kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ekim 2016 Salı

Kumarbaz- Dostyoveski


D&R'ın klasiklerde indirim zamanını kaçırmamaya çalışıyorum. Köy Enstitüleri ile ilgili bir etkinlik düzenleyip Hasan Ali Yücel hakkında derin bilgi edineli de adını her gördüğümde gözlerime dolan yaşları engelleyemiyorum. Dolayısı ile bir süredir kitap alacaksam Hasan Ali Yücel serisinden almaya çalışıyorum ve D&R indiriminden kitap aldığımda da en son  Dostyoveski'nin Kumarbaz'ını aldım.

Anna Dostyoveski


Kitap ile ilgili bir çok şeyi merak ettim ve (merak benim en iyi huyum sanırım)  kitabın sadece 25 günde yazıldığını  öğrenince de gözlerim yerinden fırladı. Suç ve Ceza'dan sonra yayınevi ile olan anlaşmasına sadık kalmak zorunda olan yazar stenograf Anna Grigoryevna'yı tutup 25 günde romanı teslim etmiş sonra da bu hanımla evlenmiş. Kumarbaz'ı yazan gerçek bir kumarbazmış diye düşündüm. Şaka bir yana  burada anlattığı ciddi ölçüde kendisinden esinlenmelermiş.

Kitap akıcı. İçinde yer alan bazı deyim ve atasözleri ("sofraya domuzu davet edersen toynaklarını masaya koymasına hazır olmalısın" vb) bizim kullandıklarımızla benzeşiyor. 

Hayatta şansın inanmakla ciddi ölçüde bağlantılı olduğu, insanın bile bile hatada ısrar edebilecek kadar zayıf iradeli bir canlı olduğu, dünyanın en tutkulu hislerinden olan aşkı bile yok sayacak kadar kumara tutulabilmenin kumarı gerçekten bir hastalık sınıfına sokmak konusunda ikna etmeye yeterliolduğunu düşündürdü bana.

  • Bir Fransız'ın nezaketi nadiren içten olur. Bu kibarlık halleri hep iğreti ve çıkar icabıdır. Birazcık harikulade, orijinal veya sıradışı olma gereği duysa, klasik, bayağı geleneklerine dayanan o en aptal ve yapmacık haline bürünür.

  • Gerçek bir centilmen bütün servetini kaybetse dahi bozuntuya vermemelidir. Asaletin yanında paranın lafı bile olmaz.

  • Bizim gibi basit ve ölümlü insanlar en nihayetinde kaybediyordu.

  • İki tür kumar vardır: Centilmen kumarıyla, ayaktakımının kaba, hırs dolu kumarı. Buradaki fark keskin bir çizgiyle belirlenir ve...aslında ne iğrençtir o fark!


20 Ekim 2016 Perşembe

Cehennem'e Bir Bilet Lütfen


Daha evvel bahsetmişimdir belki. Maximum Kredi Kartı olana cinemaximum sinemalarda ilk seans 7 lira ve bu İstanbul için uğruna halay çekilebilecek güzel bir haber.

Gelenekselleştirme niyetinde olduğum üzre Nehir'i haftasonu kursuna bıraktıktan sonra dooğru Natilus'a girdim ve gişeye giderek keyifle mırıldandım : "Cehenneme bir bilet lütfen". Gişe görevlisi başını kaldırıp bana içtenlikle sırıttı ve "tercih ettiğiniz bir yer var mı" dedi. Tercih ettiğim yeri gösterdikten sonra carrefour'a gidip çubuk krakerimi ve suyumu aldım,fazla beklemeden filme girdim. 



İlk seans olmasına karşın hayli doluydu salon. Yanımda hasşır huşur seslerle birşeyler yiyen bir adam vardı ben ağzımı bile açmadım. Az sonra film başlayacaktı ve iyi bir filmse sesleri zaten duymazdım, canımı sıktığıma ve kalbini kırdığıma değmezdi kanımca.


