Anne etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anne etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Ekim 2016 Perşembe

Hüzme


Unutturmaya yıldırmaya çalışsalar da unutmayın güneşli güzel günleri, Atatürk ilke ve inkılaplarının getirdiklerini-yokluğunun ihtimalinde bile neler kaybettiklerimizi.

Güneşe,ışığa,sevgiye,azme inancınızı kaybetmeyin. Aşurenin üzerine nar serperken bile renklerin ve başarmış olmanın mutluluğu ile neşelenebilen insanlarız biz:mutluluğa inancımızı kaybettirmelerine izin vermeyin.


Tamam gece uzun sürdü, tamam karanlık dört bir yandan geldi, tamam kahpe içerdendi kapı kilit tutmadı ama "kaybettiğinde değil vazgeçtiğinde yenilirsin" diyen adamın da aptal olmadığı bir gerçek. Vazgeçmeyin. Hiç bir duygunuzun yitmesine de izin vermeyin.

Babam ve annem kooparatife katılıp yeni ev aldığında, yeni evimizdeki ilk akşamlarımdan birinde 2000 yılını  hayal ederek  planlar yaptığımı hatırlıyorum. 1970'lerde var olan biri için büyülü bir sayı kabul etmek lazım :2000 . Bir sürü planım ve kararım vardı ama hiç biri bugün yaşadıklarımla örtüşmüyor. İyi kötü para biriktirmiş olacaktım ve hayallerim arasından eleme yaparak birini seçip yapılabilecek olanıgerçekleştirecektim. Tabii ki sırt çantam ve kitaplarım ile bir yerlere gitmek üzerine  ve döndüğümde de harika bir müzik seti -çelik kapısı olan evimde kitaplara boğulmak üzerineydi seçeneklerin neredeyse tamamı. Planlama maddiyatla ilgili: Kayseri'ye mi gidebilecektim gezmek görmek için Portekiz'e mi? 5 sene mi haftasonu mu..filan.

Hayallerimin hiç birinde tüm ülke halkının kendini güvende hissetmediği , adalet-sağlık-eğitim gibi temel kavramlara güvenimizi yitirdiğimiz, çocuk gelinlerin arttığı, benim ca-nım Ata'mın emanetlerine bunca saldırı olduğu ,araplaştığımız günler yoktu. Ne hayalimde ne gerçeğimde olmasın da zaten. Kim ister ki bunu?


Ne ekersek onu biçmedik mi? Bugünler de dünün yarını değil miydi klişenin dediği gibi. 
Umut ekelim.
Her şeye rağmen gülümseyelim.
En güzel karşı koyuş değil mi gülümsemek?
Gülümsemekten vazgeçmeyelim.


En sevdiğim doğa olayları sıralamasında ilk 3'tedir hüzme. Güneşin, her şeye rağmen bulutların arasından sızışı, yare-mai'ye kavuşması ..çubuk çubuk, çizgi çizgi umuttur hüzme gönülgözü açık olup görebilene. 


Bir tabloyu güzel değerlendirmek için geri çekilip öyle bakmak gerekirmiş. Bugün yaşadıklarımıza, bize yaşattığı bunaltıdan uzak kalmayı başarıp geri çekilerek objektif baktığınızda neler görüyorsunuz neler..resmi doğru okumak lazım.Umudu asla kaybetmeyin.

Proje okulları ile ilgili : tüm velilerin,öğrencilerin ve değerli öğretmenlerin yanındayım her türlü.

Malum:kadın zayıftır ama anne güçlüdür. Hepsini ben doğurdum, o geleceği mahvedilmek istenenlerin hepsi benim evladım.


Bulut bulut olsun isterse tüm gökyüzü.Onlar çok, onlar kara, 
onlar güçlü demek yok;hiç ama hiç vazgeçmedim, ben güneş olacağım.

27 Eylül 2016 Salı

SSS...Sanat Sistem Sınav


Tiyatro mevsimi açıldı olley.. ama artık  çocuklarım benimle tiyatroya gelmek istemiyorlar. Oysa 3 yaşına bastıkları o güzel günden itibaren her ay en az bir kere tiyatroya getirdim ben onları..hatta arkadaşlarını..hatta sınıfı.

Şimdi biri TEOG biri başka sınav sisteminin kıskacında. Anne zaman yetmiyor  sızlanmalarındalar. ya spordan alacağım onları ya  sanattan eksik kalacaklar. Sistemin ebesine en derin saygılarımı bir kez daha yolluyorum taaaaaaa can-ı gönülden.

