kader etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kader etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Haziran 2022 Çarşamba

Çerağan Vakti

 
Hafta sonu Nehir üniversite sınavına girdi.

Özer ile kapıya yakın bir cafeye attık kendimizi.

Gözümüz çıkış kapısında..küçücüğümüzün  sınav çıkışını bekledik.

Diğer masalardaki veliler matematiğin belirleyiciliğinden,  her şeyin ne kadar pahalandığından, park yeri sorunlarından konuşuyordu.

Biz , Özer ile her zamanki sessizliğimizi muhafaza edip birbirimize eşlik ettik.

Kolay değildir sessizliği paylaşmak. Sağlam dostluk ister.

Diğer veliler gibi çok endişeli, çok düşünceli değildim açıkçası.

Türkiye'de yaşıyorum, kızımın matematik yeteneği 62'den tavşan çizmekten ibaret.

Ve hayatın sürprizlerle dolu olduğunu biliyorum.

İnsan  plan yapar kader gülermiş.

Öyle her şeyi  motif motif takmanın alemi yok...vallahi diyorum.

50'li yaşlar güzel yaşlar, diyeyim ben size :-)


Ben, çocuklarımı bu geri zekalı sistem öğütsün diye dünyaya getirmedim. Buna izin verecek de değilim!


Nehir'e "elinden gelenin en iyisini yapmakla mükelleftin, çabaladığını gördüm izledim. İyi olacak kızım" dan başka bir şey demedim.

Sınavı nasıl geçti bilmiyorum.

O da anlatmadı.

Bizimle konuşmuyor dedim Özer'e.
Ziyanı yok dedi.


....gülüşü yeter bize...


Günün şarkısı Nehir'ime ve tüm kardelenlere gelsin..





6 Mayıs 2021 Perşembe

Hıdrellez


 Teee  2015'te Hıdrellez ile ilgili  dehşetengiz anımı anlatmıştım  size (unutulmaz hıdrellez anısı için tık lütfen) . Ciddiye alıyorum  ben  bugünü. Sabah beri pozitif müzikler dinleyip twitterdan uzak kalmaya, gözümü göğün mavisinden alıp denizin mavisine çevirmeye özen gösteriyorum. Mavide bir noktayım ben..kendime dünyayı  fazlaca dert etmenin kibir olduğunu hatırlatıp olumladım mümkün olduğunca her şeyi.



Gül ağacımızın dibinden Nehir ile benim dilek mektuplarımızı alıp Kadıköy sahilinden denize salıverdim. Sevgili Hızır ve sevgili İlyas...buluştuğunuz anda güzel dileklerimiz güzellikle kabul olup güzellikle gerçekleşsin tez vakitte inşallah.


Bir önceki yazıda cinayeti anlatıp bir sonraki yazıda bahardan dem vurmak...hayat tam da bu galiba.


Dualarınız ve dileklerinizi iyice tarif edin e mi? Kaderin garip bir mizah anlayışı var.


Baharınız bahar, ömrünüz güzellik dolu olsun. Bugün hıdrellez : ülkemin aydınlık günleri aydınlık ve güzel insanlarla bize geri gelsin, iyi olanın kazandığı süreç tez başlasın. "Bugün" mutlu olalım ama yarınlar da umut ve somut güzelliklerle dolu olsun.


8 Ocak 2018 Pazartesi

An Kısa Cümle Uzun


 Unuttuğum bir şarkının sözlerini hatırlamaya çalışmak gibiydi.

"Sen Olsaydın Yapmazdın Biliyorum"

Deli gibi çalışılan bir iş temposunun ortasında beyniniz eriyip burnunuzdan akmak üzereyken ve türkçeyi tam konuşamayan biriyle film galası ile kokteyl ayarlamaya uğraşırken kelimelerinin neredeyse tamamını unuttuğunuz bir kitabı özlemenin açıklanabilecek tek mantıklı anlamı , kelimeleri unutmuş olmanın bir şey ifade etmediği unutulmayanın kitabın sizde bıraktığı his ve lezzet olduğu olmalı.

