annem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
annem etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23 Kasım 2021 Salı

Dut Ağacı



Trabzon'da,evimizin karşısında devasa bir dut ağacı vardı. 


Ne zaman annem misafir çağırsa..yani ayın hemen hemen yarısından fazla zamanlarda  evden uzaklaşır, Trabzon'a  mahsus mudur bilmediğim o yargılayıcı-inceleyen bakışlardan , sonu gelmez sorulardan, el öpmelerden - çay koymalardan - ay bu açık olmuş koyusunu getirir misin / ay bu koyu olmuş açığını getirir misin/ çay verirken öyle kazık gibi durma az eğil'lerden -derslerin nasıl sorularından vs vs vs lerden  uzaklara kaçardım. 

Ablam üstün sabır ödülünü kıl payı kaçırır ama takdirlerin tamamını  toplardı. Nice nitelikli ergen cinneti onun özverileri sayesinde ayak basamadı bu dünyaya.


Neyse efendim ben akşamüzeri o dur ağacının en tepesine kadar tırmanır , 6. kata denk gelen evimizin içini  büyük bir keyifle dikizler ve evde kim kalmış diye bakınırdım . 

Ü Teyze ise sorun yok, o her zamanki nazik ve ölçülü tebessümü dudaklarında kibar bir kadındır. Benle de uğraşmaz. Tuhaflıklarımla sever beni ama yüzgöz olmaz. Annemin ahretliğidir o. Susmasında çok şey saklı teyzelerden.En kızdığı zaman sadece "peki" der. Ezer geçer sizi öyle nazikçe. O hep annemin arkadaşı , haddim görmedim onla didişmeyi. Büyüğümdü, yıllar yılı da öyle kaldı.

C Teyze...ayyyy rontgen mütehassısı o. Bakışları ile ruhumun bile rontgenini çeker, ebemin içliğinde kaç sökük vardı onu bile bilir. Piiii o varsa hiiiç gitmem eve beklerim gece yarısına kadar. En son da hep o kalkar ya..şansımı deneyip bakarım işte. 

L Teyze..ayyy çok bilmişin en önde gideni. Herbokologların atası. Annem neyini sever bu kadının bilmem ama o da annemi çok sever.O ablamı da çok sever. Beni mi..birbirimizi görünce annemi delirtmeden birbirimize ne kadar laf sokabiliriz diye şöööyle bir tartarız ortamı.

Ş Teyze. Kısık  gözlerinin bakışları ile asla uyumlu olmayan bir şirin tebessüm var hep dudaklarında. Bir sidik yarışı duayenidir ki sormayın gitsin. Burdan Fizan'a sürdürür. "Kolundaki bileklik ne güzelmiş kızım çok yakışmış ama sahte galiba değil mi?" Sevecen tonlamalar...doymak bilmeyen bir hırs. Annem nesini sever bu kadının hiç anlamam.


F Teyze. Hihihi  onun da kusurları var ama beni sever bilirim. E  o zaman ben de onu   sevebilirim. Öğretmen olduğundan mıdır nedir hep o aynı tonlama ile azarlar beni: "Bak şimdi bana çay getirirken gülümsüyorsun C Teyzenin yanına bırakıp kaçıyorsun ..olmaz di mi Gadiş. N'aapmıyoruz,  misafirleri üzmüyor büyüklerimize saygılı davranıyoruz" . He he tabii manasında başımı sallardım kıpkırmızı ojelerinden gözümü almadan. Bir kere bana da sürmüştü; annem bişiler pişirip tabak yollamıştı benimle, o zaman sürmüştü.Gönül almak ne kolay şey aslında. İçimden gelen "C Teyze'ye arazöz bağlasak anca kesecek yuh" sözcüklerini yutar usulca başımı sallardım. Sevdiklerimi üzmeyi  sevmiyorum ben. Çok nazik bir kızım :-)



Z Teyze de kurulmuş her zamanki gibi dimdik oturuyor koltuğunda. Saray sorundan mısın mübarek..başı da öyle yukarda. Ama hakkını vereyim nazik bir kadın o. Annem çok sever onu . O da annemi. Korktuğunda çok komik tepkiler verir Z Teyze, bir kere yolda yürürken köşeden tabut taşıyan bir kafile çıkmıştı da saçlarımı eline dolayıp beni kaldırımın üstüne çekmişti ( tabut geçerken yüksek yere çıkmazsan ömrün erir sen de gidersin paniği) Ona kızmam da çok sevmem de.Sadece ani reflekslerine karşı hep tetikteyimdir..

