Dün , zaman zaman görüşebildiğimiz ama görüştüğümüzde mutlu olduğumuz ama ikimizin de birbirinden yoğun iş programı olduğu için plan yapamadan anlık fırsatları değerlendirip farklı şehirlerde olmamıza rağmen bir araya gelebilmeyi muhteşem şekilde başardığımız eski bir dostum aradı.
Dost dediysem, elimde büyüdü 😋 Aynı yerde çalıştık, bekardı o zamanlar. Şimdi iki çocuk babası.
Aradı "yerinizde misiniz" dedi
"Aha? İstanbul'da mısınız" dedim.
"Üsküdar'dayım" dedi . Sesinde gülümsediğini duyuyordum.
"Bugün Çiçekçi pazarı var oraya gidiyordum çıktım işten. Nevmekan Selimiye'de buluşalım" dedim.
Evde yemek pişirmenin manası yok. Modern kölelere dönüştük. Uyumaya geliyor, uyanınca kalkıp yine işe gidiyoruz. Hafta sonları da çalışınca... tadı kaçtı bunun.
Selin kalkıp işe gittiğinde müezzin Nasa'ya eşdeğer bütçeye sahip diyanetin ısrarla tamir etmediği bozuk hoparlörden "Allahuekber" diye haykırmaya uğraşıyordu yoğun cızırtıların arasında kaybolmuş sesiyle. Çoğu zaman yıllardır beş kere duyduğunuz şeyin kulak alışkanlığı ile aradaki boşlukları dolduruyorsunuz. Öyle berbat bir cazırtı. Neyse ki etrafımızda 856 camii daha var da onların her nedense avaz avaz bağırarak okudukları ezanın sesleri arasında bunun cazırtısı duyulmaz oluyor bir süre sonra.
Bir kaç kere yazdım diyanete. Etraf Karacaahmet mezarlığı. Önünüzde hoparlör var. Etrafta 7 camii var. Hepiniz birden sesi sonuna kadar açıp mikrofona avaz avaz bağırarak ölüleri mi kaldıracaksınız nedir bu? Camı kapıyı kapatıyorsun ...yok. Evin içinde kendi iç sesimizi bile duyamaz olduk.
Neeeyyysse!
Ben pazara gittim 3-5 bişi aldım. Ona da "kolot" alayım dedim. Bizim pazarda bir peynirci var. İmansızı bulunmuyor ama kolotu gayet iyi. Bi kuymak yapıyosunuz arşa kadar uzuyor filan. Bu saatte kalmamış olabilir ama kaldıysa hem bana alayım hem ona, o da çocuklarına yedirir, tarif ederim yapılışını diye kendi kendime yazıp kura kura geldim peynirci arabasının önüne. "Kolot kaldı mı" dedim. Adam baktı "Yok" dedi.
Klasik usüldür ve beni hep güldürür. Bilerek "hiç mi yok" dedim😂 O da ciddi bir şekilde karşılık verdi. "Hiç yok."
Üzülerek baktım tezgahına ve sevinçle arkada bir çeyrek kalıp kolot gördüm. "E şurda var ya azcık..onu verseniz ya bana?" dedim. Baktı.
-"Abla" dedi. "Bi ufacık kız var. Annesiyle geliyor. Kuymak peyniri istiyor. Kalmadı diyince çok ağlıyor. Biz her hafta ona ayırıyoruz bunu. Gelip alırsa ne ala. Gelmezse de o güzel canı sağ olsun."Gözlerim foşşş diye doluverdi.
-Ne tatlısınız. Allah razı olsun...dedim.
Gülümsedi. Samimiyetle gülümsedi. "Hepimizden abla" dedi.
Nevmekan'a gittim, birazdan o da geldi. Birbirimizi gördük , becerdik yine buluştuk diye çocuklar kadar şendik açıkçası. O "ben yemeyeceğim , bir şeyler içerim" diyince patates kızartmalarına kendimi boğma hayallerim suya düştü. Sanki haftalardır görüşmemiş olan biz değiliz de az evvel yarım bıraktığımız lafı tamamlıyor gibi hararetle başladık konuşmaya. Sonra saate baktım, Selin'i aradım " Gelsene Ö. Abi'nle oturuyoruz Nevmekanda" dedim. O da çok sever Ö. Bey'i. Muhabbetin dibine vurduk akşamın 9'una kadar.O esnada pazarda olanı anlattım. Selin "anne kocaman adama ne tatlısınız mı dedin sahiden" diyerek kahkahayı bastı. O , öyle söyleyince ben de fark ettim durumun tuhaflığını ama akışta öyle sıcak öyle dostane idi ki sözler, tuhaf gelmemişti doğrusu.Sonra, normal şartlar altında insanlarımızın çoğunluğunun ne asil yüreğe sahip olduğunu ve bu berbat 25 yılın bile içimizdeki iyiliği öldürememesinin de bir zafer olduğunu konuştuk. Onlar sohbete devam ederken şöyle bir baktım da...ikisini de ben büyüttüm resmen yahu.Hüzün...