Ve ayrıca yukarıda gördüğünüz cümle size biraz uzun ve karmaşık geliyorsa, bütün gün içinden düşünürken bile kısa cümleler kuramayan  birinin iletişim mezunu olması nedeni ile iletişim kurabilmeyi görev bilip habire cümlelerini kısaltmaya uğraşmasının ne çok yorucu olduğunu üstelik uzun cümleleri ağzından kaçırdığında bunu anlayan,akışa eşlik eden birini bulduğunda hazine bulmuş gibi sevinen biri olduğunu bilmelisiniz.


Ablam mühendisti, Urfa'nın dağlarında Atatürk Barajı'nı inşaa ediyorlardı ve o kazandığı paranın bir kısmını Urfa'nın dağlarından İstanbul'un şık sokaklarına -kardeşine yolluyordu. Öğrenciydim. 


Ablamın gönlü karşılık beklemeden sevgi ve şefkat doluydu. Maddi manevi esirgediği bir şey ne o zaman oldu ne sonrasında. Bilinen bütün hazinelerden daha kıymetli ve daha gerçekti. Daha da güzeli benimdi.   

Moralim b.k gibi ve kalbim had safhada kırıkken ablamı aradım jetonlar avucumda dolu dolu (eskiden önemli bir şeydi jeton :-) ), uzun konuşmalara gebe. Kim bilir neye kırıktı kalbim, onun orada sadece yalın dağ tepelerine baktığını ve yalnız olduğunu düşünmeden bencilliğimin doruğunda karşılıksız aşklarımı mı düşük sınav notlarımı mı ; kimbilir hangi "zamanda yer tutmayacak" derdi  büyütüp dağ edip anlattım da ablam dedi ki  "bak şimdi sana extra para yollayacağım harçlığının haricinde. İstiklal Caddesine git ve çok istediğim bir şey yap..o paranın hepsini harca. Bu sana iyi gelecek."

Yok dediğimi, o asalete sahip olduğumu sanmıyorum o yaşları düşünüp kendimi hatırladığımca.

Yağmurlu ama soğuk olmayan bir gündü, net aklımda.
Elbiselere baktım ,yemeklere baktım, ona baktım buna baktım...yok. Sonra kitabı gördüm "Sen Olsaydın Yapmazdın Biliyorum"du adı. Sadece adından dolayı aldım. Bir de Sezen Aksu'nun "Minik Serçe" kasetini aldım. Sonra ne o şarkılardaki Sezen'i unutabildim ne de o kitabı.


Hatta kitabı okuduğumda "duygu buysa, aşk buysa benim aşık olduğum kişi öküz yahu ancak öküz " deyip buz gibi soğuduğumu da hatırlıyorum.


Sezen Aksu güzel bir sese sahip. Minik Serçe'deki şarkılarında duygu var, ruh var,insan var (tık) Sonradan kaybetmiş bunları. Profesyonel şarkıcı olmuş ama o ilk zamanlarındaki aşk acısı ile dopdolu genç kadının melodilerle duygularını size nakşedişini (tık)   kaybetmiş.

Kürşat Başar ise her kitabında bazen daha iyiye gitmiş bazen aynı kalmış ama bence hep özel kalmış.

Şimdi o kitabı  özleyince -satırlarını anımsamaksızın -, koştum D&R'dan sipariş ettim. Kader, o kitabı tekrar okumamı en az benim kadar istiyor olmalı ki bugün kargo ücretsiz (tık)

Kitabı tekrar okuduğumda alıntıları paylaşacağım sizinle.

Eşya insandan, duygu yaşanmıştan uzun ömürlü oluyor.

Ne olaylar var yaşandığında ana başlıkken sonrasına sadece yaşattığının adı kalıyor, yaşatanı bile unutuyorsunuz. Çok da ciddiye almamalı hayatı yani.


Ablam mı?
O hala "benim" mucizem 💖💕

Yaşayalım gönlümüzce.

13 Ağustos 2017 Pazar

O Şimdi Melek


Biz planlar yapıyoruz, kader gülümseyerek izliyor ve bildiğini yapıyor diye bir söz vardı.


O sözü andım durdum dün.

Annem tatilden direkt Trabzon'a gidecekti.
Ablam Dikili'ye gel diye tutturdu, annem gidecekken Nehir mazarat çıkardı gidemedi. Babamla Trabzon'a dönecekken  öyle oldu böyle oldu hiç yokken apar topar İstanbul'a döndü. 

