zaman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
zaman etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Eylül 2015 Pazar

Locusto

Monte Cristo Kontu'nu okudum elimdeki kitabı bir yana koyup alelacele.

Hani neden yaptığınızı bilmediğiniz ama iç güdülerinizin şiddetle sizi yönlendirişine boyun eğmenin mantıklı olduğunu içten içe kuvvetle hissettiğiniz anlar vardır..öyle bir şeydi bu .

Kitap 607 sayfa. Bir günde bitirdim. Hermann Hess ile hemhal olmanın keyfinden öldüğüm bir günde onun kitabını bırakıp deli gibi çocukken okuduğum bu romana koşma nedenimi o anda anlayamayacağımı ama zamana izin verirsem bana anlatacağını da biliyordum.

Vücut bir yiyeceği şiddetle istiyorsa içinde bulunan bir şeye şiddetle ihtiyacı var, dengeyi sağlayacako maddenin eksikliği uyarı zillerini çaldırdı demekmiş. Benim bu yönelişim de ruhumun aşermesi idi sanırım.

Sabahın köründe elime alıp akşamın bir vakti kitabı bitirdiğimde kalan her şeyi , hatta stresten beni düğüm düğüm eden bir sorunu bile nasıl da unutuverdiğime hayret ettim.

Modern hayatın kolaylıkları, ulaşılmanın kolaylaştırılması, süreçlerin kısaltılmasını getirdi sanırım. Her şey çabucak oluveriyor. İnternetten sipariş vererek evden hiç çıkmadan para kazanıp hayatınızı idame ettirebilir, siparişler verip ihtiyaç duyduğunuz her şeyi eve getirttirebilirsiniz.Kimseyle tek kelime konuşmadan bi milyon insanla iletişime geçebilir hiç gitmediğiniz yerleri kameralarla günlük hayatın akışını canlı izleyebilirsiniz.

Beri yandan berbat bişi bu. Hazır olmadan kozasından çıkan kelebekler gibi erken özgürlüklerin yırtılmaları ile doluyor ruhlarımız. Eli elime değdi diye ilk aşkının hatırasından günlerce elini yıkamayan genç kızlar yerlerini aşklarını itiraf etme şekli olarak direkt öpüşen çiftlere bıraktı. İstesen de istemesen de bizim seçtiğimiz kişiyle evleneceksin baskısına doğan haklı tepki evlensen de olur evlenmesen de olur hatta kafana estiğinle istediğin kadar evlen olmadı boşarsın n'olacaklara bıraktı. Hani demem o ki haklı değişim istekleri , süreçleri ortadan kaldırıp direkt sonuçlara giden yanlış yollara götürdü sanki bizi. Belki bu yüzden içimdeki hep bir şeyler eksik ve yanlış hissiyatı.

Ergenlik denilen kutsal dönem, çocukluktan geçliğe geçişin o hırçın hazırlık süreci yok artık. Mağazalarda bile ya çocuk var ya genç reyonu.."garson boy" kalktı. Oysa önemli bir şey bu her ne kadar önemli değil gibi görünse de.

Monte Kristo Kontu'nda bugün aşırı duygusallık ya da lüzumsuz zaman kaybı olarak görülen o kadar detay var ki , ilk okuduğumdaki hayranlığımla şimdi okuduğumdaki "üf aman"ların kıyası kabul edilir gibi değil. Öyle özlemişim ki detaylara zaman ayıran insani akışları, bakışı ve bakışların  anlam belirleyiciliklerini .

İsterdim ki ne yaptığı ne ettiği ne söylediği kimse tarafından umursanmadığı için özgür olduğunu zannedip kalbindeki yalnızlıkları saçma sapan şeylerle doldurmaya çalışan insanlar güruhu olmaktan çıkabilelim. İzmir'deki gibi sabahları birbirini tanımayan insanların "günaydın"ları ve nezaketleri ile başlasın sabahlar. Süreçler olsun anlamı olan,getirdikleri kalbe dolan,ömrü dolduran. Aşk aşk gibi, nefret nefret gibi yaşansın intikamlar mertçe alınıp  dostluklar vefa ile bezensin .

