otobüs etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
otobüs etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Nisan 2021 Cuma

Cinayet Artık Herhangi Bir Şey

 



Öyle böyle değil çok güzeldi hava. Bahar yine yapmış yapacağını, çıkagelmiş gittiği uzak diyarlardan, maskemin minik zerrelerinden sızabildiğince bile beni baştan çıkartmayı başarmıştı. Yasaklar vardı, kapanma geliyordu, eve erzak almam lazımdı,şuraya uğramam şunu halletmem , buraya uğrayıp bunu teslim etmem gerekiyordu..filandı ve falandı...ama bahardı...ama çok çok bahardı  ve ben  kaç baharım daha var bilmeyendim. "Ölünce" değil "ölürsem" diyecek  kadar yaşamayı çok sevip ölümü reddedendim.

Kadıköy sahiline indim. Denize şöyle bir bakıp otobüse binecektim. Kulaklığımda ablam, bir yandan da çen çen gönlüme nüfus eden tatlı sesiyle  ablamı dinliyordum. Tepemde on değil yirmi değil belki yüzden fazla martı, deniz gerçek olamayacak kadar güzel,  mavinin onlarca tonu ile çevrelenmiş bir bendeniz..Sırtımı dönmüşüm otobüs duraklarına, yok farzetmişim mavi sonsuzluğun haricindeki girinti ve çıkıntıları. Sonra bir de bahar...

Deniz kenarında biraz..düşük ..hani hırpani görünümlü orta yaşlarda bir adamla bir kadın biralarını içiyor ve gittikçe daha samimi oluyordu.  Biraz ötelerinde iki genç kız ayaklarını denize sarkıtmış, tıpkı benim gibi maviden gayrısını  yok sayarak sohbet ediyorlardı. Kadıköy bildiğim Kadıköy,  insanlar  her zamanki akışın içerisindeki zerreciklerdi.

3-4 deli-kanlı ortada geziniyor ve sahilde oturanlara bakıp özellikle genç ve kız olanlara ya da kadın kısmısının bulaşılabilecek gibi görünenlerine "bişi sorabilir miyim"  cümlesi ile girizgah yapmaya çalışıyorlardı.

Sonra alkol alan ve gittikçe samimiyeti artıran adamla kadına bir şeyler söylediler sanırım.

Sonra adam ayağa fırladı. Gençlerle arasında bağırış çağırış ve şiddetli itip kakma başladı.

İstanbul refleksi..uzaklaştım.

Tam İstanbul sessizliğinde kumula (kumul için tık) dönüşecektim ki  adam şiddetin coşturduğu testosteron patlaması ile geri dönerek  ardından koşmakta olan kaadına bir tane patlattı. 

Az evvelki itiş-kakışa sessiz kalan insanlardan öfkeli haykırışlar yükseldi. Bu, adamı daha da öfkelendirdi ve tekme-tokat hatta yumrukları ardı ardına indirip kadını bir temiz dövmeye başladı.

Bir yandan olanı biteni naklen ablama aktarmakta olan ben, kumula dönüşmekten vazgeçip yakınlarına gittim. 

Tıpkı filmlerdeki gibi , kim olmadığını asla bilmediğim biri  "biri bu adamı durdursun..kadın dövüyor imdat" diye çığlık çığlığa haykırıyordu.

Tıpkı filmlerdeki gibi  tüm bu saçmalığın sonunda, kahraman ve yakışıklı bir erkek korkmuş olan bu çığlık çığlığa bağıran kişiyle öpüşür mü diye merak ettim.T

estosteron patlaması yaşayan adam izleyiciler+alkol+öfke karışımı ile tekrar gençlerin peşinden koştu. Her gün içinde sakince yürüdüğüm İETT durakları film setine dönmüştü. Adam ve gençler yeniden kapıştı. Ben, adamı bırakıp merakla kadını izledim. Yeniden deniz kenarında bira içtikleri  beton kenardan ayaklarını sarkıtmış oturuyordu.

"Bu iyi değil" diye düşündüm. "Kolayca denize düşebilir."

Adam geri geldi ve yeniden kadına vurdu.

Kimsenin gelip onunla öpüşmeyeceğinden artık emin olduğum  kadın yeniden çığlık attı.

Kalabalık  kadını döven adama  yarım daire olmuş şekilde yaklaşıyordu.

