Sonbahar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sonbahar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Eylül 2016 Perşembe

Sonbahar Mısraları


Onlar Sonbahar'ı başka yaşayanlar...



Adım Sonbahar / Attila İlhan
nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan
gözlerin kamaşır
oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar











Eylül’dü / Cemal Süreya
Dalından kopan yaprakların
Sararan yanlarına yazdım adını
Sahte bir gülüşten ibarettin oysa.
Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu.
Eylül’dü……
Di’li geçmiş bir zamandı yaşadığımız
Adımlarımızın kısalığı bundandı
Bundandı gözlerimin durgunluğu.
Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan,
Ellerin kadar ıssız,
Sen kadar zamansız molalar veriyordum
Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz.
Eylül’dü…..
İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin,
Şimdi yoktu bi anlamı suskunluğun.
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğinin orta yerinde.
Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman
En çok sesini aradım.
Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ.
Gözlerini sildi zaman..
Dedim ya… Eylül’dü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin.



Ben Eylül Sen Haziran / Ümit Yaşar Oğuzcan
Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgar
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar
Neydi o bir zamanlar
Sevmişliğim, sevilmişliğim
O heyheyler, o delişmenlikler neydi
Ne bu kadere boyun eğmişliğim
Ne bu acıdan korlaşan yürek
Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım
Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne
Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım
Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı, yıkık eylül sonuma
Bir ilk yaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer oldu güldüğün yerde
Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi
Oldurduğun yemişlerin ağırlığından
Dallarım yere değiyor
Güneşi batmadan saçlarının
Bir dolunay doğuyor bakışlarından
Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma
Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık
Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan
Ölebilirim artık
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma
Baksana; parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden
Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu, benimle uyan
Birlikte varalım on üçüncü aylara

ataol behramoğlu ile ilgili görsel sonucu

Eylül Sabahının Serinliği / Ataol Behramoğlu
Eylül sabahının serinliğini
Yaprakların serinliğini
Ciğerlerime dolduruyorum
Sessizlik ve serinlik
Birleşiyor
Yıkanmış güvercinler
Ve çok uzakta bir tren sesi
Her zaman yeniden başlamak duygusu
Doğuyor içimde
Her uyanışımda
Düşmanlarımı bağışlıyorum
Daha çok seviyorum dostlarımı
Her uyanışımda
Eylül sabahının serinliğini
Yaprakların serinliğini
Yüreğime dolduruyorum



Güzde Unutulmuş / Pablo Neruda
Saat yedi buçuğuydu güzün
Ve ben bekliyordum
Kimi beklediğim önemli değil.
Günler, saatler, dakikalar
Bıktılar benle olmaktan
Çekip gittiler azar azar
Kaldım ortada, tek başıma
Kala kala kumla kaldım
Günlerin kumuyla, suyla
Bir haftanın artıklarıyla kaldım
Vurulmuş ve hüzünlü
Ne var, dediler bana Paris’in yaprakları
Kimi bekliyorsun?
Kaç kez burun kıvırdılar bana
Önce ışık, çekip giden
Sonra kediler, köpekler, jandarmalar
Kalakaldım tek başıma
Yalnız bir at gibi
Otların üstünde ne gece, ne gündüz
Sadece kışın tuzu
Öyle kimsesiz kaldım ki
Öyle bomboş
Yapraklar ağladılar bana
Sonra, tıpkı bir gözyaşı gibi
Düştüler son yapraklar
Ne önceleri, ne de sonra
Hiç böyle yalnız kalmamıştım
Bu kadar
Ve kimi beklerken olmuştu
Hiç mi hiç hatırlamam.
Saçma ama bu böyle
Bir çırpıda oldu bunlar
Apansız bir yalnızlık
Belirip yolda kaybolan
Ve ansızın kendi gölgesi gibi
Sonsuz bayrağına doğru koşan.
Çekip gittim, durmadım
Bu çılgın sokağın kıyısından
Usul usul, basarak ayak uçlarıma
Sanki geceden kaçıyor gibiydim
Ya da karanlık, kükreyen taşlardan
Bu anlattıklarım hiçbir şey değil
Ama başıma geldi bütün bunlar
Birini beklerken, bilmediğim
Bir zamanlar.