Şimdinin aklını ve bilincini geçmişin güzel alışkanlıkve kuralları ile bezeyebilmek isterdim.

Birer Locusto 'ya dönüşmeden evvel baharlar dolsun nefesimize, kendimizi bulalım isterdim.


Bak sen şu Monte Cristo Kontu'nun yaptığı işe...Bir isim koydu  özlemlerimize


Çember çevrilir,
Su musluktan içilir,
Ağaçlara tırmanılırdı.
Bebekler bezden,
Silahlar tahtadan,
Resimler kömür karasından yapılırdı.
Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin
İsimleri konulur,
Saatli maarif okunurdu.
Komşuda pişen
Bize…
Bizde pişen komşuya düşerdi.
Geceler ayaz,
Sokaklar karanlık,
Yıldızlar parlak olurdu.
Turşu, salça, mantı
Evde yapılır,
Karpuz kuyuda soğutulurdu.
Erik ağacının çiçeği,
Pencere camımıza yaslanır,
Güz yaprakları bahçemize düşerdi.
Kardan adam yapılır,
Evlerde soba yakılır,
Kış gecelerinde masal anlatılırdı.
Merdiven çıkılır,
Aidat ödenmez,
Yönetici seçilmezdi.
Evler badanalı,
Sokaklar lambasız,
Mahalleler bekçili olurdu.
Ajans radyodan dinlenir,
Çizgi roman okunur,
Defterlere kenar süsü yapılırdı.
Hayat,
Arkası yarın gibiydi,
Kesintisizdi.
Her gün yaşanacak bir şey vardı.
Herkes kendi düşünü kurar,
Kendi hayatını oynardı.
Şimdi,
Herkes
Yoğun,
Yorgun
Ve
Tek başına…


28 Ağustos 2015 Cuma

Tesadüf Yoktur... Doğru Dileklerin Zamanlanmış Kabulü Vardır

Selam,

Bugün posta kutumda bir kanadı mavi bir kanadı beyaz güzel bir kuş buldum.
İsmi "Alev"
Şu, saçma sapan yön tabelası olmayan 4 yol ağızlarından birinde oturmuş ne yapacağımı bilmeksizin çevreme bakınırken oradan geçiyordu.
Bir gün, bilmeden ona bir anımla dokunduğumu söyledi.
Bilmeden o da bana dokundu yol gösterici olarak o an

Sonra, aşağıdaki şarkıyı hediye etti bana

Ama ben bunu ve bugünü ÇOK sevdimmmmmmmm


11 Ağustos 2015 Salı

Geride Kaldı


İlk kez,  dizlerimi döve döve bir karikatüre kahkahalarla gülerken , saklandığı loş  yerden gizlice beni izlerken fark ettim onu. 

Billur mavisi göğümü lacivertiyle koyultmak istemezliğini gördüm.

Bir kere ağlayabilse tüm irinini akıtabilecekken bir nefes alımlık yer bırakmamacasına her şeyleri içine atan suskunluğunu gördüm.


 Su döküp söndürülebilecek yangınlardan değildi yangını.

Onu çukurundan çıkarabilecek gücüm yoktu.

Yavaşça yoluma döndüm. Karikatüre bir daha baktım , bir daha güldüm.

Dönüp onu almaya, onarmaya gücüm yettiğinde elimi uzatmaya unutmamak üzere sessizce söz verdim.

Zaman..zordu şu son yıllarda çoğu zaman.

Maiyi koyu tonlardan arındırma vakti şimdi. 


25 Mayıs 2015 Pazartesi

Kibritçi Kız, En Sevmediğim Masaldı Her Zaman

Merhaba,
Bi de özür dilerim..

Gülümseyerek yazıyorum şimdi ,ne zamandır görmediğim sevdiğim insanlara kavuşmuş olmanın hazzı ile.