Annem nereye gitse oradakiler sevinir. Çocuklarım, benim kırmızı kafa yeğenim ,ben ,eşim filan keyiflendik elbette. 

9'unda kırmızı kafanın doğumgünüydü. Sürpriz yaptık ona annem geldi.
10'unda dinlenip kendine gelmeye çalıştı.
11'inde teyzem vefat etti.


Bütün gece , ona nasıl söyleyeceğim diye kıvrandım durdum. Kalbi var diye korkumdan ben de kriz geçirmek üzereydim.

Gece tavan bana ben tavana baktık durduk.
Sonra güneş geri geldi söz verdiği gibi.
Sonra annemin telefonunu sessize alıp koyduğum çekmeceyi kontrol ettim;gece yarısı dememişler,kadının kalbi var dememişler..arayan arayana.
Sonra iyice bir karnını doyurdum;mükellef bir kahvaltı ettik.
Sonra bıraktım biraz dinlensin.
Hadi bu  beş dakika da benden olsun..hala bir ablası var zannettiği.

Sonra gidip dil altı hapını uzattım...bakakaldı.
-Kötü bir şey var?
Yosun yeşili gözler korku dolu,gölgelendi.
-Kötü olacak gibi.. 

Aldı hapını.

-Engin teyzem düşmüş başını kötü çarpmış. Hastanede ama iyi değilmiş durumu.

Neyseki ergenlikte yüksek lisansını yapmışım anneme yalan söylemenin. Yeteneğimden hiç bir şey kaybetmemişim. Gözünün içine baka baka,gayet sakin,gayet inandırıcı. Sanki asıl endişem teyzemmiş gibi.Oysa o dün akşam gitti..o şimdi melek.

Teyzem....

Üşüşen anıları bir el hareketi ile kovmaya çalıştım başımdan. Ablam,abim,babam yok yanımda. Bi başıma kalkmam lazım bu işin altından.

Telefonunu istedi annem. "Tamam " deyip sakince kalktım telefonu aramaya gittim. Verir miyim telefonu. Feyste inliyor ortalık annem öldü-babaannem öldü-anneannem en yakın dostum gitti'lerle. 

-Çocuklar şarjdan çıkartıp kendilerininkini takmışlar ,bulamadım şimdi uyandıklarında sorarız anne dedim.

Sonra yine sakin ,az onunla oturup az ev işi yaptım. Arada telefonumu kontrol ettim hani hastaneden haber var mı diye bakıyormuşum gibi. Ne ağladı ne bir şey dedi. Suskun oturdu öylece. E annemi tanıyan kimse için normal değil bu. O "çocuklar gibi sever,devler kadar acı çeker".

Sonra geldim ve elini tuttum; bu süreci uzatıp  endişe ile beklemenin karanlık kuyusunda yüreğini eskitecek değildim. "Onu kaybetmişiz" dedim.

Sonra gözlerine baktım.
Bahar usulca terk etti gözlerindeki yeşili.

Ölüm ne büyük çaresizlik Allah'ım. Ne gidene gücüm yetiyor ne kalana...ben aslında ne büyük ne kocaman bir hiçim Allah'ım.

Sonraki saatler teyzemin Bahçelievler'deki evine-camiiye-kabristana gidiş şeklindeki rutin üçleme ve ev ahalisinin derin hüznü ile harmanlanan çocukların "bitse de gitsek" aldırmazlığı-ölümün hüznünü anlamayışı ile geçti. 

Gözlerimi bir an bile ayırmadan anneme bakıyordum. 

Sakin. Suskun.Sessiz.
Normal değil.

Ne zaman ki defnettik , toprağa verdik...ağladı.
Bunun için mi gelmişim İstanbul'a..veda etmek miydi sebep dedi dedi ağladı
Ne zaman ki o ağladı,ben rahatladım.
İnsanın içi ne kadar geniş ki onca acıyı sığdırabilsin içine?

Rahmetli eniştemin üzerine defnedilirken teyzem, eski dostlardan biri "nişanda giydiği pembe elbiseyi kendi dikmişti..ne de güzeldi.Bak yine kavuştular" dedi.

