sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sinema etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Haziran 2022 Salı

Cüneyt Arkın ve Ben ve Az Bilinenleri ve Hayatı






TRT'de çalıştığım dönemde bir çok ünlü isimle karşılaşma-birlikte çalışma fırsatı buldum.

Cüneyt ARKIN , unutamadıklarımdan ve severek andıklarımdan biriydi.

Ünlü isimlerin bir çoğunu uzaktan sevmek iyi..kaprisleri ya da çiğ kişilikleri kocaman hayal kırıklığı yaratıyor. Hayallerinizi yerle bir etmeleri bir kaç dakikalarını alıyor.


Sanatçı denilebilecek ünlü kişilerde ise bunu pek görmedim. Cüneyt Arkın makyaj odasında iken sözleşmeyi imzalatmak için yanına gittim. 

Tartışılmaz, sarsıcı derecede yakışıklı bir adamdı.

Yine de tecrübelerden dolayı yoğurdu üfleyerek yemeye kararlı, resmi bir tavırla sözleşmeyi sundum ve imzalaması gereken yerleri gösterdim.

İmzalamadı. Bekledim. Sonra bakışlarımı yerden kaldırıp yüzüne baktım neler olduğunu anlayabilmek için.

Bana bakıyordu gülümseyerek.

"Biliyor musun " dedi. "Hep böyle iyiliğin her çizgisine sindiği gülüşleri olan birini  görmek istedim. İnsanı çok rahatlatan bir halin var."

Erimiş, muhallebi kıvamını almıştım. Yine de temkinli temkinli "sağolun" dedim kısaca.

"Seni tanımak isterdim, böyle bir zamanda hala temiz kalmış üstelik iyi  ve nazik olmaya çabalayan kaç kişi kaldı? Ben senden imza rica ediyorum"

Haydaaaa...dalga geçiyor benle diye düşündüm.

"Sen bu zarfın üstünü imzala, ben de sözleşmeyi imzalayayım. Seni hatırlamak isterim"

Asla saygısız, asla yılışık,asla dalgacı değildi.  Mesafemi görmüş, mesafeyi muhafaza ederek sohbete devam ediyordu. saygılı ve mütevazı.

Sonradan çok düşündüm bunu neden yaptığını. 

Canımdan bezecek kadar yorgun, belki ürkek ve hakikatten o çevreye çok uymayan bir genç çocuk görmüş, nezaketi ve iyi yüreği ile ona dokunmaya çalışmıştı. Umursamıştı yani.

Bence o harika bir insandı.

Atatürk'e verdiği değeri ve muhalif duruşunu dengesini hiç yitirmeden ama geri adım da atmadan ortaya koydu.

Sanat dünyasının bence en parlak yıldızlarından biriydi.James Bond olmayı reddettiğini biliyor musunuz?Onun yerine de Roger Moore’u James Bond yaptılar...inanılmaz değil mi?

Bir sansasyon ya da adının "saray soytarısı" gibi kullanılması asla mevzubahis olmadı.

Şapka çıkartıyorum adına...Nurlar, ışıklar, iyi olan her şey onunla olsun.


Cüneyt Arkın veya gerçek adıyla Fahrettin Cüreklibatır(8 Eylül 1937 - 28 Haziran 2022Eskişehir’de, iki odalı kerpiç bir gecekonduda başladı yaşam macerasınaTürk sinema oyuncusu, senarist, yapımcı, yönetmen ve doktor.Lise öğrenimini Eskişehir Atatürk Lisesinde gördü. Buradaki sınıf arkadaşlarından birisi Yılmaz Büyükerşen'di. 1961 yılında İstanbul Tıp Fakültesinden mezun oldu.

Sülalesi Tatar soyundan; Kırım’dan gelmişler. Babası da İstiklal Savaşı gazisiymiş. "Öyle zamanlar olurdu ki ablalarım, anam, babam toprağı kazardı, bulduğumuz acı kökleri yerdik. Açlık onursuz bir şeydir, insanı insanlıktan çıkarır. Uzun yıllar, bu onursuzluğun sefaleti ile yaşadım. Üstüm başım hep hayvan ve ekşi küspe koktuğundan diğer çocuklar benden uzak dururdu" diye anlatır çocukluk yıllarını. 13 kardeşten 3 tanesi kalmış hayatta.