Film kitap kadar şahane değildiyse de kesinlikle büyük bir keyifle izledim. Üstelik kitabı okuyalı çok zaman olduğu için unuttuğum şeylerin olması filmi benim açımdan daha keyifli kıldı. Başroldeki kadının gözlerinin ne kadar güzel olduğunu, Tom Hanks'in oyunculuğunun her "sonraki" filmde daha da pekiştiğini düşündüm. Temposu bir an yavaşlamayan,  konu ve olay geçişleri için yumuşak eslere zaman ayırmayan filmi İstanbul'a geldikleri yere kadar keyifle seyrettim. Sonra İstanbul'a gelindi. 



İstanbul Üniversitesi'nin her Küçük Emrah filminde içindeki ezikliği örtmek istercesine T cetveli ile girdiği o meşhuuuur kapısından girildi ve ben delirdim.



Öğretmen çember sakallının tekiydi. Sınıftan çıkışını seçebildiğim tek öğrenci türbanlıydı.  Yerebatan Sarayı'nın müdürünün adı  Tarkan-Orkun-Kemal filan değil şimdi hatırlayamadığım bir arap ismi idi.



Sinirden deli oldum. Perdeyi flu gördüm o kadar kızdım. 

Dolayısı ile film için iyi hiç bir şey demeyeceğim :-(((((((((

Tom Hanks'in filmin akışında eşikler ve gerekler ile ilgili söylediği şeyler bugün yaşadıklarımızı düşündürdü bana. Ve sinema filmlerinin insanları kitlesel olarak bir şeylere hazırladığına inancım iyice pekişti.

Cehennem filminde de düğüm İstanbul'da çözülüyor Yüzüklerin Efendisi'nde de.

Düşünmek lazım.

"Cehenneme bir bilet"  bizler için çoktan alınmış olabilir...

17 Ekim 2016 Pazartesi

Kitap Mim'i

Mimikli  Böcek ve Buzlu Kalem pek şekerler; hem Mim severim hem Mimikli Böcek ile Buzlu Kalem'i severim hem kitap severim: şahane bi üçü bir arada olmuş böylece.

En sevdiğim 15 kitabı sıralamam gerekiyor.
Memnuniyetle diyerek başlıyorum efendimmm. İlk sıra, daha evvel de bahsettiğim karşı konulmaz bir şekilde Aşk ve Gurur'a ait. Klasikleri mümkün olduğunca es geçtim, onları zaten hepimiz seviyoruz.

  1. Aşk ve Gurur................................Jane Austen 
  2. Bülbülü Öldürmek.......................Harper Lee
  3. Tespih Ağacının Gölgesinde........Harper Lee
  4. Yüzüklerin Efendisi....................JRR Tolkie
  5. Harry Potter.................................J.K  Rowling
  6. Demian.........................................Hermann Hesse
  7. Narsiz ve Goldmund....................Hermann Hesse
  8. Şibumi..........................................Trevenian
  9. Alamut Kalesi...............................Ernest W. Heine
  10. Sana Gül Bahçesi Vadetmedim....Joanne Greenberg   
  11. Cengiz Aytmatov..........................Toprak Ana
  12. Khalil Gibran................................Ermiş
  13. Tutunamayanlar............................Oğuz Atay
  14. Korkma İnsancık Korkma..............Turgut Özakman
  15. Küçük Prens.....................Antonie de Saint ve tabiiiiiiii
  16.  Nutuk...........MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
İsim isim mimlemeyeyim kimseleri;önceki posta yorum yazan herkesleri mimlenmiş sayalım yine e mi?







2 Haziran 2016 Perşembe

Haydarpaşa Kitap Günleri

Dün Kadıköy Belediyesi'nin Haydarpaşa'da düzenlediği "8.Kitap  Günleri"ndeydim. Ne zamandır böyle neşeli hissetmemişim kendimi. Her yer kitap, her yer okumak isteyen insanlar, her yer gülümseyen yüzler ile doluydu. Bir de üstüne Selim İleri ile tanımadım mı?Bir de hem çocuklarıma  hem kendime 3 ayrı kitap imza almadım mı?