Kaç kere açtımsa bloğu seyrettim klavyeyi sahilde oturup denizi seyreder gibi.
Sizinle olmayı özledim, size anlatmayı sizi dinlemeyi özledim ama sanırım gecenin en koyusunda,şafağın hemen berisindeyim.

Somut sorunların soyut söylemlerle derman bulmadığı demdeyim.




















Otomatik pilotta uçuyorum. Her şey yolunda. Kızlarım gezilere gittiler:Selin'i okul yolladı 10 gün Kanarya Adaları'na gitti, Nehir Ihlara Vadisi'ne gitti (orada kaybolmayı becerdi) sonra gözyaşlarını tutamadığı Anıtkabir'e gitti geldi.Son sınav haftası başladı.12'sinde Selin'in okulunda mezuniyet balosu var.Selin Mezun olmuyor ama okulun ilk mezuniyet balosu ve katılmak istiyor. Benim de gitmem gerekiyor...ama gece elbisem yok, bulmam gerekiyor :-p ve o gün Nehir'in Cambridge sınavı var benim götürmem gerekiyor filan falan .....falan filan.

Babam kaza geçirdi..zaten o yetti benim  tüm akışı otomatik pilota teslimime.Uyudum kaç günlerce kimi gözüm kapalı kimi gözüm açık.


Her şey yolunda : bir yudum suyum kalmadı ama çölde koşturmaya ve bir vaha bulana kadar durmamaya and içmişim gibi bir haldeyim işte

Sevmiyorum bu haldeyken kelimeleri özgür bırakamayışımı, anlatmayışımı, kendimin bile aşamadığı duvarları set çekip "asıl ben içerideyken", "olması gereken ben"in tüm diğer "ben"ler adına herkes için her şey yolunda olan bir dünyada var olmasını.

Merak edilmeyi ,zor bulunan bir lüks olarak görüp arsız veletler gibi seviyorum. 
Gelmek istesem de ..bazen gelemiyorum.

Anlatacağım..uzun uzun.E kadın bi sus dedirtene kadar hatta :)

Meraklanıp "neredesin" diye soran tüm gönül dostlarına okyanuslar dolusu mai mai teşekkür ediyorum.


Ne isterdim biliyor musunuz?
Hani herkesin iyiliğini, sağlığını, memleketimin kurtuluşunu istemekten başka.

Endişe etmeden , gönül teli titremeden şu en sevdiklerimden olan müziği dinleyebilmek...Pek darlandım bugünlerde gerçekten.


7 Mayıs 2015 Perşembe

Damla


Var oluşumun amacı ne diye sorguladığım yıllar çok geride kaldı.
Bir ermişten bile daha feylosofça dedi ki yüreğim bana; başa çıkamayacaksın sen bu sorularla.
Git yoluna..ve sadece yaşa.
Dikkat et ve önemseyerek bak yolda her karşına çıkana.
Düştüm kendi menkıbemin yollarına, yaşıyorum anlamaya çalışa çalışa.
Zaman kaybetmiyorum artık cevabı erken sorularla.

Sonra sana karışacağım, sınır tanımayan bir büyük denize sınır tanımayan bir damla olarak.


13 Ocak 2015 Salı

Milat


Anneliğe hazır olmak diye bir şey var mı acaba?

O da olsun bu da olsun şunu da tamamlayayım şeklinde bir dizi bahane vardı anne olmadan önce. Hazır değildim. Deliydim,doluydum ama adam değildim. Düşünmüyordum bile hazır olmayı.

Sonra tıbbi verilere göre kendimi bu hazır olmadığım altın çağdan %99 korurken %1'lik bir mucize gerçekleşti ve hamile olduğumu öğrendim. O kadar imkansızdı ki bu, doktor hamile olduğumu söylediğinde şaşkın ve çok şaşkın olarak eşimle birbirimize dönüp bakakaldık. Doktor paniğimizi değerlendirerek müdahale etti: "evli değil misiniz yoksa?"

Çapa'daki prof. teyze ,anne olamazsın dedi. Beyninde şu var bu var acil ameliyat olman lazım.

