi? Yeter..ama tek olsam. Tek olmayı istiyor muyum?Hayır. Çocuklarım yani gözlerim ,yani kulaklarım, yani sesim, yani özüm,yani ruhum...onlarsız düşlerim bile yoksul yalın. ..ama bu rezil berbat düzen, bu zaten haksızlıklara susmayı emreden ve beni kızdıran düzen değil mi böylesine suskun söylenmek zorunda bırakan tüm şarkıları.
 
15 yaşındaydım şehir merkezinden Trabzon'un Akçaabat'a daha yakın kesimine taşındığımızda. Bir kardan adam yapımı ile başlayan dostluklar ,tanışmalar o günün soğuğuna inat hala ısıtıyor kalplerimizi..bir çoğu ile halen dostuz ...o zaman soğuğa da gülerdik sıcağa da gülerdik. Aşktı tüm satırların ana başlığı.Sevmeyi de sevilmeyi de severdik. Çocukların öldürülüp tecavüze uğradığı bir dünyadan muaf, sevgiler öfkelerle kirlenmemiş yaşar giderdik.
16 yaşındaydım, İstanbul'a bir kar yağdı..botlarım soğuktan ayağıma yapıştı. İstanbul karı kirletiyor..kardan adam yapılası bir memleket değil aslında. Soğuğa meydan okudum Vezneciler'den Fatih'in bir ucuna yürüdüm...ayaklarımı hissetmem saatler almıştı ama soğuktan parlayan gözlere ve gülmekten ağrıyan yanaklara sahiptim.Aşk satırlardan kaplere giriş yapmıştı, acısı bile güzeldi.
18 yaşındaydım, ablamla "eller ne der" sloganına kafa tutup Trabzon'da karda kendimizi yere attık...kelebekler gibi kollarımızı açıp kanat çırptık..bıraktığımız tüm o neşeli izlerin eriyen karla birlikte kaybolmaması ne güzel..Anılar, söz konusu kardeşler ise renklerini koruyor hep.
19 yaşındaydım, ablam Erzurum'da çalışıyordu. Kuru soğuk ne demekmiş öğrendim. Boyum kadar sarkıtların güzelliğinde eridim. Sonra biri inşaat mühendisi biri iletişim fakültesi öğrencisi iki olgun genç hanım olarak Erzurum sokaklarında karda düşenleri izleyerek karnımız ağrıyana kadar güldük. Hem acıdık onlara hem güldük. Sonra biz düştük iki adımda bir..kendimize herkesten çok güldük. Ayıplanmaları takmayacak kadar içimizdeydi hayat..hala hissederim donmuş yüzümde gülmekten akan yaşların tatlı sıcaklığını
Anılar anılar anılar...
Şimdi kaç yaşındayım unuttum. Dün 30 'larımda hissediyordum kendimi, bugün bahar dalı kırık gönlü kederli yaşlı bir kadın. Yarını bilemem ama umut var oldukça yarınlar da var olacak onu bilirim.
Çantama 3-5 bir şey koysam, çocuklarımı alsam..anılarımı alsam..umut zaten hep benimle...açsam kanatlarımı uçsam uçsam uçsam

3 Aralık 2013 Salı

Mektup

Unutulmak mı? Yok o kadar acıtmıyor artık canımı. Gülümsemek mi , ya kaybedeydim ışığımı?


Öfke yamaçtan aşağı inen ve birleştikçe güçlenen yağmur suları gibi gittikçe güçlenerek hakim oluyor renklere. İyilikte ısrar bazen kötülüğü besler diyor Balzac..belki artık kötü olmasak da iyiliğe- iyilikte ısrara ara vermek lazım. Öfke, iyi ve güzel günlere duyulan özlem, elimizden çekilip alınanlar, insanların körlüğü,cehaletteki ısrarı,sığlığı,rüyaları olmayan binlerce insanın etrafımdaki mırıltıları........Korkunç bir girdap bu içine çekilmeyi reddettiğim. Susarsam boğulurum; vazgeçmemem lazım!

"Durursam bi daha kurtulamam."

Camı açtım soğuk-yağmur aldırmadan ,gri gökyüzünün vaad ettiklerini içime çekerek. Yüzümde on yılların oluşturduğu her çizgi çığlık çığlığa . Susmak ne çok şey anlatıyor anlayana. Saate baktım: çocuklarımın gelmesine daha zaman var..biraz daha ben olabilirim.

Senfonik bir orkestra hakim tüm güne bugün. Kontrolümden çıkmış bir rüyanın tek kahramanıyım. Yalnızlığın tanımına tanımla ekleyebilirim bugün. Yalnızlığımı , yalnızlığın kendisinden bile çok sevebilirim bugün. Konuştuğunuzda sizi duymayan insanlar daha çoksa çevrenizde , sustuğunuzda sizi duymalarını nasıl beklersiniz?

