aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aşk etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Kasım 2016 Çarşamba

Kayıp İlanları


En çok gülüşünü kaybedenlere acımak lazım belki.
Kıvırcık saçlı olup gülüşünü çocukluğunda bırakan evli barklı müdür adamlara mesela..biraz kızmak biraz acımak.
Yok yok, kimseye laf attığım yok. 
Azcık sinir olmuşsam demek vurdumduymazlığına insanların
Çocukluğunda tadından yenmezken büyüdüğünde "evlibarklısuratsızgillerdenadam "olanların.


Hala dik tuttuğu kuyruğuna çan bağlamışlar  ama haberi olmamışlar var bi de.
Çocukken siyah çerçeveli gözlüklerinin ardında gözlerinin gülüşünü sevdiğiniz can dostlar.
Çocukluğunu gelecek endişesiyle yoğurduğu kalbini şekillendirirken çamura düşürüp toza bulamışlar.
Ama hala eskisi gibiyim değişmedim ayağında olup hanım boyunduruklu bitmek tükenmek bilmez vefa ödeyenler.
Tanımadım hiç öyle birini
Tanısam, çocukluk günlerinin hatırına yer yutarım karısının  kabalıklarını, kendisinin varım zannediş çırpınmalarını.
Ama öküz oturur içime
O başka

İlk gençlik yıllarının  herkese aşık olanları vardır bi de. Ne Harran Ovası kılıklı yürektir onlarınkisi. Herkesi alır içine, herkese verir kendinden hem de hiç eksilmeden.
Sonradan kimyasal katılırsa toprağına verim düşer, çoraklaşır.
Yanlış evlilik yapar, apışır kalır.
Hala gülümser gülümseyeceğine yemin etmişcesine ama karşılık verilmesi mümkün değildir öyle acı bir gülüşe.
Kendi dünya güzeli gibi sürekli kusur gördüğü şeylerden dem vurur olur zamanla.
Kıyamazsınız bu canı yanmış odunu bir kere de siz kırmaya
İyi ki öyle arkadaşlarım yok.
Acısını acım bilir, kırmızı gonca gülleri öksüz bırakan acemi çapkın için ağlardım sonra.


Hele aşkından hastalıklara tutulmuş olanlar var ya o ilk gençlik yıllarında. Alırlar sevdikleri kızı sonra boşar bi daha alırlar sonra bi daha boşar bi daha alırlar. Gemi iskeleye çarpa çarpa kendini de harap eder iskeleyi de viraneye çevirir. Bi bakarsınız ne çocukluk ne gençlik kalmamış eskiden yumuşacık olan sesinde nefesinde. Çelik dişleri olan har har har  her şeyi direkt söylemeyi medeniyet sayan bir yönetici amca olmuş çıkmış.Evrim mi devrim mi  bu her neyse "nalet" olsun der, topuklar gidersiniz. Onun ardında bıraktıkları ile sizin ardınızda bıraktıklarınız eski kartposttalar kadar yumuşak çizgili sevecen bir çocukluktur ama ağzınıza almaya cesaret bile edemezsiniz.

Şükür hayatımda öyle birileri , akrabam da olsa yok.
İsmail Abi gibi "o gemi bir gün gelecek" diye boş ufuklara el sallaya sallaya dururdum yoksa limanlarında.


Hiç erkek evlat istemedim ömrümde. 
Oğulların evlenmesi aileye  gelin getirmiyor
Oğlan gidiveriyor  çok istisnalar hariç  görüp gördüğümce




25 Ekim 2016 Salı

Kumarbaz- Dostyoveski


D&R'ın klasiklerde indirim zamanını kaçırmamaya çalışıyorum. Köy Enstitüleri ile ilgili bir etkinlik düzenleyip Hasan Ali Yücel hakkında derin bilgi edineli de adını her gördüğümde gözlerime dolan yaşları engelleyemiyorum. Dolayısı ile bir süredir kitap alacaksam Hasan Ali Yücel serisinden almaya çalışıyorum ve D&R indiriminden kitap aldığımda da en son  Dostyoveski'nin Kumarbaz'ını aldım.

Anna Dostyoveski


Kitap ile ilgili bir çok şeyi merak ettim ve (merak benim en iyi huyum sanırım)  kitabın sadece 25 günde yazıldığını  öğrenince de gözlerim yerinden fırladı. Suç ve Ceza'dan sonra yayınevi ile olan anlaşmasına sadık kalmak zorunda olan yazar stenograf Anna Grigoryevna'yı tutup 25 günde romanı teslim etmiş sonra da bu hanımla evlenmiş. Kumarbaz'ı yazan gerçek bir kumarbazmış diye düşündüm. Şaka bir yana  burada anlattığı ciddi ölçüde kendisinden esinlenmelermiş.

Kitap akıcı. İçinde yer alan bazı deyim ve atasözleri ("sofraya domuzu davet edersen toynaklarını masaya koymasına hazır olmalısın" vb) bizim kullandıklarımızla benzeşiyor. 

