Sayfalar

27 Ekim 2019 Pazar

Kardeşe Özlem - Ahmet Kaya/ Kendine İyi Bak


 
 
 
Yan yana geçen geceler unutulup gider mi?
Acılar birden biter mi?
Bir bebek özleminde seni aramak var ya,
Bu hep böyle böyle gider mi?
Bir bebek özleminde seni aramak var ya,
Bu hep böyle böyle gider mi?
Suya hasret çöllerde beyaz güller biter mi?
Dikenleri göğü deler mi?
Bir menekşe kokusunda seni aramak var ya,
Bu hep böyle böyle gider mi?
Bir menekşe kokusunda seni aramak var ya,
Bu hep böyle böyle gider mi?
Kendine iyi bak, beni düşünme.
Su akar yatağını bulur.
Kendine iyi bak, beni düşünme.
Su akar yatağını bulur.
Kendine iyi bak, beni düşünme.
Su akar yatağını bulur.
Kendine iyi bak, beni düşünme.
Su akar yatağını bulur.
İçimdeki fırtına kör kurşunla diner mi?
Kavgalar kansız biter mi?
Bir mavzer çığlığında seni aramak var ya,
Bu hep böyle böyle gider mi?
Bir mavzer çığlığında seni aramak var ya,
Bu hep böyle böyle gider mi?
Şu kahpe dünya seni bana düşman eder mi?
Dostluklar birden biter mi?
Bir kardeş selamında seni aramak var ya,
Bu hep böyle böyle gider mi?

Bir kardeş selamında seni aramak var ya,
Bu hep böyle böyle gider mi?
Kendine iyi bak, beni düşünme.
Su akar yatağını bulur.
Kendine iyi bak, beni düşünme.
Su akar yatağını bulur.
Kendine iyi bak, beni düşünme.
Su akar yatağını bulur.
Kendine iyi bak, beni düşünme.
Su akar yatağını bulur.

14 Ekim 2019 Pazartesi

Ekim'e Şapka Çıkartaraktan


35 kilo fazlam var.
Yani yaklaşık 5 km yolu  aptal  gibi 35 kiloyu haybeden taşıyarak yürüyorum.
Bu ne demek biliyor musunuz?
Canım çıkıyor canım!

Ama kulağımda sevdiğim  müzikler,  saçlarımda dolanan eşsiz sonbahar fısıltıları,  güneşin son kaçamakları, gölgeler asil hüzünle bezenmiş... kâh yürüyerek kâh yuvarlanarak  adım adım yaşıyorum  sonbaharı.  

Ama vaz geçmek mümkün değil sabah gün ışımadan başlamak sonbahara.

Ama "Eylül toparlandı gitti işte /Ekim  de gider bu gidişle" demişse şair aceleyle yaşamanın tadını  çıkartmak gerekiyor sindire sindire.

Ve diğerleri mevsim, Eylül sanattır diyen e hak verirlen Ekim'in gökyüzünde her gün yarattığı mucizemsi güzelliklere de şiapka çıkartmak gerekiyor.


Yoksa gelmişim 1150 yaşına. Ne diye her gün 35 kiloyu oflaya poflaya taşıyarak onca yolu yürüsün ki insan?

Sevmek lazım yaşamak için, yaşamak lazım sevmek için.

13 Ekim 2019 Pazar

Balzac Vallahi Enteresan Adam (Ursule Mirouet 'tan Yola Çıkış)

 
Balzac romanlarını  büyük bir keyifle okuyorum her zaman. Bir taraftan da İş Bankası'nın " Hasan Ali Yücel" serisinden alabildiğimce kitap almaya ve çocuklarıma bana göre eşsiz bir miras oluşturmaya çalıyorum. Bu sefer  Ursule Mirouet'i aldım.Balzac’ın yirmi günde yazdığı ve bir mirasın etrafında dönen entrikaları ele aldığı Ursule Mirouet (1841) Yazarın anıtsal yapıtının "Taşra Yaşamından Sahneler" bölümünde yer alıyormuş.