Tabutta rövaşatamı anlatmıştım..omuriliğimde platin, zor şer toparlamış kırık bel vardı..dediler ki anne olamazsın.

Bir de şeker çıkmasın mı o ara..e dedim başka yok mu? Dediler çok riskli çok çok riskli..

Dahası da var ama yazmayacağım. Prospektüsünde kocaman "hamilelikte kullanılmaz" yazan ilaçlar kullanmam gerekiyormuş.
Dediler: anne olamazsın...

Hayata gol atıp %1'lik ihtimali değerlendiren güzel kızım, Selin'im karar vermiş; doktorlar profesörlere söz düşer mi? Evladım geleceğim demiş, ölüm yüzde kaç ihtimal; yaşam varken sorulur mu?

He he..dedim onlara.Cevap vermeye bile değmezdi nezdimde. 

Onlar etrafımda dizlerini dövüp bilmem kaç tahlil yapadursun, ben insanlara gereğinde kulak tıkamayı öğreneli çok olmuştu.


Hiiiç bile karartmadım enseyi. Fıldır fıldır gezdim,eğlendim.Şekerden dolayı perhiz yapmak zorundaydım hem de çok ağır çünkü insülin iğnelerini istemiyordum...başka da bir sıkıntıyı takmadım kafama.Ama göbeğimle övüneceğim o tek dönem perhiz yapmak yok mu?O çok dokundu kanıma.

Zaten eşimin babalık sendromu iki kişilikti, bana sıra kalmadı.

Neyse, kontrole diye gittiğim bir gün (12 
Ocak) beni doğuma alası geldi doktorların. Asistan geldi ve "hoca cs istiyor " dedi. Şu merak saldığım kitaplardan birinde ,bunun sezaryenin kısaltması olduğunu okumuştum. "Allah" dedim içimden "gittik"! Doktorum sakince "elimde hiç yok" dedi. Asistan bana baktı. Edward'ın Bella'ya ilk baktığı gibi hani.Kanımı istermişcesine ayyy. Neyse "hoca ısrarlı" dedi. Doktorum içini çekti, bana döndü "bebek yerini doldurmuş, suyu kalmamış,acilen ameliyata alıyoruz sizi" dedi. Yalandı biliyorum ama gıkım çıkmadı.Oysa, dönüşte şeytana uyup bir pizza yemek niyetindeydim. Birazdan ameliyata gireceğime değil pizza ile olan hayalimin suya düşmesine bozuktum. Bir yandan da doğumdan ne kadar sonra çıkıp o pizzayı yiyebilirim diye hesaplamaya çalışıyordum.

Eşimi aradım, doğumhaneye alıyorlar beni dedim. Sesten daha hızlı geldi Ulus'tan Altunizade'ye. Vallahi hala takdir ederim bu uçuşunu :)

Doğumhaneye beni Karslı bir hastabakıcı götürdü. Doğumdan da korkmadım.Telaş filan yoktu yüreğimde. Yaşamam gereken bir şey vardı, onu yaşıyordum. Hem sıkılmıştım hamilelik sakınmalarından. İçtenlikle , hamileliği 2 yıl süren filleri düşünüp onlara acır olmuştum.Sonra artık ertelenemez meraklarım vardı bebek hakkında. En çok, O'nun sesini çok merak ediyordum. Şimdi düşünüyorum da ,sanki yüzünü gördüğüm o ilk ana kadar anne olacağımı idrak edememiştim sanki , sadece yaşam bir süreç getirmişti ve ben de onu yaşıyordum.

Spinal anestezi yapıldı.Hani şu omuriliğinizin ortasına iğne batırıyorlar filan :-p Umurumda bile değildi. İlk kez böyle bir deneyim yaşıyordum ve "millet ne yapıyor etrafımda, onu niye yapıyorlar, bunu niye yapıyorlar, ben ne yapmalıyım, şimdi ne olacak" gibi bitmek tükenmek bilemz bir merak ile seyre dalmıştım alemi.