F Teyze var bi de. Annem tabağına ne koysa bitirir. Bunu annemi çok sevdiği için yapar.  O tabağındakileri bitirince annemin yanacıkları kızarır sevgili  arkadaşı beğendi diye. F Teyze'ye çay verirken  yerlere kadar eğilirim makbul olsun diye. Onun gözlerinde hep bir hüzün var, nedenini bilmiyorum. Lafı da peşin öyle canımlı cicimli konuşmaz ama lazım olmayan lafa da ağzını  açmaz. Onun etrafında olmayı çok sevmem, ola ki üzersem annem üzülür biliyorum ve ben onun da çok onayladığı  bir tip değilim. Benden çok hazzetmediğini biliyorum ama gözlerindeki o hüzün ona karşı nazik olmaya zorluyor beni.

Haahh..S Teyze de orda. Maça papazını bulduk..ağzımla kuş tutsam kirpiğimle tüyünü yolsam o kadın bende yine kusur bulur. Bu  da baston yutmuş gibi oturanlardan. Müzik duyunca ortada döktürür  ve güzel de oynar Allah'ı var. Kalçaların özgür salınımına o kollar nasılbir edeple eşlik eder o nsaıl bir dengedir anlaşılmaz. Ama onun haricinde buzzzzzzzzzzzzzz kadın buzzzzzzzz. Annem benim huysuzluk ettiğimi, onun kalbinin çok temiz olduğunu söylüyor. E haklıdır. O kadar soğukta mikrop barınmaz ki :-P


H Abla da gelmiş. Pabucum kadar ağzı var. Gülümsediğinde elimde olmadan ben de gülümsüyorum. O kibar bir kadın aslında. Kocası öküzgillerden. H Abla'nın kibarlığı mı kocasının öküzlüğü mü baskın toplumda bilmiyorum. Yanında ödevimi yaparken "3" rakamını yazışımı görüp "sessiz sedasız kenarda duruyorsun ama çok cevher var sende sen çok değişik  ve güzel bir çocuksun" demişti. Onu ve pabucum kadar ağzına sürdüğü mercan rengi rujuyla gülmesini seviyorum. Annem onu da çok sever çok takdir eder.

ANNE HAYATIN SONSUZLUĞUDUR(E.ZOLA)
Annem öyle herkesleri çok sever sanmayın. Annem sevmediği kişiyi de nezaketle ağırlar ama sevdiğini anlarsınız. Kocamandır onun sevgisi. Kocaman sever kocaman kızar kocaman titrer üstünüze..nezaketle yaptığı her şey az gelir onu tanıyanlara. Okyanusu görenin dereye razı olması gibi..


Neyse,  dut ağacının tepesinden yapılan değerli gözlemler sonucu eve gitme vakti gelir ve ben de giderdim. Özgürlüğün ballı bir bedeli idi dut ağacının tepesinde pineklemek. Şikayet etmek mi..asla. Bildiğiniz mutluluktu orada yaşadığım.

 Bazen bu kadar şanslı olmaz, tüm bu teyzelerin çocuklarını ağırlama-onlarla ilgilenme işiyle görevlendirilirdim.

Yıllar sonra bir gün dünya devi bir markanın Türkiye temsilcisi olan G ile rastlaştık da , "Kadriye Abla, beni onca saat tuvalete kilitlediğine hala inanamıyorum" dedi. "Unutulmaz anılardan olmak ne güzel dedim" ona ben de. Üzüntüyle içini çekti. Ters düşmeye hala korkuyor olmalı..Budayıcıoğlu da yok ki  etrafta çocukluk korkusunu yensin zavallı.

Çocukluğum ... ne uzakta kaldın şimdi.





17 Mart 2021 Çarşamba

Kumul




 Kızım ile Koşuyolu-Üsküdar dolmuşuna bindik.

Az sonra doldu tabii.

Nuh Kuyusu  caddesine çıkıverince bir adam el etti, durduk.

 Adam yaşlı,uzun ve sakallıydı.

-"Param yok, beni Üsküdar'a atacaksın parasız" dedi.

25 yaşlarındaki şoför aynadan ona baktı .

Tereddütle elimi cüzdanıma götürdüm.

Şoför sessizce kapıyı kapatıp yola devam etti.