Hayatta şansın inanmakla ciddi ölçüde bağlantılı olduğu, insanın bile bile hatada ısrar edebilecek kadar zayıf iradeli bir canlı olduğu, dünyanın en tutkulu hislerinden olan aşkı bile yok sayacak kadar kumara tutulabilmenin kumarı gerçekten bir hastalık sınıfına sokmak konusunda ikna etmeye yeterliolduğunu düşündürdü bana.

  • Bir Fransız'ın nezaketi nadiren içten olur. Bu kibarlık halleri hep iğreti ve çıkar icabıdır. Birazcık harikulade, orijinal veya sıradışı olma gereği duysa, klasik, bayağı geleneklerine dayanan o en aptal ve yapmacık haline bürünür.

  • Gerçek bir centilmen bütün servetini kaybetse dahi bozuntuya vermemelidir. Asaletin yanında paranın lafı bile olmaz.

  • Bizim gibi basit ve ölümlü insanlar en nihayetinde kaybediyordu.

  • İki tür kumar vardır: Centilmen kumarıyla, ayaktakımının kaba, hırs dolu kumarı. Buradaki fark keskin bir çizgiyle belirlenir ve...aslında ne iğrençtir o fark!


10 Eylül 2016 Cumartesi

Sır

Sır tutmayı iyi bilirim.
Hatta, çok zaman tepki alacak kadar sırdaşımdır. Biliyordun söylemedin'lerle çok dost kaybettim.
Ama sır,kutsaldır.
Kimi zaman bedeli ağırdır.
Kimi zaman yükü,bedelinden ağırdır.

Gerçek hayat öykülerinden bir kesit var sırada yine
İsimler değişmiş,öykü gerçek.

 

  Karı - koca ikisi de arkadaşımdı. Diğer çiftte ise hanım yakın arkadaşım,eşi ise hanımından dolayı tanıdığım ve sohbet ettiğim herhangi biri. Hani nitelik zengini ve coşkuyla dost olmaya çalışacağınız türden biri değil. Varlığı zararsız, sohbeti su gibi berrak ve nötr..belirgin bir tadı olmayan.

İlk çift Ayşe ile Ali olsun.
Hanımı arkadaşım olan çift Banu ile Yavuz olsun.

Ayşe ile Ali büyük bir aşkla evlenmişler. Ben, o zaman tanımazdım onları sonradan tanıdım. Tanıştığımızda da sıradan sayılacak bir çift değildiler. Kavgaları şiddetli,barışmaları UNESCO ödülüne layık olurdu. Gezmeyi çok seven, bir paket sucuk alsalar 7 düvel dostlarını davet edip bunu şölene çeviren kişilerdi. İnsan severdi onları tüm beceriksizlikleri ya da saçma aile kuralları,dengesizlikleri ile. Bir gittiğinizde elinde Kur'an gözyaşları içinde okurken diğer gittiğinizde balkonda bira şişeleri arasında kahkahalar atarken bulmanız olası idi. Severdim birliklte yaptığımız her şeyi. Kocası ile birbirimizin omuzuna gülmekten gözlerimizden yaş gelmiş halde yığıldığımızda Ayşe'nin kıskanma olasılığından ürkmez hatta aklıma bile getirmezdim. Ya da Ayşe ile saatlerce fısır fısır bir köeşede konuştuğumuzda "açım lan bırakın dedikoduyu nedir saatlerdir oradasınız" diye bağrınan Ali'ye aldırmazdım. Keyifli anlardı her zaman yaşantıya kattıklarımız.

Henüz sırlar yoktu.


 

Banu gençlik yıllarında çabuk bir karar ile Yavuz'u almıştı nikahına. Yavuz, biriktirdiği idealleri idi onun. Yavuz ağır abiydi. Yavuz , belli bir siyasi camiada adı geçendi. Yavuz gülerken bile saygı ile dizlerinizi birleştirip dik otururdunuz.Yavuz riskli cümleler kurmazdı. Yavuz hep doğru yerde doğru şeyi yapar, içinizden ettiğiniz küfrü bile duyar gibi yüzünüze sakin-ifadesiz bakardı.Banu deliydi. Sevişmesi bile çığlık kıyamet bir kadındı. ..duyardınız yani :-) Yüzünde daima bir gülümseme olur, her an gülmeye hazır ifadesi ile sizi dinlerdi.

Çok gülenin derdi çoktur aslında derler.
Doğrudur.

Banu ve Ali, firmalarının dönemlik bir iş  anlaşmasında tanıştılar. Ortak tanıdıkları yani ben çok sevindim çok güldüm bu işe. Ayşe derhal olaya dahil edildi. Banu-Ayşe-Ali-ben okey masalarından kalkmaz olmuşken Yavuz da kısa süre içinde tüm duru doğruları ile -siyasi çizgileri çok uyuşmasa da" bu büyülü akışa dahil oldu.