E daha ne olsun?




Değmeyin keyfime.

Haydarpaşa'nın bugünkü hali üzüyor insanı. Ne zamandır gözleri o arazide ne uzun zamandır sinsi sessiz planlar yapılıyor biliyorum. Türkiye'nin en kıymetli yeri oralar. Bir çok kamu arazisi hem de İstanbul'un ennnn kıymetli yerinde. Haydarpaşa-Selimiye Orduevi-Marmara Üniversitesi Kampüsü-Karacaahmet....ağzı sulandırıcı geliyor olmalı kimilerine.

O trenlere bakıp  hüzne boğulmamak mümkün değil. Çocuklar gibi resim çekindik durduk arkadaşlarımla. Belediye, vagonların içini de okuma alanı olarak değerlendirmiş. Bayıldım fikre.

Bugün yine gideceğim.
Kitap kokusunu özlemişim yoğun

Etkinlik programı için:

http://www.kadikoy.bel.tr/documents/file/1_Kitap%20gunleri_brosur.pdf

ve ayrıca benim çok hoşuma giden kısım :

HAYDARPAŞA’DAN ANADOLU’YA KİTAP KAMPANYASI
8. Kitap Günlerinin bir başka önemi ise, önemli bir sosyal sorumluluk projesine imza atıyor olması. Kitap günlerine katılacak olan her yayınevi okul ve kütüphaneler için en az 100 kitap bağışlayacak. Bağışlanan kitaplar Kadıköy Belediyesi ve Gönüllüleri koordinasyonuyla 5 Haziran günü Anadolunun çeşitli okul ve kütüphanelerine gönderilmek üzere yola çıkarılacak.

















26 Mayıs 2016 Perşembe

Armağan

Doğumgünlerinde ortak hediye alınacaksa görev bana düşerdi genellikle.Bir arkadaşım vardı  acccaip severdim(hala çok seviyorum)

Doğumgünü geldiğinde , o dönemin meşhuur Dadı dizisinin bornozlarından aldım kendisine. Uzun süre kullandığını ve uzun süre güldüğünü biliyorum. Ve sanırım, sonraki doğum günlerinin hiç birinde aldığım hediye o kadar makbule geçmemişti. O, benim yaşantımda disiplinli bir çılgını temsil eden en neşeli dosttur.

Bir diğerine Boyner'in kelebekli günlerinden düşürdüğüm  çay fincanı takımı aldım. Evcimendi ve süslü ev eşyalarını seviyordu.

Öteki dostuma maket gemi aldım. Adı Nuh'tu ve Nuh'un bir gemisi olması gerekiyordu. Hediyeyi verirken ben,alırken de o  eğlendi alabildiğince.

Selin'in ortaokuldaki arkadaşına , gün ışığını kavanoza hapseden ve gece seyretmesine yarayan bir şey aldım. Annesi çok kontrolü seven bir hanımdı ve içimde hep o çocuğun bir süre sonra isyan ettiği bu yaşam stilinin sağlam neferi olacağına dair  üzüntü veren hisler vardı. 

Bebeği olan bir dosta ziyarete gittiğimde ya da ilk yaş günlerinde,  icili bicili şeyler almak yerine hep süslü kumbaralar aldım çocuklara. Hani içine para atınca heyyooo diye bağıran cinsten. Kumbara kalmasa da yarattığı alışkanlık kalsın istedim.Ama asla domuz şeklindeki kumbaralardan almadım. Kurbağalar hep favorimdi .

Erkeklere hediye almak hep zordu. Babam hariç. Adam yakışıklı karizmatik hayat  çizgileri net...ona ne alsam ya da ne almasam hep olurdu.Yanağına kondurduğum bir öpücük karşılığındaki teşekkürü ya da mutluluğu ona bir ferrari alsam olacakla aynıydı her zaman...

