Cahit Sıtkı Tarancı sembolizm ve romantizm etkisiyle şiirlerini oluşturan ve bu nedenle şiirlerinde günlük aşklar, mutluluklar, insanların gündelik tasaları, yaşama sevinci gibi konuları işleyen bir harika şair.
4 Ekim 1910, Diyarbakır -'da doğan Tarancı 12 Ekim 1956, Viyana'da hayatını kaybetmiş.Şairliğinin yanısıra çevirmen olarak da kabul gören bir isim.Diyarbakır'ın bilindik Pirinççizade ailesinden olan Tarancı ilk tahsilini Diyarbakır'da tamamladıktan sonra İstanbul'a giderek Kadıköy'deki Fransız Saint-Joseph ile Galatasaray liselerinde orta öğrenim görmüş. 1944 yılından başlayarak Ankara'da Anadolu Ajansı, Toprak Mahsulleri Ofisi ve Çalışma Bakanlığında çevirmen olarak çalışmış.
Ziya Osman Saba'ya göre Cahit Sıtkı, "kendisinden yaş yaş küçük kızların peşinde" ymiş. Saba, şairin kendini "hiçbir kızın beğenmeyeceği kadar çirkin" gördüğünü ve tecrübeli olduklarından dolayı yetişkin kızların kendisini beğenmeyeceklerini ve bundan ötürü "küçük yaştaki toy kızları elde edebileceğini" belirtmiş.
Gelelim şiirin öyküsüne:
Cahit Sıtkı 1940’lı yıllarda Beşiktaş’ta Abbas yokuşunda oturan en yakın arkadaşlarından Vedat Günyol’un evine her akşamüstü uğrarmış. Bazen Vedat Günyol evde olmazmış.
Genelde de kapıyı Vedat Günyol’un kız kardeşi açarmış.
Vedat Günyol’un evde olduğu zamanlar kapıda ayaküstü sohbet ederlermiş. Ne kadar davet edilse de utandığından olacak eve girmezmiş o...arkadaşının kız kardeşine sırılsıklam aşık olmuş. Ancak ne arkadaşına ne kıza açılamamış.
Yıl 1941... Cahit Sıtkı Edremit Burhaniye’de yedek subay olarak göreve başlamış. O dönem yedek subay çok fazla olmadığından her birine bir emir subayı veriliyormuş. Cahit Sıtkı'nın gönlü, şööööyle bir göz gezdirip beğendiğini emir eri almaya razı gelmemiş. Künye defterini istemiş ve isimlere göz atmaya başlamış.
Şu Anadolu’muz ne zengin memleket yarabbi! Pötürgeli Hasanlar, Aksekili Ömerler, Akçaabatlı Hakkılar, Malatyalı Osmanlar, Erzincanlı Mehmetler, neler de neler! Kim bilir, bu Anadolu uşaklarının her birinde ne cevherler var..erken defterde Abbas oğlu Abbas'ı görünce aklına küçüklüğünde babaannesinden dinlediği masal geliyor.
Masal şu :
Vaktiyle, bilmem ne memlekette hüküm süren bir padişahın oğlu, ancak rüyada gördüğü servi boylu, sırma saçlı, mavi gözlü, son derece dilber bir kıza âşık olur ve sevgilisini bulmak ümidiyle yollara düşer. Bütün aşk masallarında olduğu gibi başına bir sürü felaketler gelecektir, pek tabii değil mi? Aşk demek imtihan demektir. Ancak serden geçip yardan geçmeyen muradına nail olur. Bereket versin, daha ilk adımı bizim sevdalı şehzadeye uğurlu gelir. Bir kuyunun yanından geçerken, takatten düşmüş, ak saçlı bir ninenin kuyudan su çekmeye uğraştığını görünce dayanamaz, koşar, ninenin suyunu çeker. Buna son derece memnun kalan kadıncağız, şehzadenin sırtını okşar ve saçından kopardığı iki teli ona vererek der ki: Oğlum, başın darda kaldığı zaman bu iki kılı birbirine çakarsın; bir dudağı yerde, bir dudağı gökte bir Arap çıkar karşına! Korkmayasın. Adı Abbas’tır. Karnın mı acıkmış; Abbas, demen kafi. Derhal sana mükellef bir sofra kurar. Yırtıcı hayvanlar arasında mı kaldın? Abbas’tan başka kimse kurtaramaz seni. Uykusuz gecelerde yârin hicranı ile mi yanıyorsun? Abbas ne güne duruyor? Sevgilini ne kadar uzakta olursa olsun, alıp getirir seni şad eder. Bu iki kılı iyi muhafaza et oğlum. Onlar sayesinde selamete çıkacaksın.”