İş bitti, muhabbet devam etti.

Henüz kimsede çocuk yoktu. Sabahlamalar, 51 partileri, patates kızartmasına tavla turnuvaları bizim işimizdi. Ayşe dik,herkese meydan okuyan ve genelde de (hele tavlada) kazananken Banu onu hayretten kocaman açılmış gözlerle izleyen, erken evliliğinde Yavuz'un ağır suskunlukları altında nasıl şekillendiğini gören-fark eden oldu. Banu, kısır-çay-iki dilim kek tabakları hazırlayıp servis eden ve kimseye mahal vermeden kendisiyle dalga geçen, Ayşe ise dekoltesinden taşmış memelerini hoplata hoplata taklitler yapıp her zamanki gibi kendi kurallarının  dikliğinde ortama renk katandı. Ali, yoğun iş temposu sonrası bazen stresli ve kavgacı, Yavuz gerektiği gibi davranıp gerektiği gibi susan...

Ne zaman fark ettim, ne zaman başladı bu sır hatırlayamıyorum. Banu'nun iri ela gözlerinde hüznün koyu gölgesinde bir fısıltı oldu ilkin. Başka bakıyordu. Belki, Ayşe'nin Banu'ya her zamanki teklifsiz takılmalarının birinde hep aynı haki renkli blüzu giymesinden dolayı yaptığı  şakalar ve ikisinin kahkahaları ile ayıldım önce. Fark etmemiştim Banu'nun hep aynı haki bluzu giydiğini, dikkat ettim o dakika. Neden diye düşündüm bilmezliğin tüm masumiyetliyle.  Sonra, bu tür takılmaları devam ettiren Ali'nin bariz bir şekilde televizyonla ilgilenip onları duymazdan gelişi. Yavuz'un hafif çatılan kaşları ( o da benim gibi o an fark etmişti haki renk bluza verilen kutsanmışlığı).

                               

Sonrasında ahmakıslatan kıvamındaydı belirtiler. Varlığını farkındaydım ama önemsemiyordum,emin olamıyordum. Sizin kalbinizde-aklınızda olmayan şeyi algılamıyor beyin belki ,hani öncelik vermiyor görse de. Ama bir an geliyor...görüyorsunuz .

Banu açıldı bana önce. Temkinli. Azar azar. Tepkimi yoklaya yoklaya. Korka korka ama artık içinden taşanı besbelli ki tutamaya tutamaya..

                       

Yavuz ile evlenmesinin hata olduğundan bahsetti. Onu yine de çok sevdiğini,elbette onun iyi bir insan olduğunu ama kendisinin bu her şeyin yerli yerinde, sınırların kuralların içiçe geçtiği evlilikte mutsuz olduğunu anlattı laf arasında örneklemeler ile muhabbet edercesine. İlk kar tanesi düştüğünde çığın oluştuğunu görebilecek kadar farkındaydım artık her şeyin. Aşk ile öksürük gizlenemezmiş. Banu da bir iki yoklama sonrasında daha fazla gizleyemedi aşık olduğunu. Haksız görmüyordu kendini. O kadar aşıktı ki her şeyi hak görüyordu kendilerine. Ayşe'yi ya da Yavuz'u üzmek ihtimali ise yaşayabieceği tüm utançlardan ağır basıyordu. Çünkü içinde coşkusu her gün artan aşkın nağmeleri Yavuz'a sorumluluğunu-vefasını,Ayşe'ye duyduğu sempatiyi yok etmemişti. Ayşe de Yavuz da iyi insanlardı ama eşleşme yanlıştı ,bütün mesele buydu Banu'ya göre. 

Bana verilen sırrın ağırlığı beni ezmişti. Bir araya geldiğimizde ne yapacağımı şaşırıyordum. "Neden" sorusu, o yaşlarımda da diğer her şeyden çok cezbediyordu beni. Ali'nin yoğun iş temposu ile şekillenen-değişen ruhunun Ayşe'nin dik-minnetesiz kişiliğinden yorulup Banu'nun duygusal-hüzünlü-desteğe ihtiyaç duyan kadınsılığına çekildiğini gördüm. Yavuz'un kuralcı,düz,ölçüsü şaşmaz kişiliği ile ezilen Banu'nun kurgulanmamış cümlelerin heyecanlı akışına, "yarın Cumartesi uyuruz Cuma akşamı sevişme günü olsun"  mantıklı duygusuzluğundan heyecanlı dalgalanmalara, karşısındakinin en sevdiği renk olan haki renge ait bir şey giydiğinde söylenen övgü sözleri ile farkedilişe gönlünü kaptırdığını ve zamansız yağan yağmurla tomurcuklar açan bir tohum gibi günden güne varoluşunu ortaya koyduğunu gördüm.