İnsandan geriye kalan biraz kül biraz duman.


Sonra, hemen yanında anneannemin kabrini ziyaret ettik annem ve çok sevdiği iki yeğeni-çok çok sevdiğim iki kuzen abim ve yengemle.

Sonra eve geldik.

Sonra ben fark ettim ki ben hiç ağlamamışım.

Uyudum..ağlayamayacak kadar çok korkmuş ve yorulmuştum.

Bir çok söz var yaşam ve ölüm üzerine.

Hiç biri küçücük kalmış,boynunu bükmüş annemin ablasını ve anılarını toprağa verişi kadar anlatmıyor aslolanı.


Sevin,sevilin kalanı yalan.

18 Kasım 2016 Cuma

5 "R"li

Öyle böyle yakışıklı diye tarif edemezdiniz onu
Erkek denilemezdi öyle  herkese denildiği gibi. En az 5 "r" daha eklemek ve errrrrrkek diye tabir etmek lazımdı.

Gür ve yumuşak görünümlü John Trovolta saçları tek başına yeterdi zaten. Arada kocaman sol eliyle saçlarını arkaya attığında üniversitenin kantinindeki tüm kızlar rüzgar yemiş başak tarlası gibi o saçlarla kendilerini şöyle bir arkaya atarlardı ellerinde olmadan.

Omuzlar zaten helikopter pisti idi mübarek. Üzerine konut inşa et belde kur hani öyle genişti ve düzgündü. Ama asıl üçgen ve tek gram yağ bulunmayan vücüdun daracık kalçaların sonrasındaki o uzuun , upuuzun bacaklarla attığı aldırmaz uzun adımlar var ya. Allah'ım sana geliyordum diye nara attırırdı pek çoğuna.

Benden çok üst sınıftaydı. Haddim olmayacağını  bildiğim için  meyil bile etmedim adama doğallıyla. hani bir karış bişiyim zaten, önünde zıplasam beni yine görmez adam. Görse kısacık kesili saçlarım ve saf bakan  gözlerime acıyıp başımı filan okşar belki. Bir karış da olsam gururum var benim, hiiiç bulaşmadım öyle bişiye ama gözlerim o her kantine girdiğinde  yörüngeye girmiş diğer  dişi canlı türü gibi onu izliyordu gayet doğal olarak.


Hele bir sigara içişi vardı.Tek nefeste yarısını götürdüğü marlboronun çıtırtısında köze dönüşen kaç kalp vardı çevrede gözünüzle görebilirdiniz.

Hep tek takılıyordu.
Allah'ım nasıl cool bir errrrrrkek diyorduk hepimiz. Gülümsediğini bile görmemiştik. Yanında bir tek kişi olurdu zaman zaman, o da bundan beter, yakışıklılar sınıfı başkanı lakabı Doktor olan ama herkesi hasta eden abiydi yani. Onunla da fısır fısır konuşurlar, Doktor  esmer teninde iyice kusursuzlaşan muhteşem kar beyazı  dişlerini göstererek Kadir İnanır ile Tarık Akan'a beş basan sakin erkeksi kahkahalar atardı. Ama "bu" gülümserdi sadece. Doktor ise onun gülmemesine daha çok gülerdi. Sonra biz eriyip bittiğimiz için sıvı halden katı hale geçebilmek umuduyla harcadığımız derin çabalar sonrasında derse girmek için kantinden ayrılırdık.

Okula her zaman gelmezdi, uzun zaman görülmediği de olurdu ama geldiğinde herkes bunu bilirdi. Çok çaresizdi durum çoook.


Çok kızlar gördüm pervane gibi ona çekilen. En güzeli, en maceraperesti,en seksisi,en masumu, en  melankoligi, bacakları en uzunu, en kırmızı rujlusu, en inatçısı. Ama hiç birine başını kaldırıp cevap vermezdi. Bu da onu hepten efsane yaptı.