Selin'ime ısrar edemedim ama Nehir'e bi kerecik gelirsin canım, çıkışta kokoreç yer kızkıza kafa dağıtırız dedim. Anası kılıklı, istemese de çok sert hayır diyemedi. Arada bir olmak kaydıyla olabilir dedi ne yapsın.




Özel tiyatrolar pahalı geliyor bana. İki çocuk , bir de Su var Selin'in arkadaşı teee anaokulundan beri bizle gelir ve bu hepimizi XXXLLL mutlu eder çünkü onu çok severiz. Hep balkonda ve aynı koltukları alırım. Orada olmayı daha çok sevdiklerini net bir şekilde fark ettim. Oyundan sonra onlarla konuşmayı severim, oyun esnasında onları izlemeyi de severim.Muzur sahnelerde Su ile Selin'in çaktırmadan birbirlerini dürttüklerini görüp  ben de çaktırmadan gülümserim,  kendilerine bir şey çağrıştıran sahnelerde dirseklerini birbirlerine dokundurmalarını ama tüm bu "neşeli genç kız" tepkilerinin ardından oyun sonunda yaptıkları ince gözlemleri, derin değerlendirmeleri, saygıyı severim. Nehir'in  bazen sıkılıp ufuldamasını, adaletin yerini bulduğu oyun ve sahnelerde, neşeyle dans edilen oyunlarda heyecandanbulunduğu yeri bile unutuşunu severim.

Neyse çocuklar, ben , yol, çıkışta yemek...bütçe meselesi bu: bir kişi 25 oldu mu gidemiyoruz ne yapayım? Ben de hem oyunları hem sahnelerini sevdiğimden, hem de evime çok yakın olduğundan e tabii bir de bütçeme daha uygun olduğundan İBB Şehir Tiyatrolarına gidiyorum. Genelde de Musahipzade'ye. Politikalarını sevmiyorum, sanatçılara yaptıklarından nefret ediyorum ama ayağımı tiyatrodankesip sanata vurmak istedikleri baltaya da destek olacak değilim.

Bu ay için kendime bilet aldığım oyun "Yangın Yerinde Orkideler":



..Orkideleri hep bir "ballad" olarak düşündüm. Hakkı yenmişlerin, hayatın-toplumun- yerleşik düzeninin kıyısına itilmişlerin, uyurgezerlerin, mutsuzların, sırtından yaralıların, alkoliklerin esrarkeşlerin, yalancıların, masal anlatıcılarının, gezginlerin, kaybedecek hiçbir şeyi olmayanların, filmleri balkondan ya da hususiden değil, birinciden yani en ön sıralardan seyredenlerin, dünyaya kekremsi, ekşi bir sırıtışla bakanların, sis ve dumanlar içinde yaşayanların, bilgiye ve bilgisizliğe aynı tiksintiyle yaklaşanların, bütün bunlara rağmen, ya da birazda bunlardan ötürü insan kalmayı becerebilmiş olanların şarkısı olsun istedim Yangın Yerinde Orkideler. Memet Baydur, 1990- İstanbul

Nehir ile bana bilet aldığım oyun ise " Aldatma"

 Çağdaş İngiliz tiyatrosunun en önemli yazarlarından Harold Pinter, Aldatma'da "kadın, kocası ve sevgilisi" üçgeni çerçevesinde, çok katmanlı aldatma olgusunu irdelerken; güç, hırs, tutku, dostluk, aile gibi kavramları özgün tiyatro dili ile sorguluyor.

Bir de 30 Eylül'e kadar kullanmam gereken 3 adet sinema biletim var. Şu, fırsat sitelerinden almışım zamanında. Bunca iş yoğunluğu ve koşturmaca arasında "nereye gidecem, nasıl gidecem" diye mızıldansam da içimdeki muzur keçi keyifle sinemalarda ne var diye bakınmaya başladı bile.


Sanat ile dolu kaliteli yaşam standartları ve çocuklarımız için zamanı böle yara parçalaya mücadeleye devam.. İnsan anneyiz biz di mi?

19 Eylül 2016 Pazartesi

Ben Bizken


OLMASI GEREKEN:

Sabah 05: 30 'da kalkan anne 6'da servise binecek kızı için kahvaltıyı hazırlarken pembe güllülerle bezeli sabahlığı içinde neşeyle şarkı söyler. Hafif makyajlı yüzü, tüylü şıkır terlikleri  ile güne hoş bir başlangıçtır. Fönlü saçlarını savura savura mutfak tezgahını siler ve deterjanına güven-sevgi-inançla bakarak kirli çamaşırları makinaya atar. Kızını yolcu edip pencereden bakarak o gözden kayboluncaya kadar arkasından el salladıktan sonra vitamin değeri kaybolmasın diye sabah erkenden günlük yemeğini yapar, çiçekleri sular. Küçük kızını da aynı sevecenlikle kahvaltıya çağırır. Ona da dereotlu poğaça ve peynirli omlet hazırlayıp taze sıkılmış portakal suyu ile ikram eder. Mutfakta hafif gitar konçertoları eşliğinde sohbetler edilir. Anne daha sonra hazırlanır ve işe gider. Tüm sorunları halleder . Otoriter , sevecen , güler yüzlü , profesyoneldir. yemek tatiline çıkmaz, günde bir kez tuvalete gider,iş çıkışında her şeyi iş yerinde bırakarak evine doğru yola koyulur. Yolda, çocuklarının hoşuna gidecek ufak tefek sürpriz hediyeler alırken günün tüm yorgunluğu ardında kalmıştır. Arkadaşları ile buluşur, sosyal hayatın güncel sohbetlerini bir şeyler içerek dillendirip eğlendikten sonra tam  zamanında eve gider. Sağlıklı bir akşam yemeği tablo misali bir masada hazırlanır, ailece yemeğe oturulup o gün neler yaşandığı  paylaşılır. TV açık değildir elbette. Çocukların dersleri ile ilgilenen anne yatmadan evvel kitabını okur.



















OLMAK ZORUNDA OLAN:

Sabah 05:30 da kalkan anne evi toparlar, kahvaltı hazırlar,çamaşırı makinaya tıkarken kızı gecikmesin diye gözünü saatten almaz. Kızını yolcu ettikten sonra ütüleri halleder. Küçük kızı için zaman gelmiştir. Ona kahvaltı hazırlar, o kahvaltısını ederken günün yemeğini pişirir, çantasını kontrol eder, iş için hazırlanır, yapılacaklar listesini eve bırakır,  çıkarken çöpü atar.En ekonomik alternatifleri kullanarak işe gecikmeden giden anne şık,kariyer hedefi olan,topuklu ayakkabı ile saatte 250 km koşabilen,7 dil bilen,çocukları için öğrenmeye devam eden,okulla irtibatı koparmadan iş temposunu dşürmeden,iyi şeylere inanıp sistem itti beni o yüzden kötü şeyler yapıyorum saçma paradoksunda debelenen bir varlıktır artık. İş çıkışı koşarak yapılması gerekenleri tamamlar, alınması gerekenleri alır. Eve döner. Ödevler, işler, yarına yetiştirilmesi gerekenler,akşam yemeği, sofra , mutfağı temizle, kim dişini fırçalamadı, çantanız hazır mı kontrolleri,kitap da okumalıyım, en iyi turşuyu ben kurmalıyım. Ay bugün kandildi 7 sülaleyi de aramalıyım.....























OLMAK İSTENİLEN:


Anne-insan sabah 4'te kalkar. Gecenin güne kavuşmasını, renklerin ve seslerin uyanışını kendisine yaptığı bol köpüklü bir türk kahvesi eşliğinde izler. Sevdiği müziğin tınısı ,başlangıçlara eşlik etmektedir. Çocuklarının masum uykularını ve rüyalarını bölmez. Başlarım servisinize de İstanbul trafiğinize de ,zaten verdiğini eğitimin taaaaa.....der içinden. Oh be, çok rahatlamıştır. Sonra çocukları uyanınca ellerinden tutar,haki renkli sırt çantasını alır ve yollara düşer. Başka ülkeler, başka zamanlar, başka yaşamlar için yola düşme, bu ülkenin saçma tıkıştırmalarından uzakta hayata dahil olabilme zamanıdır.Gitmek, kalmaktan her zaman iyidir der;mutludur.  Limanda kalbi mutlu bir salınımla çarpmaktadır. "Yaşadığım için yaşlanacağım" der ve gemiye adım atar. Artık, mavide bir nokta olmak zamanıdır...




VEEE OLAN:

Sabah 05:30 'da kalkar. Çocukları ve hayatın akışı için üzerine düşeni yaparken gülümser çünkü  çocukları için bir şeyler yapmayı çok sevmektedir. Yaşamı, akışı,şükredebilmeyi sevmektedir. Olmayanın bazen daha hayır olduğu bilip olanı gülerek karşılamayı en azından dener. Maaşı yeni almışsa keyfine bakar, ay sonu ise indirimli hattın otobüsüne biner işe gider. Sudan çıkmış balık gibidir bazen, ama işe gitmeyi ve işi sever. Özlemleri(düzenli sistem) arka cebine koyar. İş çıkışı gökyüzüne bakar ve derin bir nefes alır her zaman. Evine doğru koşarak gider: çocuklarını özlemiştir. Maaş zamanı ise dışardan birşeyler söyleyip neşelenebilir, değilse yeni yemekler deneyebilir,hali zamanı yoksa olanına kani gelebilir. Ne yediğinden ziyade kiminle yediğin önemlidir der, mutludur. Çocuklar da kendisi de bir süre bilgisayar-cep ile ilgilenir. Sonra ödev hatırlatmaları başlar.Sonra kitap okur,sonra hayal kurar..bir gemiye binmiştir ve maviye gitmektedir. Kanaryasının geveze neşesi ile uyanmak üzere uykuya dalar.

18 Kasım 2015 Çarşamba

Deli Veli Toplantısı-2


Selin, yani büyük kızım okulundan 2014-2015 Eğitim Öğretim Yılında "Yılın Örnek Öğrencisi" ödülünü aldı. Gerek akademik başarısı gerek sosyal faaliyetlere katılımı gerekse arkadaşları ile iletişimi neticesinde tüm öğretmenlerin oy kullanması sonucu örnek öğrenci seçilmiş.

Sahneye çıktığında yüzünün kızarması ve şaşkınlığı tüm öğretmenlerin hoşuna gitmiş.

O kadar tevazu sahibi ki ödülün kendine geleceğini düşünmemiş bile dediler.

Sonra dün akşam (onun okulunda veli toplantıları akşam oluyor) bu senenin ilk veli toplantısına gittik . Gittik diyorum çünkü tüm torunlarının yaşantısındaki her ayrıntıya bayıla bayıla dahil olup renk katan anneanne de bizimle geldi.Onu kantine ,ırk-dil-renk karmaşasının ortasına oturttuğum anda gözlerinin pırıl pırıl çevreyi incelemeye başlamasından benim görüşmeler yapacağım süre zarfında sıkılmadan oturacağını anladım tabii. Bir bardak çay ve bir yudum hayat...anneme fazlası lazım gelmiyor ki..


Her girdiğim sınıfta kızımla ilgili aldığım övgülerle sırtımdaki yükün gittikçe ağırlaştığını  hissederek çıktım. Kızımın iyi niyeti ,fedakarlığı, çalışma azmi övülüyor övülüyordu. Sadece bir öğretmeni," Ona hayır demeyi öğretin.Ona sömürülmemeyi öğretin.Ona alkışların kulağını sağır etmemesini öğretin. Kızınız veren el iken bu kadar mütevazı olmamayı bilsin" dedi öfkeyle. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Öfkeli bir adam, öğrencisini-çocuğumu seven bir öğretmen gördüm.


Ona saygı ve sevgi ve minnet duydum."Haklısınız"..dedim ve çıktım.Uzun sözlerin anlatamayacağı idi uzanıp elini tutmamdaki inanış. Yolumuza çıkan iyi ve aydın insanları eksik etme hayatımızdan Allah'ım.

Diğer öğretmen için sınıfın kapısında beklerken daha da durgundum. Koridorda sesler duydum.

-Nedir bu canım Selin Erdem Selin Erdem...aldığı ödüle bak. Şimdi onun yurt dışında istediği okula gitme şansı bizim çocuklarımızdan yüksek.

 Diğer velilerde 1-2 geçiştirici mırıldanma oldu.

-Her projeye onu dahil ederlerse elbette örnek öğrenci ödülü alır. Olmaz böyle. Bi tutturmuşlar Selin Selin
-Ama kız çok çalışıyor ve gerçekten çok başarılı..dedi birisi
-Ay ne çalışıyor, bizimkiler az mı çalışıyor şimdi o bu ödülle gitsin istediği okulda okusun bizim çocuklarımız duruken...

Bir veli çekingen ve kısık bir sesle "annesi burada" diye uyardı atarlı anneyi.
Bir an duraksamadan sonra sesini yükseltti kadın:

-Buradaysa burada canım.Haksızlığa hiç tahammülüm yok, ondan mı çekinecem.

Döndüm kadına baktım.O okuldaki pek çok kişi gibi bakımlı,belli bir kesime ait olduğunun vurgusunu taşıyan çizgilerle bezenmiş uzun boylu bir kadındı.Ama ben pahalı pabuçlarına marka çantasına üzerine özel dikilmiş tayyörüne bakmadım. Ben onun gözlerine baktım.Alev saçan bakışlarını üzerime dikmişti.

Nasıl oluyor da bir çocuk doğurmuş,onu emzirmiş,emek vermiş bir insan  bir başka çocuk hakkında bu kadar nefret dolu olabiliyor? 

Anne olsun olmasın:yetişkin bir insan bir çocuk hakkında nasıl böyle duygular besleyebilir?

Ona bakmayı sürdürdüm. Koridorda bir sessizlik oldu. Bu açık meydan okumaya karşılık vereceğimi, bir tartışma çıkacağını sanan diğer veliler gergin ve suskun bize 
baktılar . Ben ise gözlerimi ayırmadan kadına bakmayı sürdürdüm . Bakışlarımda ne vardı bilmiyorum.Kaşlarım çatık bile değildi. Kadriye olarak baktım , bir anne olarak baktım , insan olarak baktım, yeşil ile maviyi kucaklayan Trabzon'da yoğrulmuş  kalbimin sorgusuyla baktım,Selin'in annesi olarak baktım,işten çıkıp koşturmaktan yorulmuş biri olarak baktım...yüzü kızardı kızardı kızardı. Yaklaşık bir dakika kadar gözlerimizi birbirimizden ayırmadık.

Sonra içerideki öğretmen kapıyı açtı.

-"Oooo Selin Erdem'in annesi gelmiş, buyrun lütfen Kadriye Hanım " dedi sesinde belirgin bir memnuniyetle.

Kadına bakmayı sürdürdüm hala suskun ve kımıldamaksızın. Koridorda herkes hala bize bakıyordu suskun ve kımıltısız .
Kadın başını eğdi.
Selin Erdem'in annesi kadının eğik başına bakmayı sürdürdü...sonra döndü ve sınıfa girdi.


Herkes bana "kimbilir ne mutlusundur " "ah bu harika bir şey" deyip duruyor.
Değil.
Selin, o kadının çocuğuna okuldan sonra kalıp ders veriyor matematiği iyi olmadığı için.
Değil
Selin, o pırıl pırıl iyi niyeti ile bir başka koridorda o kadın ve benzerleri ile karşı karşıya kalacak.
Değil
Ben kızıma "hayır" diyebilmeyi ve incinmemeyi öğretebildiğimi sanmıyorum.

Yolu aydınlık ve pürüzsüz olsun tüm çocuklarımızın
Yolların sonunda insan ve mutlu olsunlar
başarının başka tanımını bilmiyorum ben.


30 Eylül 2015 Çarşamba

Yağmur


İlk tanıştığımız günü hatırlıyorum da kısa kesilmiş saçları ve tuhaf beneklerin oynaştığı küçük yeşil gözleri vardı. Ufak tefekliğine inat dünyaya meydan okuyan halleri, kural tanımam tripleri ile okula gelir gelmez dikkat çekti elbette.

Baskıcı bir ailesi varmış. Babasının habire "o.... mu olacaksın" sorusundan bezdiği için bir gün bakkalın çırağı ile babasının yatağında özgürlüğe yelken açışını anlatırdı hepimize komik detaylarla süsleyerek. Hiç eksik olmayan şen kahkahası  kantinde çınlarken ve onun masasında oturanların sayısı her geçen gün daha da artarken ben nedenini anlayamadığım bir üzüntü ile onu seyreder, bir merhabadan öteye yolum olmamasına özen gösterirdim.

Adına "Akasya" diyelim.
Gerçek hayat portrelerinde gerçek isimler kullanmıyoruz di mi? :)

Akasya koca okulda gitti , benim aşık olduğum delikanlıya aşık oldu. Yaş 20 'lerde ise delikanlılar platonik ve hüzünlü bakışlara sahip kızlardansa hoppadanak kucağına oturan ve dudaklarını uzatan kızları daha fazla tercih ediyor. Bir gün boş sınıfın birine dalıp ikisini tek sandalyeye sığmış öpüşürken gördüğümde bunu net biçimde öğrendim. O yaşların şiddetli ve sınır tanımaz duygularının ölçüsüzlüğü ile isyan-acı-aşk birbirine dolanıp fışkırdı içimden haftalarca.


Ve "Akasya" sebebini asla anlayamadığım bir şekilde tüm okuldaki popülerliğinin meyvelerini toplamak yerine benimle arkadaş olmak için elinden geleni yapıp benimle dertleşti durdu. Aşkını, aldığı keyfi,neşesini,kızgınlığını bana anlattı. Şeytan azapta gerek..tersleyemedim.






O deli dolu hallerinin,aldırmazlığının altındaki şaşkın masum çocuktu belki içimdeki öfkeyi merhamete çeviren. Bir iki başımı çevirip gittimse de sonradan dibimden ayrılmayan bu çocuğa kapılarımı açmış buldum kendimi.

Bir bildiğim varsa insan evladını dinlemeli, anlamasa da dinlemeli.

Lünapark gibiydi aşkları..yapay ışıkların mide bulandıran cazibesi ile harcanan saatler.

Sonra terk edildi...bir kaç kullanımlık Selpak misali.

işte o zaman o aldırmaz ,cool,hayatın ebesini sülalaesini fotoğraflayan kızın örtüleri sıyrıldı, kırgın genç bir kız  var oldu.
Ama terk eden kendi çevresinde paye almıştı. Kızı kullanmıştı, işini görmüş keyfini almış "herkes" gibi ardına dönüp gitmişti. Aşkla işi varsa bile böyle tanıttığı bir kıza dönerek kendini de rezil edemezdi.

Ellerini blüzunun içine daldırırken herkes oradaydı..herkesin içinde kendini elleten o kızla ne işi olurdu?

Gülmeye çalıştı Akasya.. gülemedi . Ağladı kendini tutamadı..aldıran olmadı.

Bir hafta ortadan yok oldu. Döndüğünde, kendisini terk eden o zevatın tam tersi siyasi görüşe sahip oluşuma katıldı.

Başarmıştı. Zevat öfkeden deliye dönmüştü ama bir şey yapamıyordu gururunu kırıp. Oysa "bi çay da sana aliiim" diye sorsa her şey değişebilirdi Akasya için de kendisi için de. O ise dönüp bana romantizm ile yaklaşmaya başladı. Oysa ben aşkımı gömmüş üzerine savaş baltamı dikmiştim çoktan. Kesinlikle cami duvarına yanaşmıştı ama bunu sonra anlayacaktı.


Akasya bu yeni grupta gördüğü hızlı kabul ve sahiplenmeyi sorgulayamayacak kadar saftı. Bir grupta vatan millet Allah kitap muhabbetinin en koyusunu yaparken diğer grupta tam tersi söylemleri sahiplenmesinin dengesizliğini de görmüyordu. 

Gören tek ben değildim ama umursayan tek bendim sanırım. Ona sık sık durmasını söylüyorsam da akışa bırakmıştı kendini.

Bir gün tutuklandı. Katıldığı eylem sonrası yasadışı  faaliyete katıldığı için polis onu da almıştı. Ancak komiser ona bakmış, benim gördüğümü görmüş "bak kızım" demiş "sicilin temiz..kirletme.Yapma kızım. İyi bi okul kazanmışsın yazık anan babana yazık emeğine yarınına yazık. Bunlar yolunu seçmiş ama sen daha safsın etme kızım..salıveriyorum seni evine git bir daha gelirsen...gelme kızım" demiş. Akasya bunu anlatırken  kahkahayı basıp "Yürü be babalık!Türk filmlerinden mi fırladın :ben arkadaşlarımdan ayrılmam atın beni de nezarete diye bağırdım" diye böbürleniyordu.

Gazetelerde yer alan büyük bir eyleme katıldığında olan bitenden korkmuş ve hata yaptığını ziyadesi ile anlamıştı.

Bir akam yemek yerken polis gelmiş kapıyı çalıp almış onu. Annesi çok ağlamış çok yalvarmış ama...o ağlamakta,Akasya pişmanlıkta geç kalanlarmış.

Hapishanede kadınlar koğuşunda tecavüz etmişler ona. İlk akşam. Aklını oynatmış. Uzun süre Ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde yattı tedavi gördü.

Ne eski grup ne yeni grup...okulda kimsenin umuru değildi Akasya. Ben de adının karıştığı olaylardan ötürü korktum ziyaretine gidemedim. Ama aklımdaydı, en azından üzgündüm. "İyi oldu ona" diyenlerden de olmadım unutup gidenlerden de...

Seneler seneler sonra bir gün hiç alakasız bir yerde rastlaştık. Aradan en az 15 yıl geçmişti.Beni görüp tanıyan ve çığlık kıyamet boynuma atlayan o oldu. Eşime baktı, güldü.

-Evlenmemişsin "onunla"...dedi

Gülümsedim.

-"Sana aşıktı.."dedi. "Sana evlenme teklif edecekti" Sonra yüz ifademe baktı, anladı, onca yıl sonra can acısını unutmadığını belli edecek bir büyük neşeyle  bastı kahkahayı "o teklif etti ve sen red mi ettin?Ama sen de ona aşıktın?"

Aşkımı gömüp üzerine diktiğim savaş baltasını  kafasına geçirmiştim.Nikahıma kadar gelmişti ama ben onu asla affetmemiştim. Bunları Akasya'ya detaylandırmadım, ne yaptığını sordum, vekil öğretmenlik yapıyorum dedi yüzü kızararak. Doğru muydu söylediği bilmiyorum . Gitmemiz gerekiyordu , izin istedim.  
Ayrıldık, seslendi . Döndük bir daha kucaklaştık. 

"Bir annemi bir seni andığım zamanlarda çok ağladım. O , ben hapisteyken öldü. Bari sen affet beni" dedi.

"Sen kendini affet Akasya..benden yana sıkıntı yok" dedim. Sonra kendini yetişkin sanan 19 yaşlarında iki kız gibi değil de kendini 19 yaşlarında sanan iki yetişkin gibi gücümüzün yettiğince sarıldık birbirimize.

Hayat...seçimler..

Yağmur gibi; kimine bereket-mutluluk kimine felaket getiriyor aşk.

Bazen herkes sizi affetse de siz kendinizi affedemediğinizde yollar hep yokuş, mevsim hep kış ...





13 Ocak 2015 Salı

Milat


Anneliğe hazır olmak diye bir şey var mı acaba?

O da olsun bu da olsun şunu da tamamlayayım şeklinde bir dizi bahane vardı anne olmadan önce. Hazır değildim. Deliydim,doluydum ama adam değildim. Düşünmüyordum bile hazır olmayı.

Sonra tıbbi verilere göre kendimi bu hazır olmadığım altın çağdan %99 korurken %1'lik bir mucize gerçekleşti ve hamile olduğumu öğrendim. O kadar imkansızdı ki bu, doktor hamile olduğumu söylediğinde şaşkın ve çok şaşkın olarak eşimle birbirimize dönüp bakakaldık. Doktor paniğimizi değerlendirerek müdahale etti: "evli değil misiniz yoksa?"

Çapa'daki prof. teyze ,anne olamazsın dedi. Beyninde şu var bu var acil ameliyat olman lazım.

Tabutta rövaşatamı anlatmıştım..omuriliğimde platin, zor şer toparlamış kırık bel vardı..dediler ki anne olamazsın.

Bir de şeker çıkmasın mı o ara..e dedim başka yok mu? Dediler çok riskli çok çok riskli..

Dahası da var ama yazmayacağım. Prospektüsünde kocaman "hamilelikte kullanılmaz" yazan ilaçlar kullanmam gerekiyormuş.
Dediler: anne olamazsın...

Hayata gol atıp %1'lik ihtimali değerlendiren güzel kızım, Selin'im karar vermiş; doktorlar profesörlere söz düşer mi? Evladım geleceğim demiş, ölüm yüzde kaç ihtimal; yaşam varken sorulur mu?

He he..dedim onlara.Cevap vermeye bile değmezdi nezdimde. 

Onlar etrafımda dizlerini dövüp bilmem kaç tahlil yapadursun, ben insanlara gereğinde kulak tıkamayı öğreneli çok olmuştu.


Hiiiç bile karartmadım enseyi. Fıldır fıldır gezdim,eğlendim.Şekerden dolayı perhiz yapmak zorundaydım hem de çok ağır çünkü insülin iğnelerini istemiyordum...başka da bir sıkıntıyı takmadım kafama.Ama göbeğimle övüneceğim o tek dönem perhiz yapmak yok mu?O çok dokundu kanıma.

Zaten eşimin babalık sendromu iki kişilikti, bana sıra kalmadı.

Neyse, kontrole diye gittiğim bir gün (12 
Ocak) beni doğuma alası geldi doktorların. Asistan geldi ve "hoca cs istiyor " dedi. Şu merak saldığım kitaplardan birinde ,bunun sezaryenin kısaltması olduğunu okumuştum. "Allah" dedim içimden "gittik"! Doktorum sakince "elimde hiç yok" dedi. Asistan bana baktı. Edward'ın Bella'ya ilk baktığı gibi hani.Kanımı istermişcesine ayyy. Neyse "hoca ısrarlı" dedi. Doktorum içini çekti, bana döndü "bebek yerini doldurmuş, suyu kalmamış,acilen ameliyata alıyoruz sizi" dedi. Yalandı biliyorum ama gıkım çıkmadı.Oysa, dönüşte şeytana uyup bir pizza yemek niyetindeydim. Birazdan ameliyata gireceğime değil pizza ile olan hayalimin suya düşmesine bozuktum. Bir yandan da doğumdan ne kadar sonra çıkıp o pizzayı yiyebilirim diye hesaplamaya çalışıyordum.

Eşimi aradım, doğumhaneye alıyorlar beni dedim. Sesten daha hızlı geldi Ulus'tan Altunizade'ye. Vallahi hala takdir ederim bu uçuşunu :)

Doğumhaneye beni Karslı bir hastabakıcı götürdü. Doğumdan da korkmadım.Telaş filan yoktu yüreğimde. Yaşamam gereken bir şey vardı, onu yaşıyordum. Hem sıkılmıştım hamilelik sakınmalarından. İçtenlikle , hamileliği 2 yıl süren filleri düşünüp onlara acır olmuştum.Sonra artık ertelenemez meraklarım vardı bebek hakkında. En çok, O'nun sesini çok merak ediyordum. Şimdi düşünüyorum da ,sanki yüzünü gördüğüm o ilk ana kadar anne olacağımı idrak edememiştim sanki , sadece yaşam bir süreç getirmişti ve ben de onu yaşıyordum.

Spinal anestezi yapıldı.Hani şu omuriliğinizin ortasına iğne batırıyorlar filan :-p Umurumda bile değildi. İlk kez böyle bir deneyim yaşıyordum ve "millet ne yapıyor etrafımda, onu niye yapıyorlar, bunu niye yapıyorlar, ben ne yapmalıyım, şimdi ne olacak" gibi bitmek tükenmek bilemz bir merak ile seyre dalmıştım alemi.

 Doktor, asistanlarına "bunu boşverin,normalde çığlık filan atarlar" diyerek beni "sanırım" takdir etti.

Sonra Selin geldi....

Anestezi uzmanı ile TRT'deki yayınlar hakkında sohbet ediyorduk doğum esnasında.
Sonra, hazır mısın dediler
Durun , saate bakacam 
yükselenini hesaplayamam sonra dedim.
Güldüler.
Sonra, saate baktım
13:09:07
Sonra o geldi
Selin
Bebek değil...kızım
Bebek değil...Selin
"O" değil..Selin'im

Tanıdık birini görmeyi beklercesine şaşkın yüzüne bakakaldım.Nasıl kırmızı ve minik bir şey bu dedim. A?Burnu yok? A?Dudakları ablam?







Bir titrek çığlık koyverdi "Selin" , görevliler onu alıp hemen sarmaya götürüyorlardı ki artık kanka olduğumuz anestezi uzmanı "getirin bir görsün bebeğini yahu" dedi.
Ekibin kalanı "ortalığı toplayıp" ameliyatı tamamlarken ben dikkatimi tamamen "kızım"a vermiştim. Ağlıyordu. 

Yanıma getirdiler.
Uzandım..
Çekine çekine dudağının kenarından öpüverdim.
Sustu..

Ne Fatih'in İstanbul'u fethi, ne  rönesans 
Çağ böyle değişirmiş meğer.

Zaman "Selin'den önce ve Selin'den sonra" olmak üzere ikiye ayrıldı.
Miladımdı o benim.

İnsandım,kadındım ama artık, bir de annelik vardı hepsinden her şeyden baskın olan. 

Tüm "anne olunca anlarsın"lar uzun yıllar bekledikleri eşikten sabırsızlıkla atlayarak kapımdan içeri giriyorlardu bir bir .

Epey sonra ameliyathaneden çıkartıldığımda aynı anda iki kişi aynı cümleyi haykırdı:

-Kızım nerde, kızım nasıl?

Bir ses bana,
Bir ses anneme aitti.