Uyku etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uyku etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Kasım 2020 Çarşamba

Bir Koca Derin,Taze,Lazımlı Nefes




Öyle çok öyle çok acı haber aldım ve yüreğim öyle çok öyle çok ezildi ki acıyı yaşayanların acısıyla, bir gece uyandım ve nefes alamadığımı fark ettim.


Unuttuğumu sandığım ne kadar canımı yakan anı ve isim varsa hepsi yatak odamda karşımda duruyorlardı karanlığın içinde.


Ağlamak aklımdan bile geçmedi. Gözlerim yüreğim kavruluyor, hem geçmişin hem bugünün "sevdiklerim" başlığı altındaki her şeyine uzanıp dokunmak ve korumak isteği benliğimi sağlıksız şekilde sarıyordu. 


İyi değildim.


Bundan sonrasında hepimizi yaralayan ya da sarsan gelişmelerin benim hayatımdaki detaylı yansımasından bahsedecek değilim.


Bunu , yeterince yapıyor herkes ve basın.




Koruyucu meleğim ortaya çıktı ve kocaman mavi kanatları ile beni sarmaladı. Yani içimdeki yaşama sevinci , içimdeki çocuk, mutluluğu bilen ve saygıyla koruyan yanım..artık ne derseniz deyin adına o  koruyucu melek benim için. Mucize beklemenin manası yok, mucize zaten biziz.


İçine sürüklendiğim bu sarmaldan silkinerek çıktım. Haberleri ne sosyal medyadan ne ana medyadan ana başlıklar ve onların da bazıları şeklinde ayıklamadan izlememeye başladım ve Tanrı'dan mutluluk diledim.


Sonra farkına varmadığımı fark ettim. Dünyada hala güzel şeyler de olmaya devam ediyordu ve olmuş olan güzellikleri de unutmaya yeminli gibi göz ardı etmiştim.


Ayda su bulunmuştu..normalde yeryerinden oynamalıydı .

Ve aşk halen hükmünü sürüyordu her şeyin üzerinde.

Severken arka planda endişeleri tutmayı, bir nevi dondurmayı pul bibere batırıp yemeyi öğretti  son yıllar bize. Artık hani neredeyse sevmiyorum teknolojiyi deme noktasına geldik: hayatıma getirdikleri götürdüklerinin yanında ne ki? 

Sonra da aklıma o film, o şarkı ve her seferinde oturduğum yerden fırlamama sebep olan çıkışları ile o çılgın gösteri geldi.

Hiç tereddüt etmeden açtım izledim.

Bu aralar günde bir kaç kez açıp izliyorum bunu ve sevdiğim başka  müzikal alıntıları.

Bu dünyadan güzel insanlar geldi geçti.




Elbirliği ile dünyayı yücelttiler.

Güzel şeyler yaptılar ve bizlere güzel şeyler bıraktılar.




Gökdelenin tepesinden atlayıp yanında bombalar patladıktan sonra saçının tek teli bile dağılmadan inen saçma kahramanlar yerine


hayvanlarla da dost olabilen, gözlerindeki anlamın derinliğinde kaybolup  ön dişlerinin ayrık olduğunu göremediğiniz gerçek kahramanlar vardı. Reklam ve algı ile değil emek ve yetenek ile öne çıkmış "sanatçılar" ...




Chaim Topol'a en derin saygılarımla :-)

Teknoloji gelişmemiş ama film kareleri, senkronizasyon, şarkı ile hareketlerin kusursuz uyumu, müziğin rengi saklıydı izlediklerimizde.

Lütfen 5 dakikanızı ayırın ve siz de gülümsemeyi hatırlayın.

