polis etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
polis etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Eylül 2015 Çarşamba

Yağmur


İlk tanıştığımız günü hatırlıyorum da kısa kesilmiş saçları ve tuhaf beneklerin oynaştığı küçük yeşil gözleri vardı. Ufak tefekliğine inat dünyaya meydan okuyan halleri, kural tanımam tripleri ile okula gelir gelmez dikkat çekti elbette.

Baskıcı bir ailesi varmış. Babasının habire "o.... mu olacaksın" sorusundan bezdiği için bir gün bakkalın çırağı ile babasının yatağında özgürlüğe yelken açışını anlatırdı hepimize komik detaylarla süsleyerek. Hiç eksik olmayan şen kahkahası  kantinde çınlarken ve onun masasında oturanların sayısı her geçen gün daha da artarken ben nedenini anlayamadığım bir üzüntü ile onu seyreder, bir merhabadan öteye yolum olmamasına özen gösterirdim.

Adına "Akasya" diyelim.
Gerçek hayat portrelerinde gerçek isimler kullanmıyoruz di mi? :)

Akasya koca okulda gitti , benim aşık olduğum delikanlıya aşık oldu. Yaş 20 'lerde ise delikanlılar platonik ve hüzünlü bakışlara sahip kızlardansa hoppadanak kucağına oturan ve dudaklarını uzatan kızları daha fazla tercih ediyor. Bir gün boş sınıfın birine dalıp ikisini tek sandalyeye sığmış öpüşürken gördüğümde bunu net biçimde öğrendim. O yaşların şiddetli ve sınır tanımaz duygularının ölçüsüzlüğü ile isyan-acı-aşk birbirine dolanıp fışkırdı içimden haftalarca.


Ve "Akasya" sebebini asla anlayamadığım bir şekilde tüm okuldaki popülerliğinin meyvelerini toplamak yerine benimle arkadaş olmak için elinden geleni yapıp benimle dertleşti durdu. Aşkını, aldığı keyfi,neşesini,kızgınlığını bana anlattı. Şeytan azapta gerek..tersleyemedim.






O deli dolu hallerinin,aldırmazlığının altındaki şaşkın masum çocuktu belki içimdeki öfkeyi merhamete çeviren. Bir iki başımı çevirip gittimse de sonradan dibimden ayrılmayan bu çocuğa kapılarımı açmış buldum kendimi.

Bir bildiğim varsa insan evladını dinlemeli, anlamasa da dinlemeli.

Lünapark gibiydi aşkları..yapay ışıkların mide bulandıran cazibesi ile harcanan saatler.

Sonra terk edildi...bir kaç kullanımlık Selpak misali.

işte o zaman o aldırmaz ,cool,hayatın ebesini sülalaesini fotoğraflayan kızın örtüleri sıyrıldı, kırgın genç bir kız  var oldu.
Ama terk eden kendi çevresinde paye almıştı. Kızı kullanmıştı, işini görmüş keyfini almış "herkes" gibi ardına dönüp gitmişti. Aşkla işi varsa bile böyle tanıttığı bir kıza dönerek kendini de rezil edemezdi.

Ellerini blüzunun içine daldırırken herkes oradaydı..herkesin içinde kendini elleten o kızla ne işi olurdu?

Gülmeye çalıştı Akasya.. gülemedi . Ağladı kendini tutamadı..aldıran olmadı.

Bir hafta ortadan yok oldu. Döndüğünde, kendisini terk eden o zevatın tam tersi siyasi görüşe sahip oluşuma katıldı.

Başarmıştı. Zevat öfkeden deliye dönmüştü ama bir şey yapamıyordu gururunu kırıp. Oysa "bi çay da sana aliiim" diye sorsa her şey değişebilirdi Akasya için de kendisi için de. O ise dönüp bana romantizm ile yaklaşmaya başladı. Oysa ben aşkımı gömmüş üzerine savaş baltamı dikmiştim çoktan. Kesinlikle cami duvarına yanaşmıştı ama bunu sonra anlayacaktı.


Akasya bu yeni grupta gördüğü hızlı kabul ve sahiplenmeyi sorgulayamayacak kadar saftı. Bir grupta vatan millet Allah kitap muhabbetinin en koyusunu yaparken diğer grupta tam tersi söylemleri sahiplenmesinin dengesizliğini de görmüyordu. 

Gören tek ben değildim ama umursayan tek bendim sanırım. Ona sık sık durmasını söylüyorsam da akışa bırakmıştı kendini.