"Tıpkı göçmen kuşların bilmeden hava akımını sağlayacak şekilde konuşlanıp uçması gibi " diye düşündüm. Olanı en iyi görecek  ama en kolay kaçacak şekilde  bir araya geldi insanlar.



Ablama video çekip atmaya çalışıyordum. Daha yakına gitmeye karar verdim.

Öfkeli  bir genç hızlıca adama yaklaştı ve bir yumruk patlattı.

Adam, hiç ses çıkartamadan beton zemine düştü.

Artık başka bir kadın çığlık atıyordu.

Adamı yumruklayan genç  sakince yanımdan geçti.

Merakla yüzüne baktım. Sadece öfkeli mi ya da ne hissediyor diye merak etmiştim. Kendisini bir filmin kahramanı olarak görüyor gibiydi.

Dönüp yere düşen adama baktım. Şimdi de onun ayağa kalkıp 3 saniye önceki gibi öfkeyle koşturarak bu genci yakalamaya mı çalışacağını yoksa genelde olduğu gibi atıp tutarak, bol keseden küfrederek orada mı kalacağını merak ediyordum.

Adam kımıldamıyordu.

Dövdüğü kadın galiz küfürler savurarak adamın başında çırpınıyordu. "O benim kocam döver size neee" diye bağıran ilk kadın değildi gördüklerim arasında. Belli belirsiz bir öfke kabardı içimde kadına karşı.Sustum.

Göçmen kuşlar safları sıklaştırmıştı.

Kadın "ambulans" diye bağırıyordu.

Adama yaklaştım..Ağzından, burnundan oluk gibi kan akıyordu. Gerçekten, içi su solu bir poşette delik açtığınızda nasıl fışkırarak akarsa aynen öyle kan akıyordu. Daha şimdiden küçük bir kan gölü içinde hareketsiz yatmaktaydı.

Ama beni dehşete düşüren karnından akan kandı.

Adamın bıçaklandığını ancak o zaman anladım.

Neye benzediğini bile hatırlamadığım o gencin sakin, kahramanım ben yürüyüşü geldi aklıma.

Bir cinayete tanık olmuştum..ve görünen o ki ölen adam, başında dövünen kadından başka kimsenin uzun zaman bunu gündem yapacağı yoktu.

Cebimde İstanbul Kartı'mı yokladım.

Otobüsüme bindim. Otobüs hareket ettiğinde ambulans gelmişti meydana.

İnsan sayısı ise neredeyse yok gibiydi...film bitmişti.

Yeniden kumula dönüşmüştük.

Ablam, anadolu kadını ve yüreği körelmemiş olan ablam çok dövündü çok üzüldü. O da bir annenin evladıydı dedi sesi acıdan boğulmuş. Hiç tanımadığı adam için dert doldu yüreği.

Haberlerde bulabilir miyiz acaba adam yaşıyor mu dedi.

"Bilmek istemiyorum" dedim.

Ertesi gün yeniden aynı yere gittim.

Kurumuş kan lekesinin üzerini kirletmemesi için  dikkatlice oturmuş bir sürü insan denizi seyredip martılara simit atıyordu.

Nasıl gittiğini kendi bile anlamamış o candan geriye kalan, bir yağmurla yıkanıp gidecek olan kurumuş kan lekesi benden başkasına vermediği hüzünle onca mavinin içerisinde, koyu kırmızı,  unutulmayı bekliyordu.

Anlattığım hiç kimse 10 dakikadan fazla üzerinde durmadı bunun...cinayet artık herhangi bir şeydi. 

İnsanlıktan çok daha fazlasını yitirdik bizler!



7 Kasım 2020 Cumartesi

KIŞ MİMİ

kış mimine girmeden önce havaya girmek için lütfen tık
 
Çok değişik ve sevgili bir hanımefendi olan
deeptone (tık) şirin tatlı bir Kış Mim'i yapmış.

Mimlere bayılan bendeniz, Sade ve Derin'deki "isteyen herkes yapsın" davetini üzerime alaraktan başlıyorum mim'e:


1. Kışın ne yapmaktan hoşlanırsın?

Kışın çalışmaktan hoşlanırım. İşe gitmeyi ayrı , işten dönmeyi ayrı, işte olmayı ayrı severim. İşe yürüyerek gitmek kışın daha bir başka keyifli olur. Yüzüm yanar soğuktan , iş yerine girince bir bardak sıcak çayın verdiği mutluluk neyle kıyaslanır bilmem ki. Çalışmak mutlu eder beni.