"Elini tuttum sıcacıktı, yüreği elimdeymiş gibi…"

Bunca yalan, bunca hıyanet, bunca kılıf uydurulmuş kötülük...korkuyorum artık korkuyorum tüm sevdiğim insanlar ve kötülüğü başarır da ıslah olmaz diye tüm sevmediğim insanlar için. Çocuklarım için, ülkem için,kendim için,gelecek için korkuyorum . Şarkıları unutmuş öfkesi şiddet olan;öfkesinde sınır ve hedef olmayan insanlar için korkuyorum.

Bir kocaman nefes al dağlardan gelmiş gibi ..için serin nefesle dolsun..bu yangın yer bitirir seni. Kapı arkasında söylenmek değil senin tarzın..yapacak bir şey vardır her zaman......Hayat orkestrasında uyumsuz sesler çıkartmadan tamamlayacağın başka şarkılar vardır...düşün!


"Bizimle konuşmuyor arkadaş. Peki niye konuşmuyor.Bizi adam yerine koymuyor mu   diyorsun. Ziyanı yok gülüşü yeter bize."
Anne olma zamanı..tüm öteki sesler boynunu eğer bu keskin emre. Yavrularım...
Selin geldiğinde bana sarıldı kocaman "annem, birtanem"...gül yaprağından daha hassas pembe beyaz yanacıklarına baktım şefkatle "yavrum.." duruldu öfkem, tüm ertelenmişliklerin üzerini örttüm gülümseyerek.
O kadar zorluyor ki beni sessiz ve tekrarlanan düşler.Çocuklarımın minik ellerindeki sorgusuz uzanış olmasa ellerime ....düşeceğim gibi geliyor bazen.



2 Kasım 2013 Cumartesi

Deli Veli

Veli toplantısına gidip deli olmadan dönmek ne mümkün? Eleştire eleştire beslediğimiz sistemde çocuklarımızın çocukluklarını, gençliklerinin ilk yıllarını, insanlıklarını griye boyuyoruz "onun için en iyisini istiyorum valla" adı altında.

Yok yok..çok düşündüm bugün bu konuyu. 13 yaşını anlat dediklerinde "şıkları alayım" diyen bir kızım olsun istemiyorum ben. Hata yapan,ilk minik kalp çarpıntılarını yaşayan, hakkını edebiyle arayan,mevsimleri takvimlerde takip ederek değil gülyüzünün teninde hissederek yaşayan çocuklarım olsun istiyorum.

Bugünün ebeveynlerini anlamak da zor. Haklısınız diye diye hepsi çıtayı yükseltiyor. Onlarca kurs-ders aldırıyorlar çocuklarına. Resim öğretmenliği yaptığım zamanların birinde sınıfımdaki çocuklara "şimdi bahçeye çıkın ve insan yapısı olanlar hariç dümdüz bir şey bulup bana getirin size 10 vereceğim" demiştim. Hem dersi bahçede yapmak hem de bedavadan not kapmak sevinciyle fırlamışlardı bahçeye ama istediğimi bulup getiren olmadı. Tabiatta insan yapısı hariç pürüzsüz dümdüz bir şey yok.İnsan , rahat ve mükemmellik adına herşeyin  olması gereken asıl çizgisini yok ediyor, yalın ve kişiliksiz oluyor elinden çıkanlar. Çocuklarımızı da buna itiyoruz bilerek ya da bilmeyerek. Tamam, kabul , ülkedeki eğitim sistemi berbat hatta berbat ötesi. Cinayetin harflerle işlenen şekli...ama hem karnım doysun hem çöreğim eksilmesin değil mi bizim yaptığımız hiç tepki vermeyerek? Ne eğitiliyorlar ne öğretiliyorlar ...şartlar aynı değil ama sınava birlikte giriyorlar.


Kime kızacağımı şaşırmış vaziyette çıktım veli toplantısından,ilk defa bu sene dershaneye verdiğim canım kızımı aradım "hadi dersi kır sinemaya gidelim" diye. Uçarak Capitol'e geldi keçi :-) Heyecanla beklediği Thor filmi gösterime girmiş dün, Selin gelmeden 19:00 seansına bilet almıştım. Azıcık gezdik, kitaplara baktık , yemek yedik, sohbet ettik ve sonra sinemaya gittik.


Onun kahkahaları ve sevinci var ya...ömre bedel, ab-ı hayat.Nasıl en uçta yaşıyor sevgiyi ve öfkeyi, nasıl 10 numara ergen...nasıl benim kızım...nasıl seviyorum onu...