Akıcı ve zengin dili,  her kitabında üşenmeden bezediği anlatımlar tasvirler ile Balzac hep ilgimi çekiyor. Kısa bilgiler vereyim onun hakkında. Cidden ilginç bir adam .

20 Mayıs 1799'da  Fransa’nın Tours kentinde dar görüşlü, şefkat yoksunu orta sınıf bir burjuva ailesinin içine doğan Balzac'ın gerçek adı  Honoré Balssa. Adını değiştirirken köylü kimliğinden kurtulmak amacıyla isminin önüne “de” takısı getirip soylulaşmaya çalışmış.İyi durumları olmasına karşın tammm bir soğuk nedamet olan annesi onu hemen evden atıp başkalarının yetiştirmesine ve sevgisiz büyümesine yol açmış. Balzac "Benim hiçbir zaman bir annem olmadı… Benim hayatımdaki tüm kötülüklerin sebebi annemdir." diyor bu nedenle.Aile kardeşlerini görmesine bile izin vermemiş doğru dürüst. Sonra hukuk okumaya zorlamışlar onu. Bir ara Vendôme papazlarının yönettiği bir kolejde eğitim görmüş. Aşırı dindar tarafı da sanırım buradan geliyor. Başarısız iş denemeleri olmuş.Bu nedenle hayli fakirlik de çekmiş. E oburmuş da bir yandan. Masanın üzerine sevdiği yiyeceklerin resimlerini çizerek avunduğu söylenir.
Zengin kadınlar ve şöhret hep tutkusuymuş. Vadideki Zambak karakteri olduğu söylenen kadınla 28 yaşında tanışmış. 28 yaşındayken, 45 yaşındaki Madame Laure de Berny ile tanışmış ve 15 yıl sürecek ihtiraslı bir aşk başlamış.Yazılarındaki çeşitlilik kadar  aşk hayatında da zengin ve çeşitli seçimleri olmuş.

Son derece itici ve pis bir görüntüsü olan Balzac'a hiçbir kadın “hayır” diyemiyormuş. Derken Fransa’nın en güzel aristokratlarından Marquise de Castries “Balzac’ın dış görüntüsündeki iticiliğe katlanamayan kadın” olarak Balzac’ın tarihine geçmiş ama  Balzac’ın intikamı acı olmuş. “La Duchesse de Langeais” adlı romanında Balzac, Marquise’i rezil etmiş. 

Balzac, devrinin yazarlarından,  sadece yaşamıyla değil ölüm şekliyle de fark yaratarak ayrılmış. Öyle ki, alkol içerek kendini dağıtan yazarlar arasından “koyu kahve” içen tek yazar olmasıyla anılıyor. Kahveyi o kadar çok içiyormuş ki, kahve içmeden  kim nasıl yazı yazar diye söyleniyormuş .  Ancak maalesef bu alışkanlığı onun sonunu hazırlamış.

Ardında 85’i tamamlanmış, 50’si taslak halinde olan çok değerli eserler bırakan Balzac'ın  sabahlara kadar kahve içerek durmaksızın yazdığı bu eserler hiçbir zaman tamamlanamayacakları için boyunları bükük  çekmecede öylece kalakalmışlar.

 Romanda gerçekçilik ve doğalcılık akımlarının yaratıcısı olarak kabul edilen Balzac, olay örgüsünü mantıksal bir sırayla gerçekçi bir gözlemcinin ağzından aktarıyordu. İşte bu yüzdendir ki; kahramanların tutarlı bir biçimde sunulduğu, belli kurallara bağlı “klasik roman tekniğini” Balzac’ın yaratmış olduğu düşünülür. Olağanüstü bir gözlem yeteneği ve güçlü bir hafızası olan Balzac’ın empati yeteneği de oldukça gelişmişti. Kendisini başka insanların yerine koyarak onların duygularını o kadar iyi yansıtıyordu ki, eserlerindeki arka planla karakterler arasındaki ilişki de bu yansımadan olumlu yönde etkilenerek eserlerini devleştiriyordu. Bu özellikleriyle romanın Shakespeare’i olarak kabul edilen Balzac, yaşama realist bir pencereden bakıyordu.