Bir gün, yanında kaldığım dayımlara kızgın ve küskün olduğum için kar yağışına aldırmadan sabahın esselatında hoca amin amin demeden yollara düştüm ve gidecek yerim olmadığı için okula gittim. Kantindeki abinin "kız sen sokak kedisi gibi bu saatte burada ne arıyorsun" bakışı gururumu incittiği için en dip köşeye çekildim ve henüz ısınmamış okul sokaktan da soğuk olduğu için beremi gözlerime kadar indirip paltomun yakasını kaldırabildiğim kadar kaldırdım. Uzaktan bakıldığında kantinde bırakılmış paltoların arasında bir palto gibi görünüyor olduğumu biliyordum ama kırık gururum ve öfke dolu kalbimle boğuştuğum için çok da umurum değildi.

Derken içeri o girdi. 5 r'li erkek.Aman Allah'ımdı. Öleyim mi ben filan vaziyetinde kıpırtısız kalakaldım. Okul nüfusunun %50'sinin duaları yani okulda onunla başbaşa olma dileği kabul olmuştu besbelli lakin paket teslimde hata vardı. Kişi ben olmamalıydım.

Yemin ederim, kaderin bir espri anlayışı var.
Meleklerin tamamı karınlarını tuta tuta gülüyor olmalıydı o an.

"Bu" her zamanki gibi baş parmağı ve işaret parmağını kısarak kantinciye işaret yolladı ve kahve istedi sabah sabah. E çay hazır değildi tabii. Dalgın gözlerle kantini süzdü. benim olduğum köşede bir an bile takılmadı gözleri. Beni boş palto yığınında bir obje sandığını  anladım, kaskatı kesilmiştim kımıldayamıyordum ne yapacağımı da bilmiyordum..

Kısa bir an geçti
Kantinci kahveyi koyarken  sade kahveden vazgeçmiş olacak ki "abi kahve bugün orta olsun,ağzımın tadı hiç yok" deyiverdi.


Allah'ım..bu ses onun sesi miydi?
Hayır..olamaz ki?
Bu ses Kırmızı Başlıklı Kız'ın olabilir, bu ses Şeker Kız Candy'nin olabilir hatta bu ses karşı damdaki martının da olabilir ama onun olamaz?
Kımıldamamak için artık bir çabam yoktu
Zaten lal olmuş kalakalmıştım çünkü

Doktorun kahkahalarının ve cool sessizliklerin sırrı  gözümün önünde laaak diye çözülmüştü.
O seksi kalçalarını bir sandalyeye koyup cool cool kahvesini içti ve gitti
okul ısındı
Saatler geçti
İnsanlar geldi
Paltomu tanımış arkadaşlarım gelip beni insan formuna geri almak için beremi çıkardılar ilkin.
Sonra panik halde "Kadriye! Ne oldu sana!!" diye haykırdılar

Gözlerim yaş içindeydi
Gülmekten bayılmak üzereydim ama hala kımıldayamıyordum

20 Eylül 2016 Salı

Mahkeme


Unutmaya çalışıyorum, olmuyor.
Kader,ertelenemeyenmiş meğer.

Çok seneler önce, sabaha doğru bir saatte işten çıkmış Seyrantepe'den Üsküdar'a gelirken Altunizade'den Nuh Kuyusu Caddesi'ne döndü araç. O anda, karşı kaldırımdaki bir delikanlı hızla bizim şeride yöneldi. Karşıdan karşıya geçmeye çalışıyordu. Şoförümüz sola kırdı. delikanlı yavaşlasa herkes kurtaracaktı. ..ama o hızlandı. Şoför direğe bindirmeyi göze alıp daha çok kırdı direksiyonu, delikanlı daha hızlandı. Sonra o korkunç ses....



Onu bir an havada gördüğümü hayal meyal hatırlıyorum tüm bu anlar birikimi olan kısacık bir kaç saniyenin içinde. Sonra başaşağı ön camdan kucağıma inişini. Ağzıma dolan cam kırıklarını. İçimdeki , hala anlam veremediğim sakin sükunetimi. Araçtan inişimi. Koşturanları. Karşı kaldırımdan gelen çığlık çığlığa arkadaşlarını.

