Deniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Deniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Kasım 2024 Salı

2064

 


Dün bir evrak yazarken yanlışlıkla 2024 yerine 2064 yazdım.

Sonra elimde olmadan sesli bir  şekilde "oha" dedim. Güldüm.

Sonra 2064'ü düşündüm.

Ben olacak mıyım o zamanda?

Yüksek ihtimal dahilinde.

Şöyle çırpı bacaklı neşeli bir ihtiyar olsam...Çocuklarım eşim ailem şen olsa...masal bu ya; kimse gitmemiş olsa.

Şu  tepemizdeki  3 harfli gitti  diye bi  keyif kahvesi daha içsem ( o zamana gider herhalde?)

Hala seviyor olabilsem ...

Gök hala mavi, deniz ondan da mavi olsa.

İsteyerek mi geldim bu dünyaya  bilmiyorum.

Ama istemeden gitmesem... ve hiç istemesem.





25 Eylül 2024 Çarşamba

Tarihi Saray Lokantası




 Kadıköy sahil tarafında bir Tarihi Saray Lokantası var.

Burger King'in sağındaki sokaktan giriyorsunuz..hemen orada.

Neredeyse 20 yıldır önünden geçerim ,  geçen senelerde merak edip girdim.

Tavanı yüksek,  minik şirin avizeleri olan, temiz, masaları ahşap ve kocaman olan ve daha fazla müşteri alalım diye  tıklım tıklım oturtmayan ferah bir  lokanta.

Ev yemekleri yapıyor, pide -döner-lahmacun vb de var.

Karadenizliler.

Lezzetli yemekleri. Temiz de.

Sevdim  orayı :-)  Sıkça gider oldum.


Ablam İstanbul'a geldiğinde bir sabah , gece henüz güne ışımışken "abla gel çorba içelim" dedim. Sabahın köründe olur muydu olmaz mıydı..girdik çorba içtik ama nasıl hoşumuza gitti  var ya. İçimiz ısındı, keyfimiz yerine geldi, neşelendik. Sohbet ettik. Sabahın taze çayından içtik. İkimiz de o sabah çorbasını unutamadık.

Şimdi ne zaman oraya gitsem sabah çorbasına, karşımdaki boş sandalyeyi de alarak bir fotoğraf çeker ve özlemimi aktarırım  ablama.


Hani denize girersiniz, her taraf yosundur , elinizle itersiniz açık denizin durgun mavisine kavuşmak  ve kendinizi  suya bırakmak için ya.

Ablamla benim tüm güzel anılarımız öyle. Planlı  bir şey yok. Ola ki  bir şehre geldiğimizde, sorumlulukları  elimizle nazikçe öteleyip  kendimize azıcık zaman yaratıp  palas pandaras bir minik  gezinti yapıyoruz. Kâh  sabah çorbası, kâh Gümüşsuyu'ndan Beşiktaş'a inerken  o an keşfedilmiş taze kahve ve kruvasan,  kâh kısacık bir vapur yolculuğunda çay-tost eşliğinde kıkır kıkır sohbetler.

Ve sonra onların yarattığı güzel anıların yıllarca solmayan renklerinin  neşesi...

Ve sonra yine zilyon sorumluk 😏

Neyyyse, bu sabah yine gittim çorba içmeye. Sonra garson yanıma geldi. Garsonları da bin yıldır orda çalışan efendi-eski usül garsonlardan. "Abla sen her geldiğinde kulağında kulaklık ne diniyosun" dedi. Yaşlıca tatlı bi amcabey aslında ama herkes abla ya..ben de ablayım tabii.  Şaşırdım, indirdim kulaklığımı. 


-Ne??  dedim.

-Abla sen her geldiğinde ne diniyosun merak ediyoz biz ..dedi gülerek.

Kulaklığı çıkardım. Müziği hoparlöre verdim. (tıklayınız ve müziği dinleyiniz.)

Durdu dinlediler 10 saniye kadar.

-Haaa ondan..dediler.

Bu sefer ben de güldüm.

-Ne o ondan olan ..dedim.

- Sen her zaman gülümsüyon, sabahları da öyle öğlen de gelsen kulağında kulaklık yine öyle. Bu dinlendiriyo  demek...dedi.

-Öyle sanırım dedim bu sefer kıkırdamamı bastıramayarak. Çok komik geldi bana  merakları  ve içtenlikle sormaları.Sabahın o saatinde kimse de yoktu.  Cebimi masanın üstüne bıraktırdılar. Onlar klasik müzik eşliğinde masaları silip  azalan pul biberleri doldurdular ben de çorbamı içtim.

Şimdi iş yine siyasete dönecek ama toplumun içine öyle edildi ki insanlar yüzü gülen birini görünce  hasretle koşuyor yanına.

Mutlu günler, mutlu yarınlar diliyorum gönlü aydın Cumhuriyet insanlarına.

11 Kasım 2023 Cumartesi

Yol



Üsküdar Selimiye'den  Kadıköy'e inen yol mucizelerle dolu.



Her gün yürürsünüz ve eğer bakmayı bilirseniz her gün yeni bir şey görmeyi başarırsınız..yeni ve güzel.


Bazen  artık tanıdık gelen bir ağacın yeni sürgüsü, bazen ne olduğunu anlayamadığınız bir "ağaç şeysi" ,


 Bazen ilk defa gördüğünüz kuşlar, bazen devamlı gördüğünüz kuşların yavruları..yani torunlar. 

Yağmurda oluşan çiy damlacıkları, üşüyüp kovuğa sığınan köpüşler, çete halinde dolanan  komik bıyıklı hadsiz kedişler. 

Kış Hanımelisi

Salyangozların bir diyeceği varmış gibi size uzandıklarını görür, kar tanelerinin  uzayıp giden yolda tüneller oluşturduklarını izler, yazın sıcağında ağaç boyunu  almış çalıların gölgesine sığınır, ilkbaharda ciğerinize dolan taze neşeli havayı teneffüs eder ve kış hanımelisi denilen Lonicera fragrantissima'nın akıldan çıkması olanaksız kokusuna bir kez daha soluyabilmek için eski  tarım meslek lisesinin bahçesinin önünden geçebilmek  amacıyla adımlarınızı hızlandırırsınız. 


Sabahın erkeninde iseniz lacivert denizin üstündeki ışıl ışıl şehirlerdir yüzen ve sizi büyüleyen...

O yol size aittir ama tartışmasız şekilde siz de o yola aitsinizdir.

Bir gün olur da yürürseniz o güzel yolda,  benim daimi dinleme listem de size eşlik etsin isterim:


https://open.spotify.com/playlist/1J3cmAj9PO9hVn7LAm3pLm?si=4d08cc61e8324228


O yol üzerinde, Haydarpaşa Numune Hastanesi'nin yanında , nerden bitiverdiğini anlayamadığım bir park beliriverdi birden. Şehir mimarcılığına hastayım..ne olanaklar var ki bir günde yerde yemyeşil çimenleri,  boylu boyunca ağaçları  olan peyzajlı  alanlar...Ömrümün üçte ikisini burada geçirdim ama İstanbul hala beni şaşırtmayı başarıyor.


Son  bir hafta on gündür oradaki bankta yatan yaşlı bir adam görür oldum. Bazen , az ilerideki haydarpaşa mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nden kaçıp sigara tüttüren (ve böylece beni kahreden) gençler orada olur ve o adamcağıza sigara-yiyecek verirlerdi. Başta evsiz ve orada konaklıyor sandım ama sonra onu her gün görür olunca, bir yere gidemediğini anladım. O kadar açıkta  konaklamak evsizlerin tercihi değildir çünkü. 



Her sabah ona bakıp elimden ne gelir çaresizliğini yaşadım. 


Geçen gün kadınlarla ilgili hayli sert söylemleri olan bir platformun sözcüsü ile konuştuk, işim  gereği  bir araya gelmemiz gerekti. Erkek var mı aranızda dedim "ne münasebet" dedi. Hayret ettim. Kadının sorununu çözmek için insan lazım..sorunun  nasıl iki tarafı varsa (kadın-erkek) çözümün de iki tarafı olmak zorunda. Sözcü hanım nefret ve öfke doluydu. Onlar kadınları dövüyor dedi. Tövbe bismillah..bu nasıl hasta bir bakış açısı? Sokakta kalan bir erkeği nereye yollarsınız dedim sakince. Hetledi hötledi cevap veremedi :  insan mevzubahis hanımefendi..hepsinin kendi çaresizlikleri var. Birlikte çözüm bulacağız. Sokakta kalan kadına bin yer el uzatır da erkek için tek yer yok ..dedm. Umursamadı ve bana da öfkelendi.

Bunu niye anlattım : sokakta kalan erkek için arayacağınız yer yok bu memlekette... inanılmaz.

Alışmış olmak istemiyorum dedim her gün kendime. Onun orada yatmasını, zavallılığını,çaresizliğini görüp  "aman elimden ne gelir" demek istemiyorum.

Demedim de... En azından her gün izin verdim  yüreğimin çaresiz merhametine.

Bir gün onu yerde yatarken gördüm. Kımıdamıyordu.


Ertesi gün o mel'un bankın etrafı  "polis olay yeri" şeritleri ile çevriliydi.

Öldürdük adamı el birliği ile. Mutsuz, yalnız, çaresiz.

Ama değil sevgisiz...her gün ona yiyecek ve sigara taşıyan o gençler...

Kötü hissediyorum.

Yolcu benim de yol ne tarafa..bilmiyorum.

13 Haziran 2021 Pazar

Müsilaj


Birlikte çalışırken dostluk kurmak daha zor , hayli ve hayli kuralcıyım ben. 

Birkaç tane istisnam oldu;onlar da canım ne ki ciğerimin ta içisi şeklinde kaldı hayatımda.

Birlikte çalışma sürecimiz sonlandıktan sonra bir araya gelmeye devam ettiğim iki güzel insan "F" ve "S" ile buluştuk geçenlerde. Hayata baktıkları yer nazik,kaliteli ve narin. Bana kalırsa ortak noktamız hemen hemen hiç yok. Ama onlarla olmayı çok seviyorum. Yaşadıkları ya da yaşattıkları her ne olursa olsun  "çok iyi ve çok kaliteli" iki insan onlar. Fotoğrafları , izin almadan paylaştığım için yüzlerini emoji ile kapattım. Bu nedenle sıcacık gülüşlerinden mahrum kaldınız. Belki başka zamana :-)

Kadıköy-Suadiye'de, her zaman özel mekanları  bilen "F"  önerisini dinleyip buluştuk. Hem mütevazı hem insanın  gönlünü  açan hem de güzel insanların gelip denize girdiği-güneşlendiği bir çay bahçesi orası. 

Önce mavi deniz parlak güneş modunda neşeyle başladı sohbet. Kahveler, çaylar,anılar, zeki insanlar geçmişe bağlı kalmaz :sohbet konusu bir de yarınlar!

Sonra birden denizin yüzeyi değişti. Gerçekten birden oluverdi. Müsilaj kaplayıverdi masmavi sahili.Elimiz yüreğimizde, ülkemin dünü -bugünü-yarını mahvedilmişken, toprağı-suyu-havası mahvedilmişken bir de denizinin yok edildiğini  ve bunun gerçek anlamda "hıyarlara" bağlı olduğunu ...

Bebeleri suya sokan anneler vardı.
Kimi aldırdı kimi aldırmadı.

Biz başka konulara dalmaya uğraştıksa da gözlerimizi denizden alamadık. Tüm sohbetler yarım kaldı.

Bunu bize bizden başka kim yapabilir?

Keşke aynı gemide olmayaydık "beyin yoksunu insan güruhu".

Keşke sizlerle aynı havayı filan da solumasaydık.

Tahammül edemiyorum.



30 Nisan 2021 Cuma

Cinayet Artık Herhangi Bir Şey

 



Öyle böyle değil çok güzeldi hava. Bahar yine yapmış yapacağını, çıkagelmiş gittiği uzak diyarlardan, maskemin minik zerrelerinden sızabildiğince bile beni baştan çıkartmayı başarmıştı. Yasaklar vardı, kapanma geliyordu, eve erzak almam lazımdı,şuraya uğramam şunu halletmem , buraya uğrayıp bunu teslim etmem gerekiyordu..filandı ve falandı...ama bahardı...ama çok çok bahardı  ve ben  kaç baharım daha var bilmeyendim. "Ölünce" değil "ölürsem" diyecek  kadar yaşamayı çok sevip ölümü reddedendim.

Kadıköy sahiline indim. Denize şöyle bir bakıp otobüse binecektim. Kulaklığımda ablam, bir yandan da çen çen gönlüme nüfus eden tatlı sesiyle  ablamı dinliyordum. Tepemde on değil yirmi değil belki yüzden fazla martı, deniz gerçek olamayacak kadar güzel,  mavinin onlarca tonu ile çevrelenmiş bir bendeniz..Sırtımı dönmüşüm otobüs duraklarına, yok farzetmişim mavi sonsuzluğun haricindeki girinti ve çıkıntıları. Sonra bir de bahar...

Deniz kenarında biraz..düşük ..hani hırpani görünümlü orta yaşlarda bir adamla bir kadın biralarını içiyor ve gittikçe daha samimi oluyordu.  Biraz ötelerinde iki genç kız ayaklarını denize sarkıtmış, tıpkı benim gibi maviden gayrısını  yok sayarak sohbet ediyorlardı. Kadıköy bildiğim Kadıköy,  insanlar  her zamanki akışın içerisindeki zerreciklerdi.

3-4 deli-kanlı ortada geziniyor ve sahilde oturanlara bakıp özellikle genç ve kız olanlara ya da kadın kısmısının bulaşılabilecek gibi görünenlerine "bişi sorabilir miyim"  cümlesi ile girizgah yapmaya çalışıyorlardı.

Sonra alkol alan ve gittikçe samimiyeti artıran adamla kadına bir şeyler söylediler sanırım.

Sonra adam ayağa fırladı. Gençlerle arasında bağırış çağırış ve şiddetli itip kakma başladı.

İstanbul refleksi..uzaklaştım.

Tam İstanbul sessizliğinde kumula (kumul için tık) dönüşecektim ki  adam şiddetin coşturduğu testosteron patlaması ile geri dönerek  ardından koşmakta olan kaadına bir tane patlattı. 

Az evvelki itiş-kakışa sessiz kalan insanlardan öfkeli haykırışlar yükseldi. Bu, adamı daha da öfkelendirdi ve tekme-tokat hatta yumrukları ardı ardına indirip kadını bir temiz dövmeye başladı.

Bir yandan olanı biteni naklen ablama aktarmakta olan ben, kumula dönüşmekten vazgeçip yakınlarına gittim. 

Tıpkı filmlerdeki gibi , kim olmadığını asla bilmediğim biri  "biri bu adamı durdursun..kadın dövüyor imdat" diye çığlık çığlığa haykırıyordu.

Tıpkı filmlerdeki gibi  tüm bu saçmalığın sonunda, kahraman ve yakışıklı bir erkek korkmuş olan bu çığlık çığlığa bağıran kişiyle öpüşür mü diye merak ettim.T

estosteron patlaması yaşayan adam izleyiciler+alkol+öfke karışımı ile tekrar gençlerin peşinden koştu. Her gün içinde sakince yürüdüğüm İETT durakları film setine dönmüştü. Adam ve gençler yeniden kapıştı. Ben, adamı bırakıp merakla kadını izledim. Yeniden deniz kenarında bira içtikleri  beton kenardan ayaklarını sarkıtmış oturuyordu.

"Bu iyi değil" diye düşündüm. "Kolayca denize düşebilir."

Adam geri geldi ve yeniden kadına vurdu.

Kimsenin gelip onunla öpüşmeyeceğinden artık emin olduğum  kadın yeniden çığlık attı.

Kalabalık  kadını döven adama  yarım daire olmuş şekilde yaklaşıyordu.

"Tıpkı göçmen kuşların bilmeden hava akımını sağlayacak şekilde konuşlanıp uçması gibi " diye düşündüm. Olanı en iyi görecek  ama en kolay kaçacak şekilde  bir araya geldi insanlar.



Ablama video çekip atmaya çalışıyordum. Daha yakına gitmeye karar verdim.

Öfkeli  bir genç hızlıca adama yaklaştı ve bir yumruk patlattı.

Adam, hiç ses çıkartamadan beton zemine düştü.

Artık başka bir kadın çığlık atıyordu.

Adamı yumruklayan genç  sakince yanımdan geçti.

Merakla yüzüne baktım. Sadece öfkeli mi ya da ne hissediyor diye merak etmiştim. Kendisini bir filmin kahramanı olarak görüyor gibiydi.

Dönüp yere düşen adama baktım. Şimdi de onun ayağa kalkıp 3 saniye önceki gibi öfkeyle koşturarak bu genci yakalamaya mı çalışacağını yoksa genelde olduğu gibi atıp tutarak, bol keseden küfrederek orada mı kalacağını merak ediyordum.

Adam kımıldamıyordu.

Dövdüğü kadın galiz küfürler savurarak adamın başında çırpınıyordu. "O benim kocam döver size neee" diye bağıran ilk kadın değildi gördüklerim arasında. Belli belirsiz bir öfke kabardı içimde kadına karşı.Sustum.

Göçmen kuşlar safları sıklaştırmıştı.

Kadın "ambulans" diye bağırıyordu.

Adama yaklaştım..Ağzından, burnundan oluk gibi kan akıyordu. Gerçekten, içi su solu bir poşette delik açtığınızda nasıl fışkırarak akarsa aynen öyle kan akıyordu. Daha şimdiden küçük bir kan gölü içinde hareketsiz yatmaktaydı.

Ama beni dehşete düşüren karnından akan kandı.

Adamın bıçaklandığını ancak o zaman anladım.

Neye benzediğini bile hatırlamadığım o gencin sakin, kahramanım ben yürüyüşü geldi aklıma.

Bir cinayete tanık olmuştum..ve görünen o ki ölen adam, başında dövünen kadından başka kimsenin uzun zaman bunu gündem yapacağı yoktu.

Cebimde İstanbul Kartı'mı yokladım.

Otobüsüme bindim. Otobüs hareket ettiğinde ambulans gelmişti meydana.

İnsan sayısı ise neredeyse yok gibiydi...film bitmişti.

Yeniden kumula dönüşmüştük.

Ablam, anadolu kadını ve yüreği körelmemiş olan ablam çok dövündü çok üzüldü. O da bir annenin evladıydı dedi sesi acıdan boğulmuş. Hiç tanımadığı adam için dert doldu yüreği.

Haberlerde bulabilir miyiz acaba adam yaşıyor mu dedi.

"Bilmek istemiyorum" dedim.

Ertesi gün yeniden aynı yere gittim.

Kurumuş kan lekesinin üzerini kirletmemesi için  dikkatlice oturmuş bir sürü insan denizi seyredip martılara simit atıyordu.

Nasıl gittiğini kendi bile anlamamış o candan geriye kalan, bir yağmurla yıkanıp gidecek olan kurumuş kan lekesi benden başkasına vermediği hüzünle onca mavinin içerisinde, koyu kırmızı,  unutulmayı bekliyordu.

Anlattığım hiç kimse 10 dakikadan fazla üzerinde durmadı bunun...cinayet artık herhangi bir şeydi. 

İnsanlıktan çok daha fazlasını yitirdik bizler!



2 Haziran 2020 Salı

Babalar Gününe İthafen (2010-/Kadıköy)-






Hani Truman Show diye bir film vardı, izleyeniniz oldu mu?Bazı sabahlar o filmi düşünmeden edemiyorum.Aynı saatte aynı  şeyleri yapıp aynı insanları görüyorum.Koca İstanbul köy gelmeye başladı bana. Her suratı biliyorum. Az sonra 12A gelecek, ardından 3 gelecek diyorum. Şoförlerini biliyorum, içindeki insanları biliyorum. Bak o esmer oğlan yine  terlik giymiş bu havada, bu kızın makyajı beni öldürecek, ya o yeşil şapkasının altına türban takan kız iki gündür yok  hasta mı acaba ..boyutuna gelmiş vaziyetteyim. Çevrenizdeki renklere-seslere-kıvrımlara iyi kötü hakim olduğunuzda algınızı  dış dünyaya yüksek yönlendirmiyorsunuz. Acil durumda haber ver bana dercesine kısık bir algı ile otobüsün camından bakıyorsunuz işe giderken.Daha çok iç ses  baskın oluyor.


Bu sabah aynı şeyler oldu ve ben havada yine o taze yaprak ve bahar kokusunu alınca gözlerimi kapatıp bir anlığına kendimi Trabzon'da hayal ettim. Şimdi sitenin önüne çıkmışım, yüzüm Akçaabat'a dönük, gözlerimi açsam..o mor dağları ve köpük köpük sahilleri göreceğim..gözlerimi açsam..yok ,İstanbul'dayım şimdi 3 numara gelecek. Derken , babam düştü gönlüme. Kaç ay oldu babamı görmeyeli. Bana onay ve şefkat ile bakan gözlerini özledim.Ahir ömürleri gelmiş, ben İstanbul'da  onlar Trabzon'da. Bir düşmüşlerini kaldırmıyorum hiç hayrım yok. Şimdi orada yaşıyor olsam işi asar babama bir sürpriz yapardım "seni özledim" der düşerdim yanıbaşına çiğ damlası gibi ufak ama parlak.Balıkçı kulübesinde beklerdim denizden dönüşünü... filan modundaydım ki otobüs geldi bindim.


 Ellerim dolu, çocukların küçülmüşlerini Yaprak'a vereceğim. Yaprak'ı bilirsiniz aslında.Birkaç sene önce şu ses yarışmalarında bir sarı çingene kız vardı.Yaprak o.Yarışma bitti, sokaklarda çiçek satıyor. bebekleri var, ona getireceğim koca poşeti. Derken günün bu kadar alışılagelmişliği içerisinde , otobüste ardımda oturan 55 yaşlarındaki iki hanımın , aslında yavaş sesle yapmaya çalıştıkları konuşmalarına ister istemez misafir oldum. Gözlerimde güneş gözlüklerim boşluğa bakar gibi kımıltısız o sohbetin akışında sürüklendim.

Anneler gününden nefret ediyorum diyordu biri diğerine usulca ve isyankar .Ben anne diyemiyorum ben baba diyemiyorum oysa tüm vitrinler anne baba diyenler için. Anne sözü ağzımdan çıkmayalı seneler oldu, annesizim  annesizim.Bu yaşta da olsa annemi çok özlüyorum.

Cümlesi sessiz bir hıçkırıkla kesildi.

Diğeri  bu açılan kapıdan  tutamadığı özlemleri koyverdi.


Babamı toprağa vereli 2 sene oldu.Öyle özlüyorum ki onu. Baba desem bir kerecik daha sıcak olsa bedeni baba desem sarılsam ona. Hep  yattığımda onu düşünüyorum  o buz gibi toprağın altında üşüyor mudur? Düşünmemek lazım böyle biliyorum ama baba..babacığım

Kadın hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. O kadar yürek yangını , o kadar sessiz  bir ağlayıştı ki.O kadar uzun zamandır biriktirdiklerini koyvermiş o kadar çaresiz...o kadar yetişkin, o kadar çocuk ağlaması...

Babam ve çocuklarım

Ben halen güneş gözlüklerim ile boşluğa bakar gibi kımıltısız oturuyordum ama artık benim de gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Elimde değil, onca senenin korkusu."Gurbet, adın kötü" demişler.Hakikatten kötü ayrılık. Her seferinde "ya bir daha göremezsem" diye uçağa bindiriş ama korkudan bunu asla dile getiremeyiş.

Sabiha Gökçen-Babam Trabzon'a dönerken. Ayrılırken son bir bakış.
Diğer kadın "anneler günü diye şimdi bana hediye alacaklar diye okula gitmek bile istemiyorum.Çocukları kırmak da istemiyorum.Oysa ben anne diyemiyorum " dedi ve o da sessiz sedasız ağlamaya koyuldu.


Kadıköy'e indik.
İki gözüm iki çeşme.Felaket vaziyetteyim.

Yapılacak en son şeyi yaptım.

Babamı aradım.
Balıktaymış tahmin ettiğim gibi
Karadenizin yer mavi gök mavi sonsuzluğunda mutlu bir nokta halinde gönlünü derliyormuş.
Baba..dedim sonra koyverdim kendimi.
Özlem korku çaresizlik yalnızlık ...çok özlem çok uzakta oluş
Tutamadım işte
Anladı
Yüreği dayanmadı kapatıverdi telefonu.

Ablamı aradım bak böyle oldu diye
Babamı ara merak etmesin yok kötü bişi diye
Babamı aramış
Babam uçak bileti almak için kıyıya dönüyormuş
O orada baba diye ağlarken ben burada duramam 3 günlüğüne olsun gideceğim kızıma demiş


Yaş onda 73 bende …
Ne fark eder
Ben halen babasının küçük kızıyım
O halen çocuğunun üzerine titreyen bir vazgeçilmez ilk aşk

* * *

Bu babalar gününde de onun sesini duyabilmek ayrıcalığını veren Allah'a binlerce şükür.

Bazı sevgiler sonsuzluk içeriyor.

16 Ocak 2018 Salı

Paşa Gönlümden Sevgilerle



Merhaba,

"Canım Hiç Bir Şey Yapmak İstemiyor O  Zaman Ben de Yapmam" gününe hoş geldiniz.

Bugün o gün.

Ben ilan ettim sabah uyandığımda.

Yok yok..bir yerim ağrıyor sızlıyor, yorgunluktan ölüyorum filan değil.

Gün hafif yağmurlu, es geçilmeyecek kadar güzel bir 16 Ocak 2018 günü. Bugünü severek yaşamaktan başka bir şey gelmez elimden. Doğama aykırı olur. Doğama aykırı şeyler beni çok yıpratıyor. O yüzden bugünü severek yaşayıp "Canım Hiç Bir Şey Yapmak İstemiyor O  Zaman Ben de Yapmam" günü ilan etmekten başka çarem yok.

İşe yine Andy Williams'ı(tık) dinleyerek yürüyüp geldim. Yine sabah aldığım karar üzere yol üstünde gördüğüm yaşlılar ve güzel şeylere mutlaka selam vermem gerekiyordu. Sevimli yaşlı insanlar gördüm. 

Tombul vücudumun elverdiğince reverans yapıp nazikçe tebessüm ederek selamladım onları.  İnanmazsınız biri bile kayıtsız kalmadı. "Deli mi ne" bakışlarını mı ararsınız,  "Paramı mı çalacak acaba" endişesi mi ararsınız, "ben de başımla reveransı ve bu vakitsiz selamı onaylayıp karşılık vereyim"  mi ararsınız, yorgun gülüşlerin arkasında neşeli bakışlar mı ararsınız..ama hiç biri görmezden gelip başını  çevirmedi. Seviyorum  yaşlı insanları.

Yolda gördüğüm eskimiş yapraklar, zarif ferforjeler,camlarda şahsına münhasır izler bırakmış sevgili yağmur damlaları, yağmur damlalarını evladını seven bir anne şefkati ile bağrında gezdiren eşsiz güzellikteki bulutlar, çıkıntılarında anılar biriktiren kaldırım taşları, zamansız güneşe kanmış gonca yüklü dallar, insanların zulmüne kötülüğüne inat bir aradayken güzel-renkli-özgün bir görüntü yaratmaya çalışan çöpler, camgöbeği deniz dalgaları..hepsi ile selamlaştım bugün. 


Sevgili hanımefendi mi sevgili beyefendi mi demeliyim bilemedim ilkin. Sonra her ikisinin de yanlış olacağını anladım. İngilizcedeki "it" kavramı  anca oturdu beynime. Her iki cinsiyete de sahip ve cinsiyetsizdiler çünkü, anladım ben onları. Onlar da karşılıksız bırakmadı  selamımı. Yağmur tepeme yağdı, rüzgar gözüme esti filan. Memnunduk halimizden.

Şimdi öğle arası. Peynir ve çubuk kraker yiyip  nugget ile destekleyeceğim öğünü.

Çok mu  sağlıksız?


Amaaaaaannnn.... hani, zerre umurumda değil.

Bazen "sağlıklı ne yemeliyim" stresinin bizi daha fazla hasta ettiğini düşünmüyor değilim.

Güzel günlerimiz ola..sevgiler