Fakülte yıllarında da hep çalışmış. İstanbul’da Tıp Fakültesi’nde okurken ilk iki yılını Sirkeci’de bir otel odasını iki inşaat işçisiyle paylaşarak geçirmiş. Ders zamanı okula gider, kalan zamanda da onlarla inşaatlarda çalışırmış.

* Bir yanda anatomi dersi, öte yanda inşaat işçiliği..

Çalışmaktan, yakışıklı olup olmadığının farkında bile değilmiş. Üniversite son sınıfta bir kız gelip, “Gözlerin ne güzel öyle yeşil yeşil” deyince, hayatımda ilk kez bir aynaya bakmış, ... Ancak o zaman, 23 yaşında fark etmiş gözlerinin rengimi.

 Bir defasında beraber olduğu kadının iç çamaşırlarına iğrenek bakmasını hiç unutamamış.Yamalı da, kirli değilmiş. Annesi Sümerbank pazarından alıp kendi elleriyle dikmiş  çamaşırını. Ama çivitle o kadar çok yıkamış ki kirli gibi duruyormuş. O gün ceketini satıp iç çamaşırı almış kendime. Bu olay nasıl içine işlemişse, şöhret olduktan sonra durmadan atlet, külot alıyormuş. 

İran prensesinin aşkını sunduğu ve onun için bileklerini kestiğini de Cüneyt Arkın'ın eşi dile getiriyor.

Sinema kariyeri


Memleketi Eskişehir'de, yedek subay olarak askerliğini yaparken, Göksel Arsoy'un başrol oynadığı Şafak Bekçileri (1963) filminin çekimleri sırasında yönetmen Halit Refiğ'in dikkatini çekti. Askerliğini bitirdikten sonra Adana ve civarında doktorluk yaptı. 1963 yılında Artist dergisinin yarışmasında birinci oldu. Bir süre iş arayan Cüneyt Arkın, 1963'te Halit Refiğ'in teklifiyle sinema oyunculuğuna başladı ve 2 yıl içinde en az 30 film çevirdi.

Türkiye'de ilk menajer ile çalışan sanatçı kendisidir.

1964 yılında oynadığı Gurbet Kuşları filminin finalindeki kavga sahnesi, Arkın'ın kariyerinde bir kırılma noktası oldu. Bir süre daha duygusal-romantik jön karakterlerini canlandırdıktan sonra yine Halit Refiğ'in önerisiyle aksiyon filmlerine yöneldi. Bu dönemde İstanbul'a gelen Medrano Sirki'nde altı ay süreyle akrobasi eğitimi aldı. Burada öğrendiklerini Malkoçoğlu ve Battalgazi serilerinde beyaz perdeye aktararak, Türk sinemasına daha önce hiç örneği olmayan bir tarz getirdi. Kısa sürede avantür filmlerin en aranan oyuncusu haline geldi. Romantik jön filmlerle başladığı sinema yaşantısını hareketli filmlerle sürdürse de hemen her karakter role de can verdi. Kariyeri boyunca westernden komediye, macera filmlerinden toplumsal filmlere değişik türlerde filmler çekti. Özellikle Maden (1978) ve Vatandaş Rıza (1979) filmleri, Cüneyt Arkın'ın kariyerinde özel bir yer kaplar.

12 Mart dönemi sırasında, 4. Altın Koza Film Festivali'nde (1972) jürinin ilk oylamasında Yılmaz Güney'i Baba filmindeki rolüyle en iyi erkek oyuncu seçilmesine rağmen daha sonra siyasi baskılarla Yılmaz Güney'in yerine, ilk oylamada Yaralı Kurt filmindeki performansıyla ikinci olan Cüneyt Arkın'ı en iyi erkek oyuncu seçti. Bu karara tepki gösteren Arkın ödülü reddetti.

Cüneyt Arkın sinemasına ayrı bir renk getiren, yönetmenliğini Çetin İnanç'ın yaptığı 1982 tarihli Dünyayı Kurtaran Adam zamanla bir kült film haline geldi. 1980'li yıllarda Ölüm Savaşçısı, Kavga, Sürgündeki Adam ve İki Başlı Dev gibi aksiyon filmlerinden sonra, 1990'lı yıllarda da polisiye dizilere yöneldi.