 Doktor, asistanlarına "bunu boşverin,normalde çığlık filan atarlar" diyerek beni "sanırım" takdir etti.

Sonra Selin geldi....

Anestezi uzmanı ile TRT'deki yayınlar hakkında sohbet ediyorduk doğum esnasında.
Sonra, hazır mısın dediler
Durun , saate bakacam 
yükselenini hesaplayamam sonra dedim.
Güldüler.
Sonra, saate baktım
13:09:07
Sonra o geldi
Selin
Bebek değil...kızım
Bebek değil...Selin
"O" değil..Selin'im

Tanıdık birini görmeyi beklercesine şaşkın yüzüne bakakaldım.Nasıl kırmızı ve minik bir şey bu dedim. A?Burnu yok? A?Dudakları ablam?







Bir titrek çığlık koyverdi "Selin" , görevliler onu alıp hemen sarmaya götürüyorlardı ki artık kanka olduğumuz anestezi uzmanı "getirin bir görsün bebeğini yahu" dedi.
Ekibin kalanı "ortalığı toplayıp" ameliyatı tamamlarken ben dikkatimi tamamen "kızım"a vermiştim. Ağlıyordu. 

Yanıma getirdiler.
Uzandım..
Çekine çekine dudağının kenarından öpüverdim.
Sustu..

Ne Fatih'in İstanbul'u fethi, ne  rönesans 
Çağ böyle değişirmiş meğer.

Zaman "Selin'den önce ve Selin'den sonra" olmak üzere ikiye ayrıldı.
Miladımdı o benim.

İnsandım,kadındım ama artık, bir de annelik vardı hepsinden her şeyden baskın olan. 

Tüm "anne olunca anlarsın"lar uzun yıllar bekledikleri eşikten sabırsızlıkla atlayarak kapımdan içeri giriyorlardu bir bir .

Epey sonra ameliyathaneden çıkartıldığımda aynı anda iki kişi aynı cümleyi haykırdı:

-Kızım nerde, kızım nasıl?

Bir ses bana,
Bir ses anneme aitti.


14 Temmuz 2014 Pazartesi

Yengeçmişcesine




































































Sabahın taze saatleri. Gün kirlenmemiş,gönül yorulmamış.Su berrak,rüzgar dingin,güneş parlak henüz.

Çayı koydum tomurcuğu tam kararında; başka hiç bir şeye bakmadan,kıymeti geri gelmezliği ile payelenmiş zamanı ziyan etmeden kendimi sahile attım.

Su berrak,sakin,davetkardı.Aceleyle denize koştum ve vücut ısım dengelensin diye hiç beklemeden maiye daldım. Suyun üstünde esaretteymişim de ancak yuvama kavuşmuşum gibi tamamlanmış bir neşeyle çarptı kalbim.Ciğerim müsaade ettiği sürece denizin altında süzülmeye devam ettim.Sonra suyun üzerine çıktım.Güneş ışıkları kıyıdakileri sadece ısıtırken denizde altın tozu rengine bürünüp neşeyle dansediyordu.Biraz sırtüstü biraz normal yüzüp biraz  ayaklarım yere değmeksizin yürüdüm mai deryanın içinde. O kadar güzeldi ki beni kucaklayan serinlik, hiçliğimi hatırlatan yere çökmeyiş bir toz zerresi gibi yukarıda asılı kalış.