Ursule Mirouet'te aşırı dine düşkün yanını da görüyoruz. Akıcı ve zamanın gerçekleri, toplum yapısı hakkında önemli bir kaynak sayılabilecek eser her zamanki gibi akıcı ve keyifle okunur tarzda. Kitaptan aldığım satırlar da aşağıda yer alıyor:


  • Biçimin öne geçtiği yerde duygu yok olur.


  • İnsan, düşündüğünü söylemeden önce sözünü düşünmek zorundaysa,  siz düşündüğünüzü söyleyemezsiniz.


  • Dünya, bedava verdiğini sandığımız şeyleri bize çok pahalıya satar.


  • Bir müzik yapıtı ne kadar güzel olursa, bilgisizler o kadar az tadına varır.


  • Zengin yaradılışlı insanlarda duygular ancak dost bir ortamda gelişir.


  • Kurtlar arasında ulumak gerekir (Fransız atasözü)


  • Gözyaşlarını durdurmak insanın elindeyse, bir anayı bir dakika fazla ağlatmamak gerekir.


  • Tutkulu bir adam, bir kadının değerini onu ele geçirmek için katlandıklarıyla ölçer.


  • Uzun ömürlü şeylerin çocukluğu da uzun sürer.


  • Ayyaşlar gibi aşıkların da koruyucu tanrıları vardır.


  • İki rastlantı arasında insan daha güvenlisini seçer.


  • "Kızmamak gerek" dedim kendi kendime "yoksa intikamımı alamam".


  • Adalet her şeyi cezalandırmaz ama sonunda her şeyi öğrenir ve unutmaz.


  • Ne de olsa budalalığın kendi derinliği var.

11 Ekim 2019 Cuma

Pencere




Gözlerimi dikmiş  gökyüzüne bakıyorum ve ne yazsam diyorum.

80'ler dizisine sardım bu ara  onu m u yazsam ...içinde artık görmediğim abim var da ondan sardım  ah ah. Ölüsü olan bir gün delisi olan her gün ağlarmış. Bizimki de deli olmalı ki ailesine sırtını döndü gitti. İnsanın hayatta başka neyi var ?Annesini babasın kardeşini  terk edenin yalnızlığına acımaktan başka ne gelir elimden?O'nu mu yazsam?



Cahit Sıtkı'dan bir şiir gelip takılmış dilime mır mır onu mırıldanıyorum fonda Erik Satie (tık)  çalarken :

Yaşım ilerledikçe daha çok anlıyorum
Ne büyük nimet olduğunu ah ey güzel gün
Boş yere üzülmekte mana yok anlıyorum
Kadrini bilmek lazım artık her açan gülün
Şükretmek türküsüne daldaki her bülbülün
Yanmak da olsa artık aşk ile yaşıyorum.

Manzarama bakıyorum alışmış gözlerin  yavanlığından kurtulmaya çalışarak. 
Sevdiğim odam, sevdiğim işim, sevdiğim insanları barındıran bilgisayar ekranı, sevdiğim  mevsim, sevdiğim yağmur kokusu var o manzarada. Ve bir de mai'ye olan özlemim. Her mevsim kendini değiştiren dostum ağaç da görünüyor. Şanslı mıyım neyim ben?

Yaşım ilerledikçe daha çok anlıyorum
Ne büyük nimet olduğunu ah ey güzel gün
Boş yere üzülmekte mana yok anlıyorum




9 Ekim 2019 Çarşamba

JOKER-2019










Yaz modu yetti artık diyerek haftasonu sinema sezonumu açtım.
Önce, Nehir'e birlikte gidelim , Joker gelmiş dedim.
Ama Joker'in +18 olduğunu  öğrenince onu  Elektrik Savaşları'na soktum ben de +18'i takmayacak yaşta olmanın verdiği kıvançla Joker'e girdim.