Yaz Bitti / Murathan Mungan
yazın bittiği her yerde söylenir
söylenmeyen şeyler kalır geriye
ve sonra hiç bir şey olmamış gibi
ağır, usul bir hazırlık başlar
uykuya benzer yeni bir mevsime
orda burda,ev içlerinde,kır kahvelerinde,deniz kenarlarında
incelen yazın akşam esintilerinde
zaman usulca sıyrılır aramızdan
ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini
başka ne gelir elimizden
büyük bir uzaklığa gülümseyerek
geçiştiririz
ıskaladığımız şeyleri
yatıştırıcı rüzgarlar
dışavurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını
saklar bizi
gözlerimizdeki hüzne ‘dinginlik’ adını verir
‘seni iyi gördüm’ diyenler
biz de iyi hissederiz kendimizi
elimizden başka ne gelir ki?
köşe başları, akşamüstleri,kokular
tozar gider zamanın boşluğunda
karışır anların kuytu belleğine
belki sonraları bir gün
hatırlanır aynı kederle
yazın bittiği her yerde söylenir
söyleyenler inanır bir şeylerin sahiden bittiğine
yaz biter
eskir geceler,serin,hüzünlü
yeni mevsime hazırlık: ömrün teyel yerleri
bir yanı telaş,bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri
çıkarır sizi dalgın derinliğinizden
yaşadığınızı duyarsınız teninizde
bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz
sıcak odaları, beyaz, temiz yastıkları
ahşap panjurları
yaz bitti
bitmeyen şeyler kaldı geride
yaz bitti
yaz bitti
yüksek sesle söylüyorum bunu kendime
her yerde söylendiği gibi
yaz bitti
yaz bitti
hiç bir şey hiç bir şey
hiç bir şey
yalnızca üşüyorum şimdi


Saat 21-22 Şiirleri/ Nazım Hikmet
 
Bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar : kadın
ve yoldaş olan…
Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar…



Sonbahar / İlhan Berk
 
Hep böyle çıkıp gelmiştir
sonbahar dağlarımıza
bir elinde karanfil,
bir elinde yüreği



Uzak Kaderler İçin / Turgut Uyar
 
Birgün, bir yağmurla garip garip
-Çoluğu çocuğu terk edeceğim.-
Bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım
Alıp başımı gideceğim.Asır yirminci asırdır, amenna
Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım
Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi
Uzaklar daha uzaklaşır
Bir define çıkarır gibi kayalardan, Ademden beri
Sımsıcak sevgilere muhtacım.Bir gün alıp başımı gideceğim
-Yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar…-
Belimi bir ılık şal sarsın, mavi
Hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız
Rüyalarım unutulmuş bir handa pes desin
Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında.
Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm
Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde
Diyarı gurbette kanlı bir aşk
Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde
En uzak beyazlar,
En yakın ikindilerde, duygulu
Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam
İçip içip ağlasam…
Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum?
Herkesin derdinden pay isterken.
Uzak kaderlerin suları çağlar simdi
Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden.
Birgün, bir parkta otururken, biliyorum
Bir el yağmurla dokunacak omuzuma
Bir çift göz, bir davet, bir kalp
Çoluğu çocuğu terk edeceğim.
Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak
Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak
Toprak ve insan kokularıyla,
Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için
Başımı alıp gideceğim.

21 Eylül 2016 Çarşamba

Andy Williams - Sonbahar

Sonbaharın kokusu iliklerimize işlemişken, hüzün sarı -ağır rengimiz olmuşken..

Açın, fonda çalsın dursun.