Çok sevdiği ve uğruna felç kalma tehlikesi geçirdiği filmleri için sirklere gidip dersler aldı.Medrano Sirki’nde bir yıl geceleri çalışıp at numaraları öğrendi, altı yıl karate çalıştı. Siyah kuşak sahibi.Her filminde mutlaka dublaj olmasına rağmen çok azında dublör kullandı.


Türkan Şoray'ın  sinema hayatında özel bir yeri var tabii. Onunla anısını şöyle anlatıyor:

“SAKIN TÜRKAN’IN GÖZLERİNE BAKMA, ÖLÜRSÜN” DEDİLER

* Filmlerde Türkan Şoray’la unutulmaz bir ikili oluşturmuştunuz...
- Onunla ilk filmimi çekerken “Sakın gözlerine bakma ölürsün” dediler. Kim gencecik yaşta ölmek ister ki? Karşılıklı ilk sahnemizde bu lafı çıkaramıyorum aklımdan. Kulaklarına, alnına, çenesine falan bakıyordum hep repliklerimi söylerken. Türkan nezaketten susuyor ama ben bir türlü istenen oyunculuğu veremiyordum. Sonunda “Ölürsem öleyim” diye isyan ettim ve baktım gözlerine.
* Şimşekler çaktı mı?
- Gözler göz değil gözistandı, memleket türküsüydü. Türkan o kadar alçakgönüllüdür ki, çocuk gibi darılır, çocuk gibi sevinir. Çok büyük aşk filmleri çektik birlikte. Genç kadınlar, delikanlılar özel hayatlarında bizim gibi sevip, bizim gibi aşık oluyorlardı.
* Şoray kanunlarının geçerli olduğu günlerden bahsediyorsunuz.
- Tabii... Türkan öpüşmezdi. Bir gün köyde film çekiyorum. Delikanlının biri yaklaştı yanıma, “Cüneyt Abi bütün filmlerini seyrettik, Türkan Şoray’dan 20’ye yakın çocuğun oldu. Bir kere bile öpmeden nereden çıktı bu kadar çocuk?” demez mi!


Cüneyt Arkın, at binmede ve karatede uzman sporcu unvanına sahiptir.Oyunculuğun yanı sıra televizyon izlenceleri sunmuş ve kısa bir süre gazetelerde sağlıkla ilgili köşe yazarlığı da yapmıştır. 2009 yılında omurgasındaki sinir sıkışmasından dolayı yaklaşık üç ay hastanede tedavi gördü.


Özel hayatı


Cüneyt Arkın ilk evliliğini 1964 yılında kendisi gibi doktor olan Güler Mocan ile yaptı. 1966 yılında kızları Filiz doğdu. 1968 yılında boşandıktan bir yıl sonra Betül (Işıl) Cüreklibatur ile evlenen Cüneyt Arkın'ın,bu evlilikten de Kaan ve Murat adlarında iki çocuğu vardır. Kızı bir şirkette genel müdürlük yapan Arkın'ın oğullarından Murat da dizilerde oyunculuk yapmaktadır. Bir dönem alkolizm tedavisi görmüş olan Arkın, alkol, uyuşturucu ve gençliğin sorunları konulu sayısız konferans vermiş, bunlarla ilgili teşekkür beratları ve onur ödülleri almıştır.

Siyasi yaşamı


Türk milliyetçisi kimliğiyle bilinen Cüneyt Arkın 2002 Genel Seçimlerinde Anavatan Partisi'nden Eskişehir milletvekili adayı olması için Mesut Yılmaz tarafından teklif götürüldü. Sonraki yıllarda ise İşçi Partisi adına düzenlenen ve bir grup bilim adamı, aydın ve sanatçının katıldığı "İşçi Partisi Hükümeti’nde Göreve Hazırız" kampanyasına katılarak, yeniden siyaset sahnesinde adını duyurdu.

Fark ettim ki   günün şarkısını belirleyip ona ithaf etmemişim. Gözlerine vurgun olduğu Türkan Şoray ile paylaştığı filmden geliyor günün şarkısı : Arım Balım Peteğim





8 Nisan 2020 Çarşamba

Bıçaklar Çekildi (Knives Out)



 Son zamanlarda  izlediğim en eğlenceli-bana iyi gelen filmlerden biriydi Bıçaklar Çekildi (Knives Out).  Evlerde kapalı kaldığımız şu günlerde tereddütsüz olarak izlemenizi öneriyorum.