Şamadıraya ulaştığımda keyifle kıyıyı seyre koyuldum.Yavaş yavaş hareketlenen sokaklar, denizden korkup annesinin kucağına sığınan çocuklar, bizi daha iyi görmek için daha da yükselmiş güneş..sonra gözlerim denizin dibine takıldı.Cam gibiydi su....berraklığı , o derinlikte bile denizin dibini izlemeyi sağlıyordu. İrili ufaklı yengeçlerin telaşla koşturmacalarına güldüm ilkin. Seyrederken o kadar eğlenmiştim ki farkına varmadan neşeyle attığım kahkaha, sahilden bir iki başın bana dönmesine neden oldu. Sonra dalgaların biçimlendirdiği kumların güzelliğine bakakaldım.Baktığım tabloda aynı olan ,sabit kalan hiç bir şey yokken bu eşi benzeri olmayan ahengin mimarına sevgi ve sadakatle sarsıldı kalbim. Sonra kumda uzun yollar katedildiğini fark ettim izlerinden.Uzun ama düz olmayan çizgiler vardı. Baktım, deniz minareleri külahları tepelerinde kimi yavaş kimi koşturmacalı seyyah etmişler kendilerini.Suyun dibindeki kumda iz bırakmak..ne muhteşem bir şey suyun bunu yok etmemesi, ne saygı deniz minaresinin var oluşuna diye düşündüm. Bir kaç uzun yosun parçası dalgaların ritmine ayak uydurmuş telaşsız,sakin bir müziğe ayak uydurur gibiydi Onları izlerken içimden dansın ezgisini yakalamaya çalışıp ritim tuttum, bu sefer kontrollü ve kıyıdakileri kendime baktırmayacak  sessiz kahkahalarım eşlik etti beceriksizliğime.

Denizin altında insanoğlunun tüm övüncünüyerle bir eden kusursuz bir ayrı alem-hayat var. Kontrol edilmesi mümkün olmayan deniz.Hem hayat hem ölüm deniz. Mavi deniz,yeşil deniz,siyah deniz...Rengine vurgun kokusuna hayran olduğum deniz.Ağlasam gözlerimden akan deniz.Gülsem dinginliği gönlüme vuran deniz.

Gönülsüzce şamadıranın iplerini bıraktım ve yeniden yüzmeye koyuldum sahile doğru. Çocuklarım,ailem deniz gibi sonsuz bir mavilik bana. Gidip krep yapmalı, evde melekler kadar masum bir uykuda demlenen çocuklarımı uyandıklarında sevecekleri şekilde donatılmış bir masayla karşılamalıyım. Denizin dibinde koşturan bir yengeçmişcesine yan yan koşturararak ve kesinlikle neşeyle  yola koyuldum.

16 Mayıs 2014 Cuma

Zaman Hükmedilmez Olandır


Ben istemez miydim baharı kucakladığımız serin bir sabahın kuş cıvıltılarıyla süslenmiş neşesini yazmak bugün buraya....

Gözümüze gönlümüze düştü yas..bağrımız kömür karası. Adalet gitmiş, sanat bitmiş, insanlık dibine vurmuş...yarınların endişesinden bugüne hal kalmamış. Küfrü, dayağı kabullenen bir millete ait olmanın utancı ile bakıyorsunuz gökyüzüne."Kızım Olmadan Asla" filminde kurtuluş kapısı olarak görünen ülkemin bayrakları yarıda..yalan, çıkmaz sokaklara kadar sirayet etmiş, olağanlaşmış.

Ben istemez miydim evlatlarımın okul başarılarından , planlarından , eğilimlerinden dem vurup dünyadaki gelişmelere göre yönlendirmekten bahsetmek?

Eğitim bitmiş, tanımdan bile çıkartılmış , andımız kaldırılmış,öğretim boş, pratik hoş...seneye yine sistem değişiyormuş. Göz göre göre katledilen körpe beyinlerin arkasında neşeyle el çırpan beyinsiz veliler güruhu ile aynı çizgide durmak zorunda olan düşünen ve acı çeken veliler güruhu...Hayat gittikçe anlamını yitiriyor.

Ben istemez miydim yeni yaşıma doğru adım adım giderken geçmiş yılların güzelliklerini, getirilerini gelecek yılların hayalleri ile harmanlamak, mai'ye uzanan adımlarımı sıralamak?

Siyasi baskı ile tırpanlanan haklar, kalleşliğin adını değiştirip iş edinenler, erk uğruna insanlığını satanlar ve ardına sığındıkları bahanelerin bulantısı ile 14 yaşımdan beri kurduğum emeklilik hayallerim dişimle tırnağımla kazandığım her şeyimle birlikte yitti gitti.