Günümüz, unuttuklarımızı ve unutmak istemediklerimizi hatırlamakla dolsun.





14 Eylül 2016 Çarşamba

Valla Çok Klasik Bi Bayram Güncesi




Bayramları çok severim. O-hooo,ölürüm filan bayram için.
Kim uyduruyo küçücüklüğümden beri bayramlara da adetlere de illet olduğumu?

Bu bayram da, bayram öncesi çalışan kadınlara acımayan "temizlik arefe gününe kalmaz" adetini ciddiye aldım. Hayır, Cuma akşamından çocuklarımı da alıp yazlığa filan kaçmadım, nerden çıkartıyo herkes bunu? Aşkla ,şevkle yollara düşüp gecenin birinde elimde iki çocukla Kumla sokaklarına inmedim, sabah da "nassı kaçtım ama" diye keyiflenip mavinin her tonunda kendimi kaybetmedim.

,

Ne diyordum? Ha temizlik. Tabii temizlik yaptım ben. Şunun şurası bi hafta kaçabildik, ne yemek yaparım ne temizliği takarım diye bişi aklımdan bile geçmedi. Sabahtan akşama kadar çocuklarımla mavide bir nokta olmaya adamadım kendimi. Ne haddime canım öyle şeyler,tövbe valla.


Sonra, robotum ben yorulmam ya, bayramda gelenlere ne ikram edecem derdine düştüm. Gece baklava gündüz su böreği açtım. Kendimi sahillere atıp haşlanmış mısırı kemirmenin dayanılmaz mutluluğunda yok olup erimedim. Çocuklarım utanmadı benim "gnam gnam oh mmmm " sesleri çıkarta çıkarta mısırla aşk yaşamamdan.


Kızlarıma kahve nasıl yapılı,nasıl ikram edilir,nasıl hizmet ediliri öğrettim itina ile. Yarın koca eline gidince ay anası bişi öğretmedi demesinler hayatta yegane derdimdi çünkü. Bu gaye ile ezdim onları, hiç acımadım. Yoksa her gün elceğizimle kızlarıma ve bana keyif kahveleri yapıp bi de üstüne kakara kikiri fal bakacak halim yok di mi? Fincandan bi hüptürük alınca üstünde kalan şekle bakıp yarım saat benzetmeler yapa yapa gülmedik yani.Yarın bugün el alem ne der ayyyy


Velhasıl bunca bayram emeğine babayı dahil etmemek olmazdı netekim. İşim gücüm var diye realist saçmalıklarla dolu beynini "çocukların boynu bükük bayram günü yazık ayyyyy" ajitasyonları ile tırmıklamadım hayır. Bayram günü ,sonradan onu zorla getirmedim Kumla'ya. Öyle yapsam kızardı ananeler,gelenekler,örfler,adetler. Öyle kızılsa eşim sürpriz yapıp kapıdan içeri girer miydi bir sabah ansızın. Güzel anılar biriktirmezmiydik yani? Hayır hayır ama 70 sene bizi aramayan insanların sırf yaşça  büyükler diye kapılarını çalıp evlerine gitmek var, sokaklarda dere gibi akan kan kokularının arasında çocukları bunun bayram olduğuna ikna etmek var.


Sıcak,trafik,bütçe,aslında kim sizi takıyo ki  sözcükleri beynimizden uzak akraba akraba,eş dost gezdikten sonra iade-i ziyaretler için eve tıkıldık kaldık sonrasında. Üzerimizde bayram kıyafetleri. Bayramın 3. günü havada Eylül varmış, bu yaşanan güzel bi sonbaharmış filan demedik hiç. Bakınız, bayramlıklarımızı giymiş halde çocuklarım ve ben eve tıkılı bekliyoruz ya gelen olursa diye.