İMDB puanı:8

Rian Johnson’nun yazıp yönettiği filmde başrollerini Daniel Craig, Chris Evans, Ana de Armas, Jamie Lee Curtis, Michael Shannon, Don Johnson, Toni Collette, Lakeith Stanfield, Katherine Langford, Jaeden Martell ve Christopher Plummer paylaşıyor. Oyuncu kadrosu zaten bir hayli olan  film son ana kadar merak ettirmeyi de , heyecanı da eğlendirmeyi de ihmal etmiyor. 

Film bittiğinde  "iyi ki izledim" diyor ve karantina günlerinde evde kalarak geçirdiğiniz zamana kalite- keyif kattığınızı düşünüyorsunuz.


Harlan Thrombey paraya para demeyen, kendi kuralları olan akıllı bir  yazar ve iş adamı. 85. doğum gününde evde ölü bulunur. Kimin kiraladığını kendisi de bilmeyen zeki ve ünlü dedektif ünlü dedektif Benoit Blanc ile polis olay yerine gelip soruşturmaya başlar.



 Aile farklılıkları ile bir araya gelmesi zor insanlardan da oluşsa "para ve menfaat" birliği diğer engelleri kolayca yok eder. Çok kısa zaman içinde hemen hemen hepsinin Harlan Thrombey ile bir atışma-gerginlik yaşadığı ortaya çıkar. 


Herkesin, onun ölümünden mutlu olması için belli belirsiz sebepleri var gözükmektedir. Kendi boğazını  kesen Harlan Thrombey'in ölümünün intihar olmadığına inanmak için polisin ve ünlü dedektifin gerekçeleri gittikçe artmaktadır. 


Thrombey'in  iyi kalpli ve güzeller güzeli  özel hemşiresi  yalan söyleyememektedir.Yalan söylediğinde elinde olmadan kusma refleksi gösteren hemşire olayların  kilit noktasında yer alır. Sorgulamada yalanlardan sıyrıldıkça tablo değişmekte, bıçaklar nazikçe yeniden çekilmektedir.


Harlan Thrombey ailenin tüm bireylerine mesajını ve duruşunu kahve kupası ile veriyor aslında. Kupa kiminse güç de onda net şekilde. Ben de alacağım bundan bir tane.


Suçlunun kim olduğu neredeyse son ana kadar belli değil. Merakı besleyen eğlenceli  ayrıntılar, sevilen oyuncu kadrosunun zenginliği, "iyi olan hep kazanır"ın şaşmaz sonuca götürüşü ile pek sevdim filmi. 


Sonu ne olacak merakımdan kurtulduğum için filmi ayrıntılara  dikkat ede ede,keyifle bir kez daha izleyeceğim. Siz de öyle yapar mısınız bilmem : belli filmleri tekrar tekrar izlerim ben.Pekiştirme için ya da ilk izleyişimde kaçırdığım ayrıntıları yakalamak, filmi farklı açıdan da izleyebilmiş olmak için.

9 Ekim 2019 Çarşamba

JOKER-2019










Yaz modu yetti artık diyerek haftasonu sinema sezonumu açtım.
Önce, Nehir'e birlikte gidelim , Joker gelmiş dedim.
Ama Joker'in +18 olduğunu  öğrenince onu  Elektrik Savaşları'na soktum ben de +18'i takmayacak yaşta olmanın verdiği kıvançla Joker'e girdim.

Vizyon tarihi 4 Ekim 2019 (2s 2dk)
Yönetmen Todd Phillips
Oyuncular: Joaquin Phoenix, Robert De Niro, Zazie Beetz 
Tür :Dram
Ülke: ABD, Kanada

Dram tanımlamasını  onaylamıyorum filmin türü konusunda. Dramın tillahı, yıkılıyor filan yazmaları lazımdı bence.
Bana , bir şekilde  Otomatik Portakal'ı anımsatan filmde  Arthur Fleck'in hayatınaodaklı bir anlatım var. Arthur'un yalnızlığı, "farklılıkları" , sistemin ve toplumun  ayrıntıya zaman ayırmamasnın getirdiği bilinçli acımasızlık onu  Joker'e dönüştürüyor.Babasız büyüyen Arthur’u en yakın arkadaşı olan annesi Happy  diye çağırıyor. Korktuğunda ya da çok üzüldüğünde elinde olmadan  kahkahalar atan "Happy" ilerleyen safhalarda "iyi " olma savaşını  kaybederek , tıpkı doğanın kendisini kirleten insanlardan  öç alması gibi , bir felakete dönüşüyor.