Hoşgörü, kalite,nitelik özlem duyulan ama vicdanların dahi sustuğu ülkemde bulunmayan şeyler bugün.


Soma'da yas ilan edildi çünkü öldük biz ....


Başbakan birilerini tokatladı, korumaları dövdü,danışmanı dövdü, yüzlerce ceset dahi rant uğruna gizlendi.Ne diriye ne ölüye saygı var bu ülkede artık. ..öldük biz!








Öfkem suskunluğuma ekli, çaresiz hissediyorum kendimi. Zaman hükmedilemez olandır : umut zamanın ellerinde artık.

22 Nisan 2014 Salı

Hüzme

Suyun üzerinde seken taş gibi tüm anılara tek tek dokundu özlem...sonra uzaklarda gözden kayboldu.Yarattığı dalgalar büyüyerek gönül telinde o isimsiz şarkıyı seslendirmeye devam ettiler.

Ah zaman...

Sevmenin,sevebilmenin zaferini kim alabilir gönülden? Bazen Pıtırcık bir genç kızın anne oluşunu izlemekte sevgi, bazen dağların zirvesini çıplak ayak aşan genç bir kadının zarif sadeliğine duyulan hayranlıkta, bazen ise suskunluğun içinde çığlık çığlığa.

 Dalı kırmakla uzaklaşır mı baharlar?

hayır sanmayın ki beni unuttular
hâlâ arasıra mektupları gelir gerçek değildiler birer umuttular..Attila İlhan

29 Aralık 2013 Pazar

Sessizlik sonsuzluk kadardır

Gün akşama döndü; boş,karanlık evin sessizliğinde sadece kış akşamları çığlıkları yankılanan sığırcık kuşlarının sesi var.Tüm duygular yorgun evlerine döndüler.Geriye bir tek hüzün kaldı.

Nehir, 9 yaşındaki küçük kızım hasta,ateşi çıkmış yorgun uykuda.Yastığa dağılmış düz saçlarını okşuyorum usulca, korunmasız melaike..şifa uykusunda.Çocukluğum geliyor aklıma, annem de böyle okşamışmıdır başımı diyorum. Benim yüreğimdeki hüzün onun yüreğinde de dalgalanmış mıdır?Annem de kendisini bu kadar yalnız hissetmiş midir?Gönlünde pır pır eden hayallere "susss bebeğim uyuyor şimdi" diyerek usulca veda etmiş midir?

Seslerden arındığında daha uzun sürüyor anların saniyeye dönüşmesi.Zaman, akıcılığını yitiriyor. Asılı kalıyorsunuz an'larda,dakikalarda. Örtüler kısalıyor, üzerini örtemiyorsunuz gerçeklerin. Acıysa acıtıyor, yitikse özleniyor,bittiyse vazgeçiliyor. Sessizlik sonsuzluk kadardır.

Bir nefes aldı derinden, elleri kıpırdadı hafifçe..Nehir,saçma sapan sığ kuralların bekçisi ve kölesi olanların içinde yaşamı öğretmem gereken küçük ,küçücük yavrum.


Saate bakıyorum, 15 dakika..sadece 15 dakika mecburiyetlerimden arınıp içimdeki seslere-görüntülere-kelimelere dönsem mi? 15 dakikalığına gardımı düşürüp gönüllü olarak yenilsem mi?




Bir nefes daha sesli..ama rahatlamış,belli ilaç işe yaramış. Yüzünün çizgilerinde seyre dalıyorum hayatı.Nehir'im, gözbebeklerinde kendimi seyrettiğim..Nehir'im, gülüşünü sevdiğim.Neler görecek bu güzel üzüm gözlerin, kimlerin elini tutacaksın henüz bebekliğin boğumlarını tam kaybetmemiş ellerini ellerimden çekip,o güzel dudaklarını aralayıp neler anlatacaksın insanlara,hayata..hangi rengi taşıyacaksın anlatımlarda. Ne kadarında ben olacağım yanında..seni ne çok sevdiğimi anlatabilecek miyim o zamana kadar acaba?


