yaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yaz etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Nisan 2021 Perşembe

ÖLMEKTEN KORKTUĞUN HALDE ÖLÜME İNANMADIĞIN İÇİN, YASAMAK, YANİ AĞIR BASTIĞINDAN.

 



Ortaokulda sağlıkla ilgili bir ders konuşmuştu müfredata. Sarışın, zayıf saçlı, soluk benizli bir genç hanımdı öğretmen. Kıllanma ,tüylenme,regl dönemi vb bilgiler verip "Allah'ım yar şu yeri ben dibine gireyim sürüneyim" diye içsel çığlıklar attırırdı bize. Trabzon'un bir köşesinde büyüyen utangaç çocuklardık.

Sonra , "sağlık" kavramınını tanımı yapıldı o derste.

Sağlık, bireyin fiziksel, sosyal ve ruhsal yönden tam bir iyilik durumunda olmasıdır!

O ana kadar sağlığın hep fiziksel  iyilik durumu olduğunu  düşündüğümü fark ettim hayretle. Sonra bu kavram üzerine düşündüm uzun uzun. Ruhun iyiliğinin  ne kadar önemli olduğunu, bizlerin bunu nasıl da boşverdiğimizi fark ettim. 70'lerdeydik henüz. Aymamıştık yeterince..tıpkı şimdiki gibi.

Selin'in  ingilizler ya da beyaz ruslar gibi göründüğünü fark ettim geçen hafta. Güneş değmedi çocuğa bir senedir. Maskeyi aşıp giremedi ciğerlerine ne bahar ne kış..yağmuru  çekemedi içine doyasıya..saçları ıslanmadı yağmurdan,güneş utangaç dokundu tenine ve kaçtı.

Pandemi ve coronadan korunmuştuk ..ama ruh ve beden sağlığını koruyabildik mi...sanmıyorum.

Sabah Selin ile Validebağ korusuna yakın Starbuck's'a gittik. Oradan yürüyerek dolandık durduk, yağmur yağıyordu ;başını örtmedi kızım. Tenhaydı sokaklara saptık kimseler yoktu; indiriverdik maskeyi; nefes aldık doyasıya. Yürümeyi unutmuş bacakları tezce yoruldu, ben de zorlamadım.

Zaman akıp gidiyor..belki hiç olmadığı kadar hızlı. Ölmemek adına yaşamayı unutmamak lazım...


YAŞAMAYA DAİR
(1)

YASAMAK SAKAYA GELMEZ,
BÜYÜK BİR CİDDİYETLE YASAYACAKSIN
BİR SİNCAP GİBİ MESELA,
YANI, YASAMIN DIŞINDA VE ÖTESİNDE HİÇBİR ŞEY BEKLEMEDEN
YANI, BÜTÜN İŞİN GÜCÜN YASAMAK OLACAK.

YAŞAMAYI CİDDİYE ALACAKSIN,
YANI, O DERECEDE, ÖYLESİNE Kİ,
MESELA, KOLLARIN BAĞLI ARKADAN, SIRTIN DUVARDA,
YAHUT, KOCAMAN GÖZLÜKLERİN,
BEYAZ GÖMLEĞİNLE BİR LABORATUARDA
İNSANLAR İÇİN ÖLEBİLECEKSİN,
HEM DE YÜZÜNÜ BİLE GÖRMEDİĞİN İNSANLAR İÇİN,
HEM DE HİÇ KİMSE SENİ BUNA ZORLAMAMIŞKEN,
HEM DE EN GÜZEL,
EN GERÇEK ŞEYİN YASAMAK OLDUĞUNU BİLDİĞİN HALDE.

