anlam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
anlam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Eylül 2024 Salı

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 264




"Halk kütüphanelerine yakında gerek kalmayacak. Bütün hizmetler, kitaplar, herkesin ulaşabileceği şekilde nette çevrimiçi olacak. Bu durum bizim için avantajlı mıdır?"

Bu haftaki Ağaçev sohbet konusu buymuş. Sevgili Deep'in sayfasına girince şaştım kaldım çünkü sabah uzun uzun bu konuda konuşmuştuk iş arkadaşımla . Benim mesleğim bu konularla ilgili, mevzuu oradan açıldı.


Aslında kütüphane sadece bilgiye ulaşılan yer değil bir kültür bana göre. Disipline edilen yer o  eşsiz kitap kokuları içinde. ancak dijital alem her şeyi yuttuğu gibi bunu da yuttu .  Eskisi gibi kütüphanelere gidilmiyor. Bilgiye erişimin kolay olması kazanç denetimsiz olması kayıp. Kayıp, kazançtan daha büyük.

Emek sarf edilmeden elde edilen her şey gibi bilgi de değersizleşti ya da kalıcılığını  yitirdi. Bırakın yüzyılların birikimlerine hak ettikleri değeri vermeyi,  ölene bile  24 saat sürmüyor insanların saygısı üzüntüleri.


Ben yapay zeka ya da dijital alemi sevmeyenlerdenim. Sonrasını da iyi görmeyenlerdenim. Çünkü "denetimsiz"

Kitap okurken sayfasını çevirmek, kokusunu duymak isterim. Aklımda tutmaya çalışırım kitap ayracı koymadan. Kapağını, resimlemelerini,emeği severim. Yıpranmış kitapları severim. Kütüphanelerin kendine has o kokusunu,  sessizliğinde büyüyen ortak paylaşımları nefesleri severim. İnsanların oraya gelişleri umut verir bana.

Şimdi ise anı kalsın bazıları ya da koleksiyon kitapları sergilensine gidiyor akış.


Bunu gerçekten sevmiyorum.


Ah işte ben de ağaç ev sohbeti yaptımmm  🥰🙄😏

14 Ağustos 2024 Çarşamba

Herkes Kendi Kayasından Sorumlu..Başlangıçta



“İnsan kendinde başlayıp kendinde biter, ötesi yoktur.”

Yunan mitolojisinde Sisifos'un öyküsünün, zamanla eklenen süslemelerle çoğu birbiriyle çelişkili birçok versiyonu vardır, fakat tüm öykülerin kesin ve ortak tek noktası olayların sonunda aldığı cezadır.

Korint’in kurucusu ve ilk Kralı olan Sisifos, diyarına refah ve bolluk getiren zeki bir yöneticiydi. Aynı zamanda hileciliği ve kurnazlığı ile de bilinen Sisifos, tanrıların da dikkatini çekmeye başlamıştı. Zeus ve Ares ile girdiği hesaplaşmaların sonunda ölümden iki kez kurtulmayı başarmış olsa da, sonunda ceza almaktan kurtulamaz.

Cezası ilk bakışta basit bir iş gibi görünür; büyük bir kayayı dik bir tepenin doruğuna yuvarlayarak çıkaracaktır. Her seferinde tam tepenin doruğuna ulaştığında kaya elinden kayar ve Sisifos her şeye yeniden başlamak zorunda kalır. Bu ceza böylece sonsuza kadar sürecektir.

📌Bu hikayeden oldukça etkilenen Albert Camus, Sisifos Söyleni adında bir anlatı kaleme alır.

Sisifos kayayı tepeye çıkardığında, kaya aşağıya yuvarlamaya başlamış olmasına rağmen, yukarıdan kayaya bakar ve yüzünde hafif bir gülümseme olur; işte insan bunun için yaşamalıdır.