Müdahil olup düzeltemeyeceğiniz şeyler için endişelenmek yerine..gülümseyin. Ayrıntılar için bir daha izleyin, daha çok gülümsemek için bir daha bir  daha



Zengin bir adam olasaydım

Yüce Allahım, bir çok fakir insan yarattın
Tabi fakir olmanın utanç verici bişey olmadığını biliyorum
Ama gurur duyulacak bir şey de değil
Yani, ufak bir servetim olsa ne olurdu
 
Zengin bir adam olsaydım
ya yeah yaba daba du ha ha ya ye
Gün boyunca mala vururdum
Eğer varlıklı bir adam olsaydım
Çalışmam gerekmezdi
ya yeah yaba daba du ha ha ya ye
Eğer zengin olsaydım
ya yeah yaba daba du ha ha ya ye adamım
 
Büyük evler inşa ederdim 1 düzine odası olan
Şehirin tam ortasına
Güzel bir tavan ve yerde de tahta döşeme
Yukarı doğru çıkan uzun bir merdiven olurdu
Ve aşağı doğru gelen ondan da uzun bir merdiven
Ve bir tanede göstermelik öyle duran
 
Bahçemi tavuklar, hindiler, kazlar ve ördeklerle doldururdum
Şehirdekiler görsün ve seslerinin duysun diye
Çıyaklayabildikleri kadar çiyaklatırdım
Hepsi kendine özgü sesleri çıkarırdı
Kulağında sanki bir davul vuruyormuş gibi gelirdi sesler
Sanki şöyle söylettirirdi "burada bir zengin (piçi) yaşıyor
 
Zengin bir adam olsaydım
ya yeah yaba daba du ha ha ya ye
Gün boyunca mala vururdum
Eğer varlıklı bir adam olsaydım
Çalışmam gerekmezdi
ya yeah yaba daba du ha ha ya ye
Eğer zengin olsaydım
ya yeah yaba daba du ha ha ya ye adamım
 
Avradı görürdüm, benim hatunu, zengin bir adamın karısı gibi görünürdü
Düzgün bir çift çeneyle
Yaptığı yemekleri denetlerdim, kalbinin tadına varmak için
Onun tavus kuşu gibi kanatlarını açtığını görürüdüm
Vay, nasılda iyi bir ruh hali içinde
Hizmetçilere sabah akşam bağırırken
 
Şehirdeki en önemli adamlar bana gelir köpeklenirdi önümde
Onlara tavsiye vermemi isterlerdi
Solomon the Wise gibi
Eğer lütfen, reb tevye
pardon bakarmısın reb tevye
Duruş problemi, yahudi bi din adamının gözüne ilişecek
 
Ve yanlış ya da doğru cevaplamam çokta önemli olmaycaktı
Eğer zenginsen söylediklerinin doğru sanarlar
 
Eğer zengin olsaydım yoksun olmaya zamanım olurdu
sinagogta oturup dua etmeye
Ve belki doğu duvarında oturmaya
Ve ilahi kitaplar hakkında öğrenmiş adamlarla tartışırdım birkaç saat
ve bu en tatlı şey olurdu
 
Zengin bir adam olsaydım
ya yeah yaba daba du ha ha ya ye
Gün boyunca mala vururdum
Eğer varlıklı bir adam olsaydım
Çalışmam gerekmezdi
ya yeah yaba daba du ha ha ya ye
 
Rabbim, kaplanları ve koyunları kim yarattı
Sen karar verdin ben neysem o olmalıyım
Bu sonsuz planını bozar mı?
Eğer zengin bir adam olsam


If I Were a Rich Man


If I were a rich man,
Yubby dibby dibby dibby dibby dibby dibby dum.
All day long I'd biddy biddy bum.
If I were a wealthy man.
I wouldn't have to work hard.
Ya ha deedle deedle, bubba bubba deedle deedle dum.
If I were a biddy biddy rich,
Idle-diddle-daidle-daidle man.
I'd build a big tall house with rooms by the dozen,
Right in the middle of the town.
A fine tin roof with real wooden floors below.
There would be one long staircase just going up,
And one even longer coming down,
And one more leading nowhere, just for show.
I'd fill my yard with chicks and turkeys and geese and ducks
For the town to see and hear.
(Insert)Squawking just as noisily as they can. (End Insert)
With each loud "cheep" "swaqwk" "honk" "quack"
Would land like a trumpet on the ear,
As




27 Eylül 2015 Pazar

Siz Küçükken Kaç Yaşındaydınız?

Korkudan baskın tek duygu umutmuş.