Bu hanfendinin adı Osman. Kız olduğunu anlamadan Osman deyivermiştik ona. Hayvanlara dost kendileriyle barışık çocuklar yetiştirmişim. Onu gördüm sevindim bu bayram. Osman ellerimizden öptü, biz de onu besledik.  Kurban bayramında kemikler ve atık etlerle bayram yaptığını anlattı bize. Saygıyla dinledik.



Deniz,mavi,kitap,güneş
Kalanın tamamını unutmak istiyorum bütün kalbimle
Bayram,şimdi bayram gönlüme.



11 Eylül 2014 Perşembe

Benimle Yürür Müsünüz?

Annemler 87'den beri İstanbul'da olmama rağmen alışamadığım tatlara mecbur kalmayayım diye düzenli olarak tereyağ ve ekmek yollarlar bana. Gönderiyi almak için evden Harem'e yürürüm hep. Bu yürüyüş, herkesin içinden geçtiği ama  saygıyla karışık bir özlem hissettiğim bana özel ayrıntıları içerir. Bu kez, oralardan geçerken sizin için fotoğrafladım beni mutlu eden bu ayrıntıları.







Güneşin ,Selimiye'deki temiz kaldırımlara vurmasın severim her zaman. Çıplak ayakla yürüme isteği uyandırır içimde ama yapmadım hiç bugüne kadar.



İşte orada duruyor arkadaşım..ne çok özlemişim onu. Selimiye Camii bahçesindeki asırlık çınarlardan onu seçmiştim yıllar önce. Her yaprağını her dalını sevdiğim,  yapraklarının hışırtısına dallarındaki rüzgarın sesine sevdalandığım, suskun sohbetlerimin ortağı,derdimi anlattığım derdini dinlediğim dostum o benim. İzlemeye doyamadım senelerdir. Bu seferki kavuşma da gözlerimi doldurdu sevinçten.Ona bir isim koymayı denemedim...takma isim yakışmayacak kadar kişilikli bir arkadaş o. Aynı bahçede çocuklarımla tanıştırdığım ve onların da dost edindiği başka asırlık çınarlar var.





Eskiler dökülen yaprak kadar insan ölür derler sonbahar için..İşte geldi sonbahar benzersiz güzelliği ile.Yerdeki yapraklara hayran bakmamak mümkün mü?


Özlemle dokundum koca gövdesine.Avuçlarım bir süre dayalı kaldı .Sakinleştim,huzur buldum.Kulaklığımda Vivaldi'nin Winter'ı, çevremdekilere aldırmadan görüşmeyeli ne var ne yok anlatmaya koyuldum.


Gitmem lazım ama çevresinde dolaştıkça her ayrıntı beni onunla orada kalmaya zorlayacak kadar güzel. Her adımda seni yeniden keşfetmek ne güzel arkadaşım diye fısıldıyorum.Rüzgarı şefkatle dolaşıyor saçlarımın arasında.


Hey koca çınar,asırlık yapılar. Mermer eşik bile eğilmiş yüzlerce yıldır adımların yükünden. Müthiş bir şey o eşikten yüzlerce yıldır adım atanlardan biri olmak.Her geçişimde sevecen izlerim mermer eşiğin kavisinin anlattıklarını.


Gitmeden önce son bir kez dönüp bakıyorum ağacıma. Camii'nin  sizi olduğu gibi kabul eden sessiz huzuruna açılan kapısı (ben insanlarla muhatap olmayıp onları görmezden geldiğim için öyle algılıyorum aslında) siz nasıl görmek isterseniz öyle. Yarısı açık , beni çağırıyor da diyebilirsiniz yarısı kapalı beni istemiyor da diyebilirsiniz.


Çıkışta davetkâr iki yokuş var. Kışın extra eğlenceli bir hal alan bu yokuşlardan ilki Harem yönüne,Selimiye Kışla'sının duvarlarına doğru.


İkinci yokuş ise Çiçekçi tarafına devam edelim mi diye soruyor.Çarşamba günleri bu sokakta pazar kuruluyor.