Yaşlı,uzun ve sakallı adam kendi kendine konuşur gibi ama oldukça yüksek sesle : "Anneme uğradım şimdi, annem maaşını aldı çünkü. Annecim bana para ver dedim, annecim bana para verdi " dedi. 

İstanbul sessizliği hüküm sürüyordu dolmuşta. Herkes duyuyor ama kimse görmüyordu.

Bazen de herkes görür ama kimse duymaz...İstanbul öyle bir çöl. Hareketli kumulların içinde yok olur insan.

-"Annem bana para verdi" diye devam etti yaşlı,uzun ve sakallı adam. "Ben de gittim bira aldım,rakı aldım,bira aldım , rakı aldım, bi de rakı aldım, bi de bira aldım."

Dolmuş yavaşladı ve durdu.Kapısı  açıldı.

-"İn" dedi şoför. "Onlara verecek paran var , dolmuşa verecek paran yok.....in"

Bir duraladı ne yapacağını bilemedi yaşlı,uzun ve sakallı adam. Ben yine tereddütle cüzdanımı yokladım cebimde.Kumul olmak istemiyordum.

-"Ben yaşlı ve alkoliğim. Sen değilsin" dedi yaşlı,uzun ve sakallı adam. Sadece o kadar dedi.

Şoför dikiz aynasından ona baktı.

Ben cüzdanı avuçlarımda sıktım.

Şoför kapıyı kapattı ve yola devam ederken :

-"Sus öyleyse. En azından bunu yapabilirsin" dedi.

-"Haklısın" dedi yaşlı,uzun ve sakallı adam.


"Işıklarda inelim biz" diye seslendim.

Kumullar kımıldandı, dolmuş durdu, biz indik.


Hayat öyküler, mesajlar ile akıp geçiyor içimizden.

Dervişler ise her yerde..ama genci ama yaşlısı.



1 Mart 2021 Pazartesi

TOM MİKS - ÇİZGİ ROMAN KAHRAMANLARI-1

 



Tommiks 1955 yılından beri Türkiye'de yayınlanan ve kardeş yayın olan Teksas ile birlikte çocuklar ve gençler arasında çok büyük ilgi görmüş İtalyan yapımı bir çizgi roman. Bu romana olan ilgi o dereceye varmış ki Türkiye'de bütün çizgi romanlar Teksas-Tommiks adıyla anılmaya başlanmış.

Teknoloji ile fakirleşmemiş çocuklukluğumuzun hayal kahramanları onlar.

Trabzon-Sotka'daki evimizde , pamuğu-yünü güneşli günlerde dökülüp kabartılan, gündüz oturma yeri akşam yatak divanımızın yorgancıya diktirilmiş örtüsüne güneş  vurunca başka güzel olurdu orada uzanmak.O divanın yerlere kadar uzanan büzgülü örtüsü, iğneci geldiğinde ya da saklambaç oyununda eşsiz bir saklanma alanı yaratırdı bana. Annem 3 çocuğu olmasına karşın toz havadan yere inmeden yakalar ve evi daima tertemiz tutardı.Çocukluğuma dair en net hatırlarım hep sabun kokulu temiz günlerle dolu.

3. ve en küçük üstelik cılız/çelimsiz bir çocuk olmamdan herhalde bana kimse pek ilişmezdi.Güneşte ılımış divanın üzerine uzanır ve Tommiks'in okunmaktan kenarları kıvrılmış kitaplarını yanıma dizer, tekrar tekrar okurdum büyük bir keyifle.Animeler yoktu, seslendirme ve canlandırma kesinlikle sizin zihninizin sonsuz yaratıcılığına kalmıştı. Çizgi romanlar o zamanlar siyah-beyazdı. Sonradan renklendirildi.Bu anlamda teknolojiyi "yaratıcılığı kısıtlayan" olarak görüyorum.