Onun dışındaaa kitap okumak, camdan dışarıyı seyretmek, enfes bir nefes alıp o soğuk havayla tazelenmiş bir de nefes vermek..hani severim ben kış mevsimini ya çok severim. Kışın camdan dışarıyı seyretmeyi çok seviyorum. Kar yağdığında buna bayılıyorum ama kar yağdığında İstanbul'da karın o asil keyfi olmuyor. Her yer çamur ve tıkanıklık-kaos. Kar, İstanbul'da güzel değil.

Oysa canım Trabzon'umda öyle miydi ya...


Çok gaza geldim!!!

Bir de her yer ayaza vurmuşken Şubat ayında beklenmedik ılık havalarda annem babam ben çocuklarım Trabzon simidi ve eski kaşar peynir+çay eşliğinde Faroz'daki balıkçı kulubesine takılmayı. Akıl sağlığı için fotoğraftaki tarihe takılmayın :makine hatası😆😆

2. Kış sana neyi hatırlatıyor?


Abimi...hani şu onca sevgiyi ve güzel anıyı ve yaşananı ve kan bağını ve kardeşliği reddedip bırakıp gideni. Çocuklarla Trabzon'a gitmiştik. Kar bize gelmiyorsa biz ona gideriz dedi , attı bizi arabaya dağların tepesine karlara çıkarttı. Her zamanki gibi hayranlık ve sevgiyle dolmuştu kalbim. ...bitti gitti.


Ablamı, Trabzon'a nadiren olsa da kar yağdığı bir seneydi. Kimsenin olmadığı yerde kendimizi kara atıp  kollarımızı yukarı aşağı sallayıp şekiller yapıp çocuklar gibi eğlenmiştik. Evli ve çocuklu değildik. Hayat daha bize aitti. Üşürsek hasta oluruz  ve birilerine bulaştırırız korkumuz yoktu.


Üniversitedeyken 80'li yıllarda Tepebaşı'nda tıklım tıklım otobüsler kimseyi almadığı için titreyip  çaresiz halde bakınan ufak tefek bir genç kızı bırakmaya gönlü elvermediği için  "bu çocuk binmezse otobüs hareket etmeyecek  ilerleyin" diye yolcuları tehdit eden o müşfik otobüs şoförünü..Allah dert sıkıntı yüzü göstermesin ona. Ne çok üşümüştüm...o olmasa o gün ne yapardım hiç bilmiyorum. Yurda döndüğümde kendimde bile değildim.

Selin'i..doğum için hastaneye yattığım gece senenin ilk karı yağmıştı


Ve Nehir'i..doğum için hastaneye yattığımda yolları kapatacak kar yağmıştı.

Anılar ve anılar....


3. Kış denildiğinde aklına ilk ne geliyor?

Tarçınlı sahlep, özlediğim kışlık kıyafetlerime kavuşmanın sevinci.


4. Kış mevsiminin en çok sevdiğiniz yanı nedir?

Sokaklar tenha evler kalabalık olur.
Ama herkesin yeri bellidir. Yaz mevsiminde kimin nerede olduğunu bilemezsiniz, kışın hayat yerli yerinde ve tertemiz ve ıslak ve güzel ve sevinç doludur.

5. Kışın kullandığınız favori kozmetik ürününüz nedir?

El kremi

6. Özellikle kışın yapmaktan hoşlandığınız bir şey var mı?

Evet :-) Hamsili dible jhashakjshkashasaa 

7. Kış yemeklerinden en çok hangisini tüketirsiniz?

Karnabahar ve kaygana ve hamsili dible ve dolma
Veeeeeee tabiii kiiiiiii
Karadeniz pidesiiiiiiiiiiii


8. Yaz mı kış mı?


Ve ilkbahar  ve sonbahar ve dönenceler..hangisini daha az sevebilirim ki?


9. 2020'ye veda ederken ne söylemek istersin?

