köprü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
köprü etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Kasım 2014 Salı

Avrasya Maratonu

16 Kasım'da yapılabilecek bir sürü şey vardı.
Yapmam gereken bir sürü şey de vardı.
Çocukların ödevleri, evde yatılı misafir,Pazartesi'ye hazırlık ,eski okulumuzun sevgili veli ve çocuklarının buluşma günü filan falan ve falan filanlarla dolu dehşet yüklü bir gündü aslında.

Peki ben sorumluluk sahibi bir yetişkin olarak ne yaptım?

Kızlarımı alıp Avrasya maratonuna koşturdum :-) Köprüyü yürüyerek geçmenin, bir kıtadan diğerine yürümenin,denizin  bilmem kaç kilometre üzerinde havada seyretmenin dayanılmaz keyfini çocuklarımla paylaşmak istiyordum. Ayrıca bu etkinliğe katılan STK'ların ya da özgür ruhlu insanların katılımlarının verdiği zenginliklerin onların kişiliklerine çoook daha olumlu katkısı olacağına, mübarek ödevlerimizin asla bırakmayacağı hoş izler bırakacağına da inanıyordum. Hepsi bir yana ikisinin tatlı elleri elimde iken ve onlar daima kedi yavruları gibi birbirleri ile uğraşıp gülüşürken derin nefesler alıp yürüyeceğim uzun bir yol beni çok mutlu edecekti.Kalabalığın içinde yalnızlığı seçebilme en sevdiğim şeylerden biri değil mi ?

Selin, yürüyüşe okulu ile katılacaktı aslında.Ben Nehir ile kendi etabımda yerimi aldığımda Selin beni arayarak okulunu bulamadığını , köprü çıkışında kendisini bekleyip bekleyemeyeceğimi sordu.

Heeey...kadın zayıftır ama anne güçlüdür diyene selam olsun.O binlerde kişinin içinde ne yaptım ne ettim kıvırcık uzumu bulup neşemle sarmaladım.

Köprü üzerinde tavla oynayanlar, kahvaltı edenler,dans edenler , mesaj veren STK lar filan bir çok şey vardı. Her birine ilgiyle baktık ve her insan, her grup gittikçe artan bir neşeyle bizi güldürdü. 

Köprü üzerinde yürürken Selin'in "Cuma günleri trafikte bundan yavaş ilerliyoruz" demesi içimi cızzzzzzzlattı.

Neticede güle oynaya 7 km yürüdük.Beşiktaş'a vardığımızda bu güzel günü  anılarımıza "nefis bir şekilde sonlandı" şeklinde nakşetmek üzere kendimize mükellef bir yemek ısmarladık.

Şimdi ben sustum, kalanını fotoğraflar anlatsın:
























4 Kasım 2013 Pazartesi

Lacivert

Birazı unutulmuş maziye birazı bilinmez atiye ait bir garip gündü..geldi geçti.


İş görüşmesi için gelen davet alışılmış hazırlıklarımın çabucak tamamlanması ile yollara düşüşüm demekti. Üsküdar'dan Kabataş motoruna bindiğimde uzun zamandır görmediğim dostlarıma gidiyormuşum gibi , bildik ama ihmal edilmiş yollardan geçtim. Truman Show gibi İstanbul..aynı saatte aynı insanlara rastlarsınız her zaman.Çalışma hayatına ilk başladığım yıllarda sabahları Üsküdar'dan motora bindiğimde birbirlerine simit alan ve birbirlerini bekleyen arkadaşların aynı motora binerek başlattıkları sıcak,alışılmışlığın rahatlığıyla bezenmiş sohbetlerini dinlerdim.En az onların sohbetleri kadar rutindi dinleyişim. Gülümseyerek o sabahları andım. Mehmet Ali (martı) başımın üzerinden iyi şanslar dedi çığlık çığlığa uçarken, gülümseyerek el salladım ona etrafımdakilerin onaylamaz bakışlarına aldırmadan. Özer sektörde çalışmanın ve iş hayatına yeni başlamanın tedirginliği ile inerdim motordan. Ayakkabım su alırdı, aldırmazdım.Kendimi seyrettim 20 yıl sonranın penceresinden..zamana sabırsız, tedirgin ama umutlu bir genç hanım. Gülümsedim.