Çocuk 27 yaşındaymış. Zonguşdak'tan gelmiş o gün. Üniversiteyi kazanmış, babasının hediye ettiği araba ile İstanbul'a gelmiş. O akşam arkadaşları ile bulup içecekler ve yeni başlangıçların zaferini kutlayacaklarmış. Tam buluşmuşlar, arabayı iyi park edemedim diye huzursuzlanmış. "Boşver" deseler de dinlememiş. "Dur şunu düzelteyim öyle gidelim içmeye" demiş.

Sonra eceline koşmuş.

Mahkemeye şahit gittiğimde panikten delirmek üzereydim. Aile, şoförden kanparası almış bir miktar ama yine de mahkemeye vermiş. Hani ben seni öldürmeyeceğim ama mahkemeye  de çıkmadan olmaz parası. İğrendim onlardan, evlatlarını kaybetmiş aileye duyduğum saygın merhamet yerini tiksinmeye bırakıverdi.  Daktilo kız adresimi sordu, söyledim.O da tekrar etti.

-Ahçıbaşı....
"Hayır" dedim. "Ah beddua demektir. Ahçıbaşı bedduacıbaşı demek olur. osmanlıda bedduacıbaşı diye bir meslek mi vardı?Yoktu! Aş yemek demek. Aşçıbaşı  ise yemek pişirenlerin en kıdemlisi demek. Padişahın aşçıbaşısı....."

Hakim kürsünün üzerinden eğilip bana baktı.

"Ciddi misin sen?"

 Sustum. 

Taksi şoförünü gösterdi karşı tarafın avukatı. "Neden siz şahit olarak çağrıldınız?Şoförü tanıyor musunuz?"

"Elbette tanıyorum" deyince ortalık yeniden karıştı. Şahitliğimin reddi istendi. Hakim bana baktı  "şaşkın bu" dedi. Sonra sordu "nerden tanıyorsun,yakınlığın ne?"
-"Ne yakınlığı" dedim şaşkın. Kaza yapan aracın sürücüsüydü ordan tanıyorum.

Hakim bu sefer sesli güldü.
-İyi, öyle söylesen ya.

Bende gittikçe artan paniğe hayret ediyordum. Kaza olmuş, gencecik bir insan kucağımda can vermişti. Direğe bindirdiğimiz sırada bile çığlık atmamıştım ama mahkemede yaprak gibi titreyip saçmalıklar rekorunu zorluyordum.

-Taksi hızlı mı gidiyordu
-Hayır
-Hızı kaçtı mesela
- Benim ehliyetim yok, param çok olduğunda taksiye biniyorum ama kalan zamanlarda otobüsle  gidiyorum her yere. Yani nerde hangi hızla gidlir bilmem ama nereye hangi otobüs gider ya da hangi saatlerde ne kadar sürede gider bilirim, onu söyleyebilirim ama taksi hangi hızda gidiyordu diye sorarasanız bilemem ama o saatte yollar boş olduğu halde neden daha hızlı gitmiyor diye düşünüyordum otobüs olsa..

Hakim yine güldü.

-Nefes al, nefes al tamam...sakiiiin.

Sonra beni dışarı aldılar.

O çocuğu  unutmayı, ağzıma dolan cam kırıklarının içerisinde baş aşağı kucağıma yığılışını hatırlamamayı çok istedim ama olmuyor. Hemen her zaman, benden alacak bir fatiha'sı daha varmışı anlıyorum.

Şoföre ne ceza verildi onu bile hatırlamıyorum.
Kalbim böbreğimin üzerinde zıplıyordu güm güm güm. 

Eve geldim.

Hayal kur, plan yap ama kader diye de bir şey var unutma dedim.
Mahkemesi başka işliyor kaderin.


Belki de ondan bu  uysal boyun eğişim hayata.
Ve belki de ondan anlamayışım hırsları yüzünden örselenen insanları


16 Aralık 2014 Salı

Bir Garip Sitem




O kadar ağladım o kadar ağladım ki kardeşlerim evlenirken, el-alem örgütünün kadim üyelerinin nazarları üzerimden eksik olmadı hiç bir düğünde.


Anlamadılar.
Anlayamazdılar.
Sev-emir olarak belletilmişti hemen hepsine
Sevgi sığmazdı sığ yüreklerine.