Korku ve öfke anında kontrol zayıflayınca ortaya çıkanlar komik oluyor çoğu zaman. Ne İstanbul Türkçesi ile şakıyan beylerin korku /öfke anında sinkaflı küfürleri ya da lehçeli nidalarına şahit olmuşumdur.

Ya da neredeyse 30 senedir İstanbul'da yaşayan bendeniz kızınca gayet içten bir "yapma da!" ile çığlığı basar, samimi öfke anımda "afkur afkur" diye söylenir,beni çılgına çeviren birine o an rahatlıkla "anderin gaybanası" diye sayıp söverim. O anlarda Amerikan filmlerinin "oh ! lanet olsun!"ları yer almaz dimağlarımızda.

Akşam İstanbul'da gök delindi yere indi. Nasıl bir gökgürültüsü nasıl bir şimşek nasıl bir sağanak yağmur..yok böyle bişi.


Jane Austen'in İKNA romanına dalmış hayli geç yatmıştım. Yerimden kalkasım yok ama kulağım çocuklarda. En sonunda içeriden Nehir'in , yani küçük kızımın titrek sesi yükseldi. 

-"Babaa..babaaaa"

Eşim yerinden fırladı hemen yanına gitti,Nehir kucaklanarak annesinin sıcacık kollarına getirildi. Eh, Selin'in nesi eksik?O da yarı uykulu geldi yattı yanımıza.



Korkan çocuk , üzülen çocuk "anne" diye ağlamaz mı?
Ne yapsam ne etsem Nehir'in aşkı ve önceliği baba işte. Sağlam çakan bir şimşeğin aydınlığında bunu görmüş olduk.



Kıskandım mı sandınız?
Az bile sanmışsınız.
Öldüm kıskançlıktan..ama küçükken "anne" diye değil " baba" diye ağlayan bir kız çocuğu olduğumu hatırladığım sürece ağzımı açmaya hakkım yok biliyorum.

Selin anladı derdimi. Uykusunun içinde gülümsedi , uzandı elimi tuttu.


Nehir son gökgürültüsü ile burnunu sineme gömdü.

"Ne sarsuk bulutlar bunlar..koca gökyüzünde yer bulamayıp çarpılır mı birbirine yahu..bunlar sizden de sakar" diye fısıldadım onlara. Kasılmış omuzlar gevşedi.Bir iki mahmur kıkırdama çıktı ağızlarından.

Onlar uyudu.

Ben yağmuru,babamı ve çocukluğumu düşündüm sabah olana değin.







28 Temmuz 2015 Salı

Geveze

Kafamın içinde benden bir tane daha var, Allah'ım nasıl geveze bişi:asla susmuyor.
Sabah uyandığınızda yani gözünüzü açtığınızda süregelen bir diyaloğun ortasında olduğunuz oluyor mu sizin de? Benim kafamın içindeki GEVEZE bir de hemen her sabah müzik eşliğinde baskın sürdürüyor sohbetini.

Dün sabah uyandığımda Amelie 'nin müziği çalıyordu kafama.GEVEZE ise gecenin kimbilir saat kaçında başlattığı sohbetinde, bu müziğin neden Nehir'in okulunda teneffüs zili sesi olarak seçildiğini, kimi okullarda ise Hababam Sınıfının müziğinin kullanıldığını, yetişkinlerin kendi çağrışımları ile sevecen sandıkları  bu seçimleri çocukların onayına sunsalar kaçında "evet" sonucunu çıkacağını çok merak ettiğini filan anlatıyordu.



"Bi sus" dedim içimden. GEVEZE'nin sesi sabah koşturmacaları ve hatırlamama gerekenler arasına karıştı gitti kısa zamanda. Kocaman harflerle yazdığım"Ayyy unuttum"lar "bunu unutmiiim"lerle el ele ilerledi zamanın silgisine doğru.

