milat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
milat etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Kasım 2016 Perşembe

Peki Sizin Rakamınız Kaç?


Önümden geçip gidiyorken birden geri döndü adam.
"Sizin rakamınız ne" dedi.
Afallamış halde "nöy?" diyebildim.
Kaşları hafifçe çatıldı ve yoluna devam etti.

Sonradan bu konu hakkında konuşacağımızı ikimiz de biliyorduk.

Merak kazanına düşmüş olmalıyım çocukken. Adam gitti ama soru bende kaldı.
Herkesin bir rakamı mı  var?

Sayıların büyülü dünyasından uzak kalmama neden olan şey okul yıllarındaki matematik dersindeki üstün başarım mıydı (tık) acaba?Üniversite bitirdiği  halde çarpım tablosunu hala ezberleyemeyen ve akıldan basit matematik işlemleri yapamayan ben...

Sonra o aleme dalıverdim. Sınıf geçmeme neden olacak sorular halinde karşıma dikilmiyorsa sayılar gerçekten büyülü olabiliyormuş. Dinler , kutsal kitaplar , müzik, resim, efsun ... hepsinde sayılar varmış . Kutsal kitapların temel rakamları , hamile kaldığınızda çocuğun cinsiyetini belirlemek için regli günleriniz ve merhaba günleriniz arasındaki sayısal ilinti vs vs vs.


Benim rakamım "3"müş. Sonradan öğrendim.Sabır sayım ise "2".Nasıl öğrendiğim ise benim için bile muamma.Yaşadıklarımın fark edemediğim düzenli  tesadüflerini, dönüm noktası teşkil eden tarihleri izlediğimde hep "3" rakamına vardım. İstediğim şeyler için ise hep 2 yıl beklemem gerekti. 2 yıl sonra biriken o tüm istekler gerçekleşiverdi. 

Mesela  çalıştığım ofisin boyanması,zeminin değişmesi, iş saatlerimle ilgili esneklik, kahve içip sohbet edebileceğim iş bilen personel,maiyi çaışma hayatıma dahil edebilme,terfi ama göz önünde olmama, abi nolur 2 beden küçülüp  işe çuval giymeden de gidebilme gibi  zaman çinde minik minik biriken bir sürü dilek 2 sene sonunda pat diye hepsi bir arada oluyor. Benim hayatım hep böyle ne komik değil mi?


29 yaş kırılma noktasıymış daha evvel de bahsetmiştim. Hayat, o güne kadar sizi en fazla zorlayan konuda sizi imtihan edermiş. Ve herkesin 29 yaşında (ya bir eksik ya bir fazla da olabilir ama mutlaka 29 yaş ile kesişen ana nokta olur) bir kesin büyük kırılması varmış. Hayatın akıp gittiği ray görünmez bir elin çektiği makasla yön değiştirip insanın yolunu başka yöne alırmış . Benim anne olup özgürlüğümü sonsuza kadar yitirdiğim  ve hayatı  SÖ , SS (Selin'den Önce- Selin'den Sonra) olarak ayırdığım yaş. 


Eğer 29'unda bu imtihanı veremezseniz, sizin için en hassas konudaki bu zorlu sınav 39'unda başlayan bir süreçle 40 yaşında çok daha ağır şartlarda karşınıza dikilirmiş.

Sorduğum çoğu insan bunu  yaşadığını  doğruladı.

Şimdi 1.5'tayım sabır konusunda.Dileklerim birikiyor sabır potasında. Ne dilediğime, ağzımdan çıkana gönlümden geçene dikkat etmeye çalışıyorum elimden geldiğince çünkü karşıma çıkacaklarını biliyorum.

Bana rakamın ne diye soran adam mı?
Kur'an'ın sayısal şifresini çözmeye  çalışan bir gruba mensuptu.

O günden 2 sene sonra iş değiştirmesi gerekti.
Onun rakamı onun, benim rakamım benim dileğimi gerçekleştirmiş oldu.

Hayatınızdaki düzenli tekrarları ve yolunuza çıkıveren insanları, aklınızdaki soruya cevapmış gibi birden beliriveren cümleleri (Tv'de kitapta-yolda yürürken -otobüste konuşmalar içerisinde vb) önemseyin.

Bize avaz avaz bir şeyler anlatmaya çalışan bir evren var içinde yer aldığımız.
Sevgiyle gülümseyin.

13 Ocak 2015 Salı

Milat


Anneliğe hazır olmak diye bir şey var mı acaba?

O da olsun bu da olsun şunu da tamamlayayım şeklinde bir dizi bahane vardı anne olmadan önce. Hazır değildim. Deliydim,doluydum ama adam değildim. Düşünmüyordum bile hazır olmayı.

Sonra tıbbi verilere göre kendimi bu hazır olmadığım altın çağdan %99 korurken %1'lik bir mucize gerçekleşti ve hamile olduğumu öğrendim. O kadar imkansızdı ki bu, doktor hamile olduğumu söylediğinde şaşkın ve çok şaşkın olarak eşimle birbirimize dönüp bakakaldık. Doktor paniğimizi değerlendirerek müdahale etti: "evli değil misiniz yoksa?"