Erkeklere hediye için de matraş'ın web sitesinde uldum mutluluğu. Üzerine ismi yazılan cüzdanlar  hele de indirimdekilerden seçilebiliyorsa karizmatik ve kullanışlı hediyelere dönüşüyordu. Üstelik kokmaz bayatlamaz cinsinden olduğundan  şimdi cüzdanım var gibi saçma bir itiraz da almıyordunuz. 5 sene sonra o cüzdan hala kullanılabilir ve adı da hala aynı addı neticede.

İş yerinde üst kademedikilere hediye almak zorunda kaldığımda da masa üstü eşyaları tercih ettim.Kişisellikten uzak ve anlam vurgusu yüksekti hediyelerimin. Kum saati hep favorim olmuştur.

Çocuklarımın okul arkadaşlarına ne alırsam alayım yanında bir kitap vermeye özen gösterdim elimden geldiğince.

En güzeli kendime aldığım hediyelerdi.
Bir gün hiç bir şeyi takmadan yaşamak.
Gün ışığında o an çimenlere çökme isteğine karşı koymayıp denizin tuzlu havasını zerrelerime işleyene kadar içime çekmek.
Kitap almak.
Yürürken ayaklarımı seyredip  gülümsemek.
Ev çingene çadırına dönmüşken boşverip  sırt çantama sevdiğim bir kitap atıp daha evvel gitmediğim bir yere gitmek.
Hayallerimi canlı tutmak
Şarkı söylemek..hayatın kendisi hediye   


Bunlar basit şeyler mi?
Yok canım!
Uçurtmanın ipi işte bunlar...

Uçurtmalar,ipleri kadar özgürdür.


25 Nisan 2016 Pazartesi

Bülbülü Öldürmek

Dayanılmaz olunca insanların renkleri ve silüetleri bir kez daha kaçmak ve unutmak ihtiyacı hissettim  tutkuyla ve isyanla.

Evdeki kitapları bir bir  dolaştım ;bu sefer tekrar değil yeni bir aşk arıyordum doğrusu.

Selin'e aldığım kitaplara göz gezdirirken bana daha evvel okuduğum ve çok sevdiğim bir kitabı anımsattığı için elime aldım o kitabı.

Cehalet...nasıl bilmezmişim bunca bilineni..dünyanın yarısı Atticus ile tanışmış ve onun hayranı olmuşken ben varlığından bihaber sarsuk sarsuk gezinmişim mavi gezegende

Tanışmanın vakti zamanı gelince, rüzgarın esintisinde konuverdi avucuma Atticus,Scot ve Jem.

Tesadüfleri seviyorum.

Kitap'tan en sevdiğim cümlelerinbaşında bu vardı : Sıfatları çıkarırsan gerçekler kalır

Ve sonra bunlar...

İş hayatının ve sevemediğim İstanbul'un debdebesinde içimde ne kadar Atticus var sorgusuna giriştim hemen durmaksızın.

Bir gıdım bile Atticus bulursam içimde,sarıp sarmalayıp nakşedeceğim zedelenmesin ve hep var olsun diye...

Unutmak ve kaçmak istediğim için sığındığım satırlarda hep yeni bir bakış açısı, yeni  bir silah, yeni bir umutla dönüyorum hayata ama hep o anlayan ve anlatan insanlara -keşke sahiden olsalar diyerek- duyduğum sınırsız özlemlerle...









Ve şimdi de büyük bir keyifle kitabın devamını elimde ; ya biterse korkusunda ağır aksak okumaya çalışırken merak ve sürükleyicilik yüzünde nefes alamadan okuduğum.

19 Ağustos 2015 Çarşamba

Kirpi

Çocukluğumda tatiller "hangi beldeye gitsek, kaç yıldızlı otelde havuza atlasak" şeklinde geçmezdi.

Trabzon, Sotka'da fırının üstündeki evin her köşesinde kendimize mutlu bir dünya yaratabilmemiz için teşvik edilen beyinlerimiz,3 kardeş olmanın tartışılmaz neşesi ile  saatlerin nasıl geçtiğini anlamayacağımız eğlenceli çıkarımlarımız vardı.