YANI, ÖYLESİNE CİDDİYE ALACAKSIN Kİ YASAMAYI,
YETMİŞİNDE BİLE, MESELA, ZEYTİN DİKECEKSİN,
HEM DE ÖYLE ÇOCUKLARA FALAN KALIR DİYE DEĞİL,
ÖLMEKTEN KORKTUĞUN HALDE ÖLÜME İNANMADIĞIN İÇİN,
YASAMAK, YANİ AĞIR BASTIĞINDAN.
1947

(2)

DİYELİM Kİ, AĞIR AMELİYATLIK HASTAYIZ,
YANI, BEYAZ MASADAN
BİR DAHA KALKMAMAK İHTİMALİ DE VAR
DUYMAMAK MÜMKÜN DEĞİLSE DE BİRAZ ERKEN GİTMENİN KEDERİNİ
BİZ YİNE DE GÜLECEĞİZ ANLATMAN BEKTAŞİ FIKRASINA,
HAVA YAĞMURLU MU, DİYE BAKACAĞIZ PENCEREDEN,
YAHUT DA YİNE SABIRSIZLIKLA BEKLEYECEĞİZ
EN SON AJANS HABERLERİNİ.

DİYELİM Kİ, DÖVÜŞÜLMEYE DEĞER BİR ŞEYLER İÇİN,
DİYELİM Kİ, CEPHEDEYİZ.
DAHA ORDA İLK HÜCUMDA, DAHA O GÜN
YÜZÜKOYUN KAPAKLANIP ÖLMEK DE MÜMKÜN.
TUHAF BİR HINÇLA BİLECEĞİZ BUNU,
FAKAT YİNE DE ÇILDIRASIYA MERAK EDECEĞİZ
BELKİ YILLARCA SÜRECEK OLAN SAVASIN SONUNU

DİYELİM Kİ, HAPİSTEYİZ,
YASIMIZ DA ELLİYE YAKIN,
DAHA DA ON SEKİZ SENE OLSUN AÇILMASINA DEMİR KAPININ.
YİNE DE DIŞARIYLA BERABER YASAYACAĞIZ,
İNSANLARI, HAYVANLARI, KAVGASI VE RÜZGARIYLA
YANI, DUVARIN ARKASINDAKİ DIŞARIYLA.

YANİ, NASIL VE NERDE OLURSAK OLALIM
HİÇ ÖLÜNMEYECEKMİŞ GİBİ YAŞANACAK...
1948

(3)

BU DÜNYA SOĞUYACAK,
YILDIZLARIN ARASINDA BİR YILDIZ,
HEM DE EN UFACIKLARINDAN,
MAVİ KADİFEDE BİR YILDIZ ZERRESİ YANI,
YANI, BU KOSKOCAMAN DÜNYAMIZ.

BU DÜNYA SOĞUYACAK GÜNÜN BİRİNDE,
HATTA BİR BUZ YIĞINI
YAHUT ÖLÜ BİR BULUT GİBİ DE DEĞİL,
BOŞ BİR CEVİZ GİBİ YUVARLANACAK
ZİFİRİ KARANLIKTA UÇSUZ BUCAKSIZ.

ŞİMDİDEN ÇEKİLECEK ACISI BUNUN,
DUYULACAK MAHZUNLUĞU ŞİMDİDEN.
BÖYLESİNE SEVİLECEK BU DÜNYA
"YAŞADIM" DİYEBİLMEN İÇİN...

ŞUBAT 1948

4 Mart 2021 Perşembe

KELİME OYUNU 14

Deep'in (tık) her zaman renkli ve eğlenceli ve asla rutin olmayan bloğunda "Kelime Oyunu" etkinliğini de "Ağaç Ev Sohbetleri" etkinliği gibi keyifle izliyordum bir süredir.(Bir gün düz ve kısa cümleler kurmayı başarabilecek miyim ben acaba?)

Bu haftaki kelimeler : Mantık Kalp Gülmek Sohbet Disiplin

E hadi pupa yelken o vakit.


Son zil çaldığında Öğretmen Hanım her zamanki sakin ve huzurlu gülümsemesiyle kitaplarını çantasına koydu. Al yanaklı, gül dudaklı  köy çocukları pırıl pırıl gözleri ile ona bakıyordu. "Yarın görüşürüz" dedi  neşeyle. Çocuklar "sağol" diye  haykırarak sınıftan tek sıra halinde çıktılar. Öğretmen Hanım, yine kendinden memnun gülümsedi. Bir Feride değildi elbette ama idealistliği onu da İstanbul'un lüküs hayatından alıp ...ilinin dağ köyüne getirmişti.
Oradaki çocukları hayata hazırlamak , gelişmiş şehirlerdeki çocukların hazırlandığı sınavlarda eşit mücadele olanağı sağlamaya çalışmak istiyordu. Ama köye gelince aileleri de işin içine katma sevdası başgöstermişti. Okul sonrası birilerinin evinde misafir oluyor, kadınlarla sohbetlerinde doğum kontrolden  hurafelerin sakıncalarına kadar geniş yelpazeli sohbetlerin içerisinde onları da bir şekilde eğitime dahil ediyordu.


