hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Eylül 2016 Pazartesi

Orkidli Ayakkabı


Kakara kikiri günlerimizin biriydi, okuldan fıymış bir üst sokaktaki kahveye gidecektik okey partisine. Dert eksikliğinde canımız sıkıldığı için kendimize dert edindiğimiz, Kayahan şarkılarını en sevdiğimiz zamanlardı. Bir şemsiyenin altında üşümemek için birbirimize sokula sokula insanları çekiştirip eğlendiğimiz  konuşma akışında Derya "Mahmut'u biliyor musun böyle havalarda ne yapıyormuş üşümemek için" dedi. Mahmut'u düşündüm. Hep gülümseyen ama uzak duran,genelde duvar dibinde oturan ve duvar kenarında yürüyüp dikkat çekmemeye uğraşan maddi durumu hayli hayli  kötü biriydi. "Ne yapıyor ki" dedim. Ayakkabısı su almasın diye içine orkid koyuyormuş. 




 (Bu arada bir tık ile devam etmenizi önersem?)

Hani vardır ya, grup ortamına karşı çıkacak gücü bulamazsınız, sizin de gülmeniz gerekir, sizin de onlar kadar kötülüğü görmezden gelenlerdenmiş gibi davranmanız gerekir. O an "n'apim herkes böyleydi" dersiniz demesine de size ait olmayan o cümle yıllarca vicdanınızı sömürür durur. Sonra siz bu sızıyı bir daha yaşamamak adına "hayır" demeyi öğrenirsiniz. Şekillenir, dik duracağınız rüzgarlara hazır hale gelirsiniz...İşte öyle bir gülüştü onlarla birlikte gülmem,Mahmut ile sanki komik bir şey varmışcasına neşeyle alaycı bakışmam. Onun sessiz bakışlarını yere eğişine kızmam...

Facebook için söylenen bir söz var. "Kaybettiğim arkadaşlarımı bulmuşum,bulasım olsa kaybetmezdim" diyor kimisi. Doğru değil. Üniversiteden sonra çok savrulduk, alan geniş "İletişim Fakültesi". İş hayatında belli bir sektörde de çalışmıyorsun ki rastlaşasın.

Mahmut'u Facebook'ta, üniversite arkadaşlarının buluştuğu grupta buldum. Beni ekleyince uzun bir tereddüt süresinin ardından ben de onu ekledim.



"Herkesi" gocunmadan ekleyen bir kaç isimden biri Mahmut. "eski arkadaş" demiş, kimseyi ayırmamış. Profil resmine baktım, artık yere eğdiği bakışları kaldırmış bir adam bakıyor bana dimdik. Bakışları düz, sorgusuz, anlatmayan ama dinleyen. Hemen ne iş yaptığına baktım, hatırı sayılır bir firmanın cafesini işletiyor,kendi iş yeri var.Hayatta olanaklar ile sorunları  eşleştiren zekasını kullandığını varsaydım. 

Mısır'daki amcamdan miras kalmış gibi sevindim. Ne çok affedilmeyi bekleyen anım var benim.

Hadi onlar gençliktendi..ya şimdi bile bile üzdüklerim...ama olsun. Affetmek lazım dünyanı, kendimizi ve insanları ve şansı ve kaderi.


Hayat, bir adım geri çekilip baktığınızda size çok şey anlatıyor. Umudun hep var olduğunu, adaletin sessiz ve aksak adımlarla da gelse mutlaka geldiğini, inanmaktan vazgeçmeyenlerin umuda kavuştuklarını ve insan olarak kalmanın zor ve ağır bedellerle dolu olsa da vazgeçilmeyecek bir  karar olduğunu anlatıyor mesela. 

Ya da bir deprem ile bir yangına bakar mülk dediğin, gönlünü zengin kıl mevsimlerden renklerden haz alan aklın olsun,hırsı öğretilmiş kuralları bir yana bırak gönlün huzur dolsun diyor.

Acımadan ve acıtmadan doğruyu bulabilmek dileğiyle...







20 Eylül 2016 Salı

Mahkeme


Unutmaya çalışıyorum, olmuyor.
Kader,ertelenemeyenmiş meğer.

Çok seneler önce, sabaha doğru bir saatte işten çıkmış Seyrantepe'den Üsküdar'a gelirken Altunizade'den Nuh Kuyusu Caddesi'ne döndü araç. O anda, karşı kaldırımdaki bir delikanlı hızla bizim şeride yöneldi. Karşıdan karşıya geçmeye çalışıyordu. Şoförümüz sola kırdı. delikanlı yavaşlasa herkes kurtaracaktı. ..ama o hızlandı. Şoför direğe bindirmeyi göze alıp daha çok kırdı direksiyonu, delikanlı daha hızlandı. Sonra o korkunç ses....