Harem tarafındaki yokuştan indiğiniz zaman yolun devamında böyle, yolu oradan geçmedikçe kimsenin keşfetmeyeceği minik şirin yapılar ve yollar var. Kendimi özel hissediyorum orayı bilip yolda yürüdüğüm için.Bana ait bir güzergah bu, kendim keşfettim.Kulaklığımda artık Setkaliye var.


Boğazda bir yalı değil elbette ama eminim o balkonundan sarmaşık fışkırmış evin sahibi eviyle gurur duyuyor ve evini çok seviyordur. Neşeli bir ev diye düşündüm, çok hoşuma gitti.


Yol üzerinde gördüğüm bu sokak tabelası karşısında bastım kahkahayı. Hava bükücü Aang ile Su bükücü Katara burada mı oturuyor acaba ? En kısa zamanda çocuklarımla bir yürüyüş düzenleyip şımarık balkonu ve bu tabelayı göstermeliyim.


İşte yine mesajını gönül kapısının açıklığına bırakmış bir camii kapısı. Üsküdar'ın her köşesi tarih. Bu camii kaç yılllık diye baktım..1826!


188 yıllık camiinin önünden saygıyla başımı eğip geçtim.Eşya insandan uzun ömürlü..kimler geçti kapısından kim bilir?Kimi derdine kimi şükrüne şahit etmiştir o kapıdan geçişleri.Zaman...


Şimdilerde Üsküdar'ın her yerinde bu reklam vb leri var. Reklamlar o toplumun gerçek seviyesini ama bunun yanında bir de sömürülen değerini gösterir derdi İletişim Fakültesindeki prof hocam. Misal:bulaşık reklamlarında kadın oynadığı sürece kadın erkek eşit bir toplumda yaşadığınızı sanmayın. Ve bilin ki sömürülen değer kadındır.Bu değerlendirme ışığında bu reklamlara bir kez daha hoşnutsuz bakıyorum.


İşte Harem'e geldim, mis kokulu tereyağını,babamın eli değmiş ekmeğini,annemin bize yaptığı reçelleri aldım. Artık eve dönme zamanı.

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Billur

Kimseyi değiştirmeye çalışmadan resmi seyretmek, olumsuz unsurlar önüne geldiğinde karşındakini örselemek yerine şapkanı alıp gitmek bazen zor da olsa yapılması gereken bu sanırım.

Bu sene yağan karı seveceğim.
Ama bu, yazın sıcak özgürlüğünü ve baharın tazecik doğuşunu,hüzzamın aidiyeti kuvvetlendiren sonlarını özlememe engel olmayacak.

Özlemek, engel olabildiğim bir şey değil henüz.


28 Mart 2014 Cuma

Bahar..ama çok

Bahar çaldı camımı iki tık'la. 

Canı sıkılıyormuş."İstanbul'a gelesim yok vallahi" dedi az sıkkın "herkes bir koşturmaca, herkes yere bakıyor..göğü bezedim başını kaldırıp gören yok." Ayakkabılarımı giyip fırladım evden.Benim de canım sıkkın, yarenlik ederiz birbirimize dedim gönül diliyle. Haytalığı üzerindeydi, 3-5 damla yağmur serpiştirdi üzerime, kaçışan ya da hemen şemsiyesine sarılanları izledik  gittikçe genişleyen bir tebessümle.

Seçim zamanı, o almış bu vermiş o gitmiş bu gelmiş..işsizlik can sıkıcı zaman diliminde;fazla uzamış. Boşverdik azcık. 

-Nen var..dedi

Güldüm yürürken , hiç büyümeyecek bu bahar, hep böyle akıllı ama çocuk mizaçlı bişi kalacak.

-Boşver, bildiğin şeyler.Bugünü zehirliyor ama yarına sirayet etmiyor..dedim.