Ablam, 

Aynı odada uyandık kaç mutlu mevsimin  şafak kırması sabahlarında. Gözümü açıp ilk gördüğüm,kanını kanımla canını canımla bildiğim. Her şarkı söyleşinde uçan kuşları yere düşüren, benim tüm aptal esprilerime katıla katıla gönülden gülen ablam.Tastamam 5 yaş var aramızda. Bir gün babam "tüm gün evdesiniz, dışarı da çıkmadınız ama bitmiyor konuşmanız, ne bulup anlatıyorsunuz birbirinize" demişti her zamanki ulvi gözlem gücünün eksiksiz analiziyle.


Hayaller,rüyalar,kitaplardan satırlar,daha evvelden duyulanlar,görülenler,umutlar,yaşananlar...biter miydi yaşam suyunun zerrelerini korkmadan paylaşmak? Mümkün müydü onunla yanyana iken söz bulamayıp da susmak?

Ben başladım sen bitirdin,
Söylemesem de sen bilirdin.
Urfa dağlarında mühendislik yaptın ,kazandığını üniversite harçlığı diye bana yolladın,
Bi doğurduğun eksik,ablamdın ama annem gibiydin
Ah ne güzel eğleniyorduk,ne vardı da evlendin ..


O evlendiğinde çok ağladım.Abim de gitmişti, evdeki oda yalnız bana kaldı keyfi bile kurtaramadı vaziyeti.Sabah uyanınca onun gül yüzünü ,masum tebessümünü görmek şansı benden alınıp başkasına verilmişti ya..affetmeyeceğim seni kader dedim.

Yetmedi edepsizliğim.
Enişte bey, "baldız baldan tatlı olur" diye sol açıktan yanaşma manevraları düzenlediğinde "ben yalnızca -dız kısmıyım,balı arama" dedim, tüm kapılarımı kapadım.

Çok eşeğim,
Çok meleğim,
Onu paylaşmam mümkün değil,
Sormadınız ki söyleyeyim...

Ah ablam evlendi gitti..ben nerelere gideyim!





Hele abim evlendiğinde...
Adam on numara yakışıklı bi de
ayyyyyyyyy!
kız mı veriyorsun ne diye ağladın yıkıldın bu kadaar demişlerdi yetmezmiş gibi üzüntüm bi de..
Anlamazsınız siz anlamazsınız,
Onla benim aramda bi bağ var;
Gemi halatı gibi kocaman gösterişli değil,
Teleferik telleri gibi incecik görülmez ama kopmazzz,güçlüüü,özeeellll.
O benim benimm komşu huuu;
He, evet turşusunu kuracam size ne yahu?

Sabahları Burhan Çaçan ve Ahmet Kaya dinleyişinin yarattığı ızdırabı bile sevdiğim.
Kıpkıvırcık saçlarının buklesine kurban olduğum.
Gülüşü bahar öfkesi bora
Karman çorman sokaklarda birlikte kaybolduğum.

Evliliği bilirim ben, kızlar gider gibi görünür ama kalan odur aslında.
Erkekleri,kalan denir ama kopar gider yaşar artık kendi yuvasında.

Akşam sofrada birlikte oturmayacağız he mi?
Ekmeğin guduğu, kuymağın kaşığı kavgası da yok artık he mi?










Ağlarım ben ey el-alem ağlarımmm
Orhan Gencebay'lar dinler ağlarımmm.
Ne kadar şerefsiz şarkı varsa beraber dinlediğimiz,
Dinler dinler ağlarım.

Yengem anneme anne,babama baba dedi
Yetimhaneden mi geldin,kendi annen baban yok mu
Onlar benim dedim
Gülümsedi sıcacık
Onlar da böyle ister dedi...
İyi peki dedim aksi aksi,
Ama ablam benim!
Sakın haaaaa
"Abla,abla" deyip de sarkma ona da
Gülümseyişi kahkahaya döndü hemen
Sıcaktı yüreği,ışığında kayboldu gölgem




Yıllar geçti aradan,
Kıskançlığım,bencilliğim bende baki
Lakin dünya tatlısı öyle güzel çocuklarımız var ki
Bana düşen susmak, sabır
Çocukluğum sağ avucumda kıpır kıpır,

Kardeş dost,kardeş candır.



Çocuklarımız....