Çapa'daki prof. teyze ,anne olamazsın dedi. Beyninde şu var bu var acil ameliyat olman lazım.

Tabutta rövaşatamı anlatmıştım..omuriliğimde platin, zor şer toparlamış kırık bel vardı..dediler ki anne olamazsın.

Bir de şeker çıkmasın mı o ara..e dedim başka yok mu? Dediler çok riskli çok çok riskli..

Dahası da var ama yazmayacağım. Prospektüsünde kocaman "hamilelikte kullanılmaz" yazan ilaçlar kullanmam gerekiyormuş.
Dediler: anne olamazsın...

Hayata gol atıp %1'lik ihtimali değerlendiren güzel kızım, Selin'im karar vermiş; doktorlar profesörlere söz düşer mi? Evladım geleceğim demiş, ölüm yüzde kaç ihtimal; yaşam varken sorulur mu?

He he..dedim onlara.Cevap vermeye bile değmezdi nezdimde. 

Onlar etrafımda dizlerini dövüp bilmem kaç tahlil yapadursun, ben insanlara gereğinde kulak tıkamayı öğreneli çok olmuştu.


Hiiiç bile karartmadım enseyi. Fıldır fıldır gezdim,eğlendim.Şekerden dolayı perhiz yapmak zorundaydım hem de çok ağır çünkü insülin iğnelerini istemiyordum...başka da bir sıkıntıyı takmadım kafama.Ama göbeğimle övüneceğim o tek dönem perhiz yapmak yok mu?O çok dokundu kanıma.

Zaten eşimin babalık sendromu iki kişilikti, bana sıra kalmadı.

Neyse, kontrole diye gittiğim bir gün (12 
Ocak) beni doğuma alası geldi doktorların. Asistan geldi ve "hoca cs istiyor " dedi. Şu merak saldığım kitaplardan birinde ,bunun sezaryenin kısaltması olduğunu okumuştum. "Allah" dedim içimden "gittik"! Doktorum sakince "elimde hiç yok" dedi. Asistan bana baktı. Edward'ın Bella'ya ilk baktığı gibi hani.Kanımı istermişcesine ayyy. Neyse "hoca ısrarlı" dedi. Doktorum içini çekti, bana döndü "bebek yerini doldurmuş, suyu kalmamış,acilen ameliyata alıyoruz sizi" dedi. Yalandı biliyorum ama gıkım çıkmadı.Oysa, dönüşte şeytana uyup bir pizza yemek niyetindeydim. Birazdan ameliyata gireceğime değil pizza ile olan hayalimin suya düşmesine bozuktum. Bir yandan da doğumdan ne kadar sonra çıkıp o pizzayı yiyebilirim diye hesaplamaya çalışıyordum.

Eşimi aradım, doğumhaneye alıyorlar beni dedim. Sesten daha hızlı geldi Ulus'tan Altunizade'ye. Vallahi hala takdir ederim bu uçuşunu :)

Doğumhaneye beni Karslı bir hastabakıcı götürdü. Doğumdan da korkmadım.Telaş filan yoktu yüreğimde. Yaşamam gereken bir şey vardı, onu yaşıyordum. Hem sıkılmıştım hamilelik sakınmalarından. İçtenlikle , hamileliği 2 yıl süren filleri düşünüp onlara acır olmuştum.Sonra artık ertelenemez meraklarım vardı bebek hakkında. En çok, O'nun sesini çok merak ediyordum. Şimdi düşünüyorum da ,sanki yüzünü gördüğüm o ilk ana kadar anne olacağımı idrak edememiştim sanki , sadece yaşam bir süreç getirmişti ve ben de onu yaşıyordum.

Spinal anestezi yapıldı.Hani şu omuriliğinizin ortasına iğne batırıyorlar filan :-p Umurumda bile değildi. İlk kez böyle bir deneyim yaşıyordum ve "millet ne yapıyor etrafımda, onu niye yapıyorlar, bunu niye yapıyorlar, ben ne yapmalıyım, şimdi ne olacak" gibi bitmek tükenmek bilemz bir merak ile seyre dalmıştım alemi.

 Doktor, asistanlarına "bunu boşverin,normalde çığlık filan atarlar" diyerek beni "sanırım" takdir etti.

Sonra Selin geldi....

Anestezi uzmanı ile TRT'deki yayınlar hakkında sohbet ediyorduk doğum esnasında.
Sonra, hazır mısın dediler
Durun , saate bakacam 
yükselenini hesaplayamam sonra dedim.
Güldüler.
Sonra, saate baktım
13:09:07
Sonra o geldi
Selin
Bebek değil...kızım
Bebek değil...Selin
"O" değil..Selin'im

Tanıdık birini görmeyi beklercesine şaşkın yüzüne bakakaldım.Nasıl kırmızı ve minik bir şey bu dedim. A?Burnu yok? A?Dudakları ablam?