Ayşe hiç bir şeyi farkında değildi. Ali 'nin değişimini , hayatın olağan akışında olası bir ihtimalin gerçekleşmesi gibi görüyordu. Açıkçası, benim başımın artık hep yere eğik olması ve suskunlaşmam onu daha fazla ilgilendiriyordu. Öyle doluydu ki beyni -kalbi -enerjisi; ya üzülürse diye düşündüğümde kendimi aptal hissediyordum.. Yavuz ise ürkütüyordu beni. Ne yapacağımı bilmiyor ama sır'ra boyun eğiyordum.

                     

Aşk bana göre dinlerden bile üstün bir şey. Hele o yaşlar,duyguların şiddetinin sınır tanımadığı yaşlardı. Aşk, her şeyi  hoş görmeyi getirebilirdi ama yalan.,işte o  o kadar nefret ettiğim bir şeydi ki, aşk dahi yalanı haklı kılmıyordu benim gözümde. Evlilikte aşk ölebilirdi, başkasına da aşık olabilirdi insan ama verilen söz vardı. Eşi haksız ve kötü de olsa,ona  bir şeylerin bittiği söylenmeden yeni bir ilişkiyi gizli saklı yaşamak aklıma-kalbime-doğruma sığdıramadığım bir şeydi. Başkasının doğrularına saygı duymam gerektiğini düşünüyor ama kendi doğrularımı bunca ezip bir yalanı saklı tutmak beni mahvediyordu.

Sır bana ağır geldi.

Her şey ortaya çıktığında Yavuz Banu'ya bir tokat atmıştı. Banu korkmuş,yine de aşkına sahipo çııkmıştı. Ayşe'nin ilk sorusu "kim biliyor ve neden" oldu. Kim biliyor kısmında benim adım geçince de beni asla affetmedi. Neden kısmını Ali ile haftalarca tartıştılar,avaz avaz sorulara fısıltıyla verilen yanıtlarla doldu bir zamanların neşeli odaları.

Ayşe,intikamını kendi gibi alev alev aldı. Ali'yi hemen,derhal ve tereddütsüz boşadı. Daha "pişman olur muyum" sorusu sorulmadan, oldukça kısa bir süre sonra da yeniden evlendi. Evliliği öyle sanıyorum ki "düşünürsem patlarım,düşünürsem bir daha yapamam" gibi bir güdüsel tepki ile alelacele,rastgele biriyle yapılan bir evlilikti.

Ne Ali'yi ne beni affetmedi. İkimizle de bir daha asla konuşmadı.

Ali, uzun zaman ne yapacağını bilmez dolandı serseri mayın gibi. Ayşe,nafaka ya da ortak alınan evin yarısı gibi ayrıntılara dahi tenezzül etmemiş her şeyi arkasında bırakıp gitmişti. Ali önce özgürlüğün tadını çıkardı.Bir çok sevgilisi oldu. Sonra,parasına aşık yaşca hayli küçük bir kadınla kaldı. O kadar içiyordu ki ,başarılı olduğu işinin verdiği kibri ile alkol kokusu birleşince hayatına girenler de menfaati aşka tercih edenler oldu hep. Yeni işlere yelken açtı. Bilboardlarda adını gördüğümü hatırlıyorum. Aramızdaki dostluk, sessiz bir sözleşme yapılmışcasına soldu ve yok oldu. Ben onu yargılamıyordum ama o beni gördüğünde ya utanıyor ya acı çekiyordu. Görüşmez olduk.

Banu dik durdu.Haklıydı kendince. Sözünden geri dönmedi, Ali olsun olmasın artık Yavuz ile olamayacağını net bir şekilde beyan etti.

Ama intikamın en kötüsü Yavuz'dan geldi.

Banu'yu affetti.
Boşamadı.
Sabretti.
Şimdi iki çocukları var kız Yavuz gibi sessiz derin, oğlan Banu gibi deli dolu.

                                    
                 

Yavuz yorum yapmadı, dillendirmedi benim yanımda bu olanları. Saçlarında erkenden beliren beyazlar ve bir daha hiç görmediğim gülüşünün yokluğu ile  ağır abiliğe devam etti.Ama biliyorum ki o da beni affetmedi.

Banu ile dostluğumuz devam ediyor.

Aradan yıllar geçti. Şimdi, bugün iki çocuk annesi bir kadın olarak geri dönüp baktığımda "doğru neydi" diye sorduğumda hala karışık cümleler kuruyor beynim.

Sırra saygı, insanların yaşamlarına ve doğrularına saygı ...
Ama evli olduğu insana söylemeden yaşanılan ilişkiyi-yani affedilmez bir yalanı korumak??? 


Ki bana verilen sır değilse bu, her şeye rağmen müdahil olduğum olmuştur pek çok kere (tık-aşk sınır tanımaz..mış)

Müsterih değilim.
Ama bugün olsa,sanırım yine susardım
Ve sorardım kendime "ben kimim"

Kimse bilmez,kimse bilmez.