Rüzgarıyla saçlarımı okşadı sevecen, huzur doldu içim.Tomurcukları filizleri taze yeşil bir bahar dalını okşadım incitmeden usulca.O da gülümsedi.

Konuştuk bir senedir olandan bitenden sorgusuz iki dost sıcaklığıyla. Muzipliğinden hiç bir şey kaybetmemiş, kâh beklenmedik rüzgârlar kâh pat diye açıveren güneşin sıcaklığı..insanlara bakıp o kadar gülüyordu ki dayanamadım ben de gülmeye başladım. 

Dağlara çıkmayı her zamankinden çok istediğimi, artık buna ihtiyaç duyduğumu anlattım.Dinledi dikkatle, anladı suskunca. "Ya denizlere aşkın?" diye sordu... "maviye aşkım biter mi hiç, biri ihtiyaç ve aşk ama diğeri yaşam sebebim" dedim."İlle de mai ille de mai ha " dedi, yine gülüştük.

Sararmış koca bir yaprak düştü önümüze. Minnettarım sonbahara, bitmesi gerekenin olgunluğu olmasa başlamak mümkün olmazdı asla dedi. Saygı ile baktık solup gitmişe,solup gitmişliği ile bile başlatmayı bilene.

Suskun yürüdük 3-5 adım daha.Veda zamanı gelmişti en azından bugünlük ama ayrılmak gelmiyordu içimizden;nasıl sonlandırılacağını da bilemiyorduk bu  suskun uzun ve dopdolu sohbetimizin.

-Sormaya dilim varmıyor ama ne oldu şu senin iş arayışın..var mı bişi  ..dedi pat diye
İrkilip bakakaldım narin siluetine
Sonra ikimizi de alıverdi bir kahkaha tufanı, tekrar görüşmek üzere ayrıldık bin neşeyle

1 Kasım 2013 Cuma

Toprak, güneş ve ben... Bahtiyarım...

Selam :-)

Bugün Selin'i dershaneye bıraktıktan sonra Altunizade'den eve kadar yürüdüm yaklaşık 40 dakika. O kadar özlemişim ki sonbaharın serin dokunuşunun yüzümde ve saçlarımın arasında gezinişini, arınıverdim yaşımdan ve yaşamımdan..sadece anın tadını çıkarttım doyasıya.

Hani tam da Nazım Hikmet'likti ruh halim:

...
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...

Eve geldiğimde çocuklarımın okuldan geldiklerinde mutlu olacakları bir yuva için birşeyler yapmaya çalıştım. Tereyağlı pilavın pişerkenki misss gibi kokusuna et sote eşlik etsin dedim. Her tarafı derledim topladım sonra cama çıkıp gelişlerini beklemeye başladım. Gökyüzü yine griydi ve kış geliyor dercesine erkenden kararıyordu hava. Huzurdu içime çektiğim ; sonbaharı sevdiğimi düşündüm.


Sararmasaydı yapraklar, bitmesi gereken bitmese gelir mi hiç ilkbahar...ilkbaharı sevenin sonbahardan nefret etmesi mümkün mü? Yere düşen her yaprak hüznünü taşırken tüm mağrurluğuyla ardından gelecek tomurcuğa ,yeniden başlamaya,yaşamın devinimine sevinmez mi içten içe?


Serin havayı içime çektim bir kez daha. Dudaklarımda varlığını özlediğim tebessümümün geri gelmesinden doğan keyif çocuklarımın ödevleri ile minik kanatlarını çırparak eve girişleri,her şeyin ama her şeyin ancak hayal edebileceğim kadar sıradan olabilmesinin lüksü..şükrettim tüm gönlümle Allah'a. Şükrettim bana verdiklerine ve çok istediğim halde vermediklerine. Zaman o kadar haklı çıkarttı ki bana verilmeyenin veya benden alınanın benim iyiliğime oluşunu. Sonucunu hemen görmesem de eminim artık şükrün gereğine.