Onu bir an havada gördüğümü hayal meyal hatırlıyorum tüm bu anlar birikimi olan kısacık bir kaç saniyenin içinde. Sonra başaşağı ön camdan kucağıma inişini. Ağzıma dolan cam kırıklarını. İçimdeki , hala anlam veremediğim sakin sükunetimi. Araçtan inişimi. Koşturanları. Karşı kaldırımdan gelen çığlık çığlığa arkadaşlarını.

Çocuk 27 yaşındaymış. Zonguşdak'tan gelmiş o gün. Üniversiteyi kazanmış, babasının hediye ettiği araba ile İstanbul'a gelmiş. O akşam arkadaşları ile bulup içecekler ve yeni başlangıçların zaferini kutlayacaklarmış. Tam buluşmuşlar, arabayı iyi park edemedim diye huzursuzlanmış. "Boşver" deseler de dinlememiş. "Dur şunu düzelteyim öyle gidelim içmeye" demiş.

Sonra eceline koşmuş.

Mahkemeye şahit gittiğimde panikten delirmek üzereydim. Aile, şoförden kanparası almış bir miktar ama yine de mahkemeye vermiş. Hani ben seni öldürmeyeceğim ama mahkemeye  de çıkmadan olmaz parası. İğrendim onlardan, evlatlarını kaybetmiş aileye duyduğum saygın merhamet yerini tiksinmeye bırakıverdi.  Daktilo kız adresimi sordu, söyledim.O da tekrar etti.

-Ahçıbaşı....
"Hayır" dedim. "Ah beddua demektir. Ahçıbaşı bedduacıbaşı demek olur. osmanlıda bedduacıbaşı diye bir meslek mi vardı?Yoktu! Aş yemek demek. Aşçıbaşı  ise yemek pişirenlerin en kıdemlisi demek. Padişahın aşçıbaşısı....."

Hakim kürsünün üzerinden eğilip bana baktı.

"Ciddi misin sen?"

 Sustum. 

Taksi şoförünü gösterdi karşı tarafın avukatı. "Neden siz şahit olarak çağrıldınız?Şoförü tanıyor musunuz?"

"Elbette tanıyorum" deyince ortalık yeniden karıştı. Şahitliğimin reddi istendi. Hakim bana baktı  "şaşkın bu" dedi. Sonra sordu "nerden tanıyorsun,yakınlığın ne?"
-"Ne yakınlığı" dedim şaşkın. Kaza yapan aracın sürücüsüydü ordan tanıyorum.

Hakim bu sefer sesli güldü.
-İyi, öyle söylesen ya.

Bende gittikçe artan paniğe hayret ediyordum. Kaza olmuş, gencecik bir insan kucağımda can vermişti. Direğe bindirdiğimiz sırada bile çığlık atmamıştım ama mahkemede yaprak gibi titreyip saçmalıklar rekorunu zorluyordum.

-Taksi hızlı mı gidiyordu
-Hayır
-Hızı kaçtı mesela
- Benim ehliyetim yok, param çok olduğunda taksiye biniyorum ama kalan zamanlarda otobüsle  gidiyorum her yere. Yani nerde hangi hızla gidlir bilmem ama nereye hangi otobüs gider ya da hangi saatlerde ne kadar sürede gider bilirim, onu söyleyebilirim ama taksi hangi hızda gidiyordu diye sorarasanız bilemem ama o saatte yollar boş olduğu halde neden daha hızlı gitmiyor diye düşünüyordum otobüs olsa..

Hakim yine güldü.

-Nefes al, nefes al tamam...sakiiiin.

Sonra beni dışarı aldılar.

O çocuğu  unutmayı, ağzıma dolan cam kırıklarının içerisinde baş aşağı kucağıma yığılışını hatırlamamayı çok istedim ama olmuyor. Hemen her zaman, benden alacak bir fatiha'sı daha varmışı anlıyorum.

Şoföre ne ceza verildi onu bile hatırlamıyorum.
Kalbim böbreğimin üzerinde zıplıyordu güm güm güm. 

Eve geldim.

Hayal kur, plan yap ama kader diye de bir şey var unutma dedim.
Mahkemesi başka işliyor kaderin.


Belki de ondan bu  uysal boyun eğişim hayata.
Ve belki de ondan anlamayışım hırsları yüzünden örselenen insanları


8 Mart 2016 Salı

Mezarlık Papağanları




Sabah mezarlığın içinden geçerken, toprağın altında onca çürümüş cesedi yok sayacak kadar mezarlıklara alışmış kalbim bahar şarkıları söylerken "umut ya Rabbi umut" dedim başımı göğe kaldırıp.