16 Mayıs 2016 Pazartesi

Aşk Gurur Tanımaz..mış

Şişmandı ama gözleri şahaneydi.
Hep gülümserdi ama aşkı bilmezdi.

Sonra bir gün...

Aşık olduğu  oğlandan zerre kadar haz etmedim. Arkadaşıma Gönül diyelim, Gönül'ün o evrimi yarım kalmış öküzde ne bulduğunu da hiç bir zaman anlamadım.

AKM önünde buluşmuştuk bir gün. Gönül sınıf arkadaşımdı aynı zamanda. "Aşk gurur tanımaz" dedi bana, her zamanki alaylı bakışlarımı  yeşil ışıl ışıl gözlerine diktim ve sırıttım: hiç bir şey gururumdan öte değildir. Paspas eder geçerim.




İkimiz de yaşayacaklarımızı kaderin bize söylettiğini bilmiyorduk elbette. Zaten "büyük laf etme" dedikleri de bu değil mi?Kalp , olacak olanı bilip size söyletir. Ama siz, yetişkin beyninizi doldurduğunuz ıvır zıvırın gürültüsünden dolayı kalple bağlantıyı zayıflattığınızdan bakar görmez, söyler duymazlar sınıfına girmişsinizdir çoktan.



Mahmut diyelim Gönül'ün sevgilisine. Mahmut, kanımca günahı kadar umursamıyordu Gönül'ü. Zaten de kaba , görgüsüz bir oğlandı. Bir başka sınıf arkadaşımızın doğumgününü kutladığımızda ona hediye olarak don lastiği getirip kendisini marjinal sanan bir tipti işte. O mu beni daha az severdi ben mi onu bilmiyorum. Ama arada Gönül ve hatırı vardı, hırlasam da ısırmazdım Mahmut'u.


Bir gün Mahmut'un ev arkadaşı ile birlikte evlerine gittik. Biz yurttakalıpevözlemiçekengiller birinin evine gitmeye bayılır olmuştuk. Patates,soğan,limon, pul biber filan almıştık:hedefte bir leğen patates salatası vardı.Mahmut'un ev arkadaşı ,kapıyı anahtarla açtığı an bize bir omuz atıp bir şey görmemizi engelleyecek şekilde kapıyı kapatması bir oldu. Yüzü kıpkırmızı idi. Başka zaman yaparız yemek dedi ve sakin olmaya çalışarak bizi dışarı götürdü.Yine de bu kısacık an omuzunun üzerinden antre halısının üzerinde olan biteni görmem için yeterliydi.


Günlerce kendimle hesaplaştım. Bunu Gönül ile paylaşmalı mıydım? Doğru neydi ,dostluk neydi? Kitabi cümleler üzerinden felsefe yapıp atıp tutmakta lisansüstü seviyede olabilirdik elbette ama gerçek hayatın acemisiydik. Kendimi Gönül'ün yerine koydum. Her şeyi göze aldım ve ona gördüğüm şeyi anlattım. Gülümsemeye çalışarak dinledi beni. Gittikçe solan yüzüne bakmamaya çalışıp detaylara girmeden anlattım. Sonra ikimizin de birbirimizin yüzüne bakacak hali kalmadığından uzaklaştım gittim. 

Doğruyu yaptığıma inanıyordum.

Gönül'ün intihar haberi okula bomba gibi düştü. Okulun her zaman gülen yüzü canına kıymıştı. Abisi, abdest alıp odasına kapanmasından şüphelenip bir süre sonra seslenmiş ama cevap alamayınca kapıyı kırmış. Onu son anda hastaneye yetiştirmişler. Uzun zaman ölecek mi diye bekledik. Herkes başka üzgün, herkes başka şaşkındı.

O günlerde yine sorguladım kendimi.İçimde ve vicdanımda leke yoktu, emindim yaptığımın doğru olduğundan.Mahmut hatalı ,Gönül hatalı idi ama ben kendime hata bulamıyordum.

Gönül okula gelebildiğinde hepimiz hiç bir şey olmamış gibi davrandık. Gençlik, okul telaşı, akıp giden zaman, mevsimler..her şey onarıcı etkisini gösteriyor ve günlük hayatın akışında eskiye ait şeylerin çabucak yok olmasına yardım ediyordu.

Bir sabah Gönül'ün masama oturup bahardan söz açması ve bir çay ısmarlasan yahu sözleri aramızda sorun olmadığını  gösterdiğinden mutluydum. O konudan asla söz açmıyorduk. İkimiz de benim bu konuda ketum olacağımı adımız gibi bildiğimizden Mahmut'u halının altına süpürmek gayet  mantıklı geliyordu.


Aşk gurur tanımaz...

Gönül Mahmut'u affetti. Bana inanılma gelmesine rağmen en azından bu kısma müdahil olma hakkını bulamıyordum kendimde.Okula el ele gelişleri, Gönül'ün yüzünde özlediğimiz o cıvıltılı gülüş, Mahmut'un bana nefret saçan bakışları, benim ona "pabucumun köselesi şerefsiz" bakışlarımla verdiğim karşılıklar...