Motor iskeleye yaklaştığında topuklu ayakkabıyla zıplayamamaktan dolayı suratımı astıysam da elimi tutarak bana yardımcı olacak bir eşim olması tebessümü tazeledi. Görüşme yerine az kalmıştı, dönüp cesaret almak istercesine bir kez daha martıya baktım.Göz kırptık birbirimize, yola koyuldum.

Görüşme sonrası eşimle İstiklal Caddesi'ne çıktık ve flört ederken gittiğimiz ara sokaktaki restaurantı aramaya koyulduk. Ne İstiklal caddesi aynı kalmış, ne insanların profili ne de biz. Tıpkı eski günlerdeki gibi elele koşturarak yerini hatırlamaya çalıştık. O zamanlarda o çalışıyordu ben öğrenciydim. Şimdi yine o çalışıyor ben işsizim. Bir süre kendimizle ve halimizle eğlendik,her kahkaha bir sonrakinin mayası oldu. Restaurantı bulmayı başardığımızda hayli neşeliydik.

Sonra o işine gitti..ben yine Taksim'de bir başıma kaldım. O kadar uzun zaman olmuş ki hava karardığında evden bu kadar uzakta olmayalı..İstanbul değişmiş hayat değişmiş ben zaten...koşturmaktan vazgeçip etrafımı seyre koyuldum. Trafiğe kapatılmış Taksim...insanları koşturan ve ruhunu yitirmiş Taksim. Kocaman bir betın alan..cansız,kişiliksiz..sevimsiz. 



Öğrenciyken,sene 1987, 83T'yi beklerdik arkadaşlarımla.Duraklar eski, otobüsler şimdi tarihi eser niteliği taşır cinstendi.En arkada kocaman bir baca gibi bir şey vardı,üşüyen ellerimi orada ısıtırdım. Otobüsler İstiklal Cadde'sinin içinden geçerdi.



İnsanlar en temiz ve en özenli giysilerini giymezdi çok eski yıllardaki gibi ama insanların renkleri vardı. Oysa şimdi soluk bir kaç griyi saymazsak siyah ve beyaz kadar keskin ayrım var insanlarda.

"Ne yiyeceğim" derdim durakta beklerken.." ne pişireceğim çocuklarım için" dedim geçmişteki ben'e de gülümseyerek. Cep telefonumu yokladım Selin eve gelmiş midir diye düşünerek, parkamın cebinde şıkırdattığım jetonları anımsadım hemen sonra. Jetonla arardık sevdiklerimizi..öyle ya.

"E peki" diye düşündüm "bunca teknoloji bunca yenilik bunca şöyle olsa dediğimiz şeyin gerçekleşmesi..niye mutlu değiliz niye daha güzel olmak bir yana güzelliklerini yitirdi hayat?" 



Aklıma Rengin'in eski bir şarkısı geldi takıldı : 

Bize neler neler öğrettiler sevdalar üstüne

Aldatıldık aldatıldık sevda böyle değil
Ne masallar ninniler söylediler dünya üstüne
Aldatıldık aldatıldık dünya böyle değil 

Ufalana ufalana kaç kuşak

Eridik bu yollarda 
Kimimiz yerle yeksan 
Kimimiz zorla ayakta....


Taksim-Kadıköy dolmuşu geldi,attım kendimi. TRT'de çalıştığım yıllarda hava kararmışken köprüden geçer mavinin tonlarının İstanbul'u kucak kucak sarmalamasını seyrederdim doymaksızın. Şimdi lacivertin en duru tonları ışıklarla birleşirken, deniz ise asil maviliğini lacivertin bir ton daha koyusu ile bezerken izledim İstanbul'u. Gözlerim şehrin parlak ışıklarından kaçıp ufkun karanlık ama özgür ve davetkar çizgisine takıldı. "Sen beni sevmedin ,ben de seni İstanbul" dedim dudaklarımı kımıldatmadan usul usul.


Tıpkı on yıllar öncesindeki gibi yarınların ne getireceğini bilmeden ,daha az tedirgin daha çok umutlu geçerken o köprüden kitabımı açtım ve okumaya başladım. Mazinin yumuşak ezgileri, yarının bilinmezliği...hepsi  Balzac'ın "Kuzin Betty" sinin satırlarının arasında gerçekliğini yitirerek eridi gitti.