Tommiks çizgi romanı 1951 yılında İtalya'nın EsseGesse çizim-stüdyosu tarafındangeliştirilmiş ve Capitan Miki adı altında 16 yıl süreyle çizilmeye devam etmiş. EsseGesse stüdyoları, ismini kurucuları olan üç çizerin soyadlarından almış : Giovanni Sinchetto, Dario Guzzon ve Pietro Sartoris (S.G.S)

Yüzbaşı Tommiks (Capitan Miki) 1835 ve 1840 yılları arasında Amerika'da yaşayan 15 yaşında bir korucu aslında. Ailesini hiç tanımamış.Yasa dışılığın  başını alıp gittiği o dönemde  Tommiks Nevada'nın göbeğindeki Kulver (Coulver) Kalesi civarında düzeni sağlamakla görevlendirilmiş . En az Tommiks kadar hastası olduğumuz iki karakter pardon İki alkolik karakter, Konyakçı (Doppio) ve Doktor (Salasso), her macerasında ona eşlik eder. Konyakçı'ya ayrı bir hasta olursunuz okurken. Bu ikili, bir yandan kendilerini sürekli komik olayların göbeğinde bulurken; diğer yandan da arkadaşları Miki'nin yardımına koşmaktan geri kalmazlar. Hepsinin ortak düşmanı da koruculardan intikam alma hevesiyle her seferinde yeniden karşılarına çıkan kılık değiştirme şampiyonu Binbir Surat'tır (Magic Face).

Konu ülkemiz olunca en az Disneyland kadar saçma ve "gerçek değil di mi" dedirte ayrıtılar karşımıza çıkabiliyor. Özgün adı "Capitan Miki" olan ve 1951 yılından beri İtalya'da, 1955'ten beri de Türkiye'de yayımlanmakta olan popüler çizgi roman "Tommiks" hiçbir politik altmetin içermemesine rağmen 1961 yılında Türkiye'de yasaklanmış. Yasaklanma gerekçesi 'çocukların aklını çeleceği' endişesine dayandırılmış. O tarihten sonra da defalarca yeni baskılarının yapılmış olması, hatta bazı gazeteler tarafından uzunca bir süre promosyon şeklinde dağıtılmış olması bu yasağın çok sıkı takip edilmemiş olduğunu düşündürüyor. Yasağın sadece 1961 tarihli belirli bir sayı için uygulanıp uygulanmamış olduğu da pek açık değilmiş Nihayet “Üçüncü Yargı Paketi” kapsamında 5 Ocak 2013’ten geçerli olmak üzere diğer 453 kitapla birlikte Tommiks'in yasağı da kalkmış oldu. 

Yine de Şeker Portakalı'nın"Zeze Portekizlinin arabasına biniyor çocuklara kötü örnek oluyo" diye yasaklanmasını geçemez benim nezdimde bu ..onu  da söylemiş olayım.

Bir de Suzi'miz vardı. Tommik ona aşıktı ve Suzi komutanlardan birinin kızıydı. 

Her çocuk okuduğu romanda ya da izlediği filmde bir kahramanla özdeşleştirir kendisini. Benim Suzi yerine Konyakçı ile özdeşleşmem bugünkü yetişkin aklımda çocuk Kadriye'ye çok gülmeme neden oluyor.Komik bir kızmışım vallahi.

Aşk var,heyecan var, o var bu var ama ihanet yok bu çizgi romanda. Kalplere kötülük tohumu  ekilmeyen, kötülüğü normalleştirmeyen bir zihniyet var. Belki de o yüzden bizim jenerasyon böyle...

Tommiks sinemaya da konu olmuş.1969'da Kayahan Arıkan'ın senaryosunu yazıp yönetmenliğini yaptığı "Maskeli Süvari Tom Miks'e Karşı " çekilmiş.

Kadıköy'de bir pasajda meraklıları için satışları halen sürüyor.

Tommiks benim en iyi arkadaşlarımdan biriydi hayal dünyamda. Ama "en" kahramanım o değildi :-)

Çizgi Roman Kahramanları ve 80'li yıllarda çocuk olmakla harmanlanmış anlatımlar devam edecek.

Siz de , sizdeki anıları ve bıraktıkları izlerini anlatırsanız ne sevinirim ne sevinirim..

14 Haziran 2016 Salı

Yalan


Yalan söylemek kolaydı.
Aklım hızlı çalışır, ağzım iyi laf yapardı.
Hatta eğlenceliydi bile diyebilirim.
Sorunsuz dertsiz bir hayat, arkadaşların arasında makbul kişi, annenin kurallarına aldırmak zorunda olmayan özgür ergen oluyordun.
Öyle böyle düz yalan değil ha..dantel gibi işliyordum her yalanı.