Ceset kokusunu çektiği için mezarlıklara dikilen servi ağaçlarının tepesine yemyeşil tüyleri kırmızı gagaları ile neşe saçan papağanlar kondu. Tıpkı masallardaki gökten düşen hediyeler gibi 3 taneydiler.

İstanbul'un göbeğinde..mezarlıkta..papağan..lar??

8 Mart 'ı filan kutlamayacağım bugünkü yazımda: günlere sıkıştırılmış kutlamaları oldum bittim sevmiyorum. Anmalar ve vurgular ise desteklenesi .

Hayat bişi demek istedi bana bu sabah, ne dedi niye dedi onu anlamaya uğraşıyorum şimdi.

Sevgiyle kalın...



23 Ocak 2016 Cumartesi

Zaman Zaman İçinde

Ne zaman en mutlu anlarımı bulmaya çalışsam anılarıma dönüp, lisedeyken karne alıp eve doğru yola koyulduğum o günler gelir aklıma.

Mevsim yaz, ders sorumluluğu bitmiş;geçici de olsa özgürlüğün ilk günü.Henüz hiç bir şey için geç kalınmış olunmayan, henüz azalmamış olan,henüz kimsenin sizinle ilgilenip kısıtlamalara başlamadığı o gün.

Kısacık saçlarımın dibi  hep koşuyor olmamdan dolayı terli olurdu genellikle.Rüzgarın denizden alıp getirdiğini saçlarımın arasına serpiştirmesini;o serinliği, o yosun kokusunu, o rüzgarın en maisini severdim. tek başına yürüyor olsam bile yanaklarımı ağrıtırcasına tebessüm olurdu.Ayakkabılarımı elime alıp çorabımın kaçmasına aldırmadan sahilden eve yürüdüğüm o zaman var ya o zaman...işte ne zaman en mutlu olduğum günlerdi diye düşünsem aklıma gelen zaman.


Cedric'in 40'lı yaşlar versiyonunun dizisini çekebilirim rahatlıkla.

40'lı yaşlardaysanız ve anıların renkleri hala çok canlı,yaşama isteğiniz törpülenememiş,kurallar anlam kazanmamış,yollar sizi çağırır sorumluluklar kır dizini otur der haldeyseniz hayat çok zor dostlar....




30 Eylül 2015 Çarşamba

Yağmur


İlk tanıştığımız günü hatırlıyorum da kısa kesilmiş saçları ve tuhaf beneklerin oynaştığı küçük yeşil gözleri vardı. Ufak tefekliğine inat dünyaya meydan okuyan halleri, kural tanımam tripleri ile okula gelir gelmez dikkat çekti elbette.

Baskıcı bir ailesi varmış. Babasının habire "o.... mu olacaksın" sorusundan bezdiği için bir gün bakkalın çırağı ile babasının yatağında özgürlüğe yelken açışını anlatırdı hepimize komik detaylarla süsleyerek. Hiç eksik olmayan şen kahkahası  kantinde çınlarken ve onun masasında oturanların sayısı her geçen gün daha da artarken ben nedenini anlayamadığım bir üzüntü ile onu seyreder, bir merhabadan öteye yolum olmamasına özen gösterirdim.

Adına "Akasya" diyelim.
Gerçek hayat portrelerinde gerçek isimler kullanmıyoruz di mi? :)

Akasya koca okulda gitti , benim aşık olduğum delikanlıya aşık oldu. Yaş 20 'lerde ise delikanlılar platonik ve hüzünlü bakışlara sahip kızlardansa hoppadanak kucağına oturan ve dudaklarını uzatan kızları daha fazla tercih ediyor. Bir gün boş sınıfın birine dalıp ikisini tek sandalyeye sığmış öpüşürken gördüğümde bunu net biçimde öğrendim. O yaşların şiddetli ve sınır tanımaz duygularının ölçüsüzlüğü ile isyan-acı-aşk birbirine dolanıp fışkırdı içimden haftalarca.


Ve "Akasya" sebebini asla anlayamadığım bir şekilde tüm okuldaki popülerliğinin meyvelerini toplamak yerine benimle arkadaş olmak için elinden geleni yapıp benimle dertleşti durdu. Aşkını, aldığı keyfi,neşesini,kızgınlığını bana anlattı. Şeytan azapta gerek..tersleyemedim.






O deli dolu hallerinin,aldırmazlığının altındaki şaşkın masum çocuktu belki içimdeki öfkeyi merhamete çeviren. Bir iki başımı çevirip gittimse de sonradan dibimden ayrılmayan bu çocuğa kapılarımı açmış buldum kendimi.

Bir bildiğim varsa insan evladını dinlemeli, anlamasa da dinlemeli.

Lünapark gibiydi aşkları..yapay ışıkların mide bulandıran cazibesi ile harcanan saatler.