Cevap için lütfen tık


2 Haziran 2020 Salı

Babalar Gününe İthafen (2010-/Kadıköy)-






Hani Truman Show diye bir film vardı, izleyeniniz oldu mu?Bazı sabahlar o filmi düşünmeden edemiyorum.Aynı saatte aynı  şeyleri yapıp aynı insanları görüyorum.Koca İstanbul köy gelmeye başladı bana. Her suratı biliyorum. Az sonra 12A gelecek, ardından 3 gelecek diyorum. Şoförlerini biliyorum, içindeki insanları biliyorum. Bak o esmer oğlan yine  terlik giymiş bu havada, bu kızın makyajı beni öldürecek, ya o yeşil şapkasının altına türban takan kız iki gündür yok  hasta mı acaba ..boyutuna gelmiş vaziyetteyim. Çevrenizdeki renklere-seslere-kıvrımlara iyi kötü hakim olduğunuzda algınızı  dış dünyaya yüksek yönlendirmiyorsunuz. Acil durumda haber ver bana dercesine kısık bir algı ile otobüsün camından bakıyorsunuz işe giderken.Daha çok iç ses  baskın oluyor.


Bu sabah aynı şeyler oldu ve ben havada yine o taze yaprak ve bahar kokusunu alınca gözlerimi kapatıp bir anlığına kendimi Trabzon'da hayal ettim. Şimdi sitenin önüne çıkmışım, yüzüm Akçaabat'a dönük, gözlerimi açsam..o mor dağları ve köpük köpük sahilleri göreceğim..gözlerimi açsam..yok ,İstanbul'dayım şimdi 3 numara gelecek. Derken , babam düştü gönlüme. Kaç ay oldu babamı görmeyeli. Bana onay ve şefkat ile bakan gözlerini özledim.Ahir ömürleri gelmiş, ben İstanbul'da  onlar Trabzon'da. Bir düşmüşlerini kaldırmıyorum hiç hayrım yok. Şimdi orada yaşıyor olsam işi asar babama bir sürpriz yapardım "seni özledim" der düşerdim yanıbaşına çiğ damlası gibi ufak ama parlak.Balıkçı kulübesinde beklerdim denizden dönüşünü... filan modundaydım ki otobüs geldi bindim.


 Ellerim dolu, çocukların küçülmüşlerini Yaprak'a vereceğim. Yaprak'ı bilirsiniz aslında.Birkaç sene önce şu ses yarışmalarında bir sarı çingene kız vardı.Yaprak o.Yarışma bitti, sokaklarda çiçek satıyor. bebekleri var, ona getireceğim koca poşeti. Derken günün bu kadar alışılagelmişliği içerisinde , otobüste ardımda oturan 55 yaşlarındaki iki hanımın , aslında yavaş sesle yapmaya çalıştıkları konuşmalarına ister istemez misafir oldum. Gözlerimde güneş gözlüklerim boşluğa bakar gibi kımıltısız o sohbetin akışında sürüklendim.

Anneler gününden nefret ediyorum diyordu biri diğerine usulca ve isyankar .Ben anne diyemiyorum ben baba diyemiyorum oysa tüm vitrinler anne baba diyenler için. Anne sözü ağzımdan çıkmayalı seneler oldu, annesizim  annesizim.Bu yaşta da olsa annemi çok özlüyorum.

Cümlesi sessiz bir hıçkırıkla kesildi.

Diğeri  bu açılan kapıdan  tutamadığı özlemleri koyverdi.


Babamı toprağa vereli 2 sene oldu.Öyle özlüyorum ki onu. Baba desem bir kerecik daha sıcak olsa bedeni baba desem sarılsam ona. Hep  yattığımda onu düşünüyorum  o buz gibi toprağın altında üşüyor mudur? Düşünmemek lazım böyle biliyorum ama baba..babacığım

Kadın hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. O kadar yürek yangını , o kadar sessiz  bir ağlayıştı ki.O kadar uzun zamandır biriktirdiklerini koyvermiş o kadar çaresiz...o kadar yetişkin, o kadar çocuk ağlaması...

Babam ve çocuklarım

Ben halen güneş gözlüklerim ile boşluğa bakar gibi kımıltısız oturuyordum ama artık benim de gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Elimde değil, onca senenin korkusu."Gurbet, adın kötü" demişler.Hakikatten kötü ayrılık. Her seferinde "ya bir daha göremezsem" diye uçağa bindiriş ama korkudan bunu asla dile getiremeyiş.