Sonra annem, kapadı kilitledi ona açılan yalan kapısını.
Asla beni yakalayamaz diye keyifle gezinirken  kendime ait dünyamın zenginliğinde "sana güveniyorum" deyiverdi.
Hatta daha da kötüsü ..gerçekten güvendi.
16 yaşında üniversiteyi kazanınca ben, tüm dünyayı karşısına almak pahasına beni tek başıma İstanbul'a yolladı okumaya. O uçarı sınır tanımaz halimi hiç bilmezmişcesine gözlerimin içine baktı, "yapılır mı hiç olur mu" diyen herkese sırtını dönüp kendini onlarla benim arama duvar etti ve "ben kızıma güveniyorum" dedi.

Nasıl aldatırdım onu artık.
Bir daha yalan söyleyemedim, yalan söyleyemeyince onu üzecek ya da kurallarını yıkacak bir şey de yapamadım.


Hiç unutmam, her neyse zoru dayım annemi arayıp "yurda gittim gece vakti Kadriye yoktu, odasına birini yolladım o gece gelmemiş" demişti. NŞA ortalığı ayağa kaldırıp benim hayatımı  karalara çalacak bu ithama karşılık annem sakince "yapsa bana söylerdi, Kadriye'ye güveniyorum" deyivermişti. 

Ah ne kapak olmuştu dayıma, halen zevkle anıyorum olayı.

Yalanın kapısı böyle kapatılırmış meğer!

Yetişkin hayatımda yalan ,ilk gençlik yıllarındaki kadar değilse de yer bulan bir şeydi. Ufaktı tefekti,beyazdı pembeydi ama vardı. Dik yokuşları çıkmak yerine kenardan dolaşmamı sağlıyordu.

Sonra takvim yaprağında o yazıyı gördüm.

"Siz" diyordu "asıl korkmanız gerekenden korkmaz yalan söylersiniz"
Klasik tepkim "ne diyo len buuu" oldu.
Sonra anladım.
Asıl sakınılması gereken Allah iken, sevgisini muhafaza edip öfkesinden kaçınmak gereken Allah iken Ayşe Fatma, Ahmet Mehmet'in sevgisi veya korkusu nedeniyle yalan söylüyordum .
Güldüm körlüğüme.
Sonra bir daha hiç alan söylemedim...değil tabii nihayetinde etten kemikten insanım bazen  ama çok çok çok çok bazen ve kesinlikle minnacık yalan söylediğim olmuştur ama gerçekten onca yılın alışkanlığını bir yana koydum ve canım yansa da kaybetsem de üzülsem de korksam da doğruyu söyledim.

Sanırım,Nehir'in dediği gibi "doğruyu söylemeden ama yalan da söylemeden" konuşmayı öğrendim bu süreçte.

Misal, Nehir oyalandığı için , kahvaltı keyfi yaptığı için okula geç kaldı.
"Anne bana yalan söylemeden ama  öğretmenimin de kızmayacağı şekilde ne diyebilirim" diye  sorar mesela.
"Öğretmenine doğruyu söyle ve gecikmenin, annen ile senin güne başlama zamanlamanızın bu sabahki öncelik uyuşmazlığından kaynaklandığını söyle" diyebilirim mesela.

Hesse'in Demian'ında mıydı? İnsan en çok kendinde olana kızar diyordu. Birinde en çok kızdığınız şeyin aslında sizin içinizde olan olduğundan bahsediyordu.


Affetmediğim 1-2 şeyden biri ama ilkidir yalan.
Hoşgörü sınırı ummanı aşmış birine yani bendenize söylenen yalanı asla affetmedim.
İş yerinde de sıkça yinelediğim bir şeydir sakın yalan söylemeyin, affedemem diye.

Çocuklarıma da doğruyu söyleyip dürüst yaşayacak kadar güçlü olmalarını salık veriyorum ve onlara sıkça "size güveniyorum" sözcüklerini yineliyorum.

Sizin başkasında en kızdığınız şey ne sorusu, kendinizle dürüstçe yüzleşmeye hazır mısınız sorusu ile eş değer.

Sevgiyle Kalın...

7 Şubat 2016 Pazar

İlköğretmen



TRABZON CUMHURİYET İLKOKULU



İlkokula başladığımda yaşım çok küçüktü.Trabzon şivesi kapmayalım,küfür öğrenmeyelim diye annemin bizi kavanozda büyüttüğü , fevkaladenin fevkinde iki kardeşe sahip olduğum için çılgın mutlu geçen günlerimde sokağı merak etmediğim yıllardı.

Ama artık sokaktaydım.