Sonra hiç beklemediğim bir yerden iş teklifi aldım.Sonra sohbetini , tanıdığım bir milyon insanın sohbetine yeğ tuttuğum biriyle uzun zaman üzerine 1 saate yakın sohbet ettim. Saygı ve iyi dilekler sabahın tazecik çiy damlaları misali doldu gönlüme; onu karşıma çıkartan hayatın sevilmeye değerliğini bir kez daha takdir ettim.

Sonra Üsküdar'da sedir ağacının altında içilen kahvenin keyfi bir kez daha girdi aklıma..yinelemeye karar verdim
Sonra ne dağınık ne birbirinden bağımsız parçaların bütünü oluşturduğu bir günü yaşadığımı düşündüm
Sonra, nadiren de olsa hissettiğim "bugün İstanbul güzeldi" duygusu doldu içime
Ve sonra , bu kez de Ümit Yaşar'ın şiirinden mısralar geldi aklıma:

...
istanbul bulut bulut sevdiğim
kimi beyaz mı beyaz
ince, tül gibi
kimi katran misali kara
bulutları da insanlarına benzer istanbulun
inanma sevdiğim, inanma bulutlara

istanbul yağmur yağmur sevdiğim
kah ince ince
kah bardaktan boşanırcasına
hele bir yağmur yağmaya görsün
ölürcesine yaşanır bu şehirde sevdiğim
ve yaşanırcasına ölünür


Camı kapatıp içeri girdim. İstanbul dışarıda, çocuklarım ile yaşamayı sevdiğim hayat içeride kaldı.

8 Ekim 2013 Salı

Her ne kadar İstanbul'da Sonbahar Yaz'ı uğurlayamadan Kış Sonbahar'ı uğurladıysa da Sonbahar'a özgü hüzün havada uçuşmuyor değil.Sürekli değişen havada aniden esen rüzgâr bir anlık eski zamanlara ait hüznü ciğerlerinize çekmenize neden oluyor...ve her Sonbahar olduğu gibi sevdiğim şairlerin  dilime dolanan mısraları yineleniyor

IRMAK BOYU TÜCCARIN KARISI: BİR MEKTUP

Alnımın üzerinde saçım dümdüz kesilirdi daha;
Oynardım sokak kapısının önünde, çiçek dererdim.
Bambu sırıklarına binmiş gelirdin, atlılar gibi,
Dört dönerdin yöremde, mürdüm erikleriyle oynardın.
Chokan köyünde yaşayıp gidiyorduk işte:
İki küçük çocuktuk, sevgiden gayrısını bilmeyen.

Ön dördünde vardım sana, efendim benim.
Gülemezdim karşında, sıkılgandım çünkü.
Başımı eğer, duvara çevirirdim yüzümü.
Kırk kere de çağırsan, gözüm yerden kalkmazdı.

On beşimde yüzümü çatmadım artık
Ayağının bastığı toprak olayım istedim,
Dünyalar durdukça durdukları yerde...
Daha yukarılarda mı olacaktı gözüm?

On altıma bastım, sen gittin.
Anafor kaynattığı sulardan, Ku-to-yen'e
Beş ay oldu ayrılalı
Dallarda maymunlar üzünç içinde.
Ayağını sürüyordun gittiğinde.
Kapının önü yosun şimdi, bir sürü yosunlar vazr,
Yolunmayacak kadar kökleri derinlerde.
Yapraklar erkenden dökülüyor bu güz estikçe rüzgâr
Çiftleşen kelebekler ağustosta sarardı daha,
Batı bahçesindeki otların üzerinde,
Dokunuyor bana bunlar.Yaşlanıyorum.
Kiank ırmağının dar geçitlerinden inmekteysen şimdi,
Bana haber ver, bileyim de önceden
Karşılayayım beni
Cho-fu-sa'ya kadar çıkıp.

Ezra POUND