Bu sabah Dr Jivago çalıyordu ; kimbilir hangi özlenmişliklerin deminde idim rüyamda-uykumda. Balkonda solmakta olan çiçeklerimle ilgili hararetli bir tartışmaya girmiş olmalıyım GEVEZE ile. Öyle ki uyanır uyanmaz yüzümü bile yıkamadan balkonda buldum kendimi.Klasik olarak "neden geldim" diye sordum kendime ama alışkanlıklarımdan biliyordum ki etrafa bakınıp beklersem hatırlayabileceğim bir dip notu vardı GEVEZE'nin. Ne giysem,ne yesem,Nehir'e not yazayım bugün günlüğüne yazmayı unutmasın'ların gittikçe yükselen sesi arasında son bir seslendi GEVEZE: "renklerrrrrrrrr" Etrafa bakındım,düşündüm , az durdum ve saksılarda solmakta olan gülleri, çiçeklerimi gördüm. Kaç gündür bu dayanılmaz yaz sıcağında onlara daha fazla ilgi göstermem gerektiğini düşünüp solan renklerin üzüntüsü ile yorgun yatıyordum. Sabah çiçeklerimi temizledim, suladım coşkun akan sular ile.

Bazen de uyuzluğu tutuyor, tüm gün içimden yinelediğim saçma salak sözcük dizilerini tekrarlıyor GEVEZE. "Asimilasyon" diyorum mesela durmaksızın. Ya da "kakafoni, fiber optik,endopazmik retikulum" sözcüklerini kurtulmak isteyip kurtulamadığım bir yineleme ile tekrarlayıp duruyorum.

Kurtulmak mümkün mü çocukluğumun bu çılgın GEVEZE'sinden hiç bilmiyorum. Kurtulmayı ister miyim...hayır. Bazen yalnızlığın öyle dibine vuruyorum ki ondan başka kimim var diye düşünmeden edemiyorum.

Tekrar çalışmaya başlayınca hayat düzeni değişti, gelip yazamayışım ondandı ama özlem bende baki kaldı. Bloglara bakmak herkes ne alemde öğrenmek için sabırsızlanıyorum ama işleri bir düzene koyana kadar gönlümün istediğince yapamayabilirim bunu.

Bir buçuk ay öncesine göre her şey çok daha güzel.
Sizlerle paylaşmak için sabırsızlandığım bir çok güzel şey de var

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Kibritçi Kız, En Sevmediğim Masaldı Her Zaman

Merhaba,
Bi de özür dilerim..

Gülümseyerek yazıyorum şimdi ,ne zamandır görmediğim sevdiğim insanlara kavuşmuş olmanın hazzı ile.


Kaç kere açtımsa bloğu seyrettim klavyeyi sahilde oturup denizi seyreder gibi.
Sizinle olmayı özledim, size anlatmayı sizi dinlemeyi özledim ama sanırım gecenin en koyusunda,şafağın hemen berisindeyim.

Somut sorunların soyut söylemlerle derman bulmadığı demdeyim.




















Otomatik pilotta uçuyorum. Her şey yolunda. Kızlarım gezilere gittiler:Selin'i okul yolladı 10 gün Kanarya Adaları'na gitti, Nehir Ihlara Vadisi'ne gitti (orada kaybolmayı becerdi) sonra gözyaşlarını tutamadığı Anıtkabir'e gitti geldi.Son sınav haftası başladı.12'sinde Selin'in okulunda mezuniyet balosu var.Selin Mezun olmuyor ama okulun ilk mezuniyet balosu ve katılmak istiyor. Benim de gitmem gerekiyor...ama gece elbisem yok, bulmam gerekiyor :-p ve o gün Nehir'in Cambridge sınavı var benim götürmem gerekiyor filan falan .....falan filan.

Babam kaza geçirdi..zaten o yetti benim  tüm akışı otomatik pilota teslimime.Uyudum kaç günlerce kimi gözüm kapalı kimi gözüm açık.


Her şey yolunda : bir yudum suyum kalmadı ama çölde koşturmaya ve bir vaha bulana kadar durmamaya and içmişim gibi bir haldeyim işte

Sevmiyorum bu haldeyken kelimeleri özgür bırakamayışımı, anlatmayışımı, kendimin bile aşamadığı duvarları set çekip "asıl ben içerideyken", "olması gereken ben"in tüm diğer "ben"ler adına herkes için her şey yolunda olan bir dünyada var olmasını.