Bir gün tutuklandı. Katıldığı eylem sonrası yasadışı  faaliyete katıldığı için polis onu da almıştı. Ancak komiser ona bakmış, benim gördüğümü görmüş "bak kızım" demiş "sicilin temiz..kirletme.Yapma kızım. İyi bi okul kazanmışsın yazık anan babana yazık emeğine yarınına yazık. Bunlar yolunu seçmiş ama sen daha safsın etme kızım..salıveriyorum seni evine git bir daha gelirsen...gelme kızım" demiş. Akasya bunu anlatırken  kahkahayı basıp "Yürü be babalık!Türk filmlerinden mi fırladın :ben arkadaşlarımdan ayrılmam atın beni de nezarete diye bağırdım" diye böbürleniyordu.

Gazetelerde yer alan büyük bir eyleme katıldığında olan bitenden korkmuş ve hata yaptığını ziyadesi ile anlamıştı.

Bir akam yemek yerken polis gelmiş kapıyı çalıp almış onu. Annesi çok ağlamış çok yalvarmış ama...o ağlamakta,Akasya pişmanlıkta geç kalanlarmış.

Hapishanede kadınlar koğuşunda tecavüz etmişler ona. İlk akşam. Aklını oynatmış. Uzun süre Ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde yattı tedavi gördü.

Ne eski grup ne yeni grup...okulda kimsenin umuru değildi Akasya. Ben de adının karıştığı olaylardan ötürü korktum ziyaretine gidemedim. Ama aklımdaydı, en azından üzgündüm. "İyi oldu ona" diyenlerden de olmadım unutup gidenlerden de...

Seneler seneler sonra bir gün hiç alakasız bir yerde rastlaştık. Aradan en az 15 yıl geçmişti.Beni görüp tanıyan ve çığlık kıyamet boynuma atlayan o oldu. Eşime baktı, güldü.

-Evlenmemişsin "onunla"...dedi

Gülümsedim.

-"Sana aşıktı.."dedi. "Sana evlenme teklif edecekti" Sonra yüz ifademe baktı, anladı, onca yıl sonra can acısını unutmadığını belli edecek bir büyük neşeyle  bastı kahkahayı "o teklif etti ve sen red mi ettin?Ama sen de ona aşıktın?"

Aşkımı gömüp üzerine diktiğim savaş baltasını  kafasına geçirmiştim.Nikahıma kadar gelmişti ama ben onu asla affetmemiştim. Bunları Akasya'ya detaylandırmadım, ne yaptığını sordum, vekil öğretmenlik yapıyorum dedi yüzü kızararak. Doğru muydu söylediği bilmiyorum . Gitmemiz gerekiyordu , izin istedim.  
Ayrıldık, seslendi . Döndük bir daha kucaklaştık. 

"Bir annemi bir seni andığım zamanlarda çok ağladım. O , ben hapisteyken öldü. Bari sen affet beni" dedi.

"Sen kendini affet Akasya..benden yana sıkıntı yok" dedim. Sonra kendini yetişkin sanan 19 yaşlarında iki kız gibi değil de kendini 19 yaşlarında sanan iki yetişkin gibi gücümüzün yettiğince sarıldık birbirimize.

Hayat...seçimler..

Yağmur gibi; kimine bereket-mutluluk kimine felaket getiriyor aşk.

Bazen herkes sizi affetse de siz kendinizi affedemediğinizde yollar hep yokuş, mevsim hep kış ...





1 Mayıs 2015 Cuma

1 Mayıs

Öğrenciydim..sene 80'lerin sonları.
Okul Harbiye'de..hani biz Harbiye derdik ya..bildiğin Dolapdere'de aslında
Şu, yanda gördüğünüz ara sokaktaki bina..
Marmara Basın Yayın,şimdiki adıyla İletişim Fakültesi
Trabzon'dan gelmişim, bizim neslin genel özelliklerine uygun apolitik bir çocuğum
1 Mayıs'ta Taksim'den geçip okula gelmeye kalkan arkadaşlarımı polis aldı.
"Basyın Yayın öğrencisi" kimliği yeterli görülmüş?İlk defa kimliğimden ve 1 Mayıs'tan korktuğum zamandı.

