Karadeniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Karadeniz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Haziran 2020 Salı

Babalar Gününe İthafen (2010-/Kadıköy)-






Hani Truman Show diye bir film vardı, izleyeniniz oldu mu?Bazı sabahlar o filmi düşünmeden edemiyorum.Aynı saatte aynı  şeyleri yapıp aynı insanları görüyorum.Koca İstanbul köy gelmeye başladı bana. Her suratı biliyorum. Az sonra 12A gelecek, ardından 3 gelecek diyorum. Şoförlerini biliyorum, içindeki insanları biliyorum. Bak o esmer oğlan yine  terlik giymiş bu havada, bu kızın makyajı beni öldürecek, ya o yeşil şapkasının altına türban takan kız iki gündür yok  hasta mı acaba ..boyutuna gelmiş vaziyetteyim. Çevrenizdeki renklere-seslere-kıvrımlara iyi kötü hakim olduğunuzda algınızı  dış dünyaya yüksek yönlendirmiyorsunuz. Acil durumda haber ver bana dercesine kısık bir algı ile otobüsün camından bakıyorsunuz işe giderken.Daha çok iç ses  baskın oluyor.


Bu sabah aynı şeyler oldu ve ben havada yine o taze yaprak ve bahar kokusunu alınca gözlerimi kapatıp bir anlığına kendimi Trabzon'da hayal ettim. Şimdi sitenin önüne çıkmışım, yüzüm Akçaabat'a dönük, gözlerimi açsam..o mor dağları ve köpük köpük sahilleri göreceğim..gözlerimi açsam..yok ,İstanbul'dayım şimdi 3 numara gelecek. Derken , babam düştü gönlüme. Kaç ay oldu babamı görmeyeli. Bana onay ve şefkat ile bakan gözlerini özledim.Ahir ömürleri gelmiş, ben İstanbul'da  onlar Trabzon'da. Bir düşmüşlerini kaldırmıyorum hiç hayrım yok. Şimdi orada yaşıyor olsam işi asar babama bir sürpriz yapardım "seni özledim" der düşerdim yanıbaşına çiğ damlası gibi ufak ama parlak.Balıkçı kulübesinde beklerdim denizden dönüşünü... filan modundaydım ki otobüs geldi bindim.


 Ellerim dolu, çocukların küçülmüşlerini Yaprak'a vereceğim. Yaprak'ı bilirsiniz aslında.Birkaç sene önce şu ses yarışmalarında bir sarı çingene kız vardı.Yaprak o.Yarışma bitti, sokaklarda çiçek satıyor. bebekleri var, ona getireceğim koca poşeti. Derken günün bu kadar alışılagelmişliği içerisinde , otobüste ardımda oturan 55 yaşlarındaki iki hanımın , aslında yavaş sesle yapmaya çalıştıkları konuşmalarına ister istemez misafir oldum. Gözlerimde güneş gözlüklerim boşluğa bakar gibi kımıltısız o sohbetin akışında sürüklendim.

Anneler gününden nefret ediyorum diyordu biri diğerine usulca ve isyankar .Ben anne diyemiyorum ben baba diyemiyorum oysa tüm vitrinler anne baba diyenler için. Anne sözü ağzımdan çıkmayalı seneler oldu, annesizim  annesizim.Bu yaşta da olsa annemi çok özlüyorum.

Cümlesi sessiz bir hıçkırıkla kesildi.

Diğeri  bu açılan kapıdan  tutamadığı özlemleri koyverdi.


Babamı toprağa vereli 2 sene oldu.Öyle özlüyorum ki onu. Baba desem bir kerecik daha sıcak olsa bedeni baba desem sarılsam ona. Hep  yattığımda onu düşünüyorum  o buz gibi toprağın altında üşüyor mudur? Düşünmemek lazım böyle biliyorum ama baba..babacığım

Kadın hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. O kadar yürek yangını , o kadar sessiz  bir ağlayıştı ki.O kadar uzun zamandır biriktirdiklerini koyvermiş o kadar çaresiz...o kadar yetişkin, o kadar çocuk ağlaması...

Babam ve çocuklarım

Ben halen güneş gözlüklerim ile boşluğa bakar gibi kımıltısız oturuyordum ama artık benim de gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Elimde değil, onca senenin korkusu."Gurbet, adın kötü" demişler.Hakikatten kötü ayrılık. Her seferinde "ya bir daha göremezsem" diye uçağa bindiriş ama korkudan bunu asla dile getiremeyiş.

Sabiha Gökçen-Babam Trabzon'a dönerken. Ayrılırken son bir bakış.
Diğer kadın "anneler günü diye şimdi bana hediye alacaklar diye okula gitmek bile istemiyorum.Çocukları kırmak da istemiyorum.Oysa ben anne diyemiyorum " dedi ve o da sessiz sedasız ağlamaya koyuldu.


Kadıköy'e indik.
İki gözüm iki çeşme.Felaket vaziyetteyim.

Yapılacak en son şeyi yaptım.

Babamı aradım.
Balıktaymış tahmin ettiğim gibi
Karadenizin yer mavi gök mavi sonsuzluğunda mutlu bir nokta halinde gönlünü derliyormuş.
Baba..dedim sonra koyverdim kendimi.
Özlem korku çaresizlik yalnızlık ...çok özlem çok uzakta oluş
Tutamadım işte
Anladı
Yüreği dayanmadı kapatıverdi telefonu.

Ablamı aradım bak böyle oldu diye
Babamı ara merak etmesin yok kötü bişi diye
Babamı aramış
Babam uçak bileti almak için kıyıya dönüyormuş
O orada baba diye ağlarken ben burada duramam 3 günlüğüne olsun gideceğim kızıma demiş


Yaş onda 73 bende …
Ne fark eder
Ben halen babasının küçük kızıyım
O halen çocuğunun üzerine titreyen bir vazgeçilmez ilk aşk

* * *

Bu babalar gününde de onun sesini duyabilmek ayrıcalığını veren Allah'a binlerce şükür.

Bazı sevgiler sonsuzluk içeriyor.

25 Aralık 2019 Çarşamba

İstanbul'da Yağmur Yağar...Trabzon'a Çıkar Tüm yollar

bizim kayık,bizim karadeniz,bizim çocuklarımız ve babiş

Twitterda bakınıp  düşünmeye, hemen ardından ruh sağlığım yerinde kalsın diye düşünmemeye çalışırken; memleketin hali ahvali, halkın durumu, gelecek, gidecek,siyasetin lağım kokusu, insanlığını yitirmişler, derviş kıvamına gelmişler arasında gezinirken; dışarıda nihayet gelmiş olduğuna sevindiğim yağmur beni benden aldığı için sabahın kör karanlığında uzun mesafe yürüdüğümden ayakkabımın içinde ıslak ve mutlu kıpırdanan ayaklarıma bakıp bakıp sakin neşeli müziğimle (lütfen tık) acilyetişmesigerekengillerden işimle uğraşıyordum bi yandan da.

Sonra, sık yazmayan bir hesabın tweeti ile  koptum zamandan ve mekandan.

Kimine turistik yöre, kimine fıkra kaynağı, kimine son yıllarda utanılası siyasi performans merkezi...
Kimine rum pontus, kimine şer odağı, kimine cennetin kendi ,kimine araplara peş keş çekilecek mekan.

Bilmem kaç yerinde birden yangın çıkmış memleketim ..sabah sabah ciğerim yandıydı zaten. Bir de özlem kontrolsüz esince yüreğimin içinde.. yangın beni benden aldı götürdü işte.

Önce müziği değiştirdim (Çok rica ediyorum tıkk) 
Çocukluk anılarım. Herkes günlere giderken, el işi tığ filan öğrenirken "ırgatta" kayığı  çekmek için döndüğüm, abimle kayığın içinde piknik yaptığım, sahilden ganzilizler avlayıp barbon tuttuğum o güzel günler. Abim..çocukluğum. Deniz kokan mavi ile doluydu her taraf...yaşamak çok güzel bir şeydi çokk

Sera Gölü Trabzonun batısında Sera deresi üzerinde bulunan bir heyelan set gölüdür.. Babamın arabası ile geçtiğimiz o güzel yollar. Kenarında peynirli-kıymalı yemeye gidişimiz maaile. Nereye baksam daha fazla aşık olduğum, nereye baksam unutmamak için o güzellikleri hafızama kazımaya çalıştığım yerler.. çağrı vardı havasında oranın, bilmediğin yollarda kaybolma çağrısı

Ne İstanbul kalır akılda ne büyük kent stresi ne zorla kakalanan değerler. Bakarsınız ki bir siz varsınız bir mavi bir de yeşil. "Aslolan bu" dersiniz usulda "unutma e mi"

Yaylalar var ya...masallarda yaşamaya gerek yok. Gerçekten sizi  bulutların üzerinde yaşatan yerler. Yediğiniz ekmek içtiğiniz su. Katkı maddesi mi...sadece mutluluk katılıyor  gani gani.

Bu neyin resmi biliyor musunuz? Asla sıradan bir otoban dememelisiniz. Bu, babamın arabası ile havaalanından  eve doğru yol alış, geçerken Faroz  balıkçı barınağına sesleniş ve az sonra tüm anıların miladına varış yolcululuğunun, kendiniz olmayı başarmışlığın, geri dönebilmenin resmi.

Faroz balıkçı barınağı dediğim de burası işte. Kayığımız var orada. Babam, abimin adını vermiş kayığa. Kızmadım mı?Kızdım tabii ama üzülmesin diye söylenmedim 1-2 seneden fazla :-)

Fotoğrafı  çeken demiş ki "Karadeniz'de sadece dağlar değil bulutlar da denize paraleldir." Güldüm. Her şeyi kendine özel,  asla dahil olamazsınız ama asla dışarıda da kalmazsınız "orada doğup  yoğrulmadıysanız." 

Bağdat Caddesi'nde rezidansmış , havuzlu villaymış...Yemişim kapitalist sistem sokuşturmalarını . Aslolan aşktır der öyle başlarsınız her güne hayatta tüm sabahlar.

Mavisindebirnoktaolsam..Karadenizim, canım denizim, varlığımın başlangıcından beri  mavinin her tonunda bir zerremi bulduğum. Bir çok deniz gördüm, Karadeniz'de "size ait " bir şey var..bambaşka

Zigana yolları..rahmetli dedem peksevermiş  Zigana'ya kaçıp kendin pişir kendin ye'lerde arkadaşları ile bir keyif yapmayı. Abim de götürürdü arabası ile bazen beni. Yalan olduğunu  bile bile "Selvi Boylum Al Yazmalım" filminin orada geçtiğini düşünürdüm. Sevdiğin her şeyi birleştirme çabası işte. Henüz İstanbul kırmamış kanatları, hayal kurabildiğim zamanlarım..

Yeşilin bin tonunu koynunda barındıran
Yüce karlı dağların bile selam durduğu o güzelim şehre,
İstanbul'un soğuk ve çirkin akşamlarından binlerce sevgi...(Volkan Konak...Memleketim)
 

Atatürk, 15-17 Eylül 1924 tarihlerinde Trabzon’u ilk kez onurlandırdığında bu gün Trabzon Müzesi olarak düzenlenen konakta ağırlanmışAtatürk, 10–12 Haziran 1937 tarihlerinde üçüncü ve son kez Trabzon’u onurlandırdığında  da iki gece bu Köşkte kalmış.İçinde eşsiz dehasının izlerini barındıran ,  kendi el yazısı ile alınmış notları  görebileceğiniz haritalar gibi bir çok ayrıntı var. Onun ayak bastığı yerde olmak, mavi gözleri ile izlediği ufuklara bakmak dahi heyecanlandırıyor beni her gittiğimde. Nişanlandığımda , nişanlımı ve ailesini hemen oraya götürmüştüm. Anılar da köşk gibi bembeyaz ve tertemiz orada.


Kanımca dünyanın en eşsiz görüntülerinden biri bu. Akçaabat'taki eski rum evleri. Kişilikli,estetik,masalsı, hazin ama hala güçlü evler. Bu evlerin az aşağısında Akçaabat pazarı kurulur Salı günleri. Köylü kadınların kendi emekleri tereyağları , imansız peynirleri, süt minzilerini ve mevsim sebze-meyvelerini sattığı pazarda gezmek "botoks" etkisi yapıyor bende. Ellerindeki çatlakların arasında toprak kokusu,  pırıl pırıl güzel gözlerinde hesap kitap bilmeden satış yapmanın verdiği huzursuz bakış,yeni gelinlerin pazara satıuş yapmaya kalem etek ve kırmızı yazma ile gelişi.."volla(valla) emice"lerle başlayan konuşmalar..bir gün o pazara mutlaka gitmelisiniz.Ne şişman ne yaşlıyım oraya gittiğimde. Her gidişimde 16 yaşında babasının peşinde dolanan ve poşetleri taşıtmayan o delidolu kız baskın. 

Yürüyüp gitmeli limana, oradan da mendireğe, taa ucuna kadar
ve çökmeli bir taşın üstüne
ama karayel patlamış, fırtına varmış, dalgalar adam Boyuna geliyorlarmış, ıslanıyormuşsun
Vakit de akşamlardan bir akşammış sanane..(Volkan Konak..Memleketim)

İstanbul'un soğuk ve çirkin akşamlarından binlerce sevgi
Meydandan kalktık mıydı saate varmaz hamsiköydeyiz
Konakoğlunda oturur başbaşa sütlaç yeriz
Naraburnundan eser bir rüzgar, olur içimiz tertemiz
Bu sene gidemiyorum, seneye birlikte gideriz(Volkan Konak-Memleketim)


Yaş gittikçe toprağının kokusu yüreğe yük gelir oluyor memleketinin. Anıların şehrine bir de benden selam olsun bakalım.

Hiç sevmediğim İstanbul'a bağlı kalmak ve belediyesinde çalışıp  bir de şehre hizmet vermek kara mizahın ta kendisi. Hep diyorum, kaderin bir mizah anlayışı var diye.

Trabzon'dan çıktım yola
Vardım geldim istanbul'a
Bu ne biçim yermiş ula
Hiçbir yere benzemeyi
Kara kışta buz satarsın
Tatlıcıda tuz satarsın
Becerikli pezevenksen
Keloğlanı kız satarsın...(VolkanKonak-Trabzon'dan Çıktım Yola)

19 Şubat 2017 Pazar

HAMSİLİ DİBLE İLE KAYGANA

TRABZON'UMMM

Yok, bugün hiç bir etkinliğe gitmedim.

Uzun metrajlı rüyalar, aceleyle dakikalara özetlenmemiş sohbetlerdi Pazar gününün yaşattığı.
O kadar yorulmuşum ki, gün içerisinde 3 kez uyuyakaldım.
Uyanınca da çocuklarıma nicedir özlediğim yemeklerle dolu bir sofra hazırlamak için mutfağa koşturdum.

Taşına toprağına,yeşiline maisine,dağına denizine kurban olduğum memleketim... özlemlerimi yemeklerinle gidereyim bari dedim.


Dolayısı ile bugün size uzun uzun ne yaptığımızı anlatma ya da yaşamın mai zerrelerinde dolaşmak yerine yemeyene küfür yiyene lütuf gelen sade ve sakin  iki karadeniz yemeği tarifi vereceğim.Sağlıkla ve lezzetle nice Pazar'lara efendim. 

KAYGANA:🐡🐡🐡🐡🐠🐠🐠🐟🐟🐟


Kılçığını çıkarttığınız hamsiyi derince bir kaba koyarsınız. Üzerine yumurta kırarsınız.Bir miktar tuz,nane,ince kıyılmış maydonoz ve süt eklersiniz.Krep hamurundan daha az yoğun olacak şekilde un ve 1 paket kabartma tozu ekleyip çırparsınız. Tavada kızgın yağa döktüğünüz hamur kabartma tozunun kabartma özelliği göz önüne alınarak belirlenmelidir. Alt yüzey pişip  üste çevrildiğinde hem kolay yenilmesi hem de içinin iyi pişmesi için tahta spatula ile (pişme esnasında) kaygana hafif vuruşlarla  9 kareye bölünmelidir. Vallahi afiyet olsun.

Yanına salatalık ve çay çok güzel oluyor..mmmmm

görsel internetten,bana ait değil ama görüntü aynen bu


GENEL TEPKİ:

**Hamsili omlet mi o? Aman Allah'ım!!! Siz onun reçelini de yapıyormuşsunuz doğru mu? 
İÇ SESİM: keşke küçükken buna da hamsi yedireymişler oyyyyy...

***Hamsiye süt mü katıyorsun? A-aa? E zehirlenmez mi insan?
İÇ SESİM: Hakkatten yaf?Poseidon koruyor  olmalı :-P


HAMSİLİ DİBLE :🐟🐟🐟🐟

Kılçığını çıkarttığınız hamsiyi bir kaba ayırırsınız. Kara lahanayı ince ince kıyarsınız. Soğanı yemeklik  soğan şeklinde doğrandıktan sonra az miktarda pirinçle birlikte  kıyılmış lahananın üzerine koyar ve iyice bir harmanlarsınız. Sonra üzerine nane ve tuz serpip en üste kılçığı alınmış hamsiyi kümbet şeklinde  koyar ve kısık ateşte kendi buharında pişmeye bırakırsınız. Pirinç uzayıp pilav kıvamına geldiğinde pişmiş demektir. Küçük bir tencerede tereyağı yakarsınız(yani üstü hafif kahverengileşecek) ve yemeğin üzerine cosssss diye gezdirirsiniz. Ohhh misssss. Hafif de pul biber eklenebilir tabalara,yakışıyor yani.
Afiyet olsun.
görseli süslemeyi beceremeyen ben :-)


GENEL TEPKİ:

**Aaa..uzakdoğu yemekleri gibi kendi buharında pişiyor öyle mi?
 İÇ SES: Öleceksiniz özentiden öleceksiniz. Yayladaki nenem çinli sanki!

***Valla güzele benziyor, zor da değil bir deneyeyim ben bunu
İÇ SES: Ömrün uzar bi kere dene müptela olmazsan ben de bıyıklarımı  keseceğim!


Sevgiler size tüm dostlar.


6 Mayıs 2015 Çarşamba

Hıdrellez ve Dilekler


Nereden kaynaklandı sersemliğim bilinmez.
O seneye kadar sınıfın en iyisi olmaya oynarken, o sene Fen Bilgisinden tekledim..."ikmale kalmak" gurur kırıcılığın ötesinde korkutucuydu benim için.Evimizde , ailemizde yaşanmamış bu utancın şerefinin bana ait olmaması için ne yapacağımı  şaşırmış şaşkın ergenlerin şahı olarak dolanıyordum ortada.

Ortaokul yıllarıydı işte.12 yaşlarında olacağım..öyle kalmış aklımda. Sotka'daki evimizde tatlı bahar telaşı vardı. Annem , klasik olarak temizlik için baharı , hafta sonunu , misafiri, ay içim darlandıyı, yazı, kışı, sömestiri bahane ediyor ve evi ayağa kaldırıp indiriyordu.Derken "hıdrellez"den bahsedilir oldu. Hızır ile İlyas buluşurmuş senede bir gün. Tam o buluşma anında gökte dilek kapısı açılır ve o ana denk gelen tüm dilekler kabul olurmuş.

Adetlerimizin en sevdiğim yanı, annem nasıl temizlik için her şeyi bahane ediyorduysa bizde de her şeyi yemek şölenine döndürmek için bahane olurdu bunlar.

Hıdrellez diye pastalar , börekler yapılıp,yumurtalar soğan kabuğuyla renklendirilerek haşlanıp , o günlerin en büyük lüksü olan bir yedigün ya da cola yanına konulup pikniğe yollarlardı bizi okulla.

Ama o sene, Hıdrellez piknikten çok daha derin anlamlar taşıyordu benim için.
Yürekten inanmıştım paçayı kurtarmanın yolunun bu olabileceğine.

6 Mayıs günü, uyandığım andan itibaren kimseyle konuşmadım.Hatta kimseyle konuşmayayım diye kendimi mutfağa ve Karadenizin mavisinin gönlünüze işleye işleye seyredilebildiği mutfak balkonumuza attım.


Hayat günlük olağan akışında seyrediyor, annem koşturuyor-babam girip çıkıyor-ablam abim günlük işleri ile meşgul oluyordu.
Ben ise mutfakta  bir köşeye çekilmiş "fenden ikmale kalmayayım, fenden ikmale kalmayayım,fenden ikmale kalmayayım" diye aralıksız tekrar ediyordum. Dilek kapısının açıldığı o ana denk gelecekti bu cümle..hiç başka şansı yoktu yani.Adamıştım kendimi. Nirvanaya şunun şurasında ne kalmıştı..erecektim ,az kalmıştı.

-Kadriye ne yapıyorsun burada?
Elimle git git işareti yaptım ""fenden ikmale kalmayayım , fenden ikmale kalmayayım ..""
-Kahvaltıya gelsene 
Başımla he he...işareti yaptım

"fenden ikmale kalmayayım,fenden ikmale kalmayayım,fenden ikmale kalmayayım"

Kahvaltı ettim, tuvalette saklandım bir süre..sonra yine balkon ..."fenden ikmale kalmayayım,fenden ikmale kalmayayım.."

Öğlene doğru bıraktılar beni anlamaya uğraşmayı. Karnım çok acıkmıştı. Mutfağın uzun tezgahında parmaklarımı gezdirip  öğle yemeği saatini bekliyordum ama ağzımı açıp acıktım da diyemiyordum ..her an kıymetliydi benim için. "fenden ikmale kalmayayım , fenden ikmale kalmayayım , fenden ikmale kalmayayım.."

Açlık, şimdi de olduğu gibi kısa zamanda belli bir yiyeceğe özleme dönüştü benim için. "Acıktım..ne yesem" dediğim vaki değildir benim. "Acıktım, dolma olsa da yesem" "acıktım,bi papara yapayım ben" şeklinde adıyla sanıyla gelir açlık.

O gün de öyle oluverdi. 

"Annem döşeme yapsa da onu yesem" dedim içimden.

Sonra aman ne olursa olsun dedim adaptasyonu bozmamak adına ve "fenden ikmale kalmayayım,fenden ikmale kalmayayım,fenden ikmale kalmayayım..."devam ettim.

O gün annem hiç yoktan döşeme yaptı,ben fenden ikmale kaldım.

Hiç söylemiş miydim bilmem ; ben küçükken çok salaktım :))

10 Ocak 2015 Cumartesi

Ben Hiç Üşümedim ki..

Dışarıda lapa lapa yağan kar 70'lerde de yağardı.
Biliyorum oradaydım :-)



 Çocuktuk.

Yatağa ilk girdiğimizde ayaklarımızı birbirimizin ayaklarına sürterek ısıtırdık . Yatak buz gibi olurdu çünkü. Üzeri teras,denize açık,sobalı bir evdi  hala rüyalarıma giren kiradaki evimiz. Her sokağı her kıvrımı bin neşeli anı ile bezenmiş çocukluğumun yaşandığı her alanı oyun parkı verimliliğinde olan o güzel ev kışın harbi soğuk olurdu.


İnsanın masal gibi bir çocukluk yaşaması için özel okullar, şahane evler, lüküs arabalar gerekmiyor biliyor musunuz ? 3 kardeş bir koca dünyaya bedel olabiliyor rahatlıkla.

Sorun diye bir şey yoktu bizim için. Misal o soğuk, eğlenmek için inanılmaz fırsatlara gebeydi. 3 kardeş yatağa cubbada atlar ve düet yaparak 2-3 dakika çılgın bir dans tuttururduk yorganın altında.

İlk şarkımız adrenalin patlaması yaratırdı. Sözlerini yarım yamalak bilsek de ezgisi bizce malümdü ve kıkır kıkır , avaz avaz söylenen bu şarkı eşliğinde 2 dakika tepinmemiz soğuğun bertaraf olması bir yana, ter içinde kalmamıza neden olurdu.

Sonra devam ederdik artık üşümek kavramını çok uzaklara göndermiş olarak.

İkinci şarkımız, sözleri çabucak ezberlenen o muhteşem parçaya aitti. Onunla tepinirken  bitmez düetin etkisi ile karnımız ağrıyana kadar güler, altıastarı 2 cümle ile değme komedyenlerin yapamayacağı kadar güldürürdük birbirimizi.
O şarkı, çocukluğumuzda soğuğu sıcağa,geceyi neşeye döndüren şarkıydı. Hala daha duyunca koskocaman bir sırıtma yerleşir yüzüme.

Sonraki kocaman ve harika evimizi satın alıp taşındığımızda artık kalorifer vardı ve bu eşsiz neşeli şarkı geride kalmıştı. Zaten 3 kardeş kocamanlardan olmuştuk. Ergenlikle zevkler değişmişti.

Abim kalkınca Burhan Çeçen veya Ahmet Kaya açıyordu avaz avaz.

Ablam Julio İglesias'a ve şarkılarına vurgundu gayet haklı olarak.

Annem Türk Sanat Müziğinin altın namelerini tebessümle mırıldanarak kahvaltı hazırlamaya giderdi gül yanakları pembe pembe.

Babam Türk Halk Müziğinin neşeli ezgilerini ağırbaşlı bir neşe ile dillendirerek katılırdı sabahlarımıza. Misket 'e hiç dayanamazdı.Hayatımda onun kadar güzel dans eden, oynayan bir erkek daha görmedim. Adını (Şener) layıkıyla taşıyan muhteşem bir baba o her zaman için.

Ben mi?
Ben klasik müziğe bayılıyorum :-)))

Tam karadeniz eviydi bizimkisi. Sabahları yaşanmamış güne hevesle sarılan,bir arada olmaktan duyulan mutluluğu müzikle ve neşeyle süsleyen bir ev.

Müzikler,sesler,renkler mutlu anıları ve sevgisi ile yaşamı yaşanılır kılanları anımsatsın bize hep.

Sevgiyle kalın.



7 Ocak 2015 Çarşamba

Ocak 25


Ocak ayının 25'i güzeldir.
Severim o günde hayallerimi gerçekle buluşturmayı.
Hayat, o gün bi başka sever beni.

Evlilik yıldönümümüz o gün.
6 sene flört nişan derken sonunda evlenebildik.
Çok da acelemiz yoktu sanırım öyle gezip tozmak hoş gelmişti demek ki :-)


Neyse, bu sene de 25 Ocak'ta Allah'tan bir engel çıkmazsa Trabzon'dayım.
Uffffff nasıl özledim memleketimi nasıl özledim anlatmak mümkün değil. Uçaktan inip başımı çevirdiğimde Karadeniz'in o koyu laci dalgaları ile gözgöze gelip ciğerlerimin özlediği o yeşil mavi temiz rüzgarları içime çekmek yok mu?Hücrelerim kıpraşıyor heyecandan keyiften. Geçen ay dilime dolanan Frank Sinatra şarkısı yerini bizim oralılara bıraktı. Sabah kalkıyorum ,çocuklara Hayde diyorum rahmetli Kazım Koyuncu eşliğinde. Sonra Volkan Konak geliyor Denizde Karartı Var diyor ve ben çocuklara atkı şapka takın diye tutturuyorum filan.


















Hayatımda hiç bu kadar uzak kalmamıştım evimden ocağımdan toprağımdan.İyileşmeyen yara gibi,büyüdükçe büyüdü özlem içimde. En çok bizim evin, içeri girdiğinizde sizi sarmalayan ışık ışık ferahlığını ve tanıdık kokusunu özledim. Demliğimizi,yemek masasını.Biliyorum , sabah olsun da balkonda günün ilk ışıklarını Akçaabat üzerinden gelirken seyredeyim, dağlarıma tepelerime içim alabildiğince bakayım isteyeceğim. Renkler, İstanbul'un zihnimde soldurduğu renkler...onlarla kucaklaşacağım doya doya.


Trabzon simidini bilir misiniz?Neredeyse Türkiye'nin yarısından çoğunu gezdim , daha güzelini görmedim.Bizim ora simidi , 5 tane ye olmadı 10 tane ye diye teşvik eder insanı. Yanında bir de buruk çay varsa, hoş sohbetler de eşlik ediyorsa bu ziyafete, hele babam eski kaşar aldıysa İPA'dan...oyyyyyy. Ölümsüzlük iksiri dedikleri bu işte. Ölmeyecem ki, bana ne.


Sonra döner yiyeceğim öyle 100-150 gram filan değil. 2 senedir uzağım sizden, getirin yarım kilo çatlayana kadar yiyeceğim demezsem ne olayım. Dukanmış Karataymış..peeeh. Ölürsem bi de aç gitti diye ağlamasın kimse ardımdan. Doyasıya yiyeceğim özlediğim ne varsa.








































Ah...memleketim memleketim.Şiiri bile var, şarkısı bile var. Pazar sabah oldu mu evin oradaki fırına gideceğim 8 yaşımda da yaptığım gibi ve 9 ve 10 ve 11.....Annem akşamdan kıymayı hazırlamış olur sabaha soğusun hemen gidebilelim fırına diye. Bir Pazar kıymayı bir Pazar peynirli yaptıracağım.  

Falanca yağ öyle zararlı filanca yağ böyle zararlı ..hikaye! Tereyağı kaşık kaşık doldurmak lazım içine. Karadeniz insanı uzun yaşar, ailemdeki neredeyse herkes araba çarptığı için öldü.Tereyağ kalbi de ruhu da besler. İnanmıyorum uzmanlara.İçlerine bir de yumurtanın sadece kırmızısı ama o da pişmemiş...mmmmm (köy yumurtasının içi kırmızı oluyor sarı değilllll)



 Ablamla abimin işe gittikleri bir sabah, annem babam ve mutfağın bana kaldığı o güzel sabah kuymak yiyeceğim.Yaşamak güzel şey mirim diyeceğim...

Sonra ablamın,abimin ve benim çocuklarımız bir arada iken, ortalık desibel desibel çınlamakta iken ablamla kahve içip saçma sapan fal bakacağız birbirimize. Onlarca kere bölünen cümlelerimizde neyi anlattığımızı unutup hep yeniden başladığımızı fark etmeye fark etmeye ama gülümsememiz  kocaman koskocaman konuşacağız. Abim gelecek, boynuna atlayacağım. O yine ciddi takılacak aklısıra ama gözlerinin ta içi ile gülüşü yok mu ya..o yetecek.nnem ve babam..bir de karadenizim deli denizim şarkılarım,anılarım,çocukluğum,çocuklarım...

Ocak ayının 25'i iyi gelir bana hep.

Bir de bakmışsınız..iş bile bulmuşum...kimbilebilir.