Abbas'ı çağırtmış yanına.
Aslında sakat eli yüzünden çürüğe ayrılmış bir askerdir Abbas. Aralarında söyle bir konuşma geçmiş:
-Nerelisin?
-Memleket Mardin, kaza Midyat komutan.
-Sen benim emir erim olur musun?
-Sen bilir komutan!
Askere eşyalarını toplamasını ve kendi evinin altındaki boş yere taşınmasını söyleyen şair, zamanla Midyatlı bu askerin zekiliği ve sıcaklığından etkilenmiş. Abbas her sabah erkenden kalmış Cahit Sıtkı’nın tüm ihtiyaçlarını ondan herhangi bir istek gelmeden düşünüp yerine getirmiş.Ne vakit Abbas diye çağrılsa koşarak yanına gelir ne istiyorsa eksiksiz yaparmış. Öyle ki diğer komutanlar Abbas’ı imrendiklerini sık sık dile getirir olmuşlar.Zamanla aralarında komutan-asker ilişkisinden daha güçlü bir dostluk bağı oluşmuş Cahit Sıtkı’yla Abbas’ın. Bu saf ve temiz Anadolu çocuğundaki sadakat ve temiz yürekten çok etkilenen Cahit Sıtkı zaman zaman karşısına alıp dertleşmiş onunla ve bu Anadolu çocuğunun ruhundaki gizli şeyleri keşfetmiş.Bir yaz akşamı eve yorgun argın gelmiş ve o yorgunlukla bir rakı masası kurmak istemiş.Abbas'ı çağırmış :
Sen İstanbul’u bilir misin Abbas?
-Bilir komutan.
-Orada bir Beşiktaş var bilir misin?
-Bilir komutan! Ben orada acemi birlikteydim.
-Orada benim bir sevgilim var. Sen bana kaçırıp onu getirir misin?
-Elbet komutan!
Sabah olunca, Cahit Sıtkı bakmış ki Abbas yeni asker kıyafetlerini giymiş, tıraş olmuş:
- Hayırdır Abbas, neden böyle hazırlık yaptın?
- Ben İstanbul’a gidecek komutan.
- Ne yapacaksın İstanbul’da?
- Sen söyledi. Ben gidecek sana sevgiliyi getirecek!
– Sen beni sevgili getirecek?
– Helbet getirecek komtanım!
Akşam olunca ağaç altında rakı sofrası kurdurmuş ve Abbas ‘ı karşısına oturtmuş. Birlikte yemiş içmişler ve o diziler dökülmüş kaleminden…
Haydi Abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katıp tozu dumana.
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan…
Yıllar sonra, bir gün birlikte Paris’te dolaşırlarken Cahit Sıtkı bizzat Vedat Günyol’a itiraf etmiş kız kardeşini sevdiğini ama söyleyemediğini. Vedat Günyol o gün çok hayıflanmış; “Ah Cahit, keşke o zaman söyleseydin, seni kız kardeşimle evlendirmeye çalışırdım…” demiş.
Öğrendiğimizde annem ben Selin ve Nehir sağanak yağışlı bir günde Gemlik otogarına gitmeye uğraşıyorduk Eskişehir arabasına yetişmek üzere ve sağ tarafı denize dik yamaçlı kaygan yoldan giderken Nehir'in "anne ben Hacettepe kazanmışım" demesi ile sakin yağmur sesi başka anlam kazanmıştı ama ben ona inanmayıp sabahın köründe üniversite sınav sonuçları mı açıklanır demiştim ki tam da bu neden le Seiln donakalmış kardeşinin elinden telefonu alıp "anne gerçekten Hacettepe'yi kazanmış Nehir" deyiverdi.
Sonrası az sadaka çok bela savar niteliğinde bir sahneydi.
Annem sevincinden öyle bir çığlık attı ki garibim taksi şoförü araca takla attırmakla uçurumdan aşağı yuvarlamak arasında çelişkiye düştü. Annem bir karıştır ama komançilerde yoktur ondaki ciğer çığlık attı mı zıplatır hani. Taksiden indiğimizde hala boş bakıyordu şoförün gözleri...neyyyse
Sonra şapkadan tavşan çıkartan kızımı bağrıma bastım. Bir kaç gün o da ben de ablası da dershanesi de babası da..hani anneannesi hariç cümle alem de inanamadık sonuca.
Selin tam bir akademik dehadır. Onunla ilgili bişi takip etmek gerekmez. Bankodur. Daima birincidir, ödevlerini geciktirmez her konuda yeterlidir,inanılmaz sosyal dengesi mükemmeldir filan hani çocuk Allah'ın bir lütfu...daha azı ile tanımlayamam onu ..haksızlık olur.
Nehir masaldaki ağustos böceğidir. Matematik ile bağı 62'den tavşan çizmekten ibaret.Dikkat dağınıklığı o radde ki çoğu zaman ilacı da unutur.Ama kalbi..ahhh atlas okyanusundan daha geniş ve zengin . Kedilere keman çalar,evde salyangoz besler..diğerlerini saymayayım. Her canlıyı sever. 3 kuruş harçlik biriktirse bizden gizli Darüşafaka'ya yatırır (iyilik gizli olmalı düsturu).
İkisi de ayrı dallarda o kadar mükemmel o kadar kusursuz o kadar özel ve o kadar güzeller ki ben bunu hak edecek ne yapmış olabilirim diye düşünür dururum yıllardır.
İkisi de sağlam Atatürkçüdür..
Dershane dedi ki mezuna kalmasa iyi olur. Hani beklenti.."severiz biz Nehir'i " boyutunda. Meslek seçimi testi yapıldı. Karate Kid ile Aşk ve Gurur arasında geniş bir skala. Alaka yok yani yaklaşık bağdaşık hiç bişi yok.
Deneme sınavlarında herkes kaç netin var diyor , Nehir eksilerde.
Sınavdan çıktılar. Kaç netin var diye konuşuyor herkes. Nehir hatırlamıyor ki ne yaptığını. Panik içinde eteğini beline dolamış elinden geleni yapmış kuzum.Kurban olurum onun minnacık yüzündeki endişe çizgilerine.. Hatta anlatmıştım size şu yazımda bunu (tık)
Neyyse..sonuç gelince işte öyle annem çığlığı bastı, takla atmaktan son anda kurtardık yani.
Sonra Nehir değişti. Mükemmel yönde değişti. Mutluluk kadar insana yakışan ve tedavi özelliği olan duygu var mı acaba? Sürpriz yumurta, ışık saçan bir genç kıza dönüştü.
Ablası ile aynı öğrenci evinde kalması ise bu işin kusursuzluğuna Zümrüdü Anka tüyü dikti.
Hazırlıklar, evraklar yolculuklar gitmeler gelmeler...bugün itibarı ile Özer ve ben yemekleri 2 kişilik pişirmeye alışacağız. Herkesin hayatı kendi yoluna girdi ve ben daha mutlu bir ayrılık senaryosu hayal edemiyorum (ederim ama sonra..Nasa'da işe başlasınlar filan mesela çocuklarım).
Haaa bi de: insanlar ne acaip var ya. Nehir Hacettepe kazanınca "sen bilerek kızı kötü anlattın nazar etmeyelim" diyenler oldu. Vallahi dediler...
Ekim hiç bu kadar güzel gelmemişti. Şimdi işteyim.Sonra kalkacağım ve hiçbişiyapmakzorundadeğilimvallabillainanılmazamagerçek ülkesinin sakin sularında kendimi bir bardak çay, kitabım ve yağmur sesinin kucağına bırakacağım.
Ağaç Ev Sohbetleri hep ilgimi çekti ve keyifle okudum, dur buna ben de yazayım dedim ama bir türlü topa girmek mümkün olmadı. Ama azmettim bu konuya yazacağım😅😅
"Eğer bir masal karakteri olsanız nasıl biri olurdunuz? Görünüşünüz, kıyafetiniz, özel yeteneğiniz, yaşadığınız yer nasıl olurdu?"
Şimdilerde hayli önemli ticari yere sahip bir web sitesi, 20 yıl önce bana düzenli köşe yazısı yazmam için teklifte bulunmuştu. "Kibritçi Kız" adıyla yazmamı önermişlerdi. Benim için son derece heyecan verici bu gelişmeyi eşimle paylaştığımda "adamlara ne yaptın da kahramanı ölen tek masal kahramanını layık gördüler sana" diye bastı kahkahayı. Ben de bu komik soruyu site sahibine sordum. O, çok güldü ve "insanların en karanlık anlarında umut ışığı yakan bir yanınız var sizin, karanlığa izin vermiyorsunuz. Ben bu açıdan düşünmüştüm ama eşiniz de haklı. Peki siz hangi masal kahramanı olmak isterdiniz" diye sordu.
Cevap veremeyişim kırgınlığımdan değildi, soru bana zor gelmişti.
Yıllar sonra bu soru bir kez daha karşıma çıktı sayenizde.
Bilinen masal kahramanlarından hiç birine aklım yatmadı. Masallar korkunç aslında, ya birilerinin karnı deşilip taş doldurulup dikiliyor, ya zehirli elmalar ısırılıyor filan. Mutlu sonlarda ise prens masal kahramanını alıyor evleniyor. Ten uyumu var mı, huylar uyacak mı,anası ister mi..yok. Ayakları ayakkabıya girdi hadi nikaha. Ay yok geriyor beni bunlar.
Bir roman okumuştum; tüm cinayetler masallardan esinlenerek planlanıyordu. Aslında o kadar şahane diiil masallar yani
Kendi masalımın kahramanı olmak isterdim sanırım şu halde. Twilight'taki tanımlanan vampir karakteri buna pek uygun. Ölüm -yaralanma-hastalık korkusu olmadan , iklimlere aldırmadan,hiç yorulmadan bütün dünyayı adım adım gezebilmek. Tüm enstrümanları iyi çalmayı öğrenmek için sınırsız zaman.Kah suyun altında kah ağacın tepesinde her mevsimi, her rengi,her kokuyu acele etmeksizin benim sevebileceğim şey. Bütün dilleri öğrenip bütün kitapları okuyacak kadar zaman demek sonsuzluk.
Sevdiğini sonsuza kadar kollarının arasında tutabilmek, Bora Bora adalarından Hindistan'a yürümek ve bunu asla dert etmemek...dilediğince yemek ama kilo almamak hehehe bu da güzel olurdu.
Aynı zamanda süper hüper güçlerim olduğu için kocaman kötülüklere de dur diyebilirdim. Tarihteki kötü adamları memnuniyetle hüpletip,insanların hayatının ve tarihin kirlenmesine engel olurdum. Bu, pek hoşuma giderdi.
Farklı ama neden farklı olduğunu bilemeyen bir genç hanım bir ayağı başka kıtada öteki ayağı başka kıtada bir masal şehrine göç etmiş gelmiş. Aşkı da yaşamışa ayrılığı da, iyiyi de görmüş kötüyü de. Kendisine ait olanı kaftanı için kah örtüsünü kah ruhunu değiştirip durmuş.E tabii büyümüş de o arada.
Derken evlenmiş.
Derken anne olmuş.
Ne yapacağı artık daha belirginmiş onun için çünkü ne yapamayacağı diye bir kategori oluşmuş. Annelik, insanın intihar etme özgürlüğü bile olmadığı bir mutlu hapishaneymiş aslında. Daha da güzeli için özgürlüğü feda etmekmiş kısmen de olsa.
İş hayatı da buna göre şekillenmiş. Çalışma saatleri düzenli, insanlara iyilik etmek üzere düzeni kurulu, herkes ona yabancı bir diyarda eteğini beline toplayıp canla başla var olmaya ,ruhuna en yeni mintanı oluşturmaya başlamış.
Bu, onun anne olmaktan sonraki en büyük mutluluğu olmuş.Oraya ait günler,anılarında hepmai kalmış.Aklı ve yüreği senkronize çalışan hızlı ve güçlü ekibin bir parçası olmak onu doyurmuş. Aldıkça vermiş,verdikçe almış.Bir damla iken başladığı seyahati ummana dönmüş. Farklılığı nedeniyle dahil olamadığı sosyal yaşam,bulamadığı dostluklar,edemediği sohbetler..insan yahu insan..hepsi oradaymış. O kadar mutluymuş ki yıllık izne dahi ayrılsa dönüp işe gidiyor ve her şeyin daha da iyiolması için çabalayıp duruyormuş.
Sonra kara bulutlar birikmeye başlamış ülkenin üzerindeki gibi İddiaları aydınlatmak da olsa adım attıkları her yeri karartıyorlarmış.Bu şapşal genç hanım ve arkadaşları mücadele etmişler. Çok zeki ve çok başarılıymışlar, var olmayı sürdürmeleri-onca yılın emeğine ve kurdukları kusursuz sisteme sahip çıkmaları olasıymış ama içlerinden biri ihanet etmiş onlara. Kara bulutların getirdiği kara prense bilgileri vermiş..sistemi açmış ve bu hem kurdukları o muhteşem sistemin,hem ekiplerinin,hem kendilerinin sonu olmuş.
Masalın sonrası hazin.
Genç hanım , güzel insanların katıldığı beklenmedik bir Gezi'ye dahil olmuş. Bu , onun felaketini hızlandırsa da hep mutlu ve gururlu andığı zamanlarmış. Sen dizimizin dibinde oturmadın da Gezi'lere mi katıldın diyerek önce rüzgarın önünde yaprak gibi savurmuş onu kara prens ve avanesi. Sonra elinde ne varsa almışlar. Önceleri dibi yok sanmış atıldığı kuyunun..düşmüş düşmüş düşmüş..savrularak haykırarak düşmüş. ..ama kuyunun dibi varmış.
Her kötü şeyin sonu vardır.
Onlardan ayrılan arkadaşları ise terfi üstüne terfi ile çıkmış çıkmış çıkmış ..dağların zirvesinin de sonu vardır.
Döngü.
Yıllar içinde birbirlerini bulup ,canlarını acıtan mutlu anıları anmamaya çalışarak görüşmeye devam etmiş kalan dostlar. Artık her biri can yangısı cebinde mecburen başlatıldıkları yeni hayatların içinde var ve mutlu olmaya çalışıyorlarmış. Gülmeye, yardımlaşmaya devam etmişler. Hüzünlü tebessümleri zamanla kahkahaya çevirmeyi bile başarmışlar. Ama can yangılarının acısı kırmızı imiş ve rengi hiç solmamış.
Bir gün...bugün...kendilerinden ayrılıp öteki ekibe kapıyı açanın veda ettiğini duymuşlar.Hayallerine,hayal kırıklıklarına, dostlarına, düşmanlarına, evlatlarına, geçmişine ve geleceğine...
Onların hepsi iyi insanlarmış. Haklarını helal edip eski arkadaşlarının yasını tutmuşlar.
İki küçük çocuktular korktuklarında elele tutuşup kırılgan duygularını saklamaya çalışan.
Birinin gülüşü masumiyet çağlayanı ..gür,tertemiz,aydınlık.
Diğerininki mahzun ama kocaman,çekingen.
Aydınlıkla karanlığın savaşı bu. Yitirilenlere aldırmayış,nefsin körlüğü, suçlamanın kolaylığı. Dinleyip anlama zamanı şimdi.
Tembellikten kaçınma zamanı şimdi.
Biri , çağlayan gülüşlü olan bir tokat attı mahzun olana. Bir minik goncagül'e atfedilmiş kibir ve güç savaşı ile başladı karanlığın aydınlıkla savaşı.
Mahzun gülüşlü daha da mahzunlaştı ama köprüleri atmadı. Affetti zamana birikmiş sevgiye sığınıp. "Korkuyor mu acaba" dedi saldırganlığa anlam veremeyip, tuttu diğerinin elini yine de.
Balzac bir romanında "kötüye merhamet ve anlayış iyiye zulümdür. Cesaretlendirir,beslersiniz kötülüğü" der. Bu masalda da olagelen böyle seyretmiş.
Gülüşü çağlayan gittikçe daha kötü daha kırıcı olmuş. Çünkü etrafındaki herkes her koşulda onu affetmiş. Öfkesi bitmez bir çöl gibi kasıp kavurur olmuş ortalığı. Herkesin umudu, küçücükken etrafı aydınlatan iyi kalbindeki son bir kırıntı kaldıysa onu yok etmemek ve güzel günlere dönebilmekmiş. Onu anlamaya çalışıp affetmeye devam etmişler.
Sonra gülüşü özlenen olmuş adı çağlayan gülüşlünün. Korktuğu için korkutan, korkutunca da korkusunu unutan zalimin teki olmuş.Yoldaşı kulağına hep sevdikleri ile ilgili nifak cümleleri fısıldaya fısıldaya onu kör etmiş.Aklısıra kazandığı zafermiş ama yoldaşı aslında neyi kaybettiğini göremeyecek kadar beyinsizmiş. Zalimliği ile goncagül'ünün dikenini sivriltmiş. Bir gün o dikenin eline değil kalbine batacağını bilmez gibi düz yolları yokuş edip , önüne geleni pervasızca kırmayı iş edinmiş.
Kocaman çekingen gülüşlü ise karanlığı beslememek için susup geri çekilmenin hoş bir tevazu olduğunu ama yetersiz ve bazen hatalı olduğunu anlamış. Kılıcı çekmek yerine kalkanı güçlendirmiş..ve aydınlıkla karanlığın savaşı şiddetlenerek devam etmiş.
Masalın sonunu yazmak isterdim ama masal halen devam ediyor. ...çok şükür henüz bir sonu yok.
Ama iyiler her zaman kazanır...
Bir kitap okuyorum, "arif"in teki tarafından hediye edilmiş bir alem kitap.
Savaşçılar savaşa başlıyor. İyiler de kazanıyor kötüler de.
Sonra kötülüğün savaşçılarından "nifak "ortaya çıkıyor. İyileri darmaduman ediyor. 2 gün 3 gün iyilerden kimse onnu yenemezken iyilerin başı alana "muhabbet"i sürüyor.
Muhabbet(sevgi), nifakı yerle bir ediyor.
Kötüler bakıyor ki muhabbet her savaşı kazanır oldu, karşısına Gazap (öfke) çıkartılıyor Muhabbet'in. Muhabbet ne yapsa olmuyor ve 3. gün sonunda Gazap karşısında yenik düşüyor.
Gazap, iyilerin "Gazap'ı ancak o yener" deyişleri ile sahaya sürülen Hikmet yani insanın bilgide ve ahlakta ulaştığı kemal ile savaşıyor. Hikmet bu savaşın galibi oluyor.
Kötüler savaştan vaz geçer mi? Üstüste galibiyetler alan Hikmet'in üzerine en kuvvetli savaşçılarını yolluyorlar. Nefs. Nefs Hikmet'i yenip köle ediyor. Kötülüğün kaçınılmaz galibiyeti ilan edilecekken Aşk(ilahi sevgi)ortaya geliyor ve hepsine hükmediyor.
Selin'e " artık 18 oldun gel beraber gidelim" dediğimde huysuz ve onaylamaz bir bakış attı bana.
Evden çıkarken de "çok eğlenme" diye annesinin muzurluğuna atıfta bulunan bir seslenişle yolcu etti.
Öncekilerden deneyim edindim, arkalara yakın oturmak şöyle dursun neredeyse en öncen yer satın aldım.
Filmin açılış sahnesi hayalleri süsleyen bir düğündendi. Muazzam bir gelinlik, güllerden oluşan estetik anlamda neredeyse kusursuz bir duvar ve zengin -seksi-yakışıklı-genç bir koca.Birbirine aşık bir çift, nezih bir topluluk filan.
Kitap güzel sadeleştirilmiş ve bu sefer "50 ton" kısmına "daha sık- daha hızlı" yer verilmiş. Ana filmde , ilk filmdeki çekingenliğini hayli atmış..hatta coşmuş gidiyor bile diyebiliriz.
Film, kitapla örtüşüyor , uyarlamayı bir hayli beğendim gerçekten. Kostümler, mekanlar, eşyalar ve bunlara ait vurgular sizi sizden alıyor. Mr Grey'in birlikte yaşamak için satıl aldığı ev hayalleri yoksul gösterecek kadar güzel bir gerçeğe ait. Filmde bir süre o evi ve gerçekten orada yaşamanın nasıl bir şey olacağını düşünüyor insan.
Anastasia'nın kocasına net şekilde sahip çıktığı ve tereddüde mahal vermeyen netlikle dişlerini gösterdiği sahne hoşuma gitti. Bizlerin ne kadar lafın arkasına sığınıp ikincil anlamlarla duygu ve düşüncelerimizi ifade ettiğimizi sorguladım. Net olmak lazım şu hayatta, örnek alacağım.
Mia'nın kaçırılması ve kötü adamın nasıl hastalıklı bir kötü adam olduğu sahneleri de kısa ama vurgulu.
Bütün masallar evlilikle ve aşıkların birleşmesi ile sonlanır. Ben hep sonrasını düşünürdüm. Ya bebek olunca?? Hani Türk atasözüdür "evlilikte kavga bebek olunca başlar" derler. Filmde buna da yer verilmiş ve bir bebeğin varlığı hayatı-kendinizi ve size ait insanları affetmek konusunda kocaman bir pencere açabilir sizlere kısmında kafamın içindeki sorularıma cevap veriyor aslında.
Filmin kimi müziklerini de hayli beğendim.Cebime indireceğim en az 1-2 müzik var oradan almam gereken.
Yine çığlık atan kızlar ve sinema salonunun en arkasında filmin bittiğini fark edemeyecek kadar kendinden geçen çiftler ile birlikte izledim filmi.
Aşkı hatırlamak ve bu kadar bunaltıcı ülke gündeminde her şeyin harika olduğu bir masalı izlemek bana iyi geldi.
Saatin azizliğine uğradı da sabah 05:50 sandığımız saatin 06:50 olduğunu çok geç fark etti Kıvırcık.
Yarım ağız ah'lanıp of'landık ama aslında acaip neşeliydik çünkü Kıvırcık, Zuzu ve ben manyak eğlenceli bir Pazartesi sabah kahvaltısı yapmış olduk.
Yaşasın kimine aksilik gelen ama görmesine bilene lütuf olan ayrıntıların zenginliği.
Sonra sokağa çıktığımızda tazecik gülüşleri ile caddeyi çınlatan çocuklarımın soğuktan kızarmış yanacıklarının güzelliğine baktım.
Dedim dondurabilsem şu anı dondurmaz mıydım?
Kalplerinde en birinci henüz ben iken.. en büyük dertleri sınav notları ve kaçmasını aslında hiç umursamadıkları otobüsleri iken...evlatlarım.
"Hadi mızıkdamayın, an benim için çok özel" dedim ve fotoğrafımızı çekmeleri için bir çok insna ricada bulundum.
Her biri yüzünü buruşturdu..hepsi bir şeye bir yere yetişme telaşındaydı.
Kimbilir onların kaçı feyste bugün efkarlı efkarlı yazmıştır ölen insanlıklar hakkında.
Kimbilir onların kaçı bilgiç bilgiç aforizmalar paylaşmıştır insan kalabilmek adına.
Kimbilir onlar sevdiklerine "aşkım" derken "aşkın" ne olduğuna en son kafa yoralı kaç yüzyıl olmuştur.
İstanbul'muş da masal şehriymiş de ah yaşanmalara doyulmazmış da...
Hay ben bu İstanbul'un 7 tepesinin 7 tepesini birden..diyecektim ki aklıma geldi.
Benden önce yaptılar zaten.
ÇAMLICA TEPESİ
ÇENGELKÖY SIRTLARI
Hoşgörümü gittikçe yitirdiğim yaşlardayım.
Vezneciler Kız Yurdunda kaldığım zamanlarda öğrendiğim küfürlerin ne çoğunu unuttuğumu ,onlar kalbimden hızla geçerken hayretle fark ettiğim günlerdeyim.