📍Camus da bunu vurgular ve ”Sisifos’un mutlu olduğunu düşünmek gerektiği” kanısına varır. Çünkü Sisifos kayayı her gün tepeye yuvarladığında anlar ki kendisinin varoluş nedeni bu çabasıdır.

Boşuna olduğunu bildiği halde direnen insan da bu absürt ama devinimli savaşın bir parçasıdır; yaşanılan her şeyin en sonunda bir yerde anlamını kaybedecek olduğunu bilir ve buna rağmen çok anlamlı hayatlar yaşamak için çabalarız.

📍Kısacası, Albert Camus bize absürde karşın yaşamayı, başkaldırıyı anlatmak ister. Yaşam ne denli anlamsız ve saçma olsa da önemli olan saçmalığın içindeki çabamız; çabamızın sonucu olmayacağını bildiğimiz halde çabalarken ki duyduğumuz hazdır. Tıpkı Sisifos’un kayanın tekrar düşeceğini bildiği halde her seferinde tepeye çıkarması bunun varoluşunun nedeni olduğunu kabullenmesi ve bu kabullenişin sonucunda mutluluğa ulaşması gibi.

📍Bu aslında bir başkaldırıdır, boyun eğme değil. Çünkü tanrılar, tüm umudunu elinden almak için ona bu cezayı vermişlerdir. Sisifos umudunu kaybetmek üzereyken bu durumu anlamış ve kendi kurtuluşunu yaratmıştır. Camus der ki: “İnsan, anlamsızlığına ve tüm baskılarına karşın yaşamı yenmek zorundadır.”

🎯Yaşamın anlamı yalnızca, tüm saçmalığın ve yenilginin sonsuza dek süreceğini bilerek direnmek ve çabalamak olabilir. İşte bu Camus’un başkaldırısıdır. Ve başkaldırı yaşama değerini verir.


hashtagKaynaklar: Türkiye Zeka Vakfı,
Psikoloji Ağı, Ezgi Büşra Akgöz; Camus'dan Sisifos Söyleni

13 Eylül 2015 Pazar

Locusto

Monte Cristo Kontu'nu okudum elimdeki kitabı bir yana koyup alelacele.

Hani neden yaptığınızı bilmediğiniz ama iç güdülerinizin şiddetle sizi yönlendirişine boyun eğmenin mantıklı olduğunu içten içe kuvvetle hissettiğiniz anlar vardır..öyle bir şeydi bu .

Kitap 607 sayfa. Bir günde bitirdim. Hermann Hess ile hemhal olmanın keyfinden öldüğüm bir günde onun kitabını bırakıp deli gibi çocukken okuduğum bu romana koşma nedenimi o anda anlayamayacağımı ama zamana izin verirsem bana anlatacağını da biliyordum.

Vücut bir yiyeceği şiddetle istiyorsa içinde bulunan bir şeye şiddetle ihtiyacı var, dengeyi sağlayacako maddenin eksikliği uyarı zillerini çaldırdı demekmiş. Benim bu yönelişim de ruhumun aşermesi idi sanırım.

Sabahın köründe elime alıp akşamın bir vakti kitabı bitirdiğimde kalan her şeyi , hatta stresten beni düğüm düğüm eden bir sorunu bile nasıl da unutuverdiğime hayret ettim.

Modern hayatın kolaylıkları, ulaşılmanın kolaylaştırılması, süreçlerin kısaltılmasını getirdi sanırım. Her şey çabucak oluveriyor. İnternetten sipariş vererek evden hiç çıkmadan para kazanıp hayatınızı idame ettirebilir, siparişler verip ihtiyaç duyduğunuz her şeyi eve getirttirebilirsiniz.Kimseyle tek kelime konuşmadan bi milyon insanla iletişime geçebilir hiç gitmediğiniz yerleri kameralarla günlük hayatın akışını canlı izleyebilirsiniz.