Sonra terk edildi...bir kaç kullanımlık Selpak misali.

işte o zaman o aldırmaz ,cool,hayatın ebesini sülalaesini fotoğraflayan kızın örtüleri sıyrıldı, kırgın genç bir kız  var oldu.
Ama terk eden kendi çevresinde paye almıştı. Kızı kullanmıştı, işini görmüş keyfini almış "herkes" gibi ardına dönüp gitmişti. Aşkla işi varsa bile böyle tanıttığı bir kıza dönerek kendini de rezil edemezdi.

Ellerini blüzunun içine daldırırken herkes oradaydı..herkesin içinde kendini elleten o kızla ne işi olurdu?

Gülmeye çalıştı Akasya.. gülemedi . Ağladı kendini tutamadı..aldıran olmadı.

Bir hafta ortadan yok oldu. Döndüğünde, kendisini terk eden o zevatın tam tersi siyasi görüşe sahip oluşuma katıldı.

Başarmıştı. Zevat öfkeden deliye dönmüştü ama bir şey yapamıyordu gururunu kırıp. Oysa "bi çay da sana aliiim" diye sorsa her şey değişebilirdi Akasya için de kendisi için de. O ise dönüp bana romantizm ile yaklaşmaya başladı. Oysa ben aşkımı gömmüş üzerine savaş baltamı dikmiştim çoktan. Kesinlikle cami duvarına yanaşmıştı ama bunu sonra anlayacaktı.


Akasya bu yeni grupta gördüğü hızlı kabul ve sahiplenmeyi sorgulayamayacak kadar saftı. Bir grupta vatan millet Allah kitap muhabbetinin en koyusunu yaparken diğer grupta tam tersi söylemleri sahiplenmesinin dengesizliğini de görmüyordu. 

Gören tek ben değildim ama umursayan tek bendim sanırım. Ona sık sık durmasını söylüyorsam da akışa bırakmıştı kendini.

Bir gün tutuklandı. Katıldığı eylem sonrası yasadışı  faaliyete katıldığı için polis onu da almıştı. Ancak komiser ona bakmış, benim gördüğümü görmüş "bak kızım" demiş "sicilin temiz..kirletme.Yapma kızım. İyi bi okul kazanmışsın yazık anan babana yazık emeğine yarınına yazık. Bunlar yolunu seçmiş ama sen daha safsın etme kızım..salıveriyorum seni evine git bir daha gelirsen...gelme kızım" demiş. Akasya bunu anlatırken  kahkahayı basıp "Yürü be babalık!Türk filmlerinden mi fırladın :ben arkadaşlarımdan ayrılmam atın beni de nezarete diye bağırdım" diye böbürleniyordu.

Gazetelerde yer alan büyük bir eyleme katıldığında olan bitenden korkmuş ve hata yaptığını ziyadesi ile anlamıştı.

Bir akam yemek yerken polis gelmiş kapıyı çalıp almış onu. Annesi çok ağlamış çok yalvarmış ama...o ağlamakta,Akasya pişmanlıkta geç kalanlarmış.

Hapishanede kadınlar koğuşunda tecavüz etmişler ona. İlk akşam. Aklını oynatmış. Uzun süre Ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde yattı tedavi gördü.

Ne eski grup ne yeni grup...okulda kimsenin umuru değildi Akasya. Ben de adının karıştığı olaylardan ötürü korktum ziyaretine gidemedim. Ama aklımdaydı, en azından üzgündüm. "İyi oldu ona" diyenlerden de olmadım unutup gidenlerden de...

Seneler seneler sonra bir gün hiç alakasız bir yerde rastlaştık. Aradan en az 15 yıl geçmişti.Beni görüp tanıyan ve çığlık kıyamet boynuma atlayan o oldu. Eşime baktı, güldü.

-Evlenmemişsin "onunla"...dedi

Gülümsedim.

-"Sana aşıktı.."dedi. "Sana evlenme teklif edecekti" Sonra yüz ifademe baktı, anladı, onca yıl sonra can acısını unutmadığını belli edecek bir büyük neşeyle  bastı kahkahayı "o teklif etti ve sen red mi ettin?Ama sen de ona aşıktın?"

Aşkımı gömüp üzerine diktiğim savaş baltasını  kafasına geçirmiştim.Nikahıma kadar gelmişti ama ben onu asla affetmemiştim. Bunları Akasya'ya detaylandırmadım, ne yaptığını sordum, vekil öğretmenlik yapıyorum dedi yüzü kızararak. Doğru muydu söylediği bilmiyorum . Gitmemiz gerekiyordu , izin istedim.  
Ayrıldık, seslendi . Döndük bir daha kucaklaştık. 

"Bir annemi bir seni andığım zamanlarda çok ağladım. O , ben hapisteyken öldü. Bari sen affet beni" dedi.