En unutulmaz yazlarımdan biriydi.Annemle babamın odasında karyola ile pencere arasındaki minik dar koridora bir çuval kitap götürüp  sorumluluklarım bittiğinde evdeki meyvelerden kendime bir tabak hazırlıyor ve o minnacık alanda, kitap çuvalımın üstüne uzanıp seçtiğim bir kitabı okumaya başlıyordum. Evin genel koşturmacasından muaftım;kimse anne-babanın yatak odasına girmezdi. yere yattığımda gördüğüm sadece gökyüzünün kocaman pırıltılı mai'si olurdu. Rüzgâr denizin  yosun kokusunu taşır, kısacık saçlarımın arasında beni okşarcasına şefkatle dolaşırdı.

O dönem okuduğum hemen hiç bir kitabı unutmadım.
Bu sabah, "ne yapsam"larımın arasında , "hayattan ne beklemeli ne dilemeliyim"in nasıl hassas ve ters tepebilecek bir soru olduğunu bilerek işe gelmek için yürüdüğüm esnada sıyrıldı geldi o öykü anılardan. 

Sorular ve cevaplar...hepsi bir ömürde saklı aslında.

Vadinin birinde tüm hayvanlar bolluk bereket  içinde birlikte yaşarlarmış. Derken, günün birinde gökyüzünden bir melek kanadı kırılarak vadiye düşmüş.Hayvanlar, ona saldırmak yerine şefkatle yaklaşarak kanadını onarmış, onun yeniden eski haline dönmesine yardımcı olmuşlar. Melek tamamen iyileşip gökyüzündeki yerine dönecekken "bana yaptığınız bu iyilik karşılıksız kalamaz.Hepinize bir dilek hakkı veriyorum ama dileklerinizi geri almanız mümkün değil o yüzden iyi düşünün size yarına kadar müsaade.Yarın gelecek ve dileklerinizi gerçek kılacağım" demiş. Hayvanların hepsi sevinç içinde onu uğurlamışlar.Gece, hiç birinin gözüne uyku girmemiş. Hepsi , yarına gerçekleşecek dileği en doğru seçmek çabasındaymış.

Ertesi gün melek dilekleri gerçekleştirmek ve veda etmek için vadiye gelmiş.Tüm hayvanlar önünde sıra olmuşlar.

Tavşan:

- Ben herkesten çok korkuyorum,etim lezzetli hep peşimdeler..demiş.

Melek gülümsemiş ve ona çok hızlı koşabilme yeteneği bahşetmiş.

Zürafa:

-Çok obur biri sayılmam ama hep alçak dallardaki  olgun-sert yaprakları yemekten bıktım...demiş

Melek gülümsemiş ve ona, ağaların en tepesindeki taze yaprakları yiyebilmesi için uzun bacaklar ile uzun bir boyun bahşetmiş.

Sıra kirpiye geldiğinde:

-Ben ölümsüz olmak istiyorum..demiş

Meleğin gülümsemesi yüzünde soluvermiş.

-Kirpi...bu çok tehlikeli ve kötü bir dilek. Şimdi git düşün ve herkesin dileği bittiğinde seni tekrar yanıma çağırdığımda kararını bir kez daha dile getir..demiş.




Kirpi günün ve sıranın sonuna kadar sabretmiş. Herkes hak etmese bile dileğine kavuşurken ve  meleğe en çok yardımcı olan kendisi iken dileğinin yerine getirilmemesine karşı öfke doluymuş. Dileği tekrar sorulduğunda, aradaki zamanı dileğinin doğruluğunu değil uğradığı haksızlığı düşünerek geçirdiğinden "bir tereddüdüm yok..ölümsüz olmak istiyorum" demiş.



Melek üzgün üzgün bakmış yüzüne,cevap vermemiş. Sadece "peki" anlamında başını sallamış, kirpiye ölümsüzlük bahşetmiş ve hepsine veda ederek gökyüzüne yükselmiş.


Aradan yıllar geçmiş.