Sabiha Gökçen-Babam Trabzon'a dönerken. Ayrılırken son bir bakış.
Diğer kadın "anneler günü diye şimdi bana hediye alacaklar diye okula gitmek bile istemiyorum.Çocukları kırmak da istemiyorum.Oysa ben anne diyemiyorum " dedi ve o da sessiz sedasız ağlamaya koyuldu.


Kadıköy'e indik.
İki gözüm iki çeşme.Felaket vaziyetteyim.

Yapılacak en son şeyi yaptım.

Babamı aradım.
Balıktaymış tahmin ettiğim gibi
Karadenizin yer mavi gök mavi sonsuzluğunda mutlu bir nokta halinde gönlünü derliyormuş.
Baba..dedim sonra koyverdim kendimi.
Özlem korku çaresizlik yalnızlık ...çok özlem çok uzakta oluş
Tutamadım işte
Anladı
Yüreği dayanmadı kapatıverdi telefonu.

Ablamı aradım bak böyle oldu diye
Babamı ara merak etmesin yok kötü bişi diye
Babamı aramış
Babam uçak bileti almak için kıyıya dönüyormuş
O orada baba diye ağlarken ben burada duramam 3 günlüğüne olsun gideceğim kızıma demiş


Yaş onda 73 bende …
Ne fark eder
Ben halen babasının küçük kızıyım
O halen çocuğunun üzerine titreyen bir vazgeçilmez ilk aşk

* * *

Bu babalar gününde de onun sesini duyabilmek ayrıcalığını veren Allah'a binlerce şükür.

Bazı sevgiler sonsuzluk içeriyor.

16 Temmuz 2018 Pazartesi

Lucy


Bir güzel güneşli Pazar günüydü.

Trabzon'da ve ilk gençlik yıllarımın sevimli endişeleri, masum sevinçleri ile dolu günlerindeydik.

TV'deki western filminden gözümü alıp sabırsızca balkondan görünen güneş ışıkları ile yıkanmış yemyeşil manzaraya ve üzerinde güneşin pırıltıları oynaşan denizin eşsiz maviliklerine özlem duyduğumu fark ettim. Film , beni esir etmişti TV başında. Bir zinciri kırdım, kendimi dışarı attım ve bir daha asla saatlerce tv başında kalmadım.


Şimdilerde günlerce evde tv açılmadığı oluyor. Çocuklarım da pek derdinde değil televizyon. İyi film olursa  bakarım, onun dışında bazen kısa süreli 3-5 şey belki.


Ama fark ettim de, pek  övündüğüm bu  özgürlüğümü sosyal medyaya kaptırmışım. Lucy filmindeki gibi  herkes ipnotize olmuşcasına durakta- otobüste- yolda -yürürken -yemek yerken -arkadaşı ile otururken herkes ama herkes yaşlı genç çoluk çocuk herkesin elinde cep telefonu var. Birbirleri ile konuşurken dahi  insanlar cep telefonlarına bakıyor. Lucy  , çok şey anlatan bir film aslında.


Çocuklar oyun için bir araya gelip birbirlerinin yüzüne bakmadan cep telefonları ile uğraşıyorlar. Denize  girdiklerinde de yanlarında olabilsin diye özel kılıflar var..facia

Hastanelerde bu nedenden dolayı ruhsal sorun yaşayan insanlar için bölümler  açılmış.

En kıymetli şey zaman...farkına varmadan savuruyoruz an be an.

Önce facebook'u bıraktım. Uzun bir süre kapalı tuttum, şimdi günde bir kere girip ne var bakıp  çıkıyorum. Bir "Mai'ye dair  ne varsa benimdir" paylaşımlarım var keyifle yaptığım, onu  ihmal etmemeye çalışıyorum.

Twitter takip ettiğim tek mecra artık ama o da ruh sağlığımı olumsuz etkilediği için  göz ucuyla bakar oldum. Hala aptal zafer nidaları, memleketin   felakete sürüklenişinin resmi  ... bünye kaldırmıyor. Fiziksel olarak acı çeker oldum. Çocuk gelinler ile haberlerde normal tepki veremez, ağzımdan çıkanı kontrol edemez hale geldim.

Şimdi sadece pinterest'te Allah ne güzel şeyler yaratmış ona bakıyorum. Oyunları moyunları da bıraktım. Sadece " bil ve fethet" oynuyorum ki o da hakikatten hoş bir bilgi-tahmin oyunu. Öğrenmenin hazzı 47 yaşında da azalmamış bu iyi bir şey.