Başta , filme ne diye +18 koymuşlar ki merakı ile içeri girdim ama içerdiği ağır psikolojik öğeler,  göstergeler ve dram nedeni ile "iyi ki Nehir 'i  alıp girmemişim" diye  sevindim. 

Joaquin Phoenix bence bu sene oscar'ı alsın , hatta  bi oscar daha alsın. Gerçek hali  ve filmdeki hali aşağıda fotoğrafta yer alıyor. Oyuncunun inanılmaz güçlü  ortaya koyduğu dönüşüm, dans ve bakışlarla, kahkaha atarken gözlerinden fırlayan acı ile sizi sarsıyor.Bu, inanılmaz değil de ne?

Uzun yıllar İBB Beyazmasa'da çalıştığım için olsa gerek, toplumun ayrıntılara önem vermezliğinin yarattığı dramları görerek yaşadım çok zaman. Bir virgülün bir hayatı kurtardığına, bir tebessümün bir insanı değiştirdiğine çok şahit oldum. Joker, sanatsal açıdan üstün başarısı tartışılmaz bir film bence. Ancak gönlünüz dar, nefesiniz az ise gitmeyin insanı  etkilemeden kapısından yollamıyor çünkü kuvvetli  bir film. Ancak ben , filmi izlerken sanatsal açıdan boyumun yettiğince her şeyi incelerken  bir yandan da yaşadıklarım , izlediklerim ve/veya toplumun bugünkü halini düşünmeden edemedim. Zengin ve güçlü olanın "palyaço"ları aşağılaması bana aşina geldi mesela. Ve bunun yarattığı infial beni çok düşündürdü.

Merdivenler bence bu filmde ayrı bir simge halinde.


Bir tebessüm, kendimizi azcık yorarak bakmaktan görmek aşamasına geçebilmek, bir selam vermek ne çok şeyi değiştiriyor hayatta bir bilsek...ya da biliyoruz ama önemsesek...

Yukarıdaki kare,  filmde Arthur'un bir komedyen olmayı  çok önemseyip çok tutunduğu  dönemde otobüste bir çocuğu güldürdüğü için mutlu olduğu anda , çocuğun annesinin onu  "çocuğumu rahat bırak " diye azarlaması üzere "kahkahalarla" krize girip acı çektiği andan. Bu, korkunç bir şey. Ahlaki değerlerini yitirmiş  toplum(lar)da annenin koruma güdüsü insani değerlerin yitimine yol açtı. Ve diğer alanlarda diğer insanların. Çocuklarımı korumak adına kaç tebessümü ya da  başlarını okşamak için uzanan kaç eli   düşünmeden ittiğimi düşündüm. Filmde, kendimi de "suçlular" kefesinde gördüm.

Gülümsemek ve gülümsetmek , sevmek ve sevilmek tek ihtiyaçken insanları canavara dönüştüren  ama yaldızlı  yüksekleri tutmuş insanların  kusurlarını görmeyen toplum kendi canavarını yaratmış. Filmin sonuna doğru kimi neyle yargılayacağınızı şaşırıyorsunuz. 


Beklenmedik çok fazla gelişmeler ve sonuçlar içeren filme  "içinizin dar olmadığı" bir gün mutlaka gitmenizi öneriyorum.

5 Aralık 2018 Çarşamba

Örümcek Ağındaki Kız - Sinema



Bu Cumartesi büyük bir hevesle , topuklarım ardımı döve döve Natilus'a koştum. Sinema günlerimi o kadar özlemiştim ki, sinema alanına girdiğimde neşeyle şarkılar mırıldanmama engel olamadım. Zaten engel olmama da gerek yoktu : o saatler bana ait. 

Serinin ilk 3 kitabını ve filmini ayıla bayıla bitirdiğimden beklentim düşük değildi. Lİsbeth, diğer roman kahramanlarından çok farklı ve benim için (nedendir bilmem) ayrı bir yeri var. Tüm aykırılıkları ve kırılganlığı ile onu seviyorum.