"Sen kendini affet Akasya..benden yana sıkıntı yok" dedim. Sonra kendini yetişkin sanan 19 yaşlarında iki kız gibi değil de kendini 19 yaşlarında sanan iki yetişkin gibi gücümüzün yettiğince sarıldık birbirimize.

Hayat...seçimler..

Yağmur gibi; kimine bereket-mutluluk kimine felaket getiriyor aşk.

Bazen herkes sizi affetse de siz kendinizi affedemediğinizde yollar hep yokuş, mevsim hep kış ...





4 Eylül 2015 Cuma

40'lı Yaşlar

Biri benim yerime söylemiş,biri benim yerime bunu duymuş yazmış,biri benim yerime yazılanı görmüş ve bana iletmiş.

Minnettarım yazılanda ve fotoğrafta beni görebilene...



Bazı şeyler için artık sabrım yok;
ukala biri haline geldiğim için değil,
aksine hayatımda artık beni mutsuz eden
ya da üzen şeyler ile

vaktimi daha fazla kaybetmek istemediğim
bir noktaya ulaştığım için…
Laf sokmalara, haddinden fazla eleştirilere
ve hangi türden olursa olsun
talep ve beklentilere artık sabrım yok.
Benden hoşlanmayan insanları memnun etmeye, beni sevmeyen insanları sevmeye
ve bana gülümsemeyen insanlara gülümsemeye yönelik arzumu kaybettim.
Artık yalan söyleyen
ve beni yönetmek isteyen insanlara
bir tek dakika bile harcamak istemiyorum.
Oyunların, ikiyüzlülüğün, sahtekarlıkların
ve ucuz övgülerin olduğu ortamlarda
bulunmak istemiyorum.
Çok bilmişliğe ve akademik ukalalığa tahammülüm yok.
Aynı şekilde boş dedikodulara da
bulaşmak istemiyorum.
Uyuşmazlıklardan ve karşılaştırmalardan
nefret ediyorum.
Farklılıklardan, hatta zıtlıklardan oluşan
bir dünyaya inanıyorum,
bu nedenle katı ve toleransı olmayan insanlardan kaçınıyorum.
Arkadaşlıkta sadakatsizlikten
ve ihanetten hoşlanmıyorum.
Birisine nasıl iltifat edileceğini
ya da cesaretlendirmek için ne diyeceğini bilmeyen insanlarla bir arada olamıyorum.
Abartılar beni sıkıyor.
Ve her şeyin de üzerinde,
sabrımı hak etmeyen hiç kimseye sabrım yok”.
|MERYL STREEP


28 Mayıs 2015 Perşembe

Yarın Yine Bahar Çok Şükür...


Kalp olacak olanı bilir,sana fısıldar...ama sen, dünyanın sığ endişeleri ile çığlık çığlığa muhatap olduğun için onu duymazsın. O sırada bilmeden söylediğini sandığın söz gerçekleşir ve sen hayretler içinde kalırsın.

Büyük laf söyleme başına gelir dedikleri budur aslında...o büyük lafı söylerken hiç düşündün mü : sana bunu kim sordu?

Şimdiki evimin önündeki caddeden geçiyordum yanlışlıkla bindiğim otobüse sayıp söverek...öğrenciydim henüz. Bir yanda binalar bir yanda mezarlık. İçimden "ıyyyy" dedim. "Asla burada oturmam ben..ne soğuk yer"

Bana soran olmamıştı aslında burada oturmak ister misin diye..ama aslında biliyordu kalbim olacağı.Fısıldayıvermişti olanca naifliği ile burada yaşayacağımı hem de tam evimin önündeki duraktayken . Kibrim,günlük hayat endişelerim , sığ suların büyük dalgaları kulaklarımı sağır etmiş olmalı...duymuş ama anlamamışım.


Ne cümleler ne fısıldandı kulağımıza da kalabalığın gürültüsünde duymadık.

Renklerin en güzellerini taşıyan kalplerimizi kimbilir ne olmaz şeylerin patırtısında paslandırdık.

Onca seçeneğin içinde belki de kendi seçtiğimiz şey yalnızlık...




Sonra , arsız çocuklar gibi hayatı suçladık....

Yarın yine bahar çok şükür.
Sevin kendinizi e mi?

Unutmayın ;renklerin en güzelidir mai.

Bir daha denemek ve yeniden başlamak için
Unutun tüm endişelerinizi.

Umut da yaşamak da bizim için var.

Umut, binbir ayaklı Umut, güneşte saklı Umut edenler haklı Umut, insanın hakkı..! Nazım Hikmet


5 Ocak 2015 Pazartesi

Selam Olsun Şarkıları



Sabah alarmı kurmayı unuttuğum için servisini kaçıran kızımı okula yollamadığımdan mütevellit zerre kadar suçluluk duymayışımla başladığım yeni yılın ilk iş gününe selam olsun. Çok da tın'sın Pazartesi..umurum değilsin yani.