Sonuçta hayatımda kocaman zaman dilimleri açıldı. Oooooh bi sürü zamanım var şimdi her şeyi hallettiğim. Ruh  halimde gözle görünür bir iyileşme var. Boynumdaki sıkıntılı ağrı da gitmek üzere. Otobüste geçtiğim yolları izlemeyi,toplu taşıma araçlarında kitap okumayı, insanları izlemeyi özlemişim. Eskisi kadar kitap okur hale döndüm.

 
Beni benden ve hayattan uzaklaştıran her şey düşman bana.
Düşmana el vermek de akıllı insana yaraşmaz di mi?

Teknolojiyi ve getirilerini daha ölçülü ve dikkatli kullanmak için elimden geleni yapacağım, sizlere de tavsiye ederim.

25 Mayıs 2017 Perşembe

Sol Cebimiz Çok Çok Büyük


"Unuttun mu ummayı" diye sormak isterdim.

Ama burası İstanbul.

Mecbur olmadıkça konuşmaz kimse kimseyle..hatta dostlarıyla  bile. Zaman az,bereketsiz;ne doğana sevinilir ne ölene üzülünür. Zaman yetmez.

İETT 'de gidiyoruz. Küçücük bi kız. Dizlerini içine çekse çamaşır sepetine sığacak;o kadar küçük. Başında iki metre  örtü. Kocaman kara gözlerinde anlamını çözemediğim bir ifade; ama donuk. Kimseyle gözgöze gelmemeye özen gösteriyor. Belli ki göz teması ağır geliyor; kimbilir ne gördü daha evvel. Kınama...şehvet?

Hap kadar çocuk ne diye örter başını ben anlamam. Kim ne isterse yaşasınlık konu mudur bu?
Konu  çocuksa,hayır.

Cinler tepemde, bakıyorum içerliyorum kızıyorum.

"Yaşın kaç" demek istiyorum.
"Unuttun mu ummayı" demek istiyorum..sonra "hiç öğrenmedim ki " derse diye korku düşüyor içime.

Kendimi suyun akışına, İstanbul'a bırakıyorum.
Şu nefes alamazlığımı unuttursun bana koşturmacası içinde

Boğulacağım!

Hatırlamak , bilmek  kurtarıyor bizi çok zaman:



Sel ile mücadele etmek manasızdır. Gücünüz yetmez. Kendinizi akıntıya bırakın, koruyun : ta ki  sel zayıflayıp kıyıya yakın yere geldiğiniz ana saklayın gücünüzü: gücünüz kurtuluş için lazım olacak.

29 Eylül 2016 Perşembe

Hayal Mimi



Kahve Telvesi bir mim yapmış, okurken hoşuma gitti bayıldım. Kimi mimlemiş diye baktım, bir önceki yazıma yorum yapan herkesi deyince eyyoooooo çığlıklarım arasında (mim yapmaya bayılıyom ben) mim'i sayfama taşıdım.




Mim'i okurken hayallere uygun olarak dinleyeceğimiz şarkı da bu .. tık


1- Hayal kurmaktan hoşlandığınız bir yer ya da zaman dilimi var mı?

İşsiz kaldığım o kötüüü piiis zaman diliminde belki de en kötü şeydi hayal kuramaz hale gelip hayallerimi yitirmem. İş hayatının ve günlük hayatın sorumluluk gerektiren normlarına bürünmediğim her anda hayal kurabilirim, günün içerisinde gerçek hayatın akışına gerektiği kadar tutunup (cep telefonuna bakarak durakta beklersiniz ama otobüsün geldiğini görürsünüz aynı zamanda gibi) zihnimin çeperlerinde geçmişe ve geleceğe yolculuk yapıp düşünmeyi, hayal etmeyi çok severim.Ama uyumadan önce mutlaka ve mutlaka hayal kurarım. Binmişim bi otobüse, binmişim bi vapura,binmişim bi trene,binmişim bi uçağa...elimde sadece sırt çantam ve kitabım...yarın sabah ömrümde ilk kez göreceğim ,ömrümde ilk kez sabahına uyanacağım bir yere gidiyorum. 
Bu  bana iyi geliyor.




2-En çok nelerin hayalini kurarsınız? 