Kirpi önceleri pek mutluymuş.
Sonra çok sevdiği eşinin ölümüne şahit olmuş.
Arkadaşlarının,akrabalarının hatta evlatlarının  ölümlerine şahit olmuş.
Torunlarının torunlarının torunlarının yaşadığı şeyleri anlatıp paylaşacağı, mutluluğunu katmerleyip üzüntüsünü paylaşacak bir kader ortağının yokluğu yalnızlığın en derinine itmiş onu.
Anlattığı şeyler kimsenin ilgisini çekmez olmuş.
Yazlar aynı,kışlar aynı..hayat kendini tekrarlar ve bir heyecan içermez olmuş.
Üstelik ölümlerine şahit olmaktan bıktığı için birilerini sevmekten iyice korkar olmuş,içine kapanmış.

Yaptığı hatayı anlamış anlamasına ama yapacak çok şey de yokmuş.
Artık tahammül edemediği bir çok şey için vadiyi terk etme kararı almış. Vadiden yukarı tırmanırken ayağı kaymış ve yuvarlanarak tekrar aşağı düşmüş.Normalde ölmüş olması gerekirken bacakları kırık , yara bere kesik içinde kalan kirpi acıyla haykırmaya başlamış.

-Ben hatalıydım, ölüm ,gerektiğinde en güzeli imiş. Ben hatalıydım, yaşama müdahale etmeden anlayarak yaşamak lazımmış..Ne diledim ben..ne yaptım kendime ah...

Melek yüzyılı aşan bu pişmanlığı duymuş...Kirpiye bir kez daha dileğini vermiş.

*****

Ulaşılmaz olan en güzeli değil.
Yaşadığımız, o an için değil.
Dileklerimiz kendi felaketimiz olmasın....
Emerson'un sözü çok önemli ... DUALARINIZA DİKKAT EDİN .. GERÇEKLEŞEBİLİRLER.


30 Temmuz 2015 Perşembe

Mis Gibi Yaz Mim' i

Sevgili Cam Misket'in bloğunda yine bana keyif veren şeyler buldum elbette.

Mim'lenmeyi sevdiğimi bildiği için beni dürttü "sen de yap istersen" diye

İsterim :-)

1) Klasik bir soruyla başlayalım; senin için 3 kelimeyle yaz mevsimi neyi ifade ediyor?

Sarı,pırıltılı mai,arasam kimseyi bulamam her biri bir yana gitmiş dostlar.



2) Yaz aylarında ne sıklıkla kitap okuyorsun?

Çoook..yazın her şeye daha çok zaman kalıyor sanki. Tüm insanlarla birlikte bir çok sorumluluk da tatile çıkıyor çünkü.


3) Yaz aylarına daha uygun olduğunu düşündüğün kitap türleri var mı?

Gönlümün sohbet edebileceği kitapları daha bi seviyorum sanırım. Yani ağır felsefe günlerim daha çok kışa ait.



4) Plajda kitap okuyanlardan mısın? Eğer öyleyse en son hangi kitabı okudun?

Ahhh..işe yeni girenlere bir sene tatil yok.Dolayısı ile bu sene plaj da yok ama plajda kitap okuyanlardan değilim.Güneşin sarı sıcağını sevmem ben,plaja indiysem hep maidedir bedenim.


5) Ve son soru; senin için yaz mevsimi hangi renktir?

Yaz pırıltılı mai, neşeli lacivert,utangaç cam göbeği ama yeşille kardeş hep


Ben de herkesleri mimledim işte :-)) Siz de yapın okuyayım keyifle

14 Şubat 2015 Cumartesi

Grinin Elli Tonu


Dün gösterime giren Grinin Elli Tonu'nun öğleden sonra ve akşamki gösterimlerinde bilet yokmuş.
Ben de sabah ilk seansına gittim.
Bu tür bir filme ilk kez gittiğim için az biraz tedirgindim yani içinde erotizmin baskın olduğu bir filme gitmemiştim,seyirci kitlesi hakkında da zihnimden binbeşyüz tane şehir efsanesi geçiyordu,tedirgindim.
Yine de gittim.