Vizyon tarihi 4 Ekim 2019 (2s 2dk)
Yönetmen Todd Phillips
Oyuncular: Joaquin Phoenix, Robert De Niro, Zazie Beetz 
Tür :Dram
Ülke: ABD, Kanada

Dram tanımlamasını  onaylamıyorum filmin türü konusunda. Dramın tillahı, yıkılıyor filan yazmaları lazımdı bence.
Bana , bir şekilde  Otomatik Portakal'ı anımsatan filmde  Arthur Fleck'in hayatınaodaklı bir anlatım var. Arthur'un yalnızlığı, "farklılıkları" , sistemin ve toplumun  ayrıntıya zaman ayırmamasnın getirdiği bilinçli acımasızlık onu  Joker'e dönüştürüyor.Babasız büyüyen Arthur’u en yakın arkadaşı olan annesi Happy  diye çağırıyor. Korktuğunda ya da çok üzüldüğünde elinde olmadan  kahkahalar atan "Happy" ilerleyen safhalarda "iyi " olma savaşını  kaybederek , tıpkı doğanın kendisini kirleten insanlardan  öç alması gibi , bir felakete dönüşüyor.


Başta , filme ne diye +18 koymuşlar ki merakı ile içeri girdim ama içerdiği ağır psikolojik öğeler,  göstergeler ve dram nedeni ile "iyi ki Nehir 'i  alıp girmemişim" diye  sevindim. 

Joaquin Phoenix bence bu sene oscar'ı alsın , hatta  bi oscar daha alsın. Gerçek hali  ve filmdeki hali aşağıda fotoğrafta yer alıyor. Oyuncunun inanılmaz güçlü  ortaya koyduğu dönüşüm, dans ve bakışlarla, kahkaha atarken gözlerinden fırlayan acı ile sizi sarsıyor.Bu, inanılmaz değil de ne?

Uzun yıllar İBB Beyazmasa'da çalıştığım için olsa gerek, toplumun ayrıntılara önem vermezliğinin yarattığı dramları görerek yaşadım çok zaman. Bir virgülün bir hayatı kurtardığına, bir tebessümün bir insanı değiştirdiğine çok şahit oldum. Joker, sanatsal açıdan üstün başarısı tartışılmaz bir film bence. Ancak gönlünüz dar, nefesiniz az ise gitmeyin insanı  etkilemeden kapısından yollamıyor çünkü kuvvetli  bir film. Ancak ben , filmi izlerken sanatsal açıdan boyumun yettiğince her şeyi incelerken  bir yandan da yaşadıklarım , izlediklerim ve/veya toplumun bugünkü halini düşünmeden edemedim. Zengin ve güçlü olanın "palyaço"ları aşağılaması bana aşina geldi mesela. Ve bunun yarattığı infial beni çok düşündürdü.

Merdivenler bence bu filmde ayrı bir simge halinde.


Bir tebessüm, kendimizi azcık yorarak bakmaktan görmek aşamasına geçebilmek, bir selam vermek ne çok şeyi değiştiriyor hayatta bir bilsek...ya da biliyoruz ama önemsesek...

Yukarıdaki kare,  filmde Arthur'un bir komedyen olmayı  çok önemseyip çok tutunduğu  dönemde otobüste bir çocuğu güldürdüğü için mutlu olduğu anda , çocuğun annesinin onu  "çocuğumu rahat bırak " diye azarlaması üzere "kahkahalarla" krize girip acı çektiği andan. Bu, korkunç bir şey. Ahlaki değerlerini yitirmiş  toplum(lar)da annenin koruma güdüsü insani değerlerin yitimine yol açtı. Ve diğer alanlarda diğer insanların. Çocuklarımı korumak adına kaç tebessümü ya da  başlarını okşamak için uzanan kaç eli   düşünmeden ittiğimi düşündüm. Filmde, kendimi de "suçlular" kefesinde gördüm.

Gülümsemek ve gülümsetmek , sevmek ve sevilmek tek ihtiyaçken insanları canavara dönüştüren  ama yaldızlı  yüksekleri tutmuş insanların  kusurlarını görmeyen toplum kendi canavarını yaratmış. Filmin sonuna doğru kimi neyle yargılayacağınızı şaşırıyorsunuz. 


Beklenmedik çok fazla gelişmeler ve sonuçlar içeren filme  "içinizin dar olmadığı" bir gün mutlaka gitmenizi öneriyorum.