Rengin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Rengin etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ocak 2016 Perşembe

Yüzyıllar Süren Kandırmaca



























Üniversitedeydik. Mini etekli, su yeşili gözlü altın saçlı kız herkesin gözdesiydi. Bir gün geldi aşık oldum dedi. Bir gün geldi imam nikahı kıydık dedi. Bir gün geldi başı kapalıydı. Bir gün geldi, gülümsemesi cesur ve kırgın,dayanağı sadece gururu oldu.

Bana sorarsanız kandırılmıştı.

Lisedeydik.
Hollanda'dan gelmişti yeni komşular yaz tatili için. Kızları yapılıca , temiz yüreki biz yaşlarda bir kızdı. çevreyi gezdirelim diye bizim yukarı tepelere çıkardık onu. Mahallenin düzlüğünde futbol oynayan gençler vardı. Yaş, kime aşık olsam yaşı. Oradan birine takıldı. Oğlan fazla çabuk aşık oldu. Aile ne olduğunu anlamadan 18. yaş gününün ertesi gününe nikah kıydılar.Hollanda'ya gittiler. Hukuki süre dolup oğlan ora vatandaşı olunca ertesi gün terk etti arkadaşımı. Biri mutlu aldırmaz öteki intiharın eşiğinde.

Bana sorarsanız kandırılmıştı.

Vergi iadesi fişleri biriktirdiğimiz yıllardı. Bana fiş getiren arkadaşlarımdan biriydi. Baktım umumi genelev fişi. Dedim manyak mısın?Dedi manavdan elma almak gibi..bu da ihtiyaç ne kızıyorsun Hemşire ve düzgün hayatı olan bir  kız gönül verdi ona, evleniverdiler.Kız uçan kuştan kıskanıyordu onu, sanki hazineydi mübarek. Facebooktan buldum seneler sonra oğlanı. Boşanmışlar. Hemşire ,mevsim elmalarıyla başedememiş.

Bana sorarsanız o da kandırılmıştı.

Okulda  yeni gelenlerden kardeş seçer, eski kitapları verip ilk dönem için yol gösterir ve zorluk çekmeden adapte olmasına yardımcı olurduk. Bana düşen kardeş pos bıyıklı, 1.90-1.95 boylarında Deniz gezmiş gocuklu bir hayli sol görüşlü biriydi. Küçük kardeş gel kitap bulalım dediğimde "eğilir" bana bakardı ve herkes çok gülerdi. Heybetinden ve asi bakışlarından etkilenmeyen yoktu.Aşık oldu.Kız benden bile kısaydı ve dünyanın kalan yarısı gibi benden zayıftı.Yani tam bir sürahi bardak halindeydiler.Bir gün kız elinde kaynar  çay bulunan bardağı "kardeşimin" başının üzerinden teğet geçecek şekilde duvara fırlattı ve avaz avaz "benim dediğimi yapacaksın" dedi.  Bizim aslan başını eğdi. Evlendiler.

Hepimiz kandırılmıştık :-)

Jane Austin'in Aşk ve Gurur kitabında Charlotte Lucas'ın Lizzy'e evlilik hakkında ettiği bir çift laf var ki 44 yaşına gelince, o satırları ilk okuduğumda duyduğum sakin isyandan eser kalmadığı gibi sonuna kadar da hak veriyorum.

Jane ve Mr Bingley hakkında konuşurlerken Charlotte  Lizzy'e şöyle diyor:




 Ve çok sevdiğim Gibran da şunu söylüyor:


EVLİLİK:


Yeryüzüne birlikte geldiniz ve sonsuza dek birlikte yaşayacaksınız,
Ölümün ak kanatları günlerinizi bölene dek birlikte olacaksınız,
Tanrı'nın suskun anıları katına eriştiğinizde bile birlikte olacaksınız,
Ama bırakın da bunca beraberliğin arasında biraz boşluklar olsun,
Ve Tanrısal alemin rüzgarları esip dolanabilsin aranızda,
Birbirinizi sevin, ama sevginin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koymayın,
Bırakın yüreklerinizin sahilleri arasında gelgit çalkalanan bir deniz olsun Sevgi
Birbirinizin kadehini onunla doldurun ama aynı kadehe eğilip içmeyin,
Ekmeğinizi bölüşün, ama aynı lokmayı dişlemeye kalkmayın,
Şarkı söyleyin, dans edin, eğlenin birlikte, ama ikinizin de birer Yalnız olduğunu unutmayın,
Çünkü lavtadan dağılan müzik aynı, ama nağmeleri çıkaran teller ayrıdır,
Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın,
Çünkü ancak Hayat'ın elidir yüreklerinizi saklayacak olan,
Hep yanyana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın,
Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır,
Çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez....

HAMİŞ: Evliliğimde bir sorun yok, bu yazının sebebi o değil. Hani akıllara gelirse diye önden önden açıklama yapayım dedim.



Lakin genel itibarı ile kabul etmek lazım ki aşk hayat mutluluk kavramlarınıhayatımıza yanlış kaıdan sokmak konusunda toplum seferber vaziyette.44 yaşında anlıyorsunuz ki sağlam aldatıldık.





4 Kasım 2013 Pazartesi

Lacivert

Birazı unutulmuş maziye birazı bilinmez atiye ait bir garip gündü..geldi geçti.


İş görüşmesi için gelen davet alışılmış hazırlıklarımın çabucak tamamlanması ile yollara düşüşüm demekti. Üsküdar'dan Kabataş motoruna bindiğimde uzun zamandır görmediğim dostlarıma gidiyormuşum gibi , bildik ama ihmal edilmiş yollardan geçtim. Truman Show gibi İstanbul..aynı saatte aynı insanlara rastlarsınız her zaman.Çalışma hayatına ilk başladığım yıllarda sabahları Üsküdar'dan motora bindiğimde birbirlerine simit alan ve birbirlerini bekleyen arkadaşların aynı motora binerek başlattıkları sıcak,alışılmışlığın rahatlığıyla bezenmiş sohbetlerini dinlerdim.En az onların sohbetleri kadar rutindi dinleyişim. Gülümseyerek o sabahları andım. Mehmet Ali (martı) başımın üzerinden iyi şanslar dedi çığlık çığlığa uçarken, gülümseyerek el salladım ona etrafımdakilerin onaylamaz bakışlarına aldırmadan. Özer sektörde çalışmanın ve iş hayatına yeni başlamanın tedirginliği ile inerdim motordan. Ayakkabım su alırdı, aldırmazdım.Kendimi seyrettim 20 yıl sonranın penceresinden..zamana sabırsız, tedirgin ama umutlu bir genç hanım. Gülümsedim.


Motor iskeleye yaklaştığında topuklu ayakkabıyla zıplayamamaktan dolayı suratımı astıysam da elimi tutarak bana yardımcı olacak bir eşim olması tebessümü tazeledi. Görüşme yerine az kalmıştı, dönüp cesaret almak istercesine bir kez daha martıya baktım.Göz kırptık birbirimize, yola koyuldum.

Görüşme sonrası eşimle İstiklal Caddesi'ne çıktık ve flört ederken gittiğimiz ara sokaktaki restaurantı aramaya koyulduk. Ne İstiklal caddesi aynı kalmış, ne insanların profili ne de biz. Tıpkı eski günlerdeki gibi elele koşturarak yerini hatırlamaya çalıştık. O zamanlarda o çalışıyordu ben öğrenciydim. Şimdi yine o çalışıyor ben işsizim. Bir süre kendimizle ve halimizle eğlendik,her kahkaha bir sonrakinin mayası oldu. Restaurantı bulmayı başardığımızda hayli neşeliydik.

Sonra o işine gitti..ben yine Taksim'de bir başıma kaldım. O kadar uzun zaman olmuş ki hava karardığında evden bu kadar uzakta olmayalı..İstanbul değişmiş hayat değişmiş ben zaten...koşturmaktan vazgeçip etrafımı seyre koyuldum. Trafiğe kapatılmış Taksim...insanları koşturan ve ruhunu yitirmiş Taksim. Kocaman bir betın alan..cansız,kişiliksiz..sevimsiz. 



Öğrenciyken,sene 1987, 83T'yi beklerdik arkadaşlarımla.Duraklar eski, otobüsler şimdi tarihi eser niteliği taşır cinstendi.En arkada kocaman bir baca gibi bir şey vardı,üşüyen ellerimi orada ısıtırdım. Otobüsler İstiklal Cadde'sinin içinden geçerdi.



İnsanlar en temiz ve en özenli giysilerini giymezdi çok eski yıllardaki gibi ama insanların renkleri vardı. Oysa şimdi soluk bir kaç griyi saymazsak siyah ve beyaz kadar keskin ayrım var insanlarda.

"Ne yiyeceğim" derdim durakta beklerken.." ne pişireceğim çocuklarım için" dedim geçmişteki ben'e de gülümseyerek. Cep telefonumu yokladım Selin eve gelmiş midir diye düşünerek, parkamın cebinde şıkırdattığım jetonları anımsadım hemen sonra. Jetonla arardık sevdiklerimizi..öyle ya.

"E peki" diye düşündüm "bunca teknoloji bunca yenilik bunca şöyle olsa dediğimiz şeyin gerçekleşmesi..niye mutlu değiliz niye daha güzel olmak bir yana güzelliklerini yitirdi hayat?" 



Aklıma Rengin'in eski bir şarkısı geldi takıldı : 

Bize neler neler öğrettiler sevdalar üstüne

Aldatıldık aldatıldık sevda böyle değil
Ne masallar ninniler söylediler dünya üstüne
Aldatıldık aldatıldık dünya böyle değil 

Ufalana ufalana kaç kuşak

Eridik bu yollarda 
Kimimiz yerle yeksan 
Kimimiz zorla ayakta....


Taksim-Kadıköy dolmuşu geldi,attım kendimi. TRT'de çalıştığım yıllarda hava kararmışken köprüden geçer mavinin tonlarının İstanbul'u kucak kucak sarmalamasını seyrederdim doymaksızın. Şimdi lacivertin en duru tonları ışıklarla birleşirken, deniz ise asil maviliğini lacivertin bir ton daha koyusu ile bezerken izledim İstanbul'u. Gözlerim şehrin parlak ışıklarından kaçıp ufkun karanlık ama özgür ve davetkar çizgisine takıldı. "Sen beni sevmedin ,ben de seni İstanbul" dedim dudaklarımı kımıldatmadan usul usul.


Tıpkı on yıllar öncesindeki gibi yarınların ne getireceğini bilmeden ,daha az tedirgin daha çok umutlu geçerken o köprüden kitabımı açtım ve okumaya başladım. Mazinin yumuşak ezgileri, yarının bilinmezliği...hepsi  Balzac'ın "Kuzin Betty" sinin satırlarının arasında gerçekliğini yitirerek eridi gitti.