Ayşe minyon yapılı, açık kumral  gençten bir kadındı. Evleneli çok olmamıştı, Öğretmen Hanım Ayşe'ye bir başka yakınlık duyuyordu. Göl suları gibi durgun, derin bakışları bazen önce sessiz bir 
gülüşün ardından beklenmedik bir kahkahanın etkisi ile aydınlanır sonra mahcup bir kızarıklık yanaklarına yayılırdı.  Bir gün sohbet esnasında herkes çocuklardan bahsederken Ayşe'nin aldırmaz görüntüsü ile gözlerindeki ıslaklığın tezatını fark etti  Öğretmen Hanım. Biraz kurcalayınca öğrendi ki Ayşe'nin kocası ağır sara hastasıymış. Çocukları olmuyormuş. Olmayan çocuklar için de Mehmet, Ayşe'yi önce dövüyor sonra ayaklarına kapanıp  özürler diliyormuş.

Öğretmen Hanım , artık Ayşe'nin evine daha sık gidiyor. Ona kitaplar götürmek ve daha sonra bu kitaplar hakkında hasbihal etmek bahanesi ile ona kadın haklarından, kadınların ekonomik özgürlüklerini köy yerinde bile kazanabileceğinden bahsediyordu. Darp raporu tutulursa devletin kadınları koruduğundan, kimsenin sürmek istemediği bir hayatı devam ettirmeye mecbur olmadığından...

Ayşe , Öğretmen Hanım'ın sözlerini sessizce dinliyor,; ne bir onay ne bir öfke belirtisi göstermeden verdiği kitapları alıyordu. Zeki bir alıcıydı, kitaplarla ilgili yakaladığı noktalar, kendi hayatları ile ilgili benzerlikler üzerinde dikkatlice duruyordu. Öğretmen Hanım 'ın daha evvel söylediği bir söz ya da aylar önce okuduğu bir kitaptan alıntı  yapabiliyor, Öğretmen Hanım 'ın takdiri ile gözleri parıldıyordu.

Aylar geçti. Öğretmen Hanım  okulda istediği başarı ve disiplini sağlamış, hayatının rutiine alışmış, ideallerini yerine getirmenin huzuru ile her gün kendinden daha memnun olarak yaşantısına devam ediyordu. Bu, kendinden memnunluğun ve mütevazı yardımların altında , kendini köylüden üstün gören sızım sızın bir kibrin  varlığını  içteniçe seziyorsa da..aldırmıyordu. Şimdi onun  tek hedefi Ayşe'yi kurtarmak olmuştu.Hedefe yaklaştığını, emeklerinin boşa gitmediğini görüyor, asla direkt söyleyemediği mesajları kitaplar ve sohbetler aracılığıyla iletiyordu.

Yaz geldi. Öğretmen Hanım ,İstanbul'a dönüş vakti yaklaştıkça sabırsızlığının arttığını hissediyor ve konuyu açıkça konuşmanın artık ertelenmemesi gereğini kafasında tartıyordu.


...ilinin yeşil örtüsü ülkece meşhur. Yaz da gelmiş. Balkonda  taze kızarmış sigara börekleri ve çay eşliğinde oturup bu eşsiz manzaraya bakarlarken sohbet de koyulaştıkça koyulaşmış. Bugün Ayşe ile başbaşalar. Diğer hanımlar, sanki bir tesadüfmüş gibi bu sefer çağrılmamış..

Öğretmen Hanım , hafifçe yerinden doğruldu."Ayşe" dedi. "Seninle bir konuda konuşmak istiyorum"

Ayşe  sessizce gözlerini ona dikti ve bekledi.

"Seni bir başka sevdim, biliyorsun bunu.Yediğin dayaklar, döktüğün gözyaşı, seni bekleyen gelecek...bunlara tahammül edemiyorum sana değer veren bir dost olarak. Bak, bi kaç hafta sonra İstanbul'a dönüyorum. Tanıdıklarla konuştum , sana bir iş ve kalacak yer ayarladım." Sesi gittikçe yükseliyor, yaptığı şeyin güzelliği ve vardığı nihayet Öğretmen Hanım 'ın yüzüne ışıl  ışıl bir sevinç katıyordu. "Gençsin, akıllısın..mecbur değilsin bu hayatı sürmeye. Kocanla herkes konuştu, ben konuştum , muhtar konuştu, hoca efendi konuştu..aileler konuştu.. ama adam durmuyor yani. Ben Ayşe'yi çok seviyorum diye ağlıyor ama sonra geliyor yine sana basıyor dayağı... Aaaa yani...olmaz! Sen hiç korkma. Ben sana sahip..."

"Olmaz" dedi Ayşe rüzgar kadar hafif bir sesle.

Öğretmen Hanım  yanlış duyduğunu sandı.

-"Ne?"

-"Olmaz" dedi Ayşe tekrar ama artık daha kararlı .

-"Sebep?"

-"Ben onu seviyorum"

-"Ayşe, korkma...korkma cesur ol. Kendine gel, doğru olması mümkün değil bu söylediğinin. Hasta ..hatta yaşamı sürdürmesine engel olacak derecede hasta, çocuk vermiyor, dayağı bitmiyor, çalışamıyor, kıskanç hayatı sana zindan ediyor..nasıl seversin onu?!! "

Ayşe baktı, kararını vermişlerin dingin ve sakin seslenişi ile: 

-"Kalbin akla sığmayan, apayrı bir mantığı vardır" dedi. Ve gülümsedi "Blaise Pascal ..sizin verdiğiniz kitaplardan"

 


19 Ağustos 2015 Çarşamba

Kirpi

Çocukluğumda tatiller "hangi beldeye gitsek, kaç yıldızlı otelde havuza atlasak" şeklinde geçmezdi.

Trabzon, Sotka'da fırının üstündeki evin her köşesinde kendimize mutlu bir dünya yaratabilmemiz için teşvik edilen beyinlerimiz,3 kardeş olmanın tartışılmaz neşesi ile  saatlerin nasıl geçtiğini anlamayacağımız eğlenceli çıkarımlarımız vardı.


En unutulmaz yazlarımdan biriydi.Annemle babamın odasında karyola ile pencere arasındaki minik dar koridora bir çuval kitap götürüp  sorumluluklarım bittiğinde evdeki meyvelerden kendime bir tabak hazırlıyor ve o minnacık alanda, kitap çuvalımın üstüne uzanıp seçtiğim bir kitabı okumaya başlıyordum. Evin genel koşturmacasından muaftım;kimse anne-babanın yatak odasına girmezdi. yere yattığımda gördüğüm sadece gökyüzünün kocaman pırıltılı mai'si olurdu. Rüzgâr denizin  yosun kokusunu taşır, kısacık saçlarımın arasında beni okşarcasına şefkatle dolaşırdı.

O dönem okuduğum hemen hiç bir kitabı unutmadım.
Bu sabah, "ne yapsam"larımın arasında , "hayattan ne beklemeli ne dilemeliyim"in nasıl hassas ve ters tepebilecek bir soru olduğunu bilerek işe gelmek için yürüdüğüm esnada sıyrıldı geldi o öykü anılardan. 

Sorular ve cevaplar...hepsi bir ömürde saklı aslında.

Vadinin birinde tüm hayvanlar bolluk bereket  içinde birlikte yaşarlarmış. Derken, günün birinde gökyüzünden bir melek kanadı kırılarak vadiye düşmüş.Hayvanlar, ona saldırmak yerine şefkatle yaklaşarak kanadını onarmış, onun yeniden eski haline dönmesine yardımcı olmuşlar. Melek tamamen iyileşip gökyüzündeki yerine dönecekken "bana yaptığınız bu iyilik karşılıksız kalamaz.Hepinize bir dilek hakkı veriyorum ama dileklerinizi geri almanız mümkün değil o yüzden iyi düşünün size yarına kadar müsaade.Yarın gelecek ve dileklerinizi gerçek kılacağım" demiş. Hayvanların hepsi sevinç içinde onu uğurlamışlar.Gece, hiç birinin gözüne uyku girmemiş. Hepsi , yarına gerçekleşecek dileği en doğru seçmek çabasındaymış.