Beri yandan berbat bişi bu. Hazır olmadan kozasından çıkan kelebekler gibi erken özgürlüklerin yırtılmaları ile doluyor ruhlarımız. Eli elime değdi diye ilk aşkının hatırasından günlerce elini yıkamayan genç kızlar yerlerini aşklarını itiraf etme şekli olarak direkt öpüşen çiftlere bıraktı. İstesen de istemesen de bizim seçtiğimiz kişiyle evleneceksin baskısına doğan haklı tepki evlensen de olur evlenmesen de olur hatta kafana estiğinle istediğin kadar evlen olmadı boşarsın n'olacaklara bıraktı. Hani demem o ki haklı değişim istekleri , süreçleri ortadan kaldırıp direkt sonuçlara giden yanlış yollara götürdü sanki bizi. Belki bu yüzden içimdeki hep bir şeyler eksik ve yanlış hissiyatı.

Ergenlik denilen kutsal dönem, çocukluktan geçliğe geçişin o hırçın hazırlık süreci yok artık. Mağazalarda bile ya çocuk var ya genç reyonu.."garson boy" kalktı. Oysa önemli bir şey bu her ne kadar önemli değil gibi görünse de.

Monte Kristo Kontu'nda bugün aşırı duygusallık ya da lüzumsuz zaman kaybı olarak görülen o kadar detay var ki , ilk okuduğumdaki hayranlığımla şimdi okuduğumdaki "üf aman"ların kıyası kabul edilir gibi değil. Öyle özlemişim ki detaylara zaman ayıran insani akışları, bakışı ve bakışların  anlam belirleyiciliklerini .

İsterdim ki ne yaptığı ne ettiği ne söylediği kimse tarafından umursanmadığı için özgür olduğunu zannedip kalbindeki yalnızlıkları saçma sapan şeylerle doldurmaya çalışan insanlar güruhu olmaktan çıkabilelim. İzmir'deki gibi sabahları birbirini tanımayan insanların "günaydın"ları ve nezaketleri ile başlasın sabahlar. Süreçler olsun anlamı olan,getirdikleri kalbe dolan,ömrü dolduran. Aşk aşk gibi, nefret nefret gibi yaşansın intikamlar mertçe alınıp  dostluklar vefa ile bezensin .

Şimdinin aklını ve bilincini geçmişin güzel alışkanlıkve kuralları ile bezeyebilmek isterdim.

Birer Locusto 'ya dönüşmeden evvel baharlar dolsun nefesimize, kendimizi bulalım isterdim.


Bak sen şu Monte Cristo Kontu'nun yaptığı işe...Bir isim koydu  özlemlerimize


Çember çevrilir,
Su musluktan içilir,
Ağaçlara tırmanılırdı.
Bebekler bezden,
Silahlar tahtadan,
Resimler kömür karasından yapılırdı.
Kızlara ninelerinin, erkeklere dedelerinin
İsimleri konulur,
Saatli maarif okunurdu.
Komşuda pişen
Bize…
Bizde pişen komşuya düşerdi.
Geceler ayaz,
Sokaklar karanlık,
Yıldızlar parlak olurdu.
Turşu, salça, mantı
Evde yapılır,
Karpuz kuyuda soğutulurdu.
Erik ağacının çiçeği,
Pencere camımıza yaslanır,
Güz yaprakları bahçemize düşerdi.
Kardan adam yapılır,
Evlerde soba yakılır,
Kış gecelerinde masal anlatılırdı.
Merdiven çıkılır,
Aidat ödenmez,
Yönetici seçilmezdi.
Evler badanalı,
Sokaklar lambasız,
Mahalleler bekçili olurdu.
Ajans radyodan dinlenir,
Çizgi roman okunur,
Defterlere kenar süsü yapılırdı.
Hayat,
Arkası yarın gibiydi,
Kesintisizdi.
Her gün yaşanacak bir şey vardı.
Herkes kendi düşünü kurar,
Kendi hayatını oynardı.
Şimdi,
Herkes
Yoğun,
Yorgun
Ve
Tek başına…