Merak edilmeyi ,zor bulunan bir lüks olarak görüp arsız veletler gibi seviyorum. 
Gelmek istesem de ..bazen gelemiyorum.

Anlatacağım..uzun uzun.E kadın bi sus dedirtene kadar hatta :)

Meraklanıp "neredesin" diye soran tüm gönül dostlarına okyanuslar dolusu mai mai teşekkür ediyorum.


Ne isterdim biliyor musunuz?
Hani herkesin iyiliğini, sağlığını, memleketimin kurtuluşunu istemekten başka.

Endişe etmeden , gönül teli titremeden şu en sevdiklerimden olan müziği dinleyebilmek...Pek darlandım bugünlerde gerçekten.


4 Aralık 2013 Çarşamba

Anlamak...

Babamı , uykumdan ve bildiğim bir çok şeyden fazla seviyordum. O yüzden, gün henüz ağarmamışken yanağıma konan minik öpücük ve öpenin babam olduğunun kesin kanıtı olan bıyıkların batışını söylenmeden karşıladım. Gülümseyerek baktı ve açıklamak yerine fısıldadı "haydi".

Kalktım elimi yüzümü yıkadım  , çabucak üzerimi giyindim ve ardından yola çıktım. Arabaya bindiğimizde motoru çalıştırdı ve kendine özgü müstehzi tebessümü ile neşeli bir türkü mırıldanmaya başladı. Güne onunla başlamaya bayılıyordum. Babam, asla diğer babalar ya da diğer yetişkinler gibi değildi. Küçücükken de dediğim gibi "Tarzan'dan bile daha yakışıklı"ydı.Ortaokul ya da lise başlangıç çağlarında olmalıyım. Aldı beni Sotka'daki kahveye götürdü.Annemin yaptığı kurabiyelerden almış yanına, çöplüsünden çay söyledi. Kahvaltı etmeye başladık. Kahveye kız çocuğu mu getirilirmiş, sabahın köründe baba kız kurabiye ve çay ile kahvaltı mı yaparmış sokaklarda...yaptığı şeyden emin ve tereddütsüz olanların huzuru ile dünyanın o kısmına sırtını dönmüş çayını içiyordu.Ben ise kendimi ayrıcalıklı hissediyor ve onun kendine özgü sert kokusunu ciğerime depolamaya uğraşıyordum. Neydi konuştuğumuz konular, sohbetin ardıarkası kesilmeyen akışında tartışılan neydi hatırlamak zor. Ama net olarak hatırladığım şu ki, konu insanlar değildi. Babam insanları değil olayları tartışmayı severdi, çok da hazzetmezdi kişi yorumlamaktan.O bir  bilgi ve tabiat insanı oldu her zaman...

Sonra balığa çıktık.Gün,denizde iken kucakladı bizi.Deniz çarşaf gibi bir mavi..gök kusursuz ve lekesiz bir mavi ..Trabzon sahilinden gittikçe uzaklaşıyorduk.Adı -tanımı olmayan bir duygu sardı benliğimi.Tüm "önemli"ler, tüm "peşinden koşulanlar yalandı. Tanrı, içimizdeydi. Dünyadaki tek renk maiydi.Sevgi,sorgulanmayandı.

ÇOCUKLARIM DA BABAMIN ŞEFKATİNDEN VE MAİNİN KUCAKLAMASINDAN NASİPLERİNİ ALDILAR HER ZAMAN
Teferruatlar sadece gerçeğin güzelliğini kirletiyor..Kıyı hepten görünmez olduğunda bir fark ettim ki ben maide bir noktayım...adım yok sanım yok ne geçmişim ne geleceğim evrene ait bir noktayım ama nasıl güzel nasıl huzurlu nasıl gönlü doymuş bu güzelliğe özlemle ömrünce hasret çekecek olan bir noktayım. 

O, tüm kanalların tertemiz dolduğu, tüm benliğimin şarj olduğu sabah duyduğum tek ses denizin kayığa çarptığında çıkarttığı nazlı çırpıntı ve babamın ara ara kendi kendine mırıldandığı o şarkı... "ne yeşili ne siyahı gözümde hep gözlerin var..."