Kitaplarını okumak için elime ilk aldığımda, Selin yanıma yaklaşıp "anne konusu hakkında bir fikrin yoksa arka kapağını oku,içine bir göz at" diye mırıldanarak uzaklaştı. "Ne ki" diye bakmak için içinden rastgele açtığım ilk sayfada ise gözlerim yerinden fırladı. D&R'daydım, kitabı telaşla yerine bıraktım.

Hani yasakların yüksek duvarlarındaydım da ondan uzak kaldım bu tür romanlara-filmlere desem doğru değil.Olabildiğince özgür yaşayan ve sınırları "zararlı" "zarar vermek"lerle çevrili geniş bir dünyası olan biri oldum her zaman. İlgimi çekmedi,benim öncelikli alanım ya da merakım değildi hiç bir zaman diyelim. Belki de yasaklar ilginç kılıyor bir çok şeyi.

Neyse, ben oradan uzaklaştım ama beni uyaran kızımın konu hakkında belliki benden çok bilgi sahibi olması aklımdan çıkmadı. Geri dönüm ve kitabın serisini aldım.

Çocuk yetiştirirken onun dünyasına onun yaşadığı zamana dahil olmanız gerekiyor.,
Ve 40'ından sonra bir çok şeyin tanımı-anlamı farklılaşıyor.
Kitabı alma nedenlerimi böyle özeteyebilirim.

Kitabı hızlı okudum çünkü akıcıydı.Keyifle okudum çünkü keyifliydi.Çok güldüm çünkü 40'ımı geçmiştim ve balkabağından araba çıkmayacağını ancak iyi bir tatlı olabileceğini bilecek zamanlarımdaydım.

Google ile birlikte okudum çünkü bahsedilen bir çok şeye "aha? O ne be" diye bakmak zorunda kaldım.

Sonra filminin çıkacağı söylendi.
Selin, ben de gitmek istiyorum dedi.
UYH! oldum.

Kocaman yasaklarla dolu ikna cümleleri kurabilirdim.
Ama ben öyle yetişmedim.
Filme ben bir gideyim, beraber karar veririz çünkü bu normal kavramları aşan, doğruluğu tartışılmalı denilen sınırlarda gezinip o farklılıkları güzel gösteren bir öykü..diyebildim sadece.

Neyse efendim, ben bu sebeplerle sabahın esselatında her işim bitmiş gibi gittim Grinin Elli Tonu'nun ilk seansına girdim.

Kocaman mısır kasemi kucaklamış seyircileri bekliyordum ki  12 numaralı salonun kapısına türbanlı bir grup genç kız geldi.
İlk onlar girdi.
Sonra bir sür başka genç kız.
Mısır kasemi kucaklamaktan vaz geçip içeri girdim ve j15 numaralı koltuğuma oturdum.
Bir genç çift vardı birlikte gelen.
50 yaşın üzerinde çiftler de birlikte gelmişlerdi
Bir de 80'e yakın saçı sakalı bembeyaz bir amca vardı..ona bakakaldım ve kendi dünyamın sığlığından utandım.Ne kalıplarım var benim,tü bana dedim.

Gelelim filme:

Christian Grey'i on numara doğru seçmişler. O



 gerçekten Christian Grey.Tip harika. Anastasia ise güzel, fiziği mükemmel ama ;

1-) Bence bazı yerlerde hayli yapay kalmış.Misal,röportaja ilk gittiğinde kalemi dudaklarına götürüşü..seyircinin gözüne sokulmuş kanımca.
2-) Niyedir bilmem zaman zaman yüzü çok yaşlı görünüyor.

Onun dışında bişi diyemem.