Binmişim bi otobüse, binmişim bi vapura,binmişim bi trene,binmişim bi uçağa...Elimde sadece sırt çantam ve kitabım... Kimseyi kırmadan, üzmeden,ah'ı sırtımda kalmadan gitmişim. Çocuklarımın ikisi de çok iyi ve mutluymuş. Onlar kendi hayatlarının oluşumunda mutlu mesut eksiksiz başlangıçlar yaparken her ihtiyaçları olduğunda benim yanlarında olacağımı ve bana ulaşabileceklerii biliyorlarmış. Ben gidiyormuşum yepyeni ülkeler,şehirler,okyanuslar,renkler,lezzetler,insanlar tanımaya. Yürüyecekmişim kilometrelerce, bisiklete binecekmişim. Mülk edinmeyecek kendimi hapsetmeyecekmişim.




Bir de ev hayali kurarım çok. Kocaman..ya da küçücük.Eşyası az, hani nerdeyse yok ama şahane bi müzik seti var. Sonrasının detayları ruh halime, ihtiyaca göre değişiyor haliyle . Çiçeklerden hanımeli var sadece.


hem en güzel hayalim hem en güzel gerçeklerim onlar


3-Şimdiye kadar çok hayalinizi gerçekleştirdiniz mi ? 

Komik bir şekilde evet.
O kadar ki,olacağı biliyorum da farkında olmadan onu mu diliyorum diye düşündüğüm oluyor bazen.
Hep derim : hayat bana adil davranmadı hep torpil geçti.




4- Henüz gerçekleşmemiş ama illa da gerçekleşecek dediğiniz hayaliniz var mı ? Anlatabilir misiniz?


Evvela çocuklarımın mutlu , esen,sağlıklı birer ömür kurduklarını  görmek öncelikli hayalim tabii.

Sonra Kahve Telvesi'nin hayalini aynen alıyorum "Balık kavağa çıkacak mı bilmem  ama milletçe feraha , huzura kavuşacağız. "

Sonra ,binmişim bi otobüse, binmişim bi vapura,binmişim bi trene,binmişim bi uçağa...elimde sadece sırt çantam ve kitabım...

Ben de bir önceki yazıya yorum yapan herkesleri mimlemiş olayım  e mi :-)

21 Haziran 2016 Salı

Araf


Okullar kapandı, kimi iş yerlerinde akış yön değiştirdi ve anneler göçmen kuşlar gibi her mevsimin şartlarında yeni koşturmacalar içinde kendini kaybetti.

Cuma, yetiştirmem gereken raporlar veriler ve bilumumlar içinde (kliması bozuk olmasına rağmen sevgiyle bağrıma bastığım büromda) debelenip bismillah deyip nefes bile almaksızın gün sonunda Üsküdar'a koşturdum. Nehir'im karne almıştı babası onu okuldan almıştı, karınları tok sırtları pek zamanları ise pek dardı. Çocuklarımı alıp  otobüs servisine koşturdum. Üsküdar'dan Dudullu'ya servis ile gittik, oradan da Kumla otobüsünün serin koltuklarında dinlenmeye bıraktık kendimizi.

Ne yapsam ne etsem de çocuklarımın artık ergen-kendi başıma takılacam keyiflerini bozmadan şu yolu  geçirsem diye düşündüm ;çünkü ben yaşadığım her anı ve yaşadıkları her anı kutsal bir törenmişcesine yad ederek hatta resimlerle belgeleyerek, ekmekle dibini kazıyarak yaşayan annelerdenim.

Ama şimdi onlar büyüdü. Zamana saygı duymak lazım.

Baktım otobüsteki müzik-oyun-film seçenekli minik ekranlara takılıyorlar ve pek bi önemli iş yapar havalarındalar. Bir süre onları ve yolu seyredip "gidebilmenin" mutluluğu ile oyalandım sonra onlara uydum.

Filmlere baktım,çok beni çeken bişi yok. Oyunlara baktım..sarmadı. Kitap okuyayım dedim..havamda değilim. Yeniden yola baktım.

Selin ve Nehir küçükken valizlerini hazırlardım. Otobüste üşümesinler diye  mor çiçekli kocaman bir örtüm vardı sırt çantamda hazır duran. İlk Kumla yolculuğunda karnımda,sonra kucağımda,sonra yanımda olan çocuklarımın benden ayrı kendi koltuklarında yanyana oturuşlarını ve benim onlara hem özlem hem takdirle bakışımı düşündüm. 

Başka birinin kölesi olma özgürlüğü öyle kolay anlaşılır bişi değil. Anneler bilir.

Yolları , yeşillikleri seyredip gözlerimin dinlenmesine ve hatırlamasına izin verdim.

Yeniden filmlere göz attım.



Araf diye bir filmi gözüme kestirdim. Hem yönetmen kadın diye hem de Özcan Deniz var diye. Onun ilginç seçimleri oluyor senaryolarda her zaman.

AQ ile başlayan filmi küfür sevmezliğim nedeni ile hemen kapatacakken  "dumanlı kentin puslu çocukları"  beni içine aldı.

Asla neşeli  bir film değil. Kırmızı  kamyon ve bulunduğu yerden kurtulma umudu ile kırmızı kamyonu bekleyen suskun kız Selvi Boylum Al Yazmalım'ı  düşündürdü bana. Feribota bindik, film kesildi . Çıktık martıları denizi rüzgarı  aldık, geleneksel köy ekmeğinden tost limonata sefamızı yaptık,saçlarımızın karmakarışık olmasına izin verip neşelendik ve kıyı görününce yeniden otobüse koşturduk.

Hemen filmi açtım.


Neslihan Atagül acaip hoşuma gitti. Gerçek hayattaki yüz ifadesini merak ettim. Filmi seçtiğime memnun olarak izlemeye devam ettim  ama Kumla'ya geldiğimizde film henüz bitmemişti.

Kumla'ya indik, çocuklar serildi ya da siteye arkadaşlarını bulmaya koşturdu ben perdeleri soküp hızla temizliğe başladım. gece yarısına kadar sürdü temizlik. Nevresimler, tabaklar, raflar, dolaplar, kilimler...her şey yeniden yıkandı ve temizlendi.

Sabah nerde yattığım bir yana dursun kim olduğumu bile hatırlamıyordum.

Ama zil çaldığında kalbimin sevinçle çarpmasına neden olacak kadar "bilmesem de yaşayacağım" kadar içime işlemişti sevinç.

Koştum kapıyı açtım ve annemin boynuna atladım.

Oooo benim yosun yeşili gözlü sultanımmış,tatlımmış,kokusu cennetimmişşşş
Ah babişim de gelmiş yüzyılların gelmiş geçmiş en yakışıklı babası, teni ilacım sesi -nefesi şükür sebebimmişşşş







Oy oy oy..ablamın oğulları,abimin kızı gelmiş;kanım kanına kavuştuğu içi coşkun akan dere misali  akmış kalbim ne yapacağını  şaşırmış.

Bağrıma bastım  mutluluğu.

4'ü  büyük 6 çocuk ve 3 yetişkin olunca hem yemek pişirmek  bir alem ; ne yapsanız bir öğünde gidiyor hem  sofralar inanılmaz neşeli .  Ev de öyle yayla gibi bir ev değil aslında ama gönlünüze sığdırdığınız herkesi eve de sığdırıyorsunuz kolaylıkla . Alışverişti yemekti  dipti köşeydi .. haftasonu geçiverdi.


Pazar  akşamı Selin ile ben döndük.
Ben otobüse biner binmez yeniden filmi açtım.


Eve geldiğimin ertesi günü de filmi bölünmeden yeniden izledim.

Öyküsünü anlatmayayım,zaten internette kolayca bulabileceğiniz bir bilgi bu  şayet bulmak isterseniz. Ben, oyuncuları,verdiği mesajı,anlatımını çok sevdim.

Azıcık ben vardım,benden bişiler vardı  o filmde ama neresinde bilmiyorum.

Temmuz ayında izne çıkma umudum var.

Beklentiler, umut,özlemek ve özlenmek hayatta eften püften sayılmayacak  lüksler.

Bugün çok güzel bir gün.
Her anına şükrolsun.


YönetmenYeşim Ustaoğlu
YapımcıYeşim Ustaoğlu
Serkan Çakarer
Catherine Dussart
Michael Weber
SenaristYeşim Ustaoğlu
OyuncularNeslihan Atagül
Barış Hacıhan
Özcan Deniz
MüzikBruno Tarriére
Görüntü yönetmeniMichael Hammon
DağıtıcıThe Match Factory
TürüDram
Yapım yılı2012
Çıkış tarih(ler)i21 Eylül 2012  Türkiye [1]
Süre124 dk.