Şimdi ne zaman kirlendiğini görsem yaşam sahillerinin ve ne zaman aldığım nefes yetmiyor olsa aklıma o sabah gelir. Yalanla,iftira ile can yakanlar, beni yendiğine inananlar Allah'ın lütfettiği o sabah esintisinde hükmen yenik gelirler...kendi yalanlarında debelenmelerini izler, körlüklerine hayret ederim o insanların. Yalan, beni kendine çekip  ağdalı bulanıklığında yitirmeden gerçeklerin arı çizgilerine teslim olur..huzur bulurum.

Zaman olur kuş gibi

Birgün hazan,birgün bahar


Aşkı sizde öğrenmiştim


Vermediniz yalan yıllar....






19 Ekim 2013 Cumartesi

Zaman bölü zaman...

İstanbul
Saat sabaha karşı 4
Gece karanlık
Aydınlığa,çocuk seslerine,kuşların uyanışlarına ve yalnızlığın özgür suskunluğunun bitişine az kaldı.
Mavi, neredeyse gelecek...

Uyku..heyhat yine uğramadı sokağıma
Düşler uykusuzlukla yoğruldu, düşler sahibine ulaşamadan uyuyakaldı...

En fazla ne kadar öncesini hatırlayabilir insan?
Annemin beni ayaklarında sallayıp ninni söylediğini hatırlayabiliyorum en geride
Gülümseyerek söylediği ninni bittiğinde uyumamak ve onu biraz daha dinleyebilmek için verdiğim mücadeleyi kazanmış olmanın sevinci ama uykuya duyduğum ihtiyacın verdiği yorgunlukla başımı kaldırıp içleri pırıl pırıl sevgiyle aydınlanmış gözlerine bakar ve çocuklara has netlikle "bi daha" derdim. Annem güler, ayaklarımı sıkar hafifçe ve nazlanmadan, sıkılmadan yavrusuna seslenişini sürdürürdü ninnisiyle.

Belki minicik bir çocukla olmanın, onun ileride bu anları hatırlamayacağını düşünmenin, onun farkındalığının olmadığını düşünmenin verdiği bir inançla yüzünün aldığı hali, tavırlarını hatırlıyorum. Saf, yoğun, katışıksız sevgi; sevdiğiyle başbaşa kalmış ama bir odada yalnızmışcasına perdesiz, korunaksız, olduğu gibi!

Bana baktığında hep gülümsemesini severdim. Onu seyrederdim. Bana kıyamamasını , uyandığında dalgın bakışlarında "bizim için" yapacaklarını sıralamasını , giyinirken-yemek yerken-komşuları ile sohbet ederken hayatın tüm akışı içinde bana ait alan ayırışını ve bu bütünleşmenin diğer insanlarca görülememesindeki sihri severdim. Beni , tüm dünyaya tercih etmesini severdim.. çocuk kalbinin sonsuzluğunun tamamı ile ben de onu severdim.

Şimdi ondan 1150 km uzakta İstanbul'un sesleri içinde şafağı beklerken annemi yanıbaşındaymışım ve uykusunda izleyebiliyormuşum kadar canlı gözümün önüne getirebiliyorum. Seneler saçındaki beyazlıkları,daha çabuk yorulan bedeni getirmiş olsa da eli yanağında uyuyuşunun ardından uyandığında yine dalgın gözlerinde "bizim için" yapabilecekleri sıraladığını biliyorum.


Özlem, kavuşma ümidi oldukça insanı olgunlaştıran,pekiştiren bir duygu. Canı yansa da "özleyebileceğim biri var" demenin lüksünü yadsıyamıyor yürek.

Özlenebilecek biri olabilmek için de sadece bugünü yaşamaktan olabildiğince uzaklaşabilmeyi hatırlamak gerektiğini görüyor. Sadece yaşanılan an için yaşanmışları ve yaşanacakları bir kalemde silip atan insan kendisini ne kadar şiddetle yok ettiğini görebilse nefsine ve zamana hakimiyeti biraz daha artardı belki de.