Akşam geceye selam verdi, zaman kendi içinde doğru yeri seçti. Beyazların daha da parlaması için karanlık gittikçe koyulaşıyor gökyüzünde.

Annem..o ne yapıyordur şimdi hep gülen güzel yeşil gözleriyle........

26 Kasım 2013 Salı

Adım Adım

Ya susmayıp ne edecektim?

Az sonra gülümsemeye hazır bir dudak kıvrımı baş gösterecekti..kendim bile öfkemi haksız bulacaktım. O yüzden susup yoluma devam ettim. Soğuktu, rüzgâr yaramaz bir çocuk misali, sanki kendisi de üşümüş de  ısınmaya yer ararcasına yakamdan içeri süzülmeye çalışıyor bu da omuzlarımı dikleştirip yürümeme neden oluyordu.

O kadar zordu ki eşiği yıllarca huzurun,sevginin,güvenin timsali olmuş kapının önünden son kez geçmek, camlarını sildiğim-elektrik arızasında koşturup tamirci aradığım yuvamın  içine girmeden - giremeden öylesine uzaklaşmak. Allah dağına göre kar verdiğine göre ben 5 Ağrı Dağı büyüklüğünde filan olmalıydım. Kişiler beş para etmezdi ama makamlar arşa değer vaziyetteydi. Ben de tutup kavga verdim. Hamsi köpekbalığına karşı. Hamsi 10 köpekbalığı 1.Skor bu. ..ama o bir belden aşağı vurmaktı, canım çok yandı.


Kızmak kolay elbette kadere,düzene,insanlara, filana falana...oysa ne bulduysak karşımızda, götürüp onu biz koyduk yolun ortasına. Kör bakıp çare bulamıyor insan. Kızmaktan vazgeçişim bu sebepten, öfkem haksız. Özlem haricinde ağır gelen birşey de yok zaten..

O da yazgıymış diyeceğim, hatamı bulup yinelememeye gayret edeceğim.


Ama bazen, siz neye ne kadar gayret ederseniz edin yaşamanız gerektiği için hayat koca çiviyi batırıveriyor ayağınıza. "Çamura saplansam yine gelir misin" diye sorduklarınız evet dese bile çamuru sıçratmamak adına kimseleri çağıramıyorsunuz yardıma...

Rüzgâr yağmurla arkadaş..saçlarımın ıslanmasını, yaşamayı hissetmeyi sevişim bu. Deniz, dalgalarına konsantre başka bir şeyle ilgilenmiyor..hayat kendi devinimine devam ediyor. Adımlarım,  10 yıl boyu hemen her gün yürüdüğüm büyük alan taşlarını arşınlıyor aşina basışlarla. Ancak hazır oldum vedaya, dudaklarım kıvrılıverdi yüzlerce anının artık solan renkleriyle üşüşmesine; hüznün ağırbaşlı suskunluğu yeni başlangıçlara açılan yelkenlerin  şişmesi ile kararsız.Kopmak mümkün değilse kopartacağız çaresiz..zaman o zaman!

Öyle sarhoş olsam ki ..diyen şarkı dolanıyor dilime.Gülümsemeyi başardığıma göre irin kesildi sadece kan akıyor yürekten.İyidir;taze kan gelir yerine diyorum. Umudunu kaybetme diyeni kırmak olmaz, umut ediyorum. Saçlarım bir kez daha uçuşuyor özgürce, karmakarışık ve bakımsız göründüğünü biliyorum..tıpkı bunun beni mutlu ettiğini bildiğim gibi.



Kötülük insanın ayağına dolanan  bir şeydir, zamanın adaletine inananlardanım ben. Şimdi soğuk ve ıslak rüzgâra eşlik eden o bildik şarkının ıslığı ile yürümeye devam edeceğim. Veda edilen alandan Ahrengelos'a varıncaya değin.

Köpekbalığı 1-hamsi 11....