Bir titrek çığlık koyverdi "Selin" , görevliler onu alıp hemen sarmaya götürüyorlardı ki artık kanka olduğumuz anestezi uzmanı "getirin bir görsün bebeğini yahu" dedi.
Ekibin kalanı "ortalığı toplayıp" ameliyatı tamamlarken ben dikkatimi tamamen "kızım"a vermiştim. Ağlıyordu. 

Yanıma getirdiler.
Uzandım..
Çekine çekine dudağının kenarından öpüverdim.
Sustu..

Ne Fatih'in İstanbul'u fethi, ne  rönesans 
Çağ böyle değişirmiş meğer.

Zaman "Selin'den önce ve Selin'den sonra" olmak üzere ikiye ayrıldı.
Miladımdı o benim.

İnsandım,kadındım ama artık, bir de annelik vardı hepsinden her şeyden baskın olan. 

Tüm "anne olunca anlarsın"lar uzun yıllar bekledikleri eşikten sabırsızlıkla atlayarak kapımdan içeri giriyorlardu bir bir .

Epey sonra ameliyathaneden çıkartıldığımda aynı anda iki kişi aynı cümleyi haykırdı:

-Kızım nerde, kızım nasıl?

Bir ses bana,
Bir ses anneme aitti.


3 Ocak 2015 Cumartesi

Onunla Kavga Edemezdim






Kavga edemezdim onunla. hem sevgimin büyüklüğü, hem onun statüsü, hem karakter yapısı müsaade etmezdi . 

Bir inadı vardı (hem de hiç yok derdi o muhteşem kapasitedeki inadına) kırk yılın bir başı tutardı ama tuttu mu tutardı yani.Göze alamazdım onunla inatlaşmayı. Ben daha mı az inattım?Yok, asaletimle alakası yok ;kazandıklarım kaybettiklerime değmezdi hiç bir zaman.

Onunla kavga edemezdim. Gözlerinde tsunamiler yaratırdı öfkesi ama ardındaki kırılmışlığı görürdüm.O bana bağırırken ben onu severdim, ben onu örselerken o beni severdi.Kurallar koyar, taviz vermez,boynumun büküldüğünü görünce kuralları yıkacak bir mantıklı sebep bulup otoritesinden taviz vermezdi.



Onunla kavga edemezdim. İnsan ötesi bir sezgisi vardı.Yalan söylediğimi şıp diye anlar, beni buna pişman ederdi. Öylesine coşkun, öylesine dağlar denizler dolusu , öylesine mavi severdi ki beni bu aşka ihanete elvermezdi gönlüm. Omuzlarıma fındık kadar sorumluluk-üzüntü bırakmaz hepsini kendi omuzlardı.Yorulurdu ama vazgeçmezdi.Tam bir askerdi. Hayata mevzi alır, boşa kurşun atmazdı.Tüm o yüklerin, koşturmacanın,sorumluluğun içinde bir elini benim için boş bırakır,ellerimi bırakmazdı.


Onunla kavga edemezdim.Tüm anılarımın başlangıcında o vardı, miladımdı benim. Zamanı "ondan önce " diye ayırmış, ondan sonra demeye dilimi vardırmamıştım. Ondan sonra olsun istemiyordum, hep onunla olsun istiyordum. Kavga edersek sayılı dakikaları boşa harcar, anılarımızı kirletirdik.Bazen çok üstüme gelir beni gerçekten kızdırırdı, bazen beni deli eder bazen hiç anlamaz bazen çok ağır sözler söylerdi. Karşılık veremezdim içimden geldiği gibi. Sonsuz damlacıklar denizi olan sevgisini içinde saklar öfkesinin yakıcılığını tattırırdı hak ettiğime inandığında. O zaman kâr etmezdi ona karşı gelmek.Elbette mümkündü onu yenmek ama dedim ya, kazandıklarım kaybettiklerime değmezdi. Hiç bir şey onun ışık ışık bakan güzel gözleri kadar etmezdi. Işıltısını söndürmeye kıyamaz,onunla kavga etmezdim.


Hele biri üzsün beni..hele ağlayayım. İmkansız kelimesini tanımaz, yüce dağları düz yol eder önüne reisi cumhur gelse dider yolunmuş tavuk gibi ortaya koyardı. Yoktu benim için yapamayacağı şey. Ağladığımda her göz yaşı tanesinin başında bekleyip avucunun yumuşak sıcaklığı ile silişini hatırlarım.Göz yaşı tuzludur, cildini bozmasın derdi.Her ayrıntısı ile her ayrıntımı severdi.

Ellerinde büyüdüm,gözlerinde büyümedim. Belki bu tanımsız sevgiyle yoğrulduğu için var oluşum, yarım ve koşullu sevgileri kolay benimseyemedim...









Ben sevmeyi onda öğrendim... sevdiklerimi de onun gibi sevdim...



Sevmeyi,sevdiklerime , onun bana öğrettiği gibi öğrettim ve dünya ile barışık, şekille değil var oluşa saygıyla sevmeyi bilen çocuklar yetiştirdim


Elimden başka ne gelirdi ki... ben varoluşumun en başından bugüne onunla hiç kavga etmedim.Sevgisi önümde ardımda duvardı..sadece, yürek yettiğince, çok ama çok sevdim.