Cahit Sıtkı Tarancı sembolizm ve romantizm etkisiyle şiirlerini oluşturan ve bu nedenle şiirlerinde günlük aşklar, mutluluklar, insanların gündelik tasaları, yaşama sevinci gibi konuları işleyen bir harika şair.
4 Ekim 1910, Diyarbakır -'da doğan Tarancı 12 Ekim 1956, Viyana'da hayatını kaybetmiş.Şairliğinin yanısıra çevirmen olarak da kabul gören bir isim.Diyarbakır'ın bilindik Pirinççizade ailesinden olan Tarancı ilk tahsilini Diyarbakır'da tamamladıktan sonra İstanbul'a giderek Kadıköy'deki Fransız Saint-Joseph ile Galatasaray liselerinde orta öğrenim görmüş. 1944 yılından başlayarak Ankara'da Anadolu Ajansı, Toprak Mahsulleri Ofisi ve Çalışma Bakanlığında çevirmen olarak çalışmış.
Ziya Osman Saba'ya göre Cahit Sıtkı, "kendisinden yaş yaş küçük kızların peşinde" ymiş. Saba, şairin kendini "hiçbir kızın beğenmeyeceği kadar çirkin" gördüğünü ve tecrübeli olduklarından dolayı yetişkin kızların kendisini beğenmeyeceklerini ve bundan ötürü "küçük yaştaki toy kızları elde edebileceğini" belirtmiş.
Gelelim şiirin öyküsüne:
Yıl 1941... Cahit Sıtkı Edremit Burhaniye’de yedek subay olarak göreve başlamış. O dönem yedek subay çok fazla olmadığından her birine bir emir subayı veriliyormuş. Cahit Sıtkı'nın gönlü, şööööyle bir göz gezdirip beğendiğini emir eri almaya razı gelmemiş. Künye defterini istemiş ve isimlere göz atmaya başlamış.
Vaktiyle, bilmem ne memlekette hüküm süren bir padişahın oğlu, ancak rüyada gördüğü servi boylu, sırma saçlı, mavi gözlü, son derece dilber bir kıza âşık olur ve sevgilisini bulmak ümidiyle yollara düşer. Bütün aşk masallarında olduğu gibi başına bir sürü felaketler gelecektir, pek tabii değil mi? Aşk demek imtihan demektir. Ancak serden geçip yardan geçmeyen muradına nail olur. Bereket versin, daha ilk adımı bizim sevdalı şehzadeye uğurlu gelir. Bir kuyunun yanından geçerken, takatten düşmüş, ak saçlı bir ninenin kuyudan su çekmeye uğraştığını görünce dayanamaz, koşar, ninenin suyunu çeker. Buna son derece memnun kalan kadıncağız, şehzadenin sırtını okşar ve saçından kopardığı iki teli ona vererek der ki: Oğlum, başın darda kaldığı zaman bu iki kılı birbirine çakarsın; bir dudağı yerde, bir dudağı gökte bir Arap çıkar karşına! Korkmayasın. Adı Abbas’tır. Karnın mı acıkmış; Abbas, demen kafi. Derhal sana mükellef bir sofra kurar. Yırtıcı hayvanlar arasında mı kaldın? Abbas’tan başka kimse kurtaramaz seni. Uykusuz gecelerde yârin hicranı ile mi yanıyorsun? Abbas ne güne duruyor? Sevgilini ne kadar uzakta olursa olsun, alıp getirir seni şad eder. Bu iki kılı iyi muhafaza et oğlum. Onlar sayesinde selamete çıkacaksın.”
Abbas'ı çağırtmış yanına.
Aslında sakat eli yüzünden çürüğe ayrılmış bir askerdir Abbas. Aralarında söyle bir konuşma geçmiş:
Yıllar sonra, bir gün birlikte Paris’te dolaşırlarken Cahit Sıtkı bizzat Vedat Günyol’a itiraf etmiş kız kardeşini sevdiğini ama söyleyemediğini. Vedat Günyol o gün çok hayıflanmış; “Ah Cahit, keşke o zaman söyleseydin, seni kız kardeşimle evlendirmeye çalışırdım…” demiş.
abbas hikayesi güzelmiş. günyolun kardeşini sevdiğini söleseymiş sahiden de :) sonradan birine aşık olmuş mu evlenmiş mi acaba :) hüseyin rahmi evlenmemiş hiç de :)
YanıtlaSilkelimenin aslı "servi" imiş, çok şaşırdım bilmiyordum. teşekkürler :)
YanıtlaSilBöyle hatıraları okumayı seviyorum....Tam da dost meclisinde sohbet konuları..
YanıtlaSilçok sevdiğim şairlerden biridir, sayende hikayesini okudum, teşekkür ederim:) sevgiler..
YanıtlaSilÇok güzel bir hikayeydi herkesin hayatına bir abbas gerek :)
YanıtlaSil