İLKOKUL YILLARIMDA OKULUN BAHÇESİNDE BİR BAŞKA SINIF
Okulun ilk günlerinde,utangaç,içine kapalı,cılız bir kız geldi o sıralara oturdu.Amcamın oğlu (nur içinde yatsın) Oğuz ile aynı sınıftaydık. Cep mendili boyunda bişi olduğum için öğretmen beni en ön sıraya oturttu.Dersi dinlerken çok tuvaletim geldi. Öğretmen sınıfta konuşanlara kızdığı için zaten ondan tırsan benliğim  sessizlik yemini etmişcesine suskun olan bendenizi iyice çıt çıkartmaz hele getirmişti.

Gittikçe daha çok kendini hissettiren tuvalete gitme isteğine elimden geldiğince direniyor ama dayanamayacağımı da iyi kötü kestiriyordum.

Olan oldu..en sonunda önce gözümden bir damla yaş aktı,sonra sıramın altından bir minik dere.

Rahatlamasına rahatlamıştım ama ne olacağını deli gibi merak ediyordum bir yandan. Defterimden kağıt yırttım,oturduğum yere koydum:sıcak ıslaklık rahatsızlık vericiydi.

Öğretmen ders anlatıyor, ben ise ilgiyle sıramın altından akan minik derenin süzülüşünü izliyordum.Önlerde oturan diğer çocuklar da birden peydahlanan bu sarı minik dereye şaşkınlıkla bakar olmuşlardı ki dere öğretmen masasının altına ulaştı.

SİYAH ÖNLÜKLÜ YILLARDA CUMHURİYET İLKOKULU ÖĞRENCİLERİ
Susalım diye ayaklarını sık sık yere vuran öğretmen "tak tak tak" sesi yerine "şlap şlup şlap" sesini duyunca şaşkın donakaldı.Elinde cetveli, kalktı o şaşkınlıkla masanın altına baktı. Sonra faltaşı gibi açılan gözleri ile dereyi takip etti ve gözleri korkusunu bertaraf edecek kadar büyük bir merakla (öğretmen ne yapacak şimdi) ona bakan ufak tefek çocuğa dikildi.

Bütün sınıfın kahkahalar ve çığlıklar eşliğinde "işemiş ,işemiş" diye bağırması  miniminnacık bir çocuk için yeterli utanç kaynağı. Şimdi gülümsüyor da olsam o zamanki ne yapacağını bilmez utancımın ağırlığını tazeymiş gibi hatırlayabiliyorum.

Öğretmen,şefkatle başımı okşadı ve Oğuz'u yanıma katarak beni eve yolladı.Kızmadı,aşağılamadı,gülmedi.Biz Oğuz ile çıkarken o sınıfa "her hatalarında kendilerine böyle gülünse aman ne hoş olurdu,ne var yani'li" uzun ve kızgın bir söylevin başındaydı.

Rahmetli Oğuz yol boyu bana o kadar güldü ki,gözünden şarıl şarıl akan yaşlara rağmen evi buluşuna hayret ettiğimi gayet net hatırlıyorum. 

Annem, olanı öğrenince önce Oğuz'a onun her zaman çok sevdiği çikolatalı pudingden bir tane verdi (onu asla yedirmeden yollamazdı) ve hemen su ılıtıp beni yıkadı;saçlarımı özenle ve sevgiyle taradı,karnımı doyurup gündüz olmasına karşın beni yatırdı.

-"Kızdın mı" dedim
Güldü .Komik gelmişti tekne kazıntısının yaşadıkları .
-"Çok utandım" dedim
Utanılacak şeyin çalıp çırpmak,yalan dolan,tembellik olduğunu anlattı bana.

İyi bir öğretmen kızacağı yeri de öpeceği yeri de kestirendi sanırım
Ben, ömrümce hiç bir kabahatimi anneme anlatırken korkmadım.
Dış dünyada ne yaşamış olursam olayım ailem ve evimde sorgulanmadan kabul edileceğimi ve huzur - şefkat sarmalında her şeyi halledeceğimi bilirdim daima.
Oğuz,eğer erken yaşta rahmetli olmasaydı hep en iyi arkadaşım olacaktı biliyorum.

Annem gerçekten ama gerçekten eşsiz bir ilköğretmen oldu ...her zaman.