Sosyal Bilgilerden sınavı olan küçük kızımla Atatürk İlke ve İnkılaplarını konuşarak yürüdüğümüz Üsküdar yollarını saran ayaz soğuk: sen de umurum diiilsin bugün.Sana da selam olsun en afillisinden.

Kahvaltıda dinlediğim Kızılordu'nun Kalinka'sından sonra kahvemi birlikte yudumladığım sevgili Marlene Dietrich ..bence de Lili Marlene be yaa.

Hayat:bugün yedek kulübesine bile inesim yok, tribünlerde kalayım elleşme benle...
Kızımla Cher söylesin biz dansedelim evi toplamayalım yemek yapmayalım çamaşırlarla ilgilenmeyelim gündeme bakmayalım dert etmeyelim dert vermeyelim günümdeyim..hayat bugün elleşme benimle 

Vu-huuu

Anılar,duygular...size de selam olsun.Bugün olmaz belki yarın belki yarından da yakın ama değil bugün.Selam verdik borçlu çıkartmayın beni..

Hiç denemediğim bir tadı tadasım var bugün.

Hep yılan eti merak etmişimdir. Nerden bulurum da yerim? Üsküdar'daki kasaplara sorsam yılan eti var mı diye küllü kafir ilan etmezler mi beni, döverler mi? Sözcü gazetesi istedim diye Allah belanı versin diyen o gazete bayiine gidip soriiim. Ona güldüm diye daha çok kızmıştı hani.Sana vermiş belayı, bak ben geldim işte dedim diye daha çok daha da çok kızmıştı hani.

Yok, bugün bulaşmıcam kimseye...

Havva ne yapıyor acaba tam da şimdi..elinde paleti hayatın hangi teferruatını renksiz soluk kalmaktan kurtarıyor..kadını turşularını gördünüz mü? Onlar bile sanat eseri. Sebuş bir Havva iki...onlar kadınsa ben neyim Allah'ım diye sordurup duruyorlar bana.Sıradaki şarkı onlar için gelsin..onlara da selam olsun

Ya ablam...kimbilir nerelere koşturuyordur şu an kalbinin bir köşesinde ben bir köşesinde annem bir köşesinde çocukları...kaçgen kalbi var onun sahi?Çokgen ama pekçok gen...O zaman sıradaki şarkı da ona gelsin,21 pare top atışı ile selam olsun canım ablama......

Hadi..sıradaki şarkı benim olsun diyerek vira bismillah başlayayım seyredip de yaşamaya




14 Kasım 2014 Cuma

Gü'ye...





Köpeklerden çok korkardı

Polisleri hiç sevmezdi

Kader onu polis olmaya zorladı..

Yetmedi,

Gitti, köpeği olan bir polisle evlendi!


Gü yok ama gruptan diğer dostlar yanımda
Üniversitenin ilk yılı arkadaş edinmem kolay olmadı.Erkek traşı kesik saçlarım mıydı garip gelen her şeyi  kana kana yaşamak arzusunun coşkusu muydu insanları ürküten bilmiyorum.Lakin  bir Eylül sabahı kantine girip gözüme kestirdiğim grubun masasına oturdum ve "hey merhaba..ben geldim" dedim bir lütfu bahşedercesine. Uzak yıllardan kendimi izlediğimde Tipitip'ten sonra en tip çizgi film karakteri benmişim gibi geliyor.O gruptakiler bana baktı, birbirlerine baktı ve"yürüyüşe çıkalım en iyisi biz" dediler.Beni masada tek bırakıp hep birlikte yola koyulmuşlardı ki arkadaş olacağım azmi ile beynini delmiş biri  olaraktan ben gurur edep haya gibi tüm verileri beynimde sıfırlayıp peşlerinden koşturdum "oluurrr ben de sıkıldımdı otur otur".



Beni kabullenmeleri epey zaman aldı doğallığıyla..ama binicisini sırtından atamayan atlar gibiydi ilişkimiz.Ben vazgeçmedim...onlar boyun eğdi.Önce komik geldim onlara,sonra sevdiler ve kabullendiler zamanla.Zira alışılagelmişin teki olmasam da kusursuz yeşillikteki İngiliz çayırlarında açıvermiş bir gelincik misali yanlış da olsa renklerim zararsız ve sevecendim.