Aradan bir yıldan fazla zaman geçti. Ben artık Mahmut ile aynı ortama girmiyor, ikisi hakkında olan biteni başkalarından duyuyordum. Derken Mahmut yeşil bir BMW aldı. Aman Allah olduk çünkü tamam  çalışıyordu iyi bir işi vardı ama durduk yere bir BMW alması da söz konusu değildi. Sonra ona piyango çıktığını  duydum. Sonra da Gönül'ü , arkadaşlarının  "sende bu para varken kız üstüne kız tavlarsın" sözleri üzre terk ettiğini. Sonra Gönül'ün  harabeye döndüğünü...sonra benim her şeyi boşverip uzattığım dostluk elimi ittiğini..kendini yalnızlığa mahkum edişini...

Para bitince Mahmut Gönül'e geri döndü. Aradan bir sene filan geçmişti. O arada yaşadığı lüks hayat kulaktan kulağa yayılıp durmuş, İstanbul'un o en popüler semtlerinden birinde tuttuğu eve attığı kızların ballandıra ballandıra anlatılan öyküleri benimolduğu kadar Gönül'ün de kulağına gelmişti. 

Aşk gurur tanımaz...

Gönül,bu sefer affı biraz zaman alsa da onu yine affetti.

Seneler sonra bir gün , nikah haberlerini aldım. Hatta aynı yıl evlendik. Mahmut, nikah günü olarak yılın en uzun gecesi olan 21 Aralık'ı seçmiş ve herkese kahkahalar attıran yorumlarla dünyaevine girmişti.

Gönül çok mutluymuş o gün ama gülümsemiyormuş eskisi gibi.. öyle dediler. Ben, nikahlarına gitmedim.

Gönül Mahmut'u affetti ama ben Gönül'ü affetmedim.

Aradan geçen bunca yıl sonra dostluk nedir, aşk nedir, doğru ve vicdan arasındaki denge nasıl olmalıdır sorularını bir kez daha sordum kendime bu satırları yazarken.


20 senede değişen bir şeyler olmalı diye düşündüm.


Bugün olsa, aldatıldığını  yine söylerdim.Bir insanın bir yalanla yaşaması asla benim doğrum değil.
Bugün olsa, ilk affedişinde (onaylamıyor olsam da) yine yanında yer alırdım. Dostluk bunu gerektirirdi.
Bugün olsa, nikahlarına gider ama onu affetmezdim.

ve bugün dahi gururumu kırmaya yeltenen aşkı paspas eder üzerine basar geçerdim.

Değişmesi gereken çok şey değişti 20 yılda ama bazı renkler ana renk..değişmiyor demek ki..






25 Nisan 2016 Pazartesi

Bülbülü Öldürmek

Dayanılmaz olunca insanların renkleri ve silüetleri bir kez daha kaçmak ve unutmak ihtiyacı hissettim  tutkuyla ve isyanla.

Evdeki kitapları bir bir  dolaştım ;bu sefer tekrar değil yeni bir aşk arıyordum doğrusu.

Selin'e aldığım kitaplara göz gezdirirken bana daha evvel okuduğum ve çok sevdiğim bir kitabı anımsattığı için elime aldım o kitabı.

Cehalet...nasıl bilmezmişim bunca bilineni..dünyanın yarısı Atticus ile tanışmış ve onun hayranı olmuşken ben varlığından bihaber sarsuk sarsuk gezinmişim mavi gezegende

Tanışmanın vakti zamanı gelince, rüzgarın esintisinde konuverdi avucuma Atticus,Scot ve Jem.

Tesadüfleri seviyorum.

Kitap'tan en sevdiğim cümlelerinbaşında bu vardı : Sıfatları çıkarırsan gerçekler kalır

Ve sonra bunlar...

İş hayatının ve sevemediğim İstanbul'un debdebesinde içimde ne kadar Atticus var sorgusuna giriştim hemen durmaksızın.

Bir gıdım bile Atticus bulursam içimde,sarıp sarmalayıp nakşedeceğim zedelenmesin ve hep var olsun diye...

Unutmak ve kaçmak istediğim için sığındığım satırlarda hep yeni bir bakış açısı, yeni  bir silah, yeni bir umutla dönüyorum hayata ama hep o anlayan ve anlatan insanlara -keşke sahiden olsalar diyerek- duyduğum sınırsız özlemlerle...









Ve şimdi de büyük bir keyifle kitabın devamını elimde ; ya biterse korkusunda ağır aksak okumaya çalışırken merak ve sürükleyicilik yüzünde nefes alamadan okuduğum.

1 Mart 2016 Salı

Kabul

Ay yok saklayamayacağım artık!
Bir dakika daha içimde tutamam..
Çok denedim, çok uğraştım, çok emek verdim ama olmadı.
Saklamanın da bir faydası yok görünen o ki...
Bahar geldi!