SELİN VE ANNEM KUAFÖRCÜLÜK OYNARKEN


11 Eylül 2015 Cuma

Rüzgâr


Bir hedef koy kendine ve ona inan..hayalinin gerçeğine dönüşmesi için ilk ve en önemli adım bu.

Simyacı ile başlayan furyada beni kendine inandıran ve gerçekliğini tartışmasız biçimde kabul ettiğim en önemli anlayıştı belki de bu.


Şimdi kabusumun bittiği, yokuş yukarı tırmanıp güneşin doğuşunu aynı hizada izleyebileceğim bu dağın tepesine varıp nefes aldığım ve gözümü önümde belirsizlikleriyle cazip geniş ufka diktiğim bu anda kocaman bir nefes alıyor olmam gerekmez miydi?

Gerekirdi.



Olmak zorunda olduğum Kadriye olan Kadriye'ye bi sağ bi sol kroşe geçirmiş tahta oturmuş. Olmak istediğim ile olan Kadriye, hatta olması gereken Kadriye olmak zorunda olduğum Kadriye'yle kavga halinde. Hüküm sürenin bakışı donuk,gülüşü yalan.Yine de severim onu,korumaktır geride kalanı amacı bilirim..

Olması gereken Kadriye sağlam bi çimdik atıyor bu aşamada. Silkinmeye çalışıyorum. Olmak orunda olduğum kadriye dimdik bakıyor gözlerimin içine. Taviz veresi yok, riske giresi yok, benim en sevdiğim duyguların naif yumuşaklığından muaf..bana göre sevimsiz. Bi de şu, gülüşümü çalması yok mu. en çok ona sinir oluyorum. Olmak istediğim Kadriye tüm melodilerin en güzelleri ile çınlamaya hazırken bu soğuk duygusuz hesapçı Kadriye'ye kalmak var ya..ölüm ölüm. Uyuz!

Hayallerimi koyduğum  hazine sandığım ise alabildiğine boş. Ben farkındayım uçurumun kenarında çiftetelli oynadığımı, ben biliyorum bir ayağım boşlukta gözlerimi kapadığımı  ama bir şeyler yapacak gücü toplamak bazen öyle güç ki. Koşabiliyorsunuz ama hayal kuramıyorsunuz..berbat bi bitiklik bu.






Nedir diye bakındım hayatıma sabah. Araçlar ve amaçların yer değiştirdiğini gördüm. O yüzden boş peronda giden trenin ardından bakarcasına çaresiz ürkek kalışın  yol ağızlarında.

Babam tüttü burnumda tüm bu karmaşanın içerisinde. Anladım ve gördüm ki bir kez daha, onun kokusuna sesine , başımı okşayan sert elinin şefkatine muhtacım yaşım kaç mevkim ne olursa olsun. Çocukluk anılarım üşüştü başıma. Hep o araba kullanırken ve ben yanındaki koltukta otururken. Cılız bacaklarımı koltuktan keyifle sallandırırken onun o emsalsiz yakışıklı yüzünün her çizgisine hayran baktığım ve annem, kardeşlerim olmadan bana kalışının keyfini çıkarttığım o anlar. Sert yüz hatları ile tezat, dudağının kenarında  bize bakarken hep var olan o sevecen tebessümün güneşten bile parlak ışığı.







Karadenizin yeşilinde saklı, maisinde gizli kalmış anılarda kalmak üzere olan sıcak gülüşler...


















Hayal kurmak mı?

Çocukluğuma dönmem ve babamın neşeli bir türkü mırıldanan sesi ile dolan wolswagende kendimi buluvermem mümkün mü?

Eve döndüğümüzde onun için topladığım çiçekleri görünce annemin yosun yeşili gözlerindeki ışıkların pırıltısının artması ile içime gurur dolduğu o günlere dönebilmem.
Sorgulanmadan sevmek ve sevilmek mi aradığım.

44 yaşındaysan ve  İstanbul denilen keşmekeşte yaşıyorsan, mai nerde yeşil nerde derse gönül.. hayat çok zor.


Geveze'yi biliyorsunuz artık, şu sabah uyandığımda içimde şarkı söyler bulduğum ve tüm gün arka planda vır vır hayata eşlik eden Geveze. Volkan Konak doldurdu her yeri bu sabah....

Yelken olup dünyanın tüm rüzgârlarını içinize almak isterken dümene yapışıp kalmak zorunda olmak...işte bütün mesele bu.


13 Kasım 2014 Perşembe

Abidin..Gel Buraya!