Ertesi gün melek dilekleri gerçekleştirmek ve veda etmek için vadiye gelmiş.Tüm hayvanlar önünde sıra olmuşlar.

Tavşan:

- Ben herkesten çok korkuyorum,etim lezzetli hep peşimdeler..demiş.

Melek gülümsemiş ve ona çok hızlı koşabilme yeteneği bahşetmiş.

Zürafa:

-Çok obur biri sayılmam ama hep alçak dallardaki  olgun-sert yaprakları yemekten bıktım...demiş

Melek gülümsemiş ve ona, ağaların en tepesindeki taze yaprakları yiyebilmesi için uzun bacaklar ile uzun bir boyun bahşetmiş.

Sıra kirpiye geldiğinde:

-Ben ölümsüz olmak istiyorum..demiş

Meleğin gülümsemesi yüzünde soluvermiş.

-Kirpi...bu çok tehlikeli ve kötü bir dilek. Şimdi git düşün ve herkesin dileği bittiğinde seni tekrar yanıma çağırdığımda kararını bir kez daha dile getir..demiş.




Kirpi günün ve sıranın sonuna kadar sabretmiş. Herkes hak etmese bile dileğine kavuşurken ve  meleğe en çok yardımcı olan kendisi iken dileğinin yerine getirilmemesine karşı öfke doluymuş. Dileği tekrar sorulduğunda, aradaki zamanı dileğinin doğruluğunu değil uğradığı haksızlığı düşünerek geçirdiğinden "bir tereddüdüm yok..ölümsüz olmak istiyorum" demiş.



Melek üzgün üzgün bakmış yüzüne,cevap vermemiş. Sadece "peki" anlamında başını sallamış, kirpiye ölümsüzlük bahşetmiş ve hepsine veda ederek gökyüzüne yükselmiş.


Aradan yıllar geçmiş.

Kirpi önceleri pek mutluymuş.
Sonra çok sevdiği eşinin ölümüne şahit olmuş.
Arkadaşlarının,akrabalarının hatta evlatlarının  ölümlerine şahit olmuş.
Torunlarının torunlarının torunlarının yaşadığı şeyleri anlatıp paylaşacağı, mutluluğunu katmerleyip üzüntüsünü paylaşacak bir kader ortağının yokluğu yalnızlığın en derinine itmiş onu.
Anlattığı şeyler kimsenin ilgisini çekmez olmuş.
Yazlar aynı,kışlar aynı..hayat kendini tekrarlar ve bir heyecan içermez olmuş.
Üstelik ölümlerine şahit olmaktan bıktığı için birilerini sevmekten iyice korkar olmuş,içine kapanmış.

Yaptığı hatayı anlamış anlamasına ama yapacak çok şey de yokmuş.
Artık tahammül edemediği bir çok şey için vadiyi terk etme kararı almış. Vadiden yukarı tırmanırken ayağı kaymış ve yuvarlanarak tekrar aşağı düşmüş.Normalde ölmüş olması gerekirken bacakları kırık , yara bere kesik içinde kalan kirpi acıyla haykırmaya başlamış.

-Ben hatalıydım, ölüm ,gerektiğinde en güzeli imiş. Ben hatalıydım, yaşama müdahale etmeden anlayarak yaşamak lazımmış..Ne diledim ben..ne yaptım kendime ah...

Melek yüzyılı aşan bu pişmanlığı duymuş...Kirpiye bir kez daha dileğini vermiş.

*****

Ulaşılmaz olan en güzeli değil.
Yaşadığımız, o an için değil.
Dileklerimiz kendi felaketimiz olmasın....
Emerson'un sözü çok önemli ... DUALARINIZA DİKKAT EDİN .. GERÇEKLEŞEBİLİRLER.


30 Temmuz 2015 Perşembe

Mis Gibi Yaz Mim' i

Sevgili Cam Misket'in bloğunda yine bana keyif veren şeyler buldum elbette.

Mim'lenmeyi sevdiğimi bildiği için beni dürttü "sen de yap istersen" diye

İsterim :-)

1) Klasik bir soruyla başlayalım; senin için 3 kelimeyle yaz mevsimi neyi ifade ediyor?

Sarı,pırıltılı mai,arasam kimseyi bulamam her biri bir yana gitmiş dostlar.



2) Yaz aylarında ne sıklıkla kitap okuyorsun?

Çoook..yazın her şeye daha çok zaman kalıyor sanki. Tüm insanlarla birlikte bir çok sorumluluk da tatile çıkıyor çünkü.


3) Yaz aylarına daha uygun olduğunu düşündüğün kitap türleri var mı?

Gönlümün sohbet edebileceği kitapları daha bi seviyorum sanırım. Yani ağır felsefe günlerim daha çok kışa ait.



4) Plajda kitap okuyanlardan mısın? Eğer öyleyse en son hangi kitabı okudun?

Ahhh..işe yeni girenlere bir sene tatil yok.Dolayısı ile bu sene plaj da yok ama plajda kitap okuyanlardan değilim.Güneşin sarı sıcağını sevmem ben,plaja indiysem hep maidedir bedenim.


5) Ve son soru; senin için yaz mevsimi hangi renktir?

Yaz pırıltılı mai, neşeli lacivert,utangaç cam göbeği ama yeşille kardeş hep


Ben de herkesleri mimledim işte :-)) Siz de yapın okuyayım keyifle

9 Ağustos 2014 Cumartesi

Billur

Kimseyi değiştirmeye çalışmadan resmi seyretmek, olumsuz unsurlar önüne geldiğinde karşındakini örselemek yerine şapkanı alıp gitmek bazen zor da olsa yapılması gereken bu sanırım.

Bu sene yağan karı seveceğim.
Ama bu, yazın sıcak özgürlüğünü ve baharın tazecik doğuşunu,hüzzamın aidiyeti kuvvetlendiren sonlarını özlememe engel olmayacak.

Özlemek, engel olabildiğim bir şey değil henüz.


7 Aralık 2013 Cumartesi

Karanlık

Harbiye'deki üniversiteden çıkıp  Yeşilköy'e doğru yola koyuldu.İnanılmaz derecede dünyaya minnetsiz, halinden memnun, özgürlüğün umursamazlığını hayasızca yaşamaya eğilimliydi. Otobüs beklerken ilkbahardan yaza dönen havayı keyifle içine çekti. Çevresindeki koşturan insanlara baktı. Sevgililer, yaşlılar, döküntüler, fiyakalılar...hani, hiç biri umurunda değildi ya,zaman geçsin diye bakınıyordu işte öylesine.

Otobüsler geldiğinde 72 Taksim-Yeşilköy arabasına koşturdu, keyfi her dakika artarak en arka koltuğa attı kendini. Kimseyle gözgöze gelmek, muhabbet etmek niyetinde değildi.Çantasından kitabını çıkardı ve tüm gün üzerine yapışmış küstahlığını satırlardaki eşsiz anlatımın içinde eriyerek kaybolurken farkında bile olmadan yitirdi. Taksim-Yeşilköy arası trafik sıkışıklığında 1-1.5 saati bulabilen yolculukta yazarın anlatımı ile bir başka yaşama, başka insanların duygu ve düşüncelerine dahil olmuş gerçeklikten koparak daha gerçek olana doğru yola koyulmuştu. Zaman zaman başını kitaptan kaldırıyor, görmeyen gözlerle camdan dışarı bakarken kendisini etkileyen cümlenin anlam derinliğinde demleniyordu. Yeşilköy'e vardıklarında son durakta indi. Kitap okurkenki munis ve mütevazi hali yok olmaya başlamıştı bile. Etrafındaki evleri-insanları görmemek isteği ile hızlı adımlarla eve doğru yola koyuldu.Anahtarı cebinde yokladı, az sonra "tavaya çak bi yumurta" şenliği düzenleyeceği ve tüm anları yapayalnızlığın doyulmaz özgürlüğünde , tüm eklerden yoksun yalın haliyle yaşayacağı yere açılan kapının kilidine eğildi.

İşte içerideydi.."ohhhhhhh!" dedi yüksek sesle ve dizginlenemez bir neşeyle. Gençti, Yeşilköy sahilinde tek kaldığı bir evde konuk da olsa alabildiğine özgür ve bir süre yalnızdı.


Balkona çıktı. Güzel yaz akşamı insanlar balkonlara çıkmış sofralar kuruyorlar, aile oluşun ahenkli mırıltıları ve seslenişleri i le sofralar kuruyorlardı. Bir an mahzunlaştı.. ailesinin sevecen ve dizi filmlerdeki gibi daima yeni bir şeylerle kurgulanmış akşamlarını ne kadar da özlediğini düşündü.

İstanbul'un her kaldırım taşı ile birlikte tamamını verseler ona paye vermeyecekti. İstanbul 'un kendisi de yalandı , İstanbul insanı da yalan ediyordu.

O ailelerin koşturmacalarına- yorgunluklarına-mecburi ritüellerine burun kıvırarak içeri girdi. Canı ne isterse yapacak ve istemediğini yapmayacaktı. "Şahane bişi bu" dedi aynadaki aksine..aynadaki aksinin dudakları kıvrıldı,gittikçe genişleyen bir sırıtışla baktı kendisine...ve tam da o anda elektrikler kesildi! Çocukluğunun tüm korkuları olanca gücüyle savunmasızlığının ortasından hücum etti benliğine. O anda, İstanbul'un nezih bir semtinde son derece güvenli bir apartmanda salına salına gezinen üniversite öğrencisi bir genç kız değildi. O anda, kopkoyu bir karanlığın ortasında bilinmeyenlerin saldırısına uğramasına ramak kalmış ve düşmekte olduğu dipsiz kuyuda uzattığı ellerini tutacak,çığlığını duyacak hiç kimsesi olmayan bir çocuktu. Anahtarı aldığını hayal meyal hatırladı sonradan..gecenin bir yarısı kendini evden sokağa attı...kalbi durmak üzereydi.

Sokaklar da karanlıktı ama ay dede ışığını cömertçe paylaşıyordu.Daha biraz önce çatal bıçak sesleri ile alay ettiği insanlar balkonda sofra keyfine devam ediyor,mumların titrek ve neşeli sarı ışıklarında görmeseler de varlıklarını hissettikleri canlarla korkuyu ve yalnızlığı bertaraf ediyorlardı. Ne yapacağın bilmeyerek bir süre sokaklarda ileri geri yürüdü.Sonra tüm o apartmanları gören bir kaldırıma doğru ilerleyerek oturdu. Sükunet kapısını çalmış, o da memnuniyetle içeri almıştı. İçindeki çocuğa bir şarkı mırıldanmaya başladı usul usul.

Gel yine küçüldü saatler
Zor benim işim bilemezsin
kah sana boyanır gözlerim
Kah içimi bulutlar sarar
Can sana bölünür uykular
Ah seni çeker canım işte
Yoksun yoksun kaç gün ya
Vurgun yorgun derbeder
Bir buz gibi kış gecesinde
Bu sokak kedisi yapayalnız
         



Balkonları izlemeye koyuldu.Ev ile yuvanın, kalabalık ile ailenin, angarya ile paylaşımın farklarını seyrederek ayrımsadı. İçinde, inatçı ve haklılığını teslim ettiği bir yan vardı özgürlükten yana olup bedeli ödemeye hazır olan. Ona dahi sevgiyle sarıldı. "Bir gün ben de böyle bir yuva mı kuracağım yoksa sırt çantamı yüklenip demir asa demir çarık mı diyeceğim acaba" diye sordu gönlüne. "Bekle de gör" dedi gönlü "Güzel günler sana gelmez. Sen onlara yürüyeceksin(Mevlana)"
Ne kadar zaman orada kaldı , kendi kendine kaç şarkı mırıldandı bilinmez. Elektrikler geldi,, evler ve sokaklar tanıdk aydınlığa kavuştular...ama o evine gitmedi. aydınlanan ve karanlıktan kurtulan sadece sokaklar ve loş balkonlar değildi. Gönlünde yeni aydınlanan köşedeki karanlığın gidişiyle nefes alışın ve hayatının bundan sonrasında izleyeceği yolun belirginleşmesinin şaşkın yorgunluğuyla oturdu.