Allah'ım bahar geldi!!! Baharın hepsi içimde.Cemreler kafama düştü,çiçekler gönlümde açtı , rüzgarlar nefesimde ılıdı.
Baktım MAİ daha parlak, yeşilde hala bir mahçupluk var belli belirsiz,sarı deseniz keyfine diyecek yok, kırmızı harlamaya başlamış patladı patlayacak..bahar gelmiş hepsi içimde bahar gönlüme gelmiş dilime gelmiş elime gelmiş bahar gelmiş...

Bi sürü aksilik var hala biliyorum, dünya hala pek de iyi bir yer sayılmaz biliyorum ,ben kocaman bir kadınım yaş aldı başını gidiyor biliyorum,yarın yine her şey .oktan olacak belki bunu da biliyorum ama elimde değil bahar geldi  çiçekler açtı kuşlar başka neşeli ötüyor gök daha parlak güneş daha erkenci havada bir koku var engel olamıyorum sırıta sırıta içime çekme isteğime...

Sakarlıkta son nokta;sandalyeye geçirdiğim o sağlam tekme nedeni ile topal ördek gibi geziyorum sokaklarda. Köşe başlarında kaçamak veya aleni öpüşen çiftler. Ah nasıl seviyorum sizi bir bilseniz.Unutuyorum ayağımın ağrısını,saklayamıyorum tebessümümü.Aşk...sen her şeye kadirsin.Gence de yaşlıya da köre de topala da akıllıya da deliye de yakıyorsun..

Bir duvarı ve parmaklıkları aşarak kendine yol çizmiş asi dal...hayranlığımı sunuyorum sana lütfen kabul et.




Mıy mıy müzikleri de almaz oldu bünye..Hopbidi hopbidi  müzikler ile aşıyorum İstanbul'un caddelerini.Her bir hopbidi'yi ayrı tıklamanızı öneririm :-p

Utandım mutlu olmaya bunca acı-yokluk içinde.
Ama saklayamadım..engel olamadım.
Mutlu olmaya utanır günlerin aslında mazlum esirleriyiz...

Neyse..

Bahara engel olamadı işte yine kötüler...
Umut hep var, her zamankinden güçlü bu sefer
Mutsuz-umutsuz pineklemeyin iyiler
Hepinize sevgilerrrrrrrrrrrrr

8 Şubat 2016 Pazartesi

Hür














Çocukken de dik başlıydın şimdi de bildiğini okuyorsun sözleri acımasız gelmişti ilk başta.

Ama düşündüm de çocukken sevdiğim şarkılardan kurduğum hayallere kadar her şey "karışamazsınız bana-giderim ben-gidiiim mi ben-ne minnet edecem beaa" modunda.

Özgür iradeli,hayal edebilen ve sorgulayan olarak yetiştirildik çünkü.

Sınırları olan,devinimi bitmeyen özgürlükler ülkesinin sağlam neferleri :-)

Aşkın,yiyeceklerin,dostlukların tadını eksilttiği zamanlardayız gibi hissediyorum.

Bir sürü yasak nedeniyle metroda iki pergel bacak adam arasında oturmuş kadın modeli yaşadığımız şu günlerde çocukluğuma ait şarkıyı o da yasaklanmadan sözlerini bangır bangır bağırıp söyleyerek Pazartesi'yi şenlendirmek ve yetmezmiş gibi bir de sizlerle paylaşmak istedim.








sanane sanane sanane sanane 

hiç rahat yokmu bana şu yalancı dünyada 
kimin ne hakkı varki karışır hayatıma 
hesap soramaz bana kim çıkarsa karşıma 
kimin ne hakkı var ki karışır hayatıma 
sanane sanene sanane 
hür doğdum hür yaşarım kime ne kime ne 
kölemiyim sana ben sanane sanane 
zararım kendime kime ne kime ne 
sen bak kendi derdine sanane sanane 
sanane sanane sanane 
bu kalp benim değilmi severim severim 
canım nasıl isterse gezer eğlenirim 
her günüm mutlu benim kim ne derse desin 
canım nasıl isterse gezer eğlenirim 
sanane sanane sanane sanane sanane 
hür doğdum hür yaşarım kime ne kime ne 
kölemiyim sana ben sanane sanane 
zararım kendime kime ne kime ne 
sen bak kendi derdine sanane sanane 
sanane sanane sanane sanane 

15 Ocak 2016 Cuma

Bugün Günlerden Nazım


Bugün Nazım Hikmet'in Doğumgünü

Her ne kadar sevdiğim bir sürü şiiri içinden en çok "Bugün Pazar"ı "Yaşamaya Dair"i "Karıma Mektup"u seviyorsam da gönlüm başka şiire akmakta yaşananların içinde...



Şiirlerle anlatmak aşkı ,öfkeyi ..hepimizin adına.