Film , Lisbeth'in sapkın ailesinin akıl almaz detayları, küçük bir çocukken dahi karakter ve kararların yaşamı nasıl etkilediği ile başlıyor. Yazarın acımasız görünen ,sert sahnelerinde mizahi duygular sıkça yer alıyor aslında.Ritm asla düşmüyor, siz sonrasını asla tahmin etmiyorsunuz, koşa koşa nefes nefese aşk-seks-şefkat-şiddet-azim-şans -mücadele ve gariptir işin içinde bir de felsefi duruş ile geçiyor anlar...ama bunların hepsi dolu dolu bir hızlı akışta.


Finalde, bir küçük yanlış anlamanın bütün hayatı değiştirdiğine tanıklık edip,  hiç konuşmayı denemeden, sırf öyle anladığınız için kaybettiğiniz insanları ve mutlulukları düşünebiliyorsunuz.


Tabii ki bir daha gideceğim filme. İlkinde seyrettim, şimdi izleyeceğim. Ya da ilkinde baktım şimdi göreceğim.

İlk filmdeki Lisbeth ile gazeteci bence tiplemeye daha uygundu. Ancak bu filmde kabul etmeliyim ki Claire Foy iyi iş çıkartmış. August Balder'i  canlandıran çocuğun ise ne kadarı rol dedirten bir garip yüz ifadesi var. Gazeteci ise iyi ama sıradan bir tipleme olmuş bence.









 

14 Ekim 2018 Pazar

Venom: Zehirli Öfke



Yayın tarihi: 4 Ekim 2018 (Portekiz)
Yönetmen: Ruben Fleischer
Film müziğinin bestecisi: Ludwig Goransson
Yapım şirketleri: Sony Pictures Entertainment, Columbia Pictures, Marvel Entertainment, Tencent Pictures, Pascal Pictures
Yapımcılar: Avi Arad, Amy Pascal, Matt Tolmach

Dün "artık sinema sezonunu açmalı" diyerek, güya yapmak zorunda olduğum binlerce işi zorlukla ardımda bırakıp bir "kendime gün ayıracağım" prensibi zorlamasıymışcasına evden çıktım ve sokakta iki adım attıktan sonra kendimi kandırmaktan vazgeçip neşeli koşar adımlarla dünyanın alayına "emaaaan" çekip sinemaya yürüdüm.

Aylardan Ekim'di.
Kendimi seviyordum ,kendimi bağışlamıştım hemen her şey için kuşlar gibi hafiftim.
Günü kendime ayırmayı,ziyadesi ile hak etmiştim.

Kulağımda 47 yaşıma rağmen utanmadan keyifle dinlediğim twilight müzikleri, beni üzen ve üzecek her şeyi  net bir şekilde ardımda bırakıp sadece müzik,yürüyebilen canım ayaklarım,sinema , "ah bu eşsiz sonbahar rüzgarı benim için miydi"..şeklinde kendimi Natilus'a attım.

Özlemişim sinemayı. Kalp krizi geçirecektim mutluluktan.

Ve tabii kiiiii sezonu bir Marvel filmi ile açtım: Venom, Zehirli Öfke.


Venom sizi sıkmadan , bunaltmadan hatta üzmeden izleyeceğiniz son derece neşeli bir Marvel filmi.

Başarılı bir gazeteci olan Eddie her anlamda hayatını bütünleyen Anne ile evlenmek üzereyken çalıştığı  firma ondan Dr Carlton ile röportaj yapmasını ister. Çenemi tutamam en doğru olan benim diye ün yapmış olan Eddie tesadüfen elde ettiği bilgileri soft sorular sorması gereken röportajda Dr Carlton'a dayayınca filmlerde ve gerçek hayatta olduğu gibi paranın tüm dinlerin ve vicdanların asıl sahibi olduğunu görür,işsiz kalır sevgilisi onu terk eder ama taaa gönlünün içinde (bunu yazarken güldüm) bir dost edindiğini sonradan fark edecektir. Ve sonra beni sıkça güldüren diyalogların geçtiği bir panik dönemi, ardından da maceranın en şahanesi onundur.

Filmde, Marvel filmlerinde bence en başarılı olan şeylerden birinin ennnnnnn bi korkunç canavarları o hale sokuyorlar ki bağrınıza basıp ayağınızda sallayasınız geliyor dedirtmesi olduğunu düşünüyorum.