Bugün, annemle babamın 50. evlilik yıldönümü.

Annemi aradım tebrik için, bir iş yerinde olsan plaket alırdın, bu müessesenin başı sensin dedim..güldü.

50 yılı aynı kişiyle geçirmek..uysa da uymasa da yaşamak.Nasıl bişi acaba diye düşünmeden edemiyorum. Aşk, gençlik yıllarıın tutkusu ile ilk yıllar alev rengi iken,hayaller henüz örselenmemişliği ile mavi yumuşak dalgalarla sahillerine vururken......annem ve babam.




Babam annemin ilk aşkı.Annem boğa burcu,öyle yarım yamalak sevebilenlerden -ucundan kıyısından öfkelenebilenlerden değil.Her şeyi XXXL yaşayan bir kadın . Duygu insanı, atak,cesur,nazik,sosyal,maneviyatı kuvvetli..sarışın yeşil gözlü.



Babam oldukça esmer.Düşünce insanı.Hayatta her şeyi ölçülüdür onun,aşırıya kaçtığı bir şey bilmem.Öyle güzel sever ki insanı,güvende hissedersiniz,emin olursunuz.Tüm fırtınaları dışarıda tutabilen müthiş bir dalgakırandır o.





















1+1=17 ; 50 yılın sonucu. 

Annem+babam=ablam+abim+ben+eniştem+yengem+eşim+7 torun.

Mutluluğun resmini çizedur sen Abidin..Ben başarı nedir,mutluluk nedir diye şapkamı önüme alıp bir daha düşüneceğim.


29 Aralık 2013 Pazar

Sessizlik sonsuzluk kadardır

Gün akşama döndü; boş,karanlık evin sessizliğinde sadece kış akşamları çığlıkları yankılanan sığırcık kuşlarının sesi var.Tüm duygular yorgun evlerine döndüler.Geriye bir tek hüzün kaldı.

Nehir, 9 yaşındaki küçük kızım hasta,ateşi çıkmış yorgun uykuda.Yastığa dağılmış düz saçlarını okşuyorum usulca, korunmasız melaike..şifa uykusunda.Çocukluğum geliyor aklıma, annem de böyle okşamışmıdır başımı diyorum. Benim yüreğimdeki hüzün onun yüreğinde de dalgalanmış mıdır?Annem de kendisini bu kadar yalnız hissetmiş midir?Gönlünde pır pır eden hayallere "susss bebeğim uyuyor şimdi" diyerek usulca veda etmiş midir?

Seslerden arındığında daha uzun sürüyor anların saniyeye dönüşmesi.Zaman, akıcılığını yitiriyor. Asılı kalıyorsunuz an'larda,dakikalarda. Örtüler kısalıyor, üzerini örtemiyorsunuz gerçeklerin. Acıysa acıtıyor, yitikse özleniyor,bittiyse vazgeçiliyor. Sessizlik sonsuzluk kadardır.

Bir nefes aldı derinden, elleri kıpırdadı hafifçe..Nehir,saçma sapan sığ kuralların bekçisi ve kölesi olanların içinde yaşamı öğretmem gereken küçük ,küçücük yavrum.


Saate bakıyorum, 15 dakika..sadece 15 dakika mecburiyetlerimden arınıp içimdeki seslere-görüntülere-kelimelere dönsem mi? 15 dakikalığına gardımı düşürüp gönüllü olarak yenilsem mi?




Bir nefes daha sesli..ama rahatlamış,belli ilaç işe yaramış. Yüzünün çizgilerinde seyre dalıyorum hayatı.Nehir'im, gözbebeklerinde kendimi seyrettiğim..Nehir'im, gülüşünü sevdiğim.Neler görecek bu güzel üzüm gözlerin, kimlerin elini tutacaksın henüz bebekliğin boğumlarını tam kaybetmemiş ellerini ellerimden çekip,o güzel dudaklarını aralayıp neler anlatacaksın insanlara,hayata..hangi rengi taşıyacaksın anlatımlarda. Ne kadarında ben olacağım yanında..seni ne çok sevdiğimi anlatabilecek miyim o zamana kadar acaba?


Akşam geceye selam verdi, zaman kendi içinde doğru yeri seçti. Beyazların daha da parlaması için karanlık gittikçe koyulaşıyor gökyüzünde.

Annem..o ne yapıyordur şimdi hep gülen güzel yeşil gözleriyle........