O da o gruptaydı. Çok kiloluydu, yüzünde sivilceler vardı ve ben gülüşüne ölüyordum.Erkekleri , ona aşık olmadıkları için anlamak imkansızdı.Gözlerinin, gözlerinizin içine bakarken sıcacık olan kahverengilerini nasıl görmezlerdi ? Şaşırdığı zaman kahkahayı basmadan evvel yanağının kenarında beliriveren o haylaz gamzeler "burada gülüşü eşsiz bir kız var" diye bağrınan işaret tabelası gibiydi.Temiz ve düzgün giyinirdi.Derslere en düzenli giren oydu içimizde.Uyumluydu, tahammül edemeyeceği salaklıkta espriler yaptığımda şefkatle gözlerini devirir ve gamzelerini ortaya koyan bir gülüşle bana bakardı. Bir sürü şeyin yerine koyduk birbirimizi;dosttuk,kardeştik,sırdaştık.Söylenmemiş kelimelerin anlaşılması ile derinleşirdi paylaşımlarımız. Yurt ortamında bile ne yapar ne eder , bize fırınlara yalvara yalvara pişirttiğimiz tepsilerde börekler yapardı. Biz doymadan o yemez, o yemeden biz doymazdık.


Derken mezun olduk..ayrıldı yollarımız.Babası bir kazada vefat edince aile dostları araya girip apar topar emniyete aldılar Gü'yü.Ailenin en büyük çocuğu olarak aldığı sorumluluklar, bizler "ne yapacağız" derken onu "ne yaptım" demeye itti elbette.Torpilsiz gençler ordusunun sağlam neferleri idik, savrulurken elele tutuşmaları bırakmamaya birbirimizden kopmamaya çalışıyorduk. Ben, Hacıanne'mlerde kalmaya başladığımda o yersiz yurtsuz kalınca gönül sarayları kaçak yapılan saraylardan bile geniş olan Hacıannem'ler onu da bağırlarına basmış ve misafir etmişlerdi. Tayini Trabzon'a çıkınca ise annem ve babam kardeşi ile birlikte Gü'ye kucak açtı.

Yanlış aşklara açtığı yelkenlisini idare edecek kaptanlardan değildi o. İlk defa başkasını düşünmeden kendisi için çıktığı bu seferde gemisi ağır darbeler aldı gerçektende. O buhranda gitti, apar topar evlendi kıskançlık abidesi ve köpeği olan o polisle.Yangından mal kaçırır gibi aldı götürdü Gü'yü uzaklara.Bir daha da haber alamadık kendisinden.

Bir gün, aradan yıllar geçmiş ve ben evli iki çocuklu  ve eskiye kıyasla kesinlikle ağırbaşlı bir hanım olmuşken takvimdeki o sayfa beni dürttü.Gü'nün doğumgünüydü. Tüm kızgınlıklarımıi kırgınlıklarımı,umup bulamadıklarımı  bir seferde silkip attım sepetimden.Özlem, o kadar yakıcı bir haldeydi ki yetişkinlere ait değerlendirmeler sağ kulağımdan girip sol kulağımdan çıkıyordu. Bir dostuma rica ettim, Gü'nün izini buldu bana.Ne yaptım ne ettim bulunduğu yerin telefonunu da buluverdim.Onca sene sonra sesini duyacak olmanın sevinci ile açtım telefonu.

Önce şaşırdı.Her zamanki sakin üslubu ile kim olduğumu sordu."Benim" dedim "Bak. Onca sene neden aramadın sormadın sormayacağım sana.O kadar özledim ki seni, sadece doğumgününü kutlamak ve özlemlerime sus deme istiyorum.Soru yok cevap da yok"

İki çocuğu olmuş onun da.Eşi bilmem ne müdürü olmuş.Konuşması sakınımlı, içten coşkulardan çok uzaktı.

Günler sonra beni aradı sesinde anlamlandırmaya uğraştığım ama bir türlü isimlendiremediğim bir neşeyle.Kardeşine iş bulup bulamayacağımı sordu aslında onun da beni ne çok özlediğini anlatırken laf arasında.... Neredeyse dışarıdan duyulabilecek bir sesle kırıldı kalbim.Son sigarasını paylaşan iki dosta ait gülüşlerimi, gün ışığına çıkartıp örselemediğim gönül seslenişimi bir yana koydum; iş yerinde kullandığım ses tonlaması ve vurgu ile "CV'nizi yollayın bakalım.Hayırlısı olsun" dedim.

Dostluğa inancım böylece sona erdi....derdim ama yok canım.Şahane dostlarım var benim.Şahane bir dostum ben.Bir elmadan kurt çıktı diye kim vaz geçer elma yemekten, biri gönül kırdı diye  mahrum mu bırakı kişi kendini sevmekten?


Bir şey öğrendim elbette.Bitmesi gerekeni bitiriyor hayat.Çok da zorlamamak lazım.Her meyvayı mevsiminde, her insanı ait olduğu zaman diliminde hayatına dahil etmeli belki de.Biten bitmiştir,hayatın altı üstünden bazen daha iyidir filan.

