17 Ekim 2024 Perşembe

ANĞ



Dün , zaman zaman görüşebildiğimiz ama görüştüğümüzde mutlu olduğumuz ama ikimizin de birbirinden yoğun iş programı olduğu için plan yapamadan  anlık fırsatları değerlendirip farklı şehirlerde olmamıza rağmen bir araya gelebilmeyi muhteşem şekilde başardığımız eski bir dostum aradı.

Dost dediysem, elimde büyüdü 😋 Aynı yerde çalıştık, bekardı o zamanlar. Şimdi  iki çocuk babası.

Aradı "yerinizde misiniz" dedi

"Aha? İstanbul'da mısınız" dedim.

"Üsküdar'dayım" dedi . Sesinde gülümsediğini duyuyordum.

"Bugün Çiçekçi pazarı var oraya gidiyordum çıktım işten. Nevmekan Selimiye'de buluşalım" dedim.

Evde yemek pişirmenin manası yok. Modern kölelere dönüştük. Uyumaya geliyor, uyanınca kalkıp yine işe gidiyoruz. Hafta sonları da çalışınca... tadı  kaçtı bunun. 

Selin kalkıp işe gittiğinde müezzin Nasa'ya eşdeğer bütçeye sahip  diyanetin ısrarla tamir etmediği bozuk hoparlörden "Allahuekber" diye haykırmaya uğraşıyordu yoğun cızırtıların arasında kaybolmuş sesiyle. Çoğu zaman yıllardır beş kere duyduğunuz şeyin kulak alışkanlığı ile aradaki boşlukları  dolduruyorsunuz. Öyle berbat bir cazırtı. Neyse ki  etrafımızda 856 camii daha var da onların  her nedense avaz avaz bağırarak okudukları  ezanın  sesleri arasında bunun cazırtısı duyulmaz oluyor bir süre sonra.

Bir kaç kere yazdım diyanete. Etraf  Karacaahmet mezarlığı.  Önünüzde hoparlör var. Etrafta 7 camii var. Hepiniz birden sesi sonuna kadar açıp  mikrofona avaz avaz bağırarak ölüleri  mi kaldıracaksınız nedir bu? Camı kapıyı kapatıyorsun ...yok. Evin içinde kendi iç sesimizi bile duyamaz olduk.

Neeeyyysse!

Ben pazara gittim 3-5 bişi aldım. Ona da "kolot" alayım dedim. Bizim pazarda bir peynirci var.  İmansızı bulunmuyor ama kolotu gayet iyi. Bi kuymak yapıyosunuz arşa kadar uzuyor filan. Bu saatte kalmamış olabilir ama kaldıysa hem bana alayım hem ona,  o da çocuklarına yedirir, tarif ederim yapılışını diye kendi kendime yazıp kura kura geldim peynirci arabasının  önüne. "Kolot kaldı mı" dedim. Adam baktı "Yok" dedi.

Klasik usüldür ve beni  hep güldürür. Bilerek  "hiç mi yok" dedim😂 O da ciddi bir şekilde karşılık verdi. "Hiç yok."

Üzülerek baktım  tezgahına ve sevinçle arkada bir  çeyrek kalıp  kolot gördüm. "E şurda var ya azcık..onu verseniz ya bana?" dedim. Baktı. 

-"Abla"  dedi. "Bi ufacık kız var.  Annesiyle geliyor. Kuymak peyniri istiyor. Kalmadı diyince çok ağlıyor. Biz her hafta ona ayırıyoruz bunu. Gelip alırsa ne ala. Gelmezse de o güzel  canı  sağ olsun."

Gözlerim foşşş diye doluverdi.

-Ne tatlısınız. Allah razı olsun...dedim.

Gülümsedi. Samimiyetle gülümsedi.  "Hepimizden abla" dedi.

Nevmekan'a gittim, birazdan o da geldi. Birbirimizi gördük  , becerdik yine buluştuk  diye çocuklar kadar şendik açıkçası.  O "ben yemeyeceğim , bir şeyler içerim" diyince patates kızartmalarına kendimi boğma hayallerim suya düştü. Sanki haftalardır görüşmemiş olan biz değiliz de az evvel  yarım bıraktığımız lafı tamamlıyor gibi  hararetle başladık konuşmaya. Sonra saate baktım, Selin'i aradım " Gelsene Ö. Abi'nle oturuyoruz Nevmekanda" dedim. O da çok sever Ö. Bey'i. Muhabbetin dibine vurduk  akşamın 9'una kadar.

O esnada pazarda olanı anlattım. Selin "anne kocaman adama ne tatlısınız mı dedin sahiden" diyerek kahkahayı bastı. O , öyle söyleyince ben de fark ettim durumun tuhaflığını ama akışta öyle sıcak öyle dostane idi ki  sözler, tuhaf gelmemişti doğrusu.

Sonra,  normal şartlar altında insanlarımızın çoğunluğunun ne asil yüreğe sahip olduğunu ve bu berbat 25 yılın bile içimizdeki iyiliği öldürememesinin de bir zafer olduğunu konuştuk. Onlar sohbete devam ederken şöyle bir baktım da...ikisini de ben büyüttüm  resmen yahu.

Hüzün...