Film, kitabın bir hayli yumuşatılmışı. Asla kitaptaki kadar çok ve sert detaylara yer verilmemiş. Beyaz Dizi'lerin profesyonel ve biraz daha erotik hali ..bana göre başka bir şey değil. Romantik bir aşk hikayesi bu. Zengin ,deli gibi yakışıklı ve genç patron masum,kendinden haberi olmayan , uzun güzel bacaklı kıza aşık olur.. bla bla bla

Filmin bazı sahnelerinde arka sıramdaki genç kızlardan çığlıklar ve gülüşmeler yükseldi. Misal, Anastasia " ben bakireyim" dediğinde Mr. Grey inanamaz gözlerle ona bakınca bir kahkaha tufanı koptu.Açık sahnelerde sessiz mırıltılar ve kısık kahkahalar boldu.Film bittiğinde genç kızlar neşeyle, orta yaş tebessümle,yaşlı amca boğazını temizleyerek, ben mısırımdan artanı eve çocuklara götürmek için poşet arayarak çıktık salondan.

19 yaş bu filmi izlediğinde içi gidecektir. 
29 yaş "keşkeeeee" diyecektir
39 yaş ve sonrası "oldu canım he canım he he" diyecek ve gülümseyecektir.

Benim film eleştiri yazım da böylece bitecektir. 

15 Ocak 2015 Perşembe

Mavi Bilye



Mesleki eğitim seminerlerinden birinde, yine aynı şeyleri dinlemekten yılmış biri olarak oturuyordum.Değişiklik olsun diye bazen, ukalalık edeyim, çıkayım adamın lafını ben tamamlayayım istiyordum.

Mesleğim Tanıtım ve Halkla İlişkiler Uzmanı. İş yeri belli. Alan belli..e ama senelerdir aynı konuda seminer verecek adam çağırılmaz ki. Biraz da farklı destekler, farklı bakış açıları,farklı bilgilerle tamamlanmak lazım di mi?

Neyse, kadere isyan yaşlarım geçmiş, "he he" diyerek bildiğimi okuma yaşlarındaydım. Seminerde arkalarda bir koltuk buldum,bacak bacak üstüne attım ve heybemden kitabımı çıkarttım. Kitabımla haşır neşir olacağım en az bir saatin keyfine yoğunlaştım.

Arada bir gülüşmelerin neden olduğu kulak kabartmalarım haricinde farkında bile değildim bir seminerde olduğumu. 

Öyle okuyorum ben;bu dünyadan kopuk, kitabın içinde yaşayarak.

Sonra sessizlik kulağımı tırmaladı. Salonda alışkın olmadığım bir suskunluk vardı.Toparlanarak diğeldim. Konuşmacı didaktiklikten uzak tonlama ile bir şey anlatıyordu.

Off nasılsa biliyorumdur ön yargısına yenik düşmediğim için şükrettiğim anlardan biri o işte. Anlattığı şey, ömür boyu hayata ve olaylara bakış açımı değiştirdi ; çünkü haklı olduğunu biliyordum ve ona inandım.


Anlattığı şey, yarınlarda vazgeçmeyişimdi, umudun matematiksel tanımıydı.

"Her şeyi bildiğinizi düşünebilirsiniz,en basit sorularda en büyük yanılgılar gizlidir aslında" diyordu hoca."Şimdi size bir soru soracağım."

-Bir torbada bilyeler var.20 tane. 3 beyaz,3 siyah,5 pembe,4 yeşil,2 sarı,2 turuncu,1 mavi. Elinizi daldırıyorsunuz ve çekiyorsunuz. Maviyi bulma ihtimaliniz nedir.


Salonda mırıltılar yükseldi ve bir saniye önce bir saniye sonrasında aynı cevabı yüksek sesle söyleyenlerin sesi ortamı doldurdu:

- yirmide bir hocam
-yüzde on hocam
-hiç şansınız yok hocam


Hoca, tebessümü sakin salona bakıyordu.

-Bilemediniz..dedi. Şansım %50

-Nasıl yaaa diye isyankar sesler yükseldi.


Hoca yine gülümsüyordu

-O bilye ya mavidir , ya değildir. Şansınız her zaman %50 'dir. şansınızı zihninizde azaltan, umutsuzluğu yaratan her zaman sadece sizsiniz.


Ne elimi torbaya daldırmaktan korkarım, ne ya olmazsalar dert olur gönlüme.
Ne zaman umutsuzluğa kapılacak olsam, mavi bilyenin sıcaklığı vurur elime