Hayatıma dahil olmayı lütfeden tüm dostlarıma kucak dolusu sevgilerimle..


9 Eylül 2014 Salı

Kıssadan Hisse



Bu sene bir şeyden emin oldum.

Kazma kürek dalmışsan hayatın ortasına ve üşenmeden bıkmadan yılmadan usanmadan dik yokuşlardan kaçmadan koşmaya devam ediyorsan ama akış hızlanarak inadına tam tersine sürüklüyorsa seni şelalenin dik noktasına yaklaşmışsın ve mücadeleyi bırak kaderini yaşa zaten de yapacağın başka şey yok demeye çalışıyordur hayat.

Yukarıdaki cümlemi okusa türkçe hocalarım ne derdi diye gülümsedim şu an :-)

Selin için dağa bayıra , kurda kuşa, düz yol az geldi dik yokuşa koşturup kendimi paralarken...
Nehir için boştan alıp doluya, doludan alıp boşa koyarken ve renkleri birbirine yamayıp modifiye gökkuşakları yaratmaya uğraşırken..
Çocuklarım için olmazı oldurmaya çalışırken...olması gereken oluverdi birdenbire

Birinin hayali cisme büründü kucağımıza düşüverdi
Birinin doktoru güneş oldu camdan giriverdi

Selin http://horizonkoleji.com/ okuluna başladı bile..bu ikinci haftası

 

Nehir http://www.dogakoleji.com/tr/istanbul-kolejler/uskudar-doga-koleji başlayacak hevesinin haddi yok hesabı yok.

 




20 Ağustos 2014 Çarşamba

9 Ay Taksitle Mutluluk






Bir gün ama berbat bir gün iş çıkışında kafam sepet gibi , duyularımın tamamı isyanda gönlüm hapishane türküleri söyler iken binadan çıkar çıkmaz elim telefona gitti ve kardeşlerimden birini arayıp " ne gündü beaa" demek istedim, pasını atarsam ışıldayabilecek bir an zarfında rahatlayacağım küçücük bir nefes alabilmek umuduyla.















Dün gibi aklımda..Merter'de her tarafı bina olan, yeşillik diye kaldırımların arasından fışkırmış isyankar 3-5 çimen tanesine kaldığımız berbat bir yerdeydik. Binanın önünde düttürü bir havuz vardı ama orada olduğu için yine de minnetardım sebepsiz. Havuzun yanında elimi telefona atmışken birazdan ona kavuşabilecek olmanın  keyfiyle Selin'i düşündüm. Hayat, SÖ ve SS olmak üzere ikiye ayrılmıştı çoktan. Selin'den Önce yaşam taslaktı..Selin'den sonra ben yoktum ama mutluydum.Daha güzel bir şey için tırpanlamıştım özgürlüğümü: anneydim. Sonra düşüncelerim birbirini kovalamaya devam etti. Tombik elleri bir gün incelecek o da genç bir hanım olacaktı.Büyüyecekti.Hayat ona da dik yokuşlar çıkartacaktı.Selin kimi arayacaktı o zaman?






Elim telefondan geri gitti , günün tüm yorgunluğu omuzlarımda ama kıyıdan uzaklaşan bir geminin görünümünde gittikçe küçülmekte idi.

Bir gün Selin anne olacaktı ama sevincini paylaşacak bir kardeşi olmayacaktı. Çocuğu ne teyze ne dayı diyemeyecekti. Ben ölecektim (sanırım) ..Özer'de öyle.Onu seven dostları etrafını saracak ellerini tutacak ama acısını anlayacak çocukluk anılarının bir parçası olan kimsenin tamamlayıcılığından yoksun olacaktı. 




Eve gittiğimde allak bullaktım ama kararımı vermiştim.

Tam 9 ay sonra Nehir doğdu :-)


Beste tammış güfte eksikmiş ..onu anladım.



Bugün Bursa'dan İstanbul'a dönerken onları izledim tüm yorgun hüznüme rağmen.Önce kahkahaları paylaştılar,sonra beni kaynattılar gözümün içine baka baka.Sonra sabah erken kalkmanın mahmurluğu çöktü üzerlerine.Tüm konuşmadan anlaşacak kadar gönlü bütünleşmişler gibi sessizce tamamladılar birbirlerini..Nehir uyuyuverdi ablasının kucağında...ablası uyuyuverdi kardeşi kucağında.



Bir sürü saçma ve bir sürü hata dolu olmalı ömrümde...ama çocuklarıma baktığımda tereddütsüz bir gülümseme yayılıveriyor yüzüme. Fukara ömrümde 9 ay taksitle aldığım en güzel şey onlar.



Varlıklarına şükür