Venom, insanların kafasını  kopartıp yiyen ve herhangi bir diş doktorunu 7 kuşak zengin edecek kadar çok dişe sahip korkunç bir canavar aslında. Ama siz onu seviyorsunuz.


Şekil önemli değil aslında, bir yerde insan iyiliği ve neşeyi seviyor her zaman.


Şekil önemli değil dedim ama Tom Hardy dehşetli müthişli inanılmaz yakışıklı bir oyuncu , onu da söylemeden geçemeyeceğim. Ego ego  diye kendini kasıp kalıplara sokmadığı ve çocuk gülüşünü saklayıp  , bizim ora deyimiyle zaman zaman "it bakışları" olduğu için olabilir. Bilemedim.

Sinema filmlerinin ve öykülerin toplumu yarınlara hazırladığını düşündüğümü, buna kalpten inandığımı  hep söylemişimdir. Venom'de de üzülerek daha evvel bir çok filmde gördüğüm "dünya nüfusu  çok arttı ve artmaya devam ediyor, ya kitleler halinde ölmeliler ya uzayda yer bakalım kendimize" üzerine bir kurgu olduğunu gördüm. Kötü adam ise bariz bir şekilde müslümanlara benziyor. Nitekim Dr Carlton'u canlandıran başarılı aktör Riz Ahmed Pakistan kökenli İngiliz.

Üzüyor bunlar beni üzüyorrr.............

Başarılı gazetecinin soğukkanlı,seksi,aklıbaşında sevgilisini canlandıran Michelle Williams ise maça kenardan girip  final golünü atan  ve beni hayli güldüren bir karakteri canlandırıyor. " Güzel " olarak o seçilmiş ancak ben hakikatten bu hep bakımlı,kusursuz saçlar,eksiksiz makyaj,nefis kalçalar,tam da ona göre kıyafetler ile donanmış Amerikan güzellik kavramının donmuş krema tadı verdiğini düşünüyorum. Nice zamandır hafif asimetri ya da kusursuz soğuk görünümler yerine ışıltılı kocaman gülüşlere sahip  "kadınsı" hatların özlemini çekmekteyim ekranlarda. İçim bayıldı güzel kavramı dayatmalarından.


Filmin mesajlarından baskın olan bir tanesi de , iyinin ve iyiliğin her zaman kazandığı, iyinin ve iyiliğin tüm akışı en olmaz denilen zamanda değiştirebileceği idi. Bir insanı sevmek bazen bir evreni kurtarmaya yetiyor. Sevmekten,iyiliğe inanmaktan hiç vazgeçmemek lazım. Kötünün en kuvvetli olduğu dönemde bir tebessüm,iyilik,karma etkisini yaratıveriyor. En tepedekini, sokaktaki evsizin, kendisine iyilik yapana duyduğu minnet ile beslenen sevgisi deviriveriyor. Vazgeçmemek lazım iyi olmaktan,uymamak lazım zamana tüm zorluklara karşın. 

Filmin sonu mutluluk verici. Tüm filmde en çok güldüğüm replik "o bizim,onu geri alacağız" oldu. Niye komik..izleyince anlayacaksınız.

Film bittiğinde sıradan seyirci hemen salondan çıktı tabii. Ortalama fikri olan Marvel izleyicisi ise sakince oturup jeneriğin akmasını bekledi.  Filmin final sahnesi jeneriğin ortasında yayınlandı. Sonra bir kısım seyirci daha gitti ama hakiki Marvel izleyicisi olan 5 kişi oturduk bekledik.Yaklaşık 4-5 dakika daha jenerik aktı (ki o jenerikte bir kaç Türk ismi görüp gözyaşlarına boğuldum bennn) ve bir kısa bölüm daha yayınlandı. Sonra hepimiz çıktık.

Siz de yapın bunu. Ekim'den bir gün hediye edin kendinize, uzun zamandır dinlemediğiniz ve melodisi sizi özlemle kendine çeken müzikler dinleyin ve sinemaya gidin...konsere gidin...tiyatroya gidin.

Sanat henüz bizden alamadıkları tek güzellik olarak kaldı.

Yaşamı ve sanatı sevin...

Güzel yarınlarda görüşmek üzere