Bu Vatana Nasıl Kıydılar

İnsan olan vatanını satar mı? 
Suyun içip ekmeğini yediniz. 
Dünyada vatandan aziz şey var mı? 
Beyler bu vatana nasıl kıydınız? 

Onu didik didik didiklediler, 
saçlarından tutup sürüklediler. 
götürüp kâfire : "Buyur..." dediler. 
Beyler bu vatana nasıl kıydınız? 

Eli kolu zincirlere vurulmuş, 
vatan çırılçıplak yere serilmiş. 
Oturmuş göğsüne Teksaslı çavuş. 
Beyler bu vatana nasıl kıydınız? 

Günü gelir çarh düzüne çevrilir, 
günü gelir hesabınız görülür. 
Günü gelir sualiniz sorulur : 
Beyler bu vatana nasıl kıydınız?










10 Ocak 2016 Pazar

Bak İşte Bir Minik Serçe

Öyle özledim ki buraya yazıp kendimi seyretmeyi ve bende ne varsa sizinle paylaşmayı, hani  olacak iş değil bir gün daha beklemem.

Zaman olmadı..kısa uyduruk konuşmaları da , laf ola beri gele diye yazmaları da sevmedim ömrümde.



Ondan geciktim..affola.

Saçımı kestirdim bir sene üzerine.
Bulutları izledim lacivertle grinin kesişiminde huzurla;sinsi sinsi yüreğime sokulan korkunun günden güne rüzgarlarla dağıldığını hissederek.
Rokfor aldım ..bayılırım rokfora 
Aramaya üşendiğim dostlarımı aradım
Özlediğim isimler çıkıverdi yoluma
Bir şeyleri erteleyip vazgeçebilme lüksünü tanıdım kendime ufak ve yavaştan.




Sözün özü..iyiyim ben.


İş arkadaşlarımla bir toplantı sonrası birşeyler yemek için gittiğimiz yerde "çok paran olsa ne yapardın" sorusunu koyuverdik masaya öylesine. Yaş 40'ın üstünde olunca "çok paran olsa ne yapardın" sorusuna verilen cevapların 20'li yaşlarda verilenlerle hiç alakası olmuyor. Bazen kendimize kahkahalarla gülmemize neden olan absürd cevaplar verip eğlendik bir süre. Sonra ben "gerçekten çok param olsa elimde avucumda ne varsa satar, tüm hayatımı bir sırt çantasına doldurup seyyah olurdum" dedim.

Bunun için paraya ne gerek var dediler biraz hayretle..Bunu şimdi de yapabilirsin.Gittiğin yerlerde günübirlik işler bulur ve yoluna devam edersin..
Hayır..dedim. Sadece maddi kaygısı olmayanlar güvence aramaz ve rastgele yaşamaya cesaret edebilirler.
Sonra bu konu masada biraz, içimde ise çok daha uzun süre tartışıldı.

Tek olsam cesaret eder miydim bilmiyorum ama iki çocuğunuz varsa ve kural-kanun-kaide vb şeyin olmadığı, akşamdan sabaha bir sürü şeyin değiştiği bir ülkede yaşıyorsanız hayata biraz daha güvensiz bakıyorsunuz sanırım.

44 yaşında bir şeyden eminim artık.
Bazı hayallere kavuşmak acı veriyor. Bir hayali yaşayacaksanız , hayalinizdeki gibi yaşamalısınız. Aşkınıza kavuştuğunuzda yemekten sonra sürekli geğiren ve ayakları kokan biri olmamalı o.Ya da ayyaş ya da maçlarda sinkaflı küfreden filan. Yani aşkınıza kavuştuğunuzda aşka kavuşmalısınız. Herkesin hayali farklı, ama her neyse o hayaldeki o şekilde yaşamalı her şeyi. 

Akşama yemekte ne var soğan alayım mı sevgilim diyen ve taze soğanın yeşiline yakut yüzüğü takıp getiren bir eş hayali hiç fena değil mesela.Romantizim ve hayatın idamesi gerçeklerinin kesişimi :-p

Benim hayalim hep gitmek üzere. Allah hayırlı gitmeler ve hayırlı dönmeler nasip etsin diyorum hep hani. Yarın ne bulup ne yiyeceğim endişesi ile dağılmamalı aklım. Tek olsam bile evet demezdim 40 yılın hayalini Huckelbery Finn gibi yaşamaya. Maide bir nokta olmak, başka şeye de kafamı takmamak içinse yola çıkış derviş değilim ben mecburen bir takım kaygılardan arınmış olmam lazım. Gönlümün daha yüksek olduğu günleri geride bırakmışım ben. Yazık bana .


İtalya'ya gitmeye karar verdim ilkin.
İtalya'ya gittiğimde daha çok hayalim olacak.
Çocuklarıma hayal kurmayı ve hayallerine inanmayı öğrettim.

Ne umudu , ne hayalleri alamasınlar içimizden.