müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Ekim 2019 Pazartesi

Ekim'e Şapka Çıkartaraktan


35 kilo fazlam var.
Yani yaklaşık 5 km yolu  aptal  gibi 35 kiloyu haybeden taşıyarak yürüyorum.
Bu ne demek biliyor musunuz?
Canım çıkıyor canım!

Ama kulağımda sevdiğim  müzikler,  saçlarımda dolanan eşsiz sonbahar fısıltıları,  güneşin son kaçamakları, gölgeler asil hüzünle bezenmiş... kâh yürüyerek kâh yuvarlanarak  adım adım yaşıyorum  sonbaharı.  

Ama vaz geçmek mümkün değil sabah gün ışımadan başlamak sonbahara.

Ama "Eylül toparlandı gitti işte /Ekim  de gider bu gidişle" demişse şair aceleyle yaşamanın tadını  çıkartmak gerekiyor sindire sindire.

Ve diğerleri mevsim, Eylül sanattır diyen e hak verirlen Ekim'in gökyüzünde her gün yarattığı mucizemsi güzelliklere de şiapka çıkartmak gerekiyor.


Yoksa gelmişim 1150 yaşına. Ne diye her gün 35 kiloyu oflaya poflaya taşıyarak onca yolu yürüsün ki insan?

Sevmek lazım yaşamak için, yaşamak lazım sevmek için.

23 Ekim 2016 Pazar

Jack Reacher: Never Go Back/Jack Reacher: Asla Geri Dönme


Cumartesi sabahı geldiğinde keyiften yürek pır pır oluyor artık.

Zuzu'mu hazırladım, haftasonu  etüdüne bıraktım ve bana ait-özgür 4-5 saatimin tadını çıkartmak üzere plansız programsız aklıma esen "hadi gel" diyen yollardan Üsküdar'a indim. Marmaray'ın direkt Natilus'a gitme kolaylığına bayılıyom valla. Uçtum Üsküdar'dan kondum Natilus'a. 

Yine "illa bunu seyredeyim" diye bir şey yoktu aklımda. Bakındım..pek öyle direkt "hah bu" diyeceğim film de yok. "N'apalım bari buna gidelim" diyerek Jack Reacher: Never Go Back filmine bilet aldım ama  bilet gişesi önünde , bileti aldıktansonra bile epey kararsız kaldım. 

Sebep: Tom Cruise çok sevdiğim bir oyuncu değildir. "Harika muhteşem herşeyi başaran ah Tanrım ne eşsiz " denilecek Amerikan ajan-subay vb filmlerinden de hem gına geldi hem de yaşadığımız günlerde feci küfredesim geliyor.

Ama olsundu. "Ön yargılarınla çok yaşa" dedim kendime, "belki eğlenirsin" de dedim ve koştur koştur çubuk krakerimle suyumu almak üzere carreforur katına indim. 

Şimdiii: ben oraya vardığımda saat 10'u geçiyordu. Filmin ilk seansı 11:45'ti ve telefonumun bataryası inadından çalışıyor başka sebep yok şeklinde mefta olduğundan aradaki zaman diliminde telefonumu  şarja takabilecğeim bir mekanda oturmaya karar verdim. 


Fiyatları can yakıcı olsa da ortamına bayıldığım Alaçatı'ya girdim ve yanında priz olduğunu bildiğim masaya yöneldim. Aman Allah'ımdı?Priz bantla kapatılmış? Peekiii öteki masaya gittim..aynı. Beni izleyen garsona döndüm ve "nedir problem" manasında bir işaret yaptım. Yanıma geldi , prizlerin arızalı olduğunu ama ücretsiz şarj ünitesinde telefonumu şarj edebileceğimi söyledi. Canım sıkıldı cevap vermeden başka masaya geçtim ve tam oturmuşken açıkta-bantsız bir priz gördüm. Başka garson çağırdım. 

-Nedir prizlerinizle yaşanan sorun
-Arızalı efendim
-Hepsi mi?
-Hepsi
-Tamir ettirmeyi düşünüyor musunuz?
-Ücretsiz şarj ünitemiz var. Voltaj ani inip çıktığında daha geçen bir müşterimizin telefonu patladı.Bu nedenle tamir ettirmeyi düşünmüyoruz efendim.

Baktım yüzüne.
-İnanmadım sana ..dedim
Tebessümü sabit kalsa da şaşkın baktı yüzüme.
-Bugünlerde hangi restauranta gitsem aynı masal. Ya hepiniziin prizlerine aynı virüs girdi olağandışı bişi var ya hepiniz anlamadığım bir sebepten aynı masalı uyduruyorsunuz. 
-Ne diyeyim bilmem ki.Ücretsiz şarj ünitemiz var, bu prizlere gerek var mı?
-"Ama" diye itiraz ettim hemen. "Onlarda iken telefon uzakta. Çocuklar mı aradı, işten mi arandım bilemiyorsun. Telefondan çalışan bir sürü insan var. Prize taktığında telefon hem doluyor hem kullanıyorsun. Yıl 2016..hatta o da bitmek üzere. Bu yaptığınız bana çok saçma geliyor kusura bakmayın.

Eğdi başını, bişi demedi. Ben de o 1.5 saatte sadece bir çay içtim ve bahşiş filan da bırakmadım.

Sonra filme çıktım ve koltuğuma kuruldum.
Kesinlikle ön yargıma yenilmediğim için memnunum.

Filmde alışılmadık, beklenmedik, ay bu ilk defa düşünülmüş dediğim hiç bir şey yoktu. Ama temposu hiç azalmadı, dozu kaçmadı,sıkmadı ve ilk anından son anına kesinlikle eğlenerek izledim.



Üstelik Tom Cruise hayatımda ilk defa tatlı geldi bana. Bir zamanlar genç kızların sevgilisi olan adamı "baba" rolünde görmek hoşuma gitti.

Kızı rolündeki genç hanımın yüz ifadesinden bir şey anlamadım  ve bu beni çok eğlendirdi.

Partneri olan subay hanım var ya..Allah'ım o kadınsa ben neyim dedirtti bana. Bizim ora deyimiyle hartama gibi. Bayıldım hatun kişiye.

Bol  aksiyon yer alan filmde Tomm Cruise de

Cobie Smulders de çok koştular.  Yani hem kondisyon hem 

ciddi  efor gerektiren sahnelerdi.




Tom Cruise'nin cool olduğu veya olması gereken her sahnede "sen bizim Ömer'in ( bknz Kiralık Aşk- Ömer İplikçi)pabucunu ye beaaa" diye haykırdım içimden. 

Ay sinemaya tek gitmek çok eğlenceli yaa.

Filmle ilgili yegane eleştirim müzik. Müzik ve anlattıkları ya da ritmi ya da seviyesi filmle örtüşmedi bir türlü. Zaman zaman anlatılana kapılmışken yükselen müzik gerilimi işaret ettiği için " neyi kaçırıyorum ben" diye  akıştan koptuğum oldu.


Giderseniz benim için de eğlenin.

Sevgiler

29 Ağustos 2016 Pazartesi

Zamana Saygı


Seni özledim mai blog
Sizi özledim blog dünyasının yüzünü görmediğim ama kalbimde yerleri olan güzel insanları.

Bugün mutsuzum.
Bu , belki yarınlara ait kalıcı mutlulukların, birini terk etmeden ötekine varamayacağın bilinci ile yeni diyarlara uzanan yolların başlangıcı.
Bilmiyorum.
Bugün mutsuzum.
Ülkenin durumu mıh gibi yüreğimde. Korka korka mutsuzum bu yüzden. Korkmaz için bi milyon sebebimiz varken korkmadan mutsuz olmak ne haddime.
Kabullenmeye ayırdım yazın son günlerini. Sonbaharda nereye neye yelken açar gönlüm bilmem ama bir seneye yakın zamandır aynaya bakıp kendimi  olduğum gibi görmeye ve arındırmaya çalışıyorum neticede. İyilikten yana koydum  kararın mührünü;iyi biri olmaya çalışıyorum.

Azad ediyorum bugün sizleri hayatımdaki tüm insanlar. Müdahale etmeyeceğim , sorgulamayacağım, eleştirmeyeceğim siz, siz olabilesiniz diye. Ve bir çok  olgudan da kendimi azad ediyorum her kimsem o olabileyim diye.

Sabah İstanbul güzeldi. Önce Üsküdar, sonra Dudullu,sonra koştur koştur işe yetişme telaşı ile Kadıköy yaptım. Herkesi seyrettim bir botanik bahçesinde tırtılları kelebekleri salyangozları  bitki bitlerini seyredercesine kabullenmiş ve olağan karşılayarak. İnsanlar servis aracının yanından vızır vızır geçerken , gittikçe rengi netleşen gün ışığının  betonlara vururken bile güzelliğinden bir şey kaybetmediğini gördüm.

Aslolanı hatırlamaya, nefesimi ve gönlümü ona odaklamaya çalıştım.Valizini yanlışlıkla kafama indiren kadına da bişi demedim. Önemli değil demek doğru değildi çünkü bu önemli mi sorgulamasından çok daha farklı şeylere takılıydı kafam. Schubert'in  "Serenade" eserini hatırlamaya çalışıyordumve bu  zamanlar ötesi besteyi yaparken neyi düşünüyor olabileceğini. Valize ve kadına baktım, içimde yükselmeye uğraşan öfkeyi de kadını da valizi de görmezden geldim.

Müzik, bana bir şeyler söylüyor olmalıydı. Kafamın içindeki müziğe döndüm.

Uğraşasım yok bugün , anlatabiliyor muyum?
Bugün  mutsuzum ama sanırım yarınlara temiz ve anlamlı mutluluklar olsun diye alınan bir karar bu.

Zamana saygı..bekleyip göreceğiz.





14 Ağustos 2015 Cuma

Ne Yaparım?

Benim tatlı, komik,şirin,özgür Fok Bıyığı'm beni mimlemiş.
E bayılıyorum ki ben mimlenmeye. :D

O zaman hadiiiiiiii diyerek başladım:

  • Üzgünken ne yaparım?


Üzüntü sebebine bağlı. Yürürüm.Müzik dinlerim ama üzüntü kaynağına yönelik  pekiştiren değil çözümleyen şarkılar olur. Mümkünse avaz avazdır ses, öyle sakin mırıl mırıl olmaz. Gider mezarlıkta otururum,gider denizin mai'sinde demlenirim,gider göğün maisine sığınırım. İlla ki yazarım. Yazmak içimin derinliklerine ittiğim her şeyin kendimce ses buluşu.İçim dolmadan,içim donmadan,içime attıklarım içimdekileri bozmadan yazarım.Gülümser dudaklarım,gözlerime bakınca ise anlar sadece dostlarım.

Sonra affederim..kendim hariç herkesi.



  • Kızgınken ne yaparım ?


Hep alay ederim.Kızdığım hemen her şeyin mizahi yanını görmeden edemediğim bir yapıyla doğmuşum ben.İnsan bir kere ölünce, yaşama dönme şansını yakalarsa kızacak pek bir şey yok bu hayatta diyor kesinlikle. 

Kızmama neden olan şeyi bir sorun olarak algılar, çözüme odaklı düşünürüm.

  • Peki öfkeliyken? 


O anda bir şey yaparsam kötü olur. Tsunami ya da 8.9 şidetinde bir depem etkisinde felakete sebep olmak zor değil benim için. Can yakmak istediğimde ürkütücü doğal yeteneklerim var;bunu ben de biliyorum benim çevremdekiler de bilir.Dilim mi daha fena elim mi bilemem..ikisini de kullanmaktan çekinmem. Göz bebeklerim bile yeşilini yitirir kapkara olur.Rezil rüsva bişiye dönüşürüm.Sesim hep sakindir.Bu da daha tehlikeli bişi aslında. Kaçmakta fayda var o durumlarda karşımdaki için.

Lakin öfke sebebim biraz kaçmayı başarırsa, 40 yaş sonrası edinebildiğim veya artık daha baskın olan bir yanımla sakinleşirim. Karaktersizlik derecesine varan merhametim ağır basar. Ceza verir ya da yargıyı kalbime değil aklıma taşırım.

Yürürüm rüzgârın temasına izin vererek. 

(Çocuklarım mevzu bahis değilse)Sonra affederim..kendim hariç herkesi.

İsterdim ki bu mimi herkesler yapsın ben isim vermeyeyim ama yapan bana haber versin ki koşup hemen okuyayım.

Sizi bilmek güzel geliyor bana...anlatın ki bileyim.

10 Ocak 2015 Cumartesi

Ben Hiç Üşümedim ki..

Dışarıda lapa lapa yağan kar 70'lerde de yağardı.
Biliyorum oradaydım :-)



 Çocuktuk.

Yatağa ilk girdiğimizde ayaklarımızı birbirimizin ayaklarına sürterek ısıtırdık . Yatak buz gibi olurdu çünkü. Üzeri teras,denize açık,sobalı bir evdi  hala rüyalarıma giren kiradaki evimiz. Her sokağı her kıvrımı bin neşeli anı ile bezenmiş çocukluğumun yaşandığı her alanı oyun parkı verimliliğinde olan o güzel ev kışın harbi soğuk olurdu.


İnsanın masal gibi bir çocukluk yaşaması için özel okullar, şahane evler, lüküs arabalar gerekmiyor biliyor musunuz ? 3 kardeş bir koca dünyaya bedel olabiliyor rahatlıkla.

Sorun diye bir şey yoktu bizim için. Misal o soğuk, eğlenmek için inanılmaz fırsatlara gebeydi. 3 kardeş yatağa cubbada atlar ve düet yaparak 2-3 dakika çılgın bir dans tuttururduk yorganın altında.

İlk şarkımız adrenalin patlaması yaratırdı. Sözlerini yarım yamalak bilsek de ezgisi bizce malümdü ve kıkır kıkır , avaz avaz söylenen bu şarkı eşliğinde 2 dakika tepinmemiz soğuğun bertaraf olması bir yana, ter içinde kalmamıza neden olurdu.

Sonra devam ederdik artık üşümek kavramını çok uzaklara göndermiş olarak.

İkinci şarkımız, sözleri çabucak ezberlenen o muhteşem parçaya aitti. Onunla tepinirken  bitmez düetin etkisi ile karnımız ağrıyana kadar güler, altıastarı 2 cümle ile değme komedyenlerin yapamayacağı kadar güldürürdük birbirimizi.
O şarkı, çocukluğumuzda soğuğu sıcağa,geceyi neşeye döndüren şarkıydı. Hala daha duyunca koskocaman bir sırıtma yerleşir yüzüme.

Sonraki kocaman ve harika evimizi satın alıp taşındığımızda artık kalorifer vardı ve bu eşsiz neşeli şarkı geride kalmıştı. Zaten 3 kardeş kocamanlardan olmuştuk. Ergenlikle zevkler değişmişti.

Abim kalkınca Burhan Çeçen veya Ahmet Kaya açıyordu avaz avaz.

Ablam Julio İglesias'a ve şarkılarına vurgundu gayet haklı olarak.

Annem Türk Sanat Müziğinin altın namelerini tebessümle mırıldanarak kahvaltı hazırlamaya giderdi gül yanakları pembe pembe.

Babam Türk Halk Müziğinin neşeli ezgilerini ağırbaşlı bir neşe ile dillendirerek katılırdı sabahlarımıza. Misket 'e hiç dayanamazdı.Hayatımda onun kadar güzel dans eden, oynayan bir erkek daha görmedim. Adını (Şener) layıkıyla taşıyan muhteşem bir baba o her zaman için.

Ben mi?
Ben klasik müziğe bayılıyorum :-)))

Tam karadeniz eviydi bizimkisi. Sabahları yaşanmamış güne hevesle sarılan,bir arada olmaktan duyulan mutluluğu müzikle ve neşeyle süsleyen bir ev.

Müzikler,sesler,renkler mutlu anıları ve sevgisi ile yaşamı yaşanılır kılanları anımsatsın bize hep.

Sevgiyle kalın.