lacivert etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
lacivert etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Kasım 2023 Cumartesi

Yol



Üsküdar Selimiye'den  Kadıköy'e inen yol mucizelerle dolu.



Her gün yürürsünüz ve eğer bakmayı bilirseniz her gün yeni bir şey görmeyi başarırsınız..yeni ve güzel.


Bazen  artık tanıdık gelen bir ağacın yeni sürgüsü, bazen ne olduğunu anlayamadığınız bir "ağaç şeysi" ,


 Bazen ilk defa gördüğünüz kuşlar, bazen devamlı gördüğünüz kuşların yavruları..yani torunlar. 

Yağmurda oluşan çiy damlacıkları, üşüyüp kovuğa sığınan köpüşler, çete halinde dolanan  komik bıyıklı hadsiz kedişler. 

Kış Hanımelisi

Salyangozların bir diyeceği varmış gibi size uzandıklarını görür, kar tanelerinin  uzayıp giden yolda tüneller oluşturduklarını izler, yazın sıcağında ağaç boyunu  almış çalıların gölgesine sığınır, ilkbaharda ciğerinize dolan taze neşeli havayı teneffüs eder ve kış hanımelisi denilen Lonicera fragrantissima'nın akıldan çıkması olanaksız kokusuna bir kez daha soluyabilmek için eski  tarım meslek lisesinin bahçesinin önünden geçebilmek  amacıyla adımlarınızı hızlandırırsınız. 


Sabahın erkeninde iseniz lacivert denizin üstündeki ışıl ışıl şehirlerdir yüzen ve sizi büyüleyen...

O yol size aittir ama tartışmasız şekilde siz de o yola aitsinizdir.

Bir gün olur da yürürseniz o güzel yolda,  benim daimi dinleme listem de size eşlik etsin isterim:


https://open.spotify.com/playlist/1J3cmAj9PO9hVn7LAm3pLm?si=4d08cc61e8324228


O yol üzerinde, Haydarpaşa Numune Hastanesi'nin yanında , nerden bitiverdiğini anlayamadığım bir park beliriverdi birden. Şehir mimarcılığına hastayım..ne olanaklar var ki bir günde yerde yemyeşil çimenleri,  boylu boyunca ağaçları  olan peyzajlı  alanlar...Ömrümün üçte ikisini burada geçirdim ama İstanbul hala beni şaşırtmayı başarıyor.


Son  bir hafta on gündür oradaki bankta yatan yaşlı bir adam görür oldum. Bazen , az ilerideki haydarpaşa mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nden kaçıp sigara tüttüren (ve böylece beni kahreden) gençler orada olur ve o adamcağıza sigara-yiyecek verirlerdi. Başta evsiz ve orada konaklıyor sandım ama sonra onu her gün görür olunca, bir yere gidemediğini anladım. O kadar açıkta  konaklamak evsizlerin tercihi değildir çünkü. 



Her sabah ona bakıp elimden ne gelir çaresizliğini yaşadım. 


Geçen gün kadınlarla ilgili hayli sert söylemleri olan bir platformun sözcüsü ile konuştuk, işim  gereği  bir araya gelmemiz gerekti. Erkek var mı aranızda dedim "ne münasebet" dedi. Hayret ettim. Kadının sorununu çözmek için insan lazım..sorunun  nasıl iki tarafı varsa (kadın-erkek) çözümün de iki tarafı olmak zorunda. Sözcü hanım nefret ve öfke doluydu. Onlar kadınları dövüyor dedi. Tövbe bismillah..bu nasıl hasta bir bakış açısı? Sokakta kalan bir erkeği nereye yollarsınız dedim sakince. Hetledi hötledi cevap veremedi :  insan mevzubahis hanımefendi..hepsinin kendi çaresizlikleri var. Birlikte çözüm bulacağız. Sokakta kalan kadına bin yer el uzatır da erkek için tek yer yok ..dedm. Umursamadı ve bana da öfkelendi.

Bunu niye anlattım : sokakta kalan erkek için arayacağınız yer yok bu memlekette... inanılmaz.

Alışmış olmak istemiyorum dedim her gün kendime. Onun orada yatmasını, zavallılığını,çaresizliğini görüp  "aman elimden ne gelir" demek istemiyorum.

Demedim de... En azından her gün izin verdim  yüreğimin çaresiz merhametine.

Bir gün onu yerde yatarken gördüm. Kımıdamıyordu.


Ertesi gün o mel'un bankın etrafı  "polis olay yeri" şeritleri ile çevriliydi.

Öldürdük adamı el birliği ile. Mutsuz, yalnız, çaresiz.

Ama değil sevgisiz...her gün ona yiyecek ve sigara taşıyan o gençler...

Kötü hissediyorum.

Yolcu benim de yol ne tarafa..bilmiyorum.

25 Eylül 2017 Pazartesi

Dur


Eski çalıştığım yerde , hayatın kavşağında durur zamanı içindekilerle seyreylerdim.

Ondandır belki de insana saygım :varoluşun ne çok emek istediğini görmemdendir.

Birileri "Paris'teki kaldırım taşlarının zarafetini " överken, 80 yaşındaki adamın gece uğradığı tecavüzle kan revan içinde kapıma gelip benden medet ummasıdır derdi dert bilmem ama kimselerin derdinin diğerinden büyük olmayışını aklımda tutmam.

Bildim ki kimse baki değil, gördüm ki tüm yönetici koltuklarının  altı tekerlekli..kayıp gidiyor.

Eski çalıştığım yerde unutulmazlarım olurdu, zaman zaman bunları sizinle paylaşmayı sevdiğimi söylemiştim.Bugün, bana en büyük ders verenlerden birini hatırladım ve sizlerle paylaşmayı uygun gördüm.

Orada işe yeni girdiğim, sistemi ve kişileri anlamaya çalıştığım günlerdi. Yeşil hülyalı gözleri ile hep uzaklara bakan ama her şeyin çözümüne ait bilgiyi zarifçe aklında tutan mütevazı bir kızdı Sultan. "Yine o adam geliyor" dediklerinde öfkeyle homurdanmak yerine nezaketle gülümsedi.  Yaşlı adamın bir haftadan fazla süredir her gün geldiğini sonradan öğrendim.

Yorgun, bezgin üstü başı çimenli geldi adam. İş yerimin karşısındaki parkta yatıyormuş, kalacak yeri yokmuş.

Sultan'ın karşısına oturdu.

-Lacivert , kenarı beyaz çizgili eşofman buldunuz mu ?
Sultan üzüntüyle başını salladı.
-Eşofman var ama lacivert ve beyaz çizgili değil.
Merakla adama baktım. Başını olumsuz anlamda salladı.
-Ben yarın yine gelirim...
-Siz bilirsiniz.

Diğer çalışma arkadaşları biraz kınayarak baktılar ardından. Parklarda yatıp duran birinin eşofmanı bulmakla yetinmeyip koşul koşmasını saygısızca buluyorlardı. Hem kendilerini meşgul ettiğini düşünüp had bildirmek isteyenler de az değildi..ama Sultan, hülyalı yeşil gözleri ile arkadaşlarına da gülümsüyor ve "öğrenirsiniz, peşin hükümlü olmayın. İşiniz bu sizin, belli koşullar koşamayacak olan sizsiniz o değil" diye tatlı yumuşak sözlerle yaşlı adamla aralarına set çekiyordu.

O hafta da her gün gelen yaşlı adam için her yere soruluyor ama lacıvert, kenarı beyaz çizgili eşofman bulunamıyordu. O ise her gün sabırla üzerinde çimen kalıntıları geliyor ve yine gidiyordu.

Sultan bir gün sordu yaşlı adama onu incitmekten endişelendiği her halinden belli olarak.

- Ben yine elimden geleni yapacağım elbette ama neden mutlaka lacivert ve kenarı beyaz çizgili eşofmanda ısrarınız.

Yaşlı adam yorgun halde, hep öne eğik başını üzüntüyle iki yana salladı. Gözlerinde acıyı dahi yok etmiş bir boyun eğiş,kabullenişle bize baktı.

-Evimiz yandı bir süre önce. Oğlum ve gelinim yangında öldüler. Torunum da zihinsel sorun vardı, yangın ve anne babanın ölümü ile hepten delirdi. Onu tımarhaneye yatırdım. Benim de yerim yurdum kalmadı, ondan parkta yatıyorum;ölsem dert değil ama torunum var ya işte onda kalıyor aklım.Öğlenleri hava almaya avluya çıkıyorlar dolaşmak için ama hepsi lacivert-kenarı beyaz çizgili eşofman giyiyorlar. Farklı giyinen biri olduğunda tehlike algısı oluştuğundan ona saldırıyorlar, bu şiddet uygulamaya kadar gidiyor. O yüzden bu eşofmanı istiyorum ..dedi.

Sessizlik bıçak kadar keskin, utanç dağlar kadar ağırdı. Kimse, yaşlı adama bakmaya cesaret edemedi. Sultan:

-"Yarın yine uğrayın, bir yer ile daha görüştüm, oradan umutluyum" dedi.

Ertesi gün personel aralarında topladıkları para ile lacivert-kenarları beyaz çizgili  eşofmanı almış ve yaşlı adam için başka neler yapabilecekleri sorusunun cevabına dört elle sarılmıştı.

Dünya da koca bir tımarhane değil mi?

Lacivert-kenarları beyaz çizgili eşofman giymediğim her gün canım yanıyor.


13 Ocak 2016 Çarşamba

Kimse Bilmez

Dün akşam iş çıkış saati geldiğinde her günkü gibi masamı toplayıp unuttuğum ya da yarına hatırlamam gereken bir şey var mı diye aklımı yoklarken ayni her günün rutininin alışılageldik kıvrımlarında huzurla boğula boğula yaşamaya devam ederken sadece bir anlığına penceremden görünen gri-lacivert bulutlara takıldı gözlerim ve hemen sonrasında akıllara zarar ağır yoğun ama kesinlikle her zerresi ile benim için yaratılmış bir hüzün geldi çöreklendi içime.

Günlerdir Geveze'nin sabah akşam aralıksız içimde mırıldandığı o şarkıyı ,o sesini yükselttikçe benim hazırlamam gereken raporlar arasında sesini kıstığım o şarkıyı açtım sözlerinin her harfinde gönlümü demleye demleye.


Gri-lacivert bulutlar altındaki gökyüzü keskin parlak bir maviye dönüşüp , kendi rengi kırmızı oluncaya kadar benim onları seyrettiğim gibi karşımda durdu ve beni seyretti.

Şarkıyı tekrara aldım.

Düşmek üzereyken es kaza yakaladığın halata tutunup nefesinin düzelmesini, titremelerin geçmesini beklersin hani
Sonra yaşama güdüsüdür baskın gelen.
Elindeki sıyrıklara aldırmadan halatı eline dolarsın sımsıkı

Yaşamak istediklerin değildir artık gündemin ilk maddesi
Bulut kızıla, gün akşama dönmüştür
Artık mevzuu yaşamanın ta kendisi oluvermiştir.

Ötelemedim.

Bıraktım içime çöreklendi hüzün. Bir benim bildiğim şeyler, bir de herkesin bildiği ama bir benim aldırdığım bir beni yaralayan şeyler gezindi yüreğimde, ağzımın içinde acı bir tat bıraka bıraka.

Şarkı kaçıncı kez döndü, ben ne zaman döndüm gittiğim uzaklardan bilmiyorum.
Mesai biteli bir saatten fazla zaman olmuş..hava kararmış

Anlatmanın faydası yok bazen
Kimse bilmez..kimse bilmez.



BULUT GEÇTİ 
GÖZYAŞLARI KALDI ÇİMENDE 
GÜL RENGİ ŞARAP 
İÇİLMEZ Mİ BÖYLE GÜNDE 
SEHER YELİ 
ESER,YIRTAR ETEĞİNİ GÜLÜN 
GÜLE BAKTIKÇA 
ÇIRPINIR YÜREĞİ BÜLBÜLÜN 
BU YILDIZLI GÖKLER 
NE ZAMAN BAŞLADI DÖNMEYE? 
KİMSE BİLMEZ,KİMSE BİLMEZ...



19 Ekim 2015 Pazartesi

Mai,Lacivert,Gri


Kedilievintarzı  ikinci sene yazısı yazında döndüm baktım ben ne zaman başlamışım diye..9 Ekim'de benim de ikinci senem dolmuş blog dünyasında.

Havva nefis bir sunumla, her zamanki zarafeti ve estetiği ile  yaşadıklarını özetlemiş, güzel bir yazı yazmış. Ben ise ne yazsam diye düşünürken sadece odamın penceresinden görünen gri gökyüzüne dalıp gidiyor gözlerim. 

Yazasım yok.
Düşünesim var.

Oysa her sabah işe gelirken "şunu yazayım" diye aklımdan bi sür kelime ve konu geçiyor.

Odamdaki beyaz orkideye bakıp gülümsüyorum.

Yazasım yok bugün gerçekten..iki senede siyaha yakın Lacivert oldu Mai'm, dostlar kazandım varlıkları beni mutlu eden. İki seneyi yazasım yok, kâh hatırlayasım kâh unutasım gelen binlerce anı var , keşke hiç yaşamasaydım dediğim boynumu büken anları var,bir daha  bir daha ne olur  bir daha yaşayayım dediğim anları var.

Yazasım yok bugün
Yaşayasım var

11 Ağustos 2015 Salı

Geride Kaldı


İlk kez,  dizlerimi döve döve bir karikatüre kahkahalarla gülerken , saklandığı loş  yerden gizlice beni izlerken fark ettim onu. 

Billur mavisi göğümü lacivertiyle koyultmak istemezliğini gördüm.

Bir kere ağlayabilse tüm irinini akıtabilecekken bir nefes alımlık yer bırakmamacasına her şeyleri içine atan suskunluğunu gördüm.


 Su döküp söndürülebilecek yangınlardan değildi yangını.

Onu çukurundan çıkarabilecek gücüm yoktu.

Yavaşça yoluma döndüm. Karikatüre bir daha baktım , bir daha güldüm.

Dönüp onu almaya, onarmaya gücüm yettiğinde elimi uzatmaya unutmamak üzere sessizce söz verdim.

Zaman..zordu şu son yıllarda çoğu zaman.

Maiyi koyu tonlardan arındırma vakti şimdi. 


30 Temmuz 2015 Perşembe

Mis Gibi Yaz Mim' i

Sevgili Cam Misket'in bloğunda yine bana keyif veren şeyler buldum elbette.

Mim'lenmeyi sevdiğimi bildiği için beni dürttü "sen de yap istersen" diye

İsterim :-)

1) Klasik bir soruyla başlayalım; senin için 3 kelimeyle yaz mevsimi neyi ifade ediyor?

Sarı,pırıltılı mai,arasam kimseyi bulamam her biri bir yana gitmiş dostlar.



2) Yaz aylarında ne sıklıkla kitap okuyorsun?

Çoook..yazın her şeye daha çok zaman kalıyor sanki. Tüm insanlarla birlikte bir çok sorumluluk da tatile çıkıyor çünkü.


3) Yaz aylarına daha uygun olduğunu düşündüğün kitap türleri var mı?

Gönlümün sohbet edebileceği kitapları daha bi seviyorum sanırım. Yani ağır felsefe günlerim daha çok kışa ait.



4) Plajda kitap okuyanlardan mısın? Eğer öyleyse en son hangi kitabı okudun?

Ahhh..işe yeni girenlere bir sene tatil yok.Dolayısı ile bu sene plaj da yok ama plajda kitap okuyanlardan değilim.Güneşin sarı sıcağını sevmem ben,plaja indiysem hep maidedir bedenim.


5) Ve son soru; senin için yaz mevsimi hangi renktir?

Yaz pırıltılı mai, neşeli lacivert,utangaç cam göbeği ama yeşille kardeş hep


Ben de herkesleri mimledim işte :-)) Siz de yapın okuyayım keyifle

10 Kasım 2013 Pazar

Sabâ Renkleri

Ezan sesi semalarda yankılandı, tüm sesler tüm anlamlardan arındı. Başka hiç bir vakit bu kadar etki etmiyor ezanın sükunete,ibadete çağıran sesi;sabah namazına davetin yeri ayrı  . Tüm dünyadaki ezanlar bana sesleniyor o vakit, uyan-utan-hatırla aslolanı-unut kibrinden kaynaklananları diyor. Öfkem bencilliğinden arınsın, kopyalarla uğraşmasana ; sen asılsın diyor.

Bir hazin boyun eğiştir gelip yerleşiyor gönlüme. Karanlığın içindeki seslenişi dinliyorum, o seslenişte hiçliğimi seyrediyorum. Siyah yerini laciverte bırakmış, suskun diller yaradana yakarmış. Gece ile günün kesişiminde , siyahın maiye dönüşümünde , niyeti olanlar için hesaplaşma başlıyor "neye celallendim, nerede hata yaptım, ne yapsam da ""iyiliğe idi yolu"" denilenlerden olsam" diye düşünmeye başlıyor. Tevazu ile düşünebildiğinde pişmanlıklar karşısına dikiliyor insanın. "Ne diye kırdım kalbini" diyorsunuz en basitinden.." o bilmedi ama ben bildim: baktım ve kılık kıyafetini küçümsedim, hey gönül bu kibir nereye kadar" diye inliyorsunuz..söz verip unuttuklarınız, üzerinize vazife değilken iş edindikleriniz, gücünüz var diye ezdikleriniz..camı açıp bir nefes almalı, bu sorgulamaya dayanmalı, sebep nedir hangi sonuca vardırmış bizi ..anlamalı!

Bahtiyar Sahaf'tan alınan bir fotoğraftır
Renkler geliyor yavaş yavaş gittikleri yerden. En çok maiyi özlemişiz, en çok da mai lazım bize. Lacivert bir ton daha açıyor kendini ve uyuyanlar uyansın diye biri bitirince diğeri devam ettiriyor ezan sesini. "Namaz uykudan hayırlıdır" diyormuş ezanın Sabâ makamındaki çağrısı..Ben de bilmezdim ya, eşim söylemişti şaşırmıştım. Bu kadar nahif, bu kadar yüzyıllardır  vaz geçmeden "ben"i kendine çağıran daveti anlamını bilmeden dinlemenin içe dönük kırgınlığını yaşamıştım duyduğumda. Namaz uykudan hayırlıdır..mine'n nevm sadece sabah namazında söylenen söz.

Kuşlar uyanmaya başladı, duyuyorum seslerini. Zamanı ziyan ediş en büyük pişmanlık oldu sabahın anlamında, yeniden deneyebilecek olmanın verdiği ümit ise kırık gönlün tesellisi. 

Ölüme bir adım bile kalmamışken yaşam gerçekten bir film misali unutulan tüm ayrıntıları ile göz önünden geçiyor "bak sen ne ettin önce kendin gör" dercesine izliyorsunuz her saniyeyi, yolu sizinle kesişen unutulmuş her ismi. Mutlu ve barışık anlar parlak bir yeşilken kalp kırdığınız, öcünüzü aldığınız, zayıf olanı ezdiğiniz , kalbinizi lekelediğiniz zamanlar paslı bir kahverengi. "Ah" diyor insan "hepsi ne ne nafileymiş..dönebilsem, af dileyebilsem...nasıl kırdım gönüllerini,neye yarar bu son pişmanlık" Sevdiklerinizi bırakıp gitmenin hüznünden baskın bir "keşke" dir gelip yerleşiyor içinize.Ve ne yazık ki o bir şans daha verilse bile eskisi kadar boş ve şiddetli değilse de yineliyor insan hatalarını.İnsan olabilmek çok zor, çok ağır bir imtihan.

Serçelerin berrak ve neşeli sesleri yükselir oldu.Soluk bir mavilik ufuktan hızla yükselip geceyi taşımaktan yorgun laciverti yolcu ediyor. Maiye az kaldı..bu kutsal,özel,eşsiz zaman dilimi ancak ulaşmak isteyenlerişn ulaşabileceği bir uzaklıktan ancