kardeş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kardeş etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Haziran 2023 Çarşamba

Affetmek

 Kimleri affetmedim ki diye düşündüm sabah işe yürürken.

Selin Ankara'ya gidiyor , 20'li yaşların tüm saçmalıkları ile mutlu ve o mutlu olduğu için ben çok mutlu.

Nehir..aman Allah çocuk üniversitenin ilk senesini bitirdi kaşım gözüm derken her şeye rağmen.  Eğitim olmasın diye uğraşan değerli yöneticilere rağmen eğittiğimiz çocuklarımız...

Selin'i yolcu etmeye tren istasyonuna gittim ve oradan da işe yürüdüm işte , onu anlatıyordum.


Yalan dolan beni işten attıranı affetmişim. (Bana zimmetli  master bantları saklamıştı, işten atılınca getirip masama bıraktı)



Senin eşine ben daha uygunum, ben onu daha mutlu ederim diyeni affetmmişim ( Allah günah yazmıyo ben ne diyeyim dedim sanırım bi şekilde )

Dostluğa ihanet edeni, vefasızlığın kitabını yazanı affetmişim.

Gezi nedeniyle işten çıkartıldığımda, onca emek verdiğim onca seneyi paylaştığım insanlar sırtını döndü ya korkudan...2 kişi hariçtir. Kendimi zorlaya zorlaya onları da affettim ama o iki kişiyi başıma taç ettim o ayrı mesele.

Kaza geçirip yatalak olduğumda evime gelen ve neyim var neyim yoksa çalıp giden " canımın yarısı" şahsı da affetim. Komiktir ben onu affettiğim için bana kızgın, o benle konuşmuyor

İftira atanı, yarı yolda bırakanı da affettim.



Annesinin yüksek makamını kullanıp, sadece bana duyduğu kıskançlıktan dolayı kızımın bursunu kestirip okuldan ayrılmasına neden olanı da affettim.

Liste uzar gider.

Kimi ya da neyi affedemez insan? Sınır ne bu konuda?

Hiç bilmiyorum.

Ama onu affedemiyorum. Affedeceğimi de sanmıyorum.

İnsan kardeşini bırakıp gider mi?


tıklayın fotoğrafa, çalsın bizim şarkımız


14 Nisan 2021 Çarşamba

AĞAÇ EV SOHBETLERİ 86


Deep
yine neşe ve düşünce saçmaya devam ediyor. Hayatının rutinine "sana pabuç bırakmam" diyen nazik ama kararlı dokunuşları var, seviyorum onu okumayı.


Ağaç Ev Sohbetleri'nde bu hafta "Çocukken size aile ve akrabalar tarafından yalanlar söylendi mi, kandırıldınız mı, inandırıldınız mı? Veya, siz yalanlar söyler miydiniz, hayali olaylar uydurur muydunuz? Masum yalanlar tabii ki, seni leylekler getirdi gibi"   diye belirlemiş konuyu.

Alalım sazı elimize :-)

Çocukken ben çok salaktım. Saf filan demiyorum , farkındalığı benim kadar düşük, benim kadar hayal aleminde yaşayan başka çocuk görmedim halen. Çocukluktan erişkin yaşıma bir çok şeyi taşımayı başardım..salaklığım da buna dahil.Ama şimdi "temiz kalpli " diyorlar nazikçe. Memnuniyetle kabulümdür 😜

Biz,  o devre (yani 70 ve 80'lerden bahsediyorum) göre eşsiz ebeveynlere sahiptik. Halen benimanne - babamdan daha iyi diyebileceğim bir anne-baba görmedim. Sevecen,  saygılı, korumacı ama aynı zamanda özgür bırakabilen ebeveynlerdi. Öyle leylek getirdi ya da seni çingenelerden aldık türü kandırmacaları  bilmem hiç. Çocukluğum dediğimde evdeki kocaman kütüphane , ablam ve abimle evde oynadığımız oyunlar ve sınırsız hayal dünyasındaki neşeli öyküler gelir aklıma.

Ama insanların iyi olduğu, adaletin var olduğu konusunda kandırıldım diyebilirim. Trabzon şivesi kapmayalım ve/veya ahlak bozulmasın diye içinde büyütüldüğümüz fanustan gerçek hayata intikal ettiğimde aşkın acıtan, insanın kandıran, hayatın adaletten uzak olduğunu öğrendim. Sevgiyi elde etmek için nazik ve iyi değil  sert ve acıtan olmak gerektiğini öğrendim. Böyledüşününce evet, biraz da olsa kandırılmıştım sanırım.

Kardeşin, karındaşın hayatta en vazgeçilmez olduğunu söylemişlerdi, öyle yetiştik biz ama öz abimin kendine söylediği saçma bahaneleri-yalanları tartışmaya bile gerek görmeden kabullenip bizi , anılarımızı, çocukluğumuzu, kardeşliğimizi, sevgimizi ardına bile bakmadan bırakıp gittiğini gördüğümde hissettiğim kandırılmışlık duygusu  taptaze duruyor yıllar geçse de.

Fotoğrafa bakıyorum..bir bakış bir gülüş anlatmış aslında anlatması gerekeni de ...Kandıran kandırana işte ..inanasım varmış demek.

2 Temmuz 2020 Perşembe

Hamdım...Yandım


 Özün neyse sözün de o oluyor. Bir çok şey değişiyor ama senin için aslolan kâh  örtülerin altında kâh özlemlerin altında aklı kalıp zamanı gelince tekrar seni sarıyor.

16 sene Trabzon'da 33 sene İstanbul'da yaşadım.

16 yaşında ayrıldığım Trabzon da o Trabzon kalmadı, ben de aynı Kadriye kalmadım haliyle. Okudum,yurtta kaldım,kurumsal firmalarda,yabancı firmalarda,büyük kurumlarda çalıştım. Dost edindim, kazık yedim,aşık oldum,evlendim,anne oldum.Değiştim de değiştim.


Olmaz dediğim oldu.
Gitmez dediğim gitti.
Kalmaz dediğim kaldı.

Hamdım,piştim,yandım.

Daha da devam ediyor.

Günün ve normların gerektirdiği şekilde hayalleri hedefleri biçimlendirirken "öz" beklemediğiniz yerlerde karşınıza dikiliyor.

2 sene kadar önceydi. Dünya tatlısı 2 şabalak şebelek 1 hanım iş arkadaşımla Nişantaşı'nda akşam takılmıştık bir yerlere. Hoş mekanlar,hoş ortamlar ve hoş insanlardı.Lüzumlu olan şekilde giyinmiş, lüzumlu olan şekilde olağan akışında sohbet ediyorduk. Sonra nereden geldiyse konu "Maçka'da bir evim olsun çok isterdim ayyy" dedi şabalak şebelek olan. Gözlerim parladı. "Ben de çok isterdim. Şunca yorgun koşturmacadan sonra ne yi gelirdi öyle eşsiz bir ortamda yaşamak" dedim. Genelde aynı fikirde olmadığımız için hem o bana hem ben ona hem de diğerleri ikimize baktı şaşkın ve tebessümle. O, dubleks olsun  şu olsun bu olsun diye  hayali genişletmeye koyuldu, ben de ahşap olsun!lara giriştim. Sonra anladık ki o Taksim-Maçka'dan bahsediyor ben başı dumanlı dağlarla çevrili Maçka'mdan. Onlar bana güldü ben de kendime çok güldüm. Sonra sohbet yine o tatlı akışkanlığı ile devam ederken ben o ortamdan çoktan koptuğumu ve memleket özleminin içimi yakıp kavurduğunu kendimden bile saklamaya uğraştım.

Kolay mıydı?

Değildi.
Yanakları kırmızı, zayıf düz saçları perçemli  bir kız çocuğu. Maçka'nın yemyeşil doğası oksijen gibi doluyor içime. Hep orada yaşamış olduğum halde Trabzon'un doğasına yeşiline mavisine her gün biraz daha aşık ve her gün biraz daha hayran uyanan biri.Yediği her lokma cennet tahını kıvamında...memleketinin suyunu sever ekmeğini sever biri.

Sonra İstanbul aldı götürdü yine beni olmam gereken kimliğime. Maçka türküleri içimde sızı sızı, yüksek ökçelerimle yürürken yalın ayak basmayı özledim toprağıma sessizce.

Şimdi de pandemi nedeniyle iş hayatı-çocukların okulu yani günlük endişe ve sevinçler,planlamalar içerisinde sakin sakin yuvarlanırken epeydir girmediğim facebook'a gireyim dedim. Sonra da bana arkadaşlık teklifi yollamış ama kabul etmediğim kişileri bir inceleyeyim istedim. Derken yıllar önce gelen iletilerden birinin ,kısacık vekil öğretmenlik yaptığım dönemden bir öğrencime ait olduğunu görüp gülümsedim. Daha geçen akşam öğretmenlik yaptığım o dağ köyünün toprak yolunda geziyordum okuldan  geriye ne kaldı diye. Ne yapmış bizim oğlan diye tebessümle profiline girdim. Sevmediğim bir siyasi parti için övgüler düzmüş..canım sıkıldı. Yeterince eğitebilseydik böyle olmazdı diye kendimi suçladım. Evlenmiş. Güzel esmer ve kararlı bakışları olan gelini inceledim hoşnutlukla. Fotoğraflarında gezindim. Sonra birden kendimi ait olduğum kültürün teklifsiz samimiyetinde, doğal sıcak tebessümlerinde, bütün güçlü masumiyeti ile sizi saran doğasının içinde buldum.


Özlem, sımsıkı bir yumruk gibi indi mideme.Kokusunu içimde hissettim toprağımın; İstanbul'un kısıtlı görüş alanından kurtulup Trabzon'un engin sonsuzluğuna kavuşmak istercesine kapandı gözlerim.

Oradan geçerken hayran olmak değil anlıyor musunuz? Oraya ait olmak, o mavi sizsiniz o yeşil siz. Yarın yine tanıdık ve yeniden aşık olacağınız kadar güzel.


Kendi isteğimiz olmadan yitirdiğimiz her şeye belki bu özlem. Yitirdiğimiz kardeşe, zamanın uzunluğunda küçülüp yok olan dostluklara,renkleri hala canlı duran anılara.



Dedim ya ; hamdım,piştim,yandım.


Zaman iyi ve güzel olanı getirsin hepimize.



Anlaşılan o ki , hasret demirbaş olmuş öyle de kalacak ömrümüzde.

26 Temmuz 2018 Perşembe

"A"







Dünyanın belki de en tatlı ve en tasasız gülüşlü kıvırcığıydı.

Babasız büyümenin verdiği hırçınlık   , kavak ağacından hallice boyuyla birleşince ürkütücü olabiliyordu elbette ama gençliğinin tüm delidoluluğuna rağmen belki de sadece bacak boyu kadar olduğum için beni kırmamaya ayrı bir özen gösterirdi.

Bir nevi abimdi.
Bir nevi kardeşiydim.
Bir nevi iki huysuzun   birbirini anlamasıydı.

Annesi yokluktan mı tokluktan mı anlamadığım bir sebeple tarikatlara girdi.
O, sessiz öfkesi ile uzak durdu .

Annesi modern yaşam tarzını belki kendisi de farkında olmadan yavaş yavaş değiştirmeye başladığında , babasız büyüyen her erkek çocuk gibi annesine sahip çıkıp savunmakla modern bir ailede büyüyen her çocuk gibi bu gidişata isyan etmek arasında kaldı.

İkisini de hakkını vererek yaptı.

Türban çarşafa döndüğünde isyanı ağır bastı.

Çarşaf çıktı türbana dönüldü.

Sanırım elde edip edebileceği yegane zafer de bu oldu.

Annesi onu erkenden muhafazakar bir basın organına yerleştirdi . Meslek sahibi olması, gençliğin çağlayan   gidişatı karşısında yanlış yollara sapmaması için belki de gerçekten en doğrusunu yapmıştı.

Gerçek isimleri yazmama konusundaki tutumu sürdüreceğim.

"A" tam da bu dönemde o camiada sevgi ve saygı ile yetiştirilmeye başlandı. Dürüst ve çalışkandı.Hak ettiği şekilde "A"'yı  bağırlarına bastılar.

"A" upuzun boyu  ve gram yağ içermeyen fiziği ile uyumlu olarak sporla da meşguldü. Halen, ciddiyetle asılsa bu alanda isim yapacağını düşünürüm. İyi başlangıçları da vardı çünkü.Cidden iyiydi.

Hırçın kırılganlıkları arasında bir kızı sevdi. Kız da bu ilgiyi karşılıksız bırakmadı. O, dünyanın en tasasız gülüşlerine sahip bir delikanlı idi şimdi. Ben de kendi gençlik çağımın gel - gitlerinde ona buna sevdalı bir şaşkın genç kız.

Bir gün onlarda iken birbirimize sevdiceklerimizden bahsettik.Cüzdanımızda gizlice taşıdığımız resimleri gösterdik. Birbirimize olan sevgimiz  perçinlenmişti, sımsıkı sarıldık.

Hah..tam o noktada film değişti zaten. Annesi koşarak geldi ve birbirimize neden sarıldığımızı sordu endişe ile.  Artık "mutaassıp"lıktan çıkmıştı boyut.  Biz, kardeş gibi büyüyen iki kişi, erkek-kadın olarak görülmüştük. "A"'nın sinirden kıpkırmızı olmuş yüzü ile öfkeli haykırışları, annesinin üzerine üzerine yürüyüşü halen gözümde capcanlı.

Uzaklaştım elbette. Yemeğe oturduğumuzda sürahiden bardağıma su dökmeye uğraşırken kağıt parçaları görmemle sürahide ayetler yazılı kağıtları bulmamla alakası yok mu bu uzaklaşmamım?Elbette var. Annesinin gelen-gideninden hazzetmeyişimle ..bununla da çok alakası var.

Zaman, annesini daha koyu sulara, "A"'yı daha isyan ettiğini sanırken daha boyun eğişe, beni ise tam olarak "ne halt edeceğim şimdi ben" yıllarıma sürükledi.

"A" 'nın evleneceğini duyduğumda şaşkınlıktan donakalmıştım.Tarikattan maddi durumu hallice  birinin kızı ile evleniyordu. Annesinin  baskısı onun itirazlarının çok üstüne çıkmış. Sevdiği kızı geride bırakıp ehli namus olan (!) bu genç hanım ile evleniyormuş. Elbette ki nişanda ya da nikahta bulunmadım. Ancak genç hanımın ailedeki diğer erkeklere el sıkışmak için elini vermediği ve bunun yarattığı infial kulağıma geldi.


Daha sonra bu genç hanım ile konuştuğumda ,evliliği kendisinin de çok istemediğini, sakalı olmayan ve televizyon izleyebilen bir erkek ile evlenmeye zorlanmanın kendisinde hayal kırıklığı yarattığını anlatmıştı.

Dünyanın belki de en tatlı ve en tasasız gülüşlü kıvırcığıydı ilk tanıdığım yıllarda. Sonraki öfkeli adam kim bilmiyordum ama nereden geldiğini görmüştüm.  Koca karanlık bir buluttu hayatındaki iki kadının sığlıkları. Okyanusları yüzmeye hazırlanan adamın  bu sığlıkta boğulmasını izlemek ise berbat   bir şey!


Aradan yıllar geçti. Şimdi karısı ve annesi çarşafa bezer koca siyah örtülere sarınan bir adam var facebooktaki resimde. 

Artık görüşmüyoruz onunla. Her resimde öfkeli sert bakan gözleri var. Kendi gibi upuzun boylu oğulları. Fotoğraflarına baktım, hacca gitmişler;ağı yerlere yakın pantolonuyla kayınbabası, simsiyah annesi, simsiyah karısı ve gülüşünü hayallerini yitirmiş   - kıvırcığı ağarmış saçlarıyla kendisi.

Unutmak Tanrı'nın verdiği en büyük lütuf demişti birisi...
Unutmayı hatırlayabilsem....







19 Ağustos 2015 Çarşamba

Kirpi

Çocukluğumda tatiller "hangi beldeye gitsek, kaç yıldızlı otelde havuza atlasak" şeklinde geçmezdi.

Trabzon, Sotka'da fırının üstündeki evin her köşesinde kendimize mutlu bir dünya yaratabilmemiz için teşvik edilen beyinlerimiz,3 kardeş olmanın tartışılmaz neşesi ile  saatlerin nasıl geçtiğini anlamayacağımız eğlenceli çıkarımlarımız vardı.


En unutulmaz yazlarımdan biriydi.Annemle babamın odasında karyola ile pencere arasındaki minik dar koridora bir çuval kitap götürüp  sorumluluklarım bittiğinde evdeki meyvelerden kendime bir tabak hazırlıyor ve o minnacık alanda, kitap çuvalımın üstüne uzanıp seçtiğim bir kitabı okumaya başlıyordum. Evin genel koşturmacasından muaftım;kimse anne-babanın yatak odasına girmezdi. yere yattığımda gördüğüm sadece gökyüzünün kocaman pırıltılı mai'si olurdu. Rüzgâr denizin  yosun kokusunu taşır, kısacık saçlarımın arasında beni okşarcasına şefkatle dolaşırdı.

O dönem okuduğum hemen hiç bir kitabı unutmadım.
Bu sabah, "ne yapsam"larımın arasında , "hayattan ne beklemeli ne dilemeliyim"in nasıl hassas ve ters tepebilecek bir soru olduğunu bilerek işe gelmek için yürüdüğüm esnada sıyrıldı geldi o öykü anılardan. 

Sorular ve cevaplar...hepsi bir ömürde saklı aslında.

Vadinin birinde tüm hayvanlar bolluk bereket  içinde birlikte yaşarlarmış. Derken, günün birinde gökyüzünden bir melek kanadı kırılarak vadiye düşmüş.Hayvanlar, ona saldırmak yerine şefkatle yaklaşarak kanadını onarmış, onun yeniden eski haline dönmesine yardımcı olmuşlar. Melek tamamen iyileşip gökyüzündeki yerine dönecekken "bana yaptığınız bu iyilik karşılıksız kalamaz.Hepinize bir dilek hakkı veriyorum ama dileklerinizi geri almanız mümkün değil o yüzden iyi düşünün size yarına kadar müsaade.Yarın gelecek ve dileklerinizi gerçek kılacağım" demiş. Hayvanların hepsi sevinç içinde onu uğurlamışlar.Gece, hiç birinin gözüne uyku girmemiş. Hepsi , yarına gerçekleşecek dileği en doğru seçmek çabasındaymış.

Ertesi gün melek dilekleri gerçekleştirmek ve veda etmek için vadiye gelmiş.Tüm hayvanlar önünde sıra olmuşlar.

Tavşan:

- Ben herkesten çok korkuyorum,etim lezzetli hep peşimdeler..demiş.

Melek gülümsemiş ve ona çok hızlı koşabilme yeteneği bahşetmiş.

Zürafa:

-Çok obur biri sayılmam ama hep alçak dallardaki  olgun-sert yaprakları yemekten bıktım...demiş

Melek gülümsemiş ve ona, ağaların en tepesindeki taze yaprakları yiyebilmesi için uzun bacaklar ile uzun bir boyun bahşetmiş.

Sıra kirpiye geldiğinde:

-Ben ölümsüz olmak istiyorum..demiş

Meleğin gülümsemesi yüzünde soluvermiş.

-Kirpi...bu çok tehlikeli ve kötü bir dilek. Şimdi git düşün ve herkesin dileği bittiğinde seni tekrar yanıma çağırdığımda kararını bir kez daha dile getir..demiş.




Kirpi günün ve sıranın sonuna kadar sabretmiş. Herkes hak etmese bile dileğine kavuşurken ve  meleğe en çok yardımcı olan kendisi iken dileğinin yerine getirilmemesine karşı öfke doluymuş. Dileği tekrar sorulduğunda, aradaki zamanı dileğinin doğruluğunu değil uğradığı haksızlığı düşünerek geçirdiğinden "bir tereddüdüm yok..ölümsüz olmak istiyorum" demiş.



Melek üzgün üzgün bakmış yüzüne,cevap vermemiş. Sadece "peki" anlamında başını sallamış, kirpiye ölümsüzlük bahşetmiş ve hepsine veda ederek gökyüzüne yükselmiş.


Aradan yıllar geçmiş.

Kirpi önceleri pek mutluymuş.
Sonra çok sevdiği eşinin ölümüne şahit olmuş.
Arkadaşlarının,akrabalarının hatta evlatlarının  ölümlerine şahit olmuş.
Torunlarının torunlarının torunlarının yaşadığı şeyleri anlatıp paylaşacağı, mutluluğunu katmerleyip üzüntüsünü paylaşacak bir kader ortağının yokluğu yalnızlığın en derinine itmiş onu.
Anlattığı şeyler kimsenin ilgisini çekmez olmuş.
Yazlar aynı,kışlar aynı..hayat kendini tekrarlar ve bir heyecan içermez olmuş.
Üstelik ölümlerine şahit olmaktan bıktığı için birilerini sevmekten iyice korkar olmuş,içine kapanmış.

Yaptığı hatayı anlamış anlamasına ama yapacak çok şey de yokmuş.
Artık tahammül edemediği bir çok şey için vadiyi terk etme kararı almış. Vadiden yukarı tırmanırken ayağı kaymış ve yuvarlanarak tekrar aşağı düşmüş.Normalde ölmüş olması gerekirken bacakları kırık , yara bere kesik içinde kalan kirpi acıyla haykırmaya başlamış.

-Ben hatalıydım, ölüm ,gerektiğinde en güzeli imiş. Ben hatalıydım, yaşama müdahale etmeden anlayarak yaşamak lazımmış..Ne diledim ben..ne yaptım kendime ah...

Melek yüzyılı aşan bu pişmanlığı duymuş...Kirpiye bir kez daha dileğini vermiş.

*****

Ulaşılmaz olan en güzeli değil.
Yaşadığımız, o an için değil.
Dileklerimiz kendi felaketimiz olmasın....
Emerson'un sözü çok önemli ... DUALARINIZA DİKKAT EDİN .. GERÇEKLEŞEBİLİRLER.


4 Mayıs 2015 Pazartesi

Bora


Sen hatırlamazsın o günü.Hem yaşımız küçüktü , hem de durduk yere  akılda yer edecek özel bir  an değildi.Ama zihnime kazınmıştı benim.Ben unutmadım hiç.Şimdi ne zaman "hiç ayrılamam derken kavuşmak hayal oldu " dese Zeki Müren gözlerim yaşla dolar. Seni,çocukluğumuzu ve anıların yumuşak sıcaklığını özlerim İstanbul'un  metalik seslerinin arasında. Yalnızlığım dolar kalbime, seni özlerim denizimi, mavimi, Trabzon'umu özlediğim gibi.

Abim'e...

Sen olsan olsan 12 ben de o zaman olsam olsam 10 yaşlarındaydık.
Şivemiz kaymasın,küfür öğenmeyelim diye annemin sokağa salmadığı,bizim de 3 kardeş evde kendi cennetimizi yarattığımız yıllardı. Sotka'da caddeye bakan ,halen çocukluk anılarına ait tüm rüyalarımda koridorlarında dolandığım evimizdeydik.

Hatırlarsın hani, misafir odası ve oturma odası caddeye bakardı, annemin yatak odası ve mutfak da Karadenizin mavisine. Hani terasımız vardı annem kızınca yalınayak kaçtığımız, halı yıkandığında deli gibi eğlendiğimiz, senle uçurtma yapıp uçurduğumuz. Hani,okuldan gelince rahat oturalım diye annem dikerdi pijamalarımızı, bitmezdi sohbetimiz,masallar anlatırdın bana.Gözümüzü açtığımızda birbirimizi arardı gözlerimiz.Yaramazlık yapar,karnımız ağrıyıncaya kadar gülerdik hani."Sen erkeksin sen kızsın"ı sokmamıştı aramıza kimseler henüz.El de yoktu resim çerçevemizde, alem de. Ailemiz vardı, mutluyduk çayıra salınmış küçük eşekler kadar.

Bir gün, yine böyle bahara - Mayıs'a çalmıştı zaman. Yapabileceğimiz yaramazlıklar bitmiş , oturma odasının camından caddeyi seyrediyorduk. Bilgisayar - TV kaplamamıştı günümüzü zihnimizi . Radyo açıktı. Sonra o şarkı çaldı, döndün bana "bu ikimizin şarkısı olsun" dedin. Sözlerini dinleyince gözlerim doludoluverdi. "Ayrılmayalım  ki biz hiç" demek istedim. Boğazıma tıkıldı sözcükler kendi manasızlıklarını, kadere hükümsüzlüklerini bilirmiş gibi. Uzandım eline dokundum sadece. Öylesine bir andı. Unutmuşsundur sen binlerce kere..tıpkı diğer anıları unutabildiğin gibi. Ama ben unutmadım.


Sonra taşındık o kiradaki  evden .Yeni, güzel ve bize ait evimize geçtik..ama üç kardeşin üçünün de düşlerinde hep Sotka'daki ev kaldı.Çocukluğumuz ve olanca masumluğumuz.

Büyüdük, aşk  girdi hayatlarımıza. Senle biraz uzaklaşmıştık işte o zaman..el de vardı alem de vardı şimdi hayatlarımızda. Sen erkek çocuk ben kız çocuktuk. Gelişimlerimiz farklıydı. Yine de oynardık,yine de paylaşırdık birbirimizle. Hani hakkını vereyim:on numara yakışıklı bir adamdın her zaman. Yıllar perçinledi bunu...babamı koy bi yana,üstüne adam tanımam yani. Sana aşık olan kızların bana yanaşmasına çok gülerdim. Okuldan dönerken bağıra çağıra şarkı söyleiğini duyduğum top arsasında seni görünce mutlu olurdum. Sen hep çok neşeli bir delikanlı idin, gülüşünü severdim.Adına hakkını verirdin "Bora" gibi, kıyısında büyüdüğün deli dolu Karadeniz gibiydin, esmeni gürlemeni hatta sabahın köründe bana zorla Burhan Çaçan dinletmeni ..ben seni çok severdim.

Sonra evlendin.
Güzel,tatlı bir kızdı gelinin.
Ama evlilik demek el demek alem demek.

Sonra ablam evlendi.
Neşeli,tatlı bir beydi damadı
Ama evlilik demek sorumluluk demek,anne olmak/bölünmek demek.

Sonra ben evlendim.
Evlilik demek hayat demek gaile demek.

Bu eleştirim için bağışlayın beni ey cümlealem : kız evlenince birini daha alıp aileye katıyor ama erkek evlenince..gidiyor galiba.Uzaklaşıyor yani?


Kopmadık birbirimizden ama uzaklaştık mı ne biraz? Müdür Bey oldun sen, öfkeli, kızgın,fazla ciddi.
Bir eşek şakası yapamaz oldum sana. Arada gözlerinde yakaladığım muzurluk da olmasa çekilmez olacak bu hayat iyice. Başbaşa geçirdiğimiz saatler yok..saatleri koy bir yana anlar bile az artık.

Evlilik denen şeyin getirdiği değişimi sevmiyorum yalan yok.
Ben İstanbul'da siz Trabzon'da.

Ablamla her gün konuşuyoruz da sen uzaklaştın mı biraz ne?
Ablamla her şeyi paylaşıyoruz,birbirimizi yargılamadan sınırsız perdesiz..fiziki mesafeler vız gelir tırıs gider ki her zaman.


Yine de bilmez değilim cüzdanında bir benim resmimi taşıdığını.Elimi uzatsam, elimi boş bırakmayacağını.. Yorgunsun,kınamıyorum ki seni ben.

Yani, sen gönlündeki sevgiyi yitirmedin ama perdeledin mi azcık ne.

Ne bileyim..özledim seni işte. Çocukluğumuzdaki gibi kahkahalarının içinde yuvarlanarak anlattığın bişileri özledim.Başka şehirlerde olmak değilmiş ayrılık.


Hayat arkadaşlarımız..evlilik...sorumluluklar..seçimlerimiz
Bir bakıyorsun,hiç ayrılamam diyorken kavuşmak hayal oluyor.
Ama olsun...
Zamanın zulmüne direnci de o hayaller sağlıyor.

12 Nisan 2015 Pazar

Lacivert Takım Elbiseli Adile Naşit


Çaktırmadan , günlerin mevsimlerin geçip gidişi gibi geçti gitti ellerimden bebekliği..

Sarı saçlı sarı elbiseli bebeği olan kıvırcık Selin...

Daha kıvırcık saçlarındaki  bebe şampuanının papatyalı kokusunu içime çekmeye doyamamışken bir gün sokakta anaokulu servisinin ardından el sallar buldum kendimi.


O günlerde anlamalıydım başıma geleceği.
Veliler okulun bahçesinde beklesin, çocuklar küçük;henüz 4 yaşında, ağlarlarsa güven vermek amacıyla sizi çağırabiliriz dediler.
Bütün gün bahçeden bekledim "heyyy ben burdayım bebeğim" gülüşüm cebimde hazır.
Bir beni çağırmadılar bir beni!
Akşam okul bitti, herkes annesinin kucağında, benimkisi iki eliyle kapıya yapışmış "gitmicemmmmmmmmmm gitmicemmmmmmmmmmm" diye feryat feveranda...


İlkokula kaydettiğim gün 12 Nisan'dı..yani bugün.
Ağlaya zırlaya indim Çamlıca'nın yokuşlarından.
Okula başladığı gün lacivert takımımın içinde tebessümle yolcu ettim onu.
O içeri girince ise içimdeki Adile Naşit fırlayıverdi bastırdığım yerden..sular seller gibi akıttım göz yaşlarımı.


Annelik, tüm tezatları aynı kapta eritmek ve yaşamak galiba.


 Doğururken beyin hücrelerimin önemli bir kısmını kaybediyorum anladığım kadarıyla..eskiden daha mantıklı, daha sağlıklı düşüncelere ve tepkilere sahiptim ben.

Selin, okulun seçtiği öğrencilerden biri oldu ve İTÜ Ayazağa  kampüsünde  "Nasa's İnternational Space Apps Challenge 2015 İstanbul" etkinliği kapsamında düzenlenen "hackathon'a"  katıldı. 


İsmini ,imzaladığım izin kağıdına baka baka yazdığım bu etkinlikten Cuma akşamı saat 17 de çıkacak ve ertesi gün yine gidecekti.

Sonra beni aradı..
-"Anne" dedi şarkı söyler gibi konuşarak incecik nazik sesi ile. "Akşam 7 'de çıksam olmaz mı?Burada etkinlik 23'e kadar devam ediyor.

-Olur tabii kızım..dedim sakin,sevecen ve kendinden emin ses tonumu kullanıp içimdeki Adile Naşit'in paniğini bastırarak.

Telefonu kapattık. Suratım 5 karış işime gücüme baktım. Onun orada ne kadar mutlu olduğunu bildiği için sevinçle çarpan kalbimin sağ yanı , onun akşamın bir vaktine kadar benden-evden uzak kalmasından hoşnutsuz kalbimin sol yanından daha baskın çarpıyordu.

Bir kaç saat sonra telefon çaldı yeniden.

-"Anne" dedi sesine kendinden emin bir ton vermeye çalışarak ama aslında ürkek ve biraz umutsuz. "Herkes burada kalıyor akşam ben de kalsam olmaz mı?
-"Başınızda kim var, ne yiyip ne içeceksin, telefonunu nasıl şarj edeceksin,ben sana nasıl  ulaşacağım,kalacağınız mekanı bana tarif et..ben de sana cevap vereyim"

-Arkadaşlarla kalacağım..herkes kalıyor anne. Yaşam alanı oluşturuldu burada, yiyecek ücretsiz,telefon şarjını arkadaşımın bilgisayarından halletmem işten bile değil..anne;öğretmeni arayamaz mısın?

Lacivert takımları ile gülümseyen kadın cevap verdi:

-Öğretmeninin telefonunu bana yolla, ben onunla konuşurum.Elbette kal kızım, bence bu harika bir fikir.

Sonra öğretmeni ile konuştum:

-Ben Selin'e güvenirim ve o güvenli diyorsa ortam güvenlidir ama bir yetişkin olarak sizin ağzınızdan duymak da rahatlatıcı doğrusu. İstediği kadar kalabilir, bizim açımızdan sorun yok.

Yalaaaaaannn yalaaaaannn.. ben gece kalkıp kaç defa öpüyorum o tepesindeki kıvırcık bulutları, ne yer ne içer benim bebeğim?Hiç bile istediği kadar kalamaz yafuuu sabah güneşin ışıkları ile birlikte odasına girip öpmem lazım tazecik yanaklarındaki gül pembedennnn.

Sipariş ettiği 3-5 bir şeyi babası hiç üşenmeden götürüverdi Ayazağa'ya, kızının yanına.

Cuma sabahı gitti.
Dün yoktu .
Bu akşam gelecek..midem kırk düğüm bekliyorum.
Bu gidiş 3 günlük..başladı bir kez.Artık açıldı kanatlar,mevsim o mevsimin eşiği.


Sabah kardeşine mesaj atmış:

-Çiğköfteli milkshake'im, dün TUDEM nasıl geçti?

Nehir de cevap yazmış:

-Ekmek arası bisküvi gibiydi sınav...gel çabuk ;özledim!

İçimdeki Adile Naşit göz yaşlarını  silerken lacivert takım elbiseli kadına döndü ve dedi ki "Bi milyon doğru ve bi milyon yanlış arasında en doğru kararımdı hayata iki kardeş olarak devam etmelerini sağlamak."

İkisinin nadiren aynı fikirde olduğu konulardan biri bu.

Mutlu ve umutlu günler bizlerle olsun.