Eylemlerim devam edecek elbette. Ben anne olacağım,o evlat. İleride bir gün 13 yaşını anlat dediklerinde bir sürü anısı ve yaşanmadan geçirilmemiş bir yaşı olacak. Genel müdür olur mu olmaz mı bilmem ama insanoğluinsan olacak....

Melih Cevdet Anday'ın da dediği gibi...umutsuzluğumuz insan kalmak içindi.



28 Ekim 2013 Pazartesi

Yüzleşme


Geçmişle yüzleşmenin en eğlenceli yolu 20 sene sonra üniversite arkadaşlarıyla buluşmak olsa gerek.Perdesiz ve pervasız sorular havada uçuşurken yaşamın sizden aldıkları ve yerine koydukları ile yeni şeklinizi tarafsız sayılabilecek bir gözle görebiliyorsunuz. Belki en objektif yorumları bu yolla alıyor insan :"yuh!o göbek de ne?" ya da "boşandın mı?amaaan sen okulda da huysuzdun :-)" sözlerinin yürek yaralama amacı taşımadığını bildiğinden herkesin yüzündeki gülümseme gittikçe genişliyor doğallığıyla.




Hani hep çok iyi bildiğiniz ana yolda alışıldık hızla giderken, yoldaki çakıl taşlarını bile ezberlemiş olmanın verdiği güvenin getirdiği huzur hep alışılmışlığın bıkkınlığına sataşırken ağaçlıklı bir yan yol sizi çeker onca zamandır merak ettiğiniz...düşünerek değil ani bir kararla kırarsınız ya direksiyonu. Hayatın sunduğu emrolunandan kendinize kaçıştır ya o aslında...öyle bir şey 20 sene  görmediklerinizle rastlaşmak.


Kahkahaların ve hatırlanması neşe saçan unutulmuş detayların gittikçe artan bir ritmle sohbete hakim olması kaçınılmazdı. Adımın , havalı bir genç kız ile değil de afacan bir çocuğu anarcasına anıldığını dinledim geçmişin dile getirilişinde yer aldığımda.Saçları kısacık kesilmiş, Trabzon özlemi ile dopdolu,yaşamı merakla seven,yaşamı can acısıyla seven,yaşamı her yeni günün başlangıç ışığında coşkuyla seven o kızı düşündüm. Gelecek korkuturdu beni zaman zaman..şimdi 14 sene çalıştığım iş yerinden "farklı görüşlere gittikçe azalan tahammül" nedeniyle atıldıktan sonra gelecek kendi adıma umursanmaz çocuklarım adına ise ürkütücü bir şey benim için. Dostlarımın sözlerinden , bakışlarından dönüştüğüm kişiyi izledim.




Neydi yitirilen zamanın sert virajlarında neydi edinilen umulmadık zamanda bulunan dostluklarda? Tüm kavramların, tüm isimlerin yeniden tanımlandığını görmek için aynaya görerek bakmak lazımmış, kendinize bile danışmadan direksiyonu yan yola kırıvermek şartmış meğer.

Kimimiz aşkı bulmuşuz hala kana kana içen vardı aşkın çeşmesinden, kimimiz parayı bulmuşuz "aradığım oydu zaten" itirafı ile ortaya serilen...kimimiz ikisini de bulamamışken kimimiz ikisini de bulup yitirerek dudakları tebessümlü gözleri kuytu ormanlar kadar gölgeli feylosoflar olmuşuz. Kariyer yapan da var, her girdiği yeri batıran da..gelemeyenlerden özlemle anılan da var,aman iyi ki gelmedi denilen de. Şansın, hayatı belirlerken çabalamaktan çok daha baskın rolü olduğunu görmemek mümkün mü?Doğru zamanda doğru insanlarla karşılaşıp doğru sözü söylemek , tüm ömrünce düzgün yaşayıp deli gibi çalışmaktan çok daha evlaymış meğer.

Ertesi gün eski iş yerimde çalışanlarla buluştuk yine seneler seneler üstüne..başaranlar vardı başaramayanlar vardı. Okul arkadaşları ile olduğu kadar teklifsiz ve perdesiz olmasa da keyifle yoğrulmuş sohbetlerin ardından Einstein'i andım saygıyla bir kez daha: 


"A" yı başarı olarak tanımlarsak, formül A=X+Y+Z 'dir. X çalışmaktır,Y oynamaktır,Z ise çeneni kapalı tutmaktır...




Ve bir kez daha çocuklarımın, hayatımdaki en erişilmez en tanımlanmaz, en vageçilmez,en kategorize edilmez mutluluk dolayısı ile asıl başarı olduğunu gördüm.

Ve bir kez daha onlara en iyiyi verme sorumluluğu kamçıladı beni...iş bulmam lazım ama koşmadan, geç de kalmadan....