Mezun olmaya az kaldı.Sene, 90'ların başları. 
TRT'de staj sonrası kaldım, mutlu bir köle misali çalışıyorum ne gecem var ne gündüzüm.
Torpilim de yok.
8 ay bedava çalıştım beni işe almaları için...alındım da netekim.Vezneciler kız yurdunda kalıyorum bir yandan. O gün çekim var.Fatih'ten Taksim'e, Taksim'den Ulus'a giden otobüse bineceğim. Para yok, otobüs saatlerini hatmetmişim. Taksim'e bir geldim..Ana?!Otobüsler yok. Nasıl panik nasıl korku bende..in cin top oynuyor.Bol bol polis var.Ayyy içim rahatladı , koşturdum bir tanesine.Omuzuna vurdum arkasından pat pat. Adam polis topaç gibi döndü anında ve otomatik silahını burnuma dayadı. Korkudan dibimin düştüğü,midemin böbreğimin üzerine çıkıp tepindiği andı o. Ellerimi havaya kaldırıp nefes bile almadan "ateşetmeyinn'olur,işegeçkaldımotobüsleri bulamıyorumbitanebileotobüsyokhiçotobüsyokamabenbişiyapmadımateşetmeyinn'olurbenimişegitmemlazımamaistemezsenizgitmemvallabillagitmemamaotobüsleridebulamadımzatenAllahAllahbengitmezsemnolurkiateşetmeyinvallagitmembillagitmem..." diye mantıksızca,aralıksız bağırmaya başladım.Polis bir eliyle uzandı ağzımı kapattı. "Kızım" dedi "anan seni kadir gecesi doğurmuş.Hiç 1 Mayıs günü Taksim'de gidip polisin arkasından küt diye omuzuna vurulur mu?" Rengim Casper'a eş halde kekeledim "1 Mayıs mı? B Stüdyosunda çekim var?" Baktı bana, ağzının içinde bişiler geveledi,götürdü elleri ile Gümüşsuyundan aşağı inen yola bıraktı. Duacıyım kendisine. Böbrek taşı düşürdüm o günün akşamına.Korku hem nasıl korkuydu.

Aradan yıllar geçti.
1 Mayıs..
Artık apolitik değilim.
Çocuklarımı da öyle yetiştirmiyorum.
Taksim meydanına çıkmaya hala cesaretim yok
Üzülüyorum.

1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı kutlu olsun.


14 Kasım 2014 Cuma

Gü'ye...





Köpeklerden çok korkardı

Polisleri hiç sevmezdi

Kader onu polis olmaya zorladı..

Yetmedi,

Gitti, köpeği olan bir polisle evlendi!


Gü yok ama gruptan diğer dostlar yanımda
Üniversitenin ilk yılı arkadaş edinmem kolay olmadı.Erkek traşı kesik saçlarım mıydı garip gelen her şeyi  kana kana yaşamak arzusunun coşkusu muydu insanları ürküten bilmiyorum.Lakin  bir Eylül sabahı kantine girip gözüme kestirdiğim grubun masasına oturdum ve "hey merhaba..ben geldim" dedim bir lütfu bahşedercesine. Uzak yıllardan kendimi izlediğimde Tipitip'ten sonra en tip çizgi film karakteri benmişim gibi geliyor.O gruptakiler bana baktı, birbirlerine baktı ve"yürüyüşe çıkalım en iyisi biz" dediler.Beni masada tek bırakıp hep birlikte yola koyulmuşlardı ki arkadaş olacağım azmi ile beynini delmiş biri  olaraktan ben gurur edep haya gibi tüm verileri beynimde sıfırlayıp peşlerinden koşturdum "oluurrr ben de sıkıldımdı otur otur".



Beni kabullenmeleri epey zaman aldı doğallığıyla..ama binicisini sırtından atamayan atlar gibiydi ilişkimiz.Ben vazgeçmedim...onlar boyun eğdi.Önce komik geldim onlara,sonra sevdiler ve kabullendiler zamanla.Zira alışılagelmişin teki olmasam da kusursuz yeşillikteki İngiliz çayırlarında açıvermiş bir gelincik misali yanlış da olsa renklerim zararsız ve sevecendim.



O da o gruptaydı. Çok kiloluydu, yüzünde sivilceler vardı ve ben gülüşüne ölüyordum.Erkekleri , ona aşık olmadıkları için anlamak imkansızdı.Gözlerinin, gözlerinizin içine bakarken sıcacık olan kahverengilerini nasıl görmezlerdi ? Şaşırdığı zaman kahkahayı basmadan evvel yanağının kenarında beliriveren o haylaz gamzeler "burada gülüşü eşsiz bir kız var" diye bağrınan işaret tabelası gibiydi.Temiz ve düzgün giyinirdi.Derslere en düzenli giren oydu içimizde.Uyumluydu, tahammül edemeyeceği salaklıkta espriler yaptığımda şefkatle gözlerini devirir ve gamzelerini ortaya koyan bir gülüşle bana bakardı. Bir sürü şeyin yerine koyduk birbirimizi;dosttuk,kardeştik,sırdaştık.Söylenmemiş kelimelerin anlaşılması ile derinleşirdi paylaşımlarımız. Yurt ortamında bile ne yapar ne eder , bize fırınlara yalvara yalvara pişirttiğimiz tepsilerde börekler yapardı. Biz doymadan o yemez, o yemeden biz doymazdık.


Derken mezun olduk..ayrıldı yollarımız.Babası bir kazada vefat edince aile dostları araya girip apar topar emniyete aldılar Gü'yü.Ailenin en büyük çocuğu olarak aldığı sorumluluklar, bizler "ne yapacağız" derken onu "ne yaptım" demeye itti elbette.Torpilsiz gençler ordusunun sağlam neferleri idik, savrulurken elele tutuşmaları bırakmamaya birbirimizden kopmamaya çalışıyorduk. Ben, Hacıanne'mlerde kalmaya başladığımda o yersiz yurtsuz kalınca gönül sarayları kaçak yapılan saraylardan bile geniş olan Hacıannem'ler onu da bağırlarına basmış ve misafir etmişlerdi. Tayini Trabzon'a çıkınca ise annem ve babam kardeşi ile birlikte Gü'ye kucak açtı.

Yanlış aşklara açtığı yelkenlisini idare edecek kaptanlardan değildi o. İlk defa başkasını düşünmeden kendisi için çıktığı bu seferde gemisi ağır darbeler aldı gerçektende. O buhranda gitti, apar topar evlendi kıskançlık abidesi ve köpeği olan o polisle.Yangından mal kaçırır gibi aldı götürdü Gü'yü uzaklara.Bir daha da haber alamadık kendisinden.

Bir gün, aradan yıllar geçmiş ve ben evli iki çocuklu  ve eskiye kıyasla kesinlikle ağırbaşlı bir hanım olmuşken takvimdeki o sayfa beni dürttü.Gü'nün doğumgünüydü. Tüm kızgınlıklarımıi kırgınlıklarımı,umup bulamadıklarımı  bir seferde silkip attım sepetimden.Özlem, o kadar yakıcı bir haldeydi ki yetişkinlere ait değerlendirmeler sağ kulağımdan girip sol kulağımdan çıkıyordu. Bir dostuma rica ettim, Gü'nün izini buldu bana.Ne yaptım ne ettim bulunduğu yerin telefonunu da buluverdim.Onca sene sonra sesini duyacak olmanın sevinci ile açtım telefonu.

Önce şaşırdı.Her zamanki sakin üslubu ile kim olduğumu sordu."Benim" dedim "Bak. Onca sene neden aramadın sormadın sormayacağım sana.O kadar özledim ki seni, sadece doğumgününü kutlamak ve özlemlerime sus deme istiyorum.Soru yok cevap da yok"

İki çocuğu olmuş onun da.Eşi bilmem ne müdürü olmuş.Konuşması sakınımlı, içten coşkulardan çok uzaktı.

Günler sonra beni aradı sesinde anlamlandırmaya uğraştığım ama bir türlü isimlendiremediğim bir neşeyle.Kardeşine iş bulup bulamayacağımı sordu aslında onun da beni ne çok özlediğini anlatırken laf arasında.... Neredeyse dışarıdan duyulabilecek bir sesle kırıldı kalbim.Son sigarasını paylaşan iki dosta ait gülüşlerimi, gün ışığına çıkartıp örselemediğim gönül seslenişimi bir yana koydum; iş yerinde kullandığım ses tonlaması ve vurgu ile "CV'nizi yollayın bakalım.Hayırlısı olsun" dedim.

Dostluğa inancım böylece sona erdi....derdim ama yok canım.Şahane dostlarım var benim.Şahane bir dostum ben.Bir elmadan kurt çıktı diye kim vaz geçer elma yemekten, biri gönül kırdı diye  mahrum mu bırakı kişi kendini sevmekten?


Bir şey öğrendim elbette.Bitmesi gerekeni bitiriyor hayat.Çok da zorlamamak lazım.Her meyvayı mevsiminde, her insanı ait olduğu zaman diliminde hayatına dahil etmeli belki de.Biten bitmiştir,hayatın altı üstünden bazen daha iyidir filan.

Hayatıma dahil olmayı lütfeden tüm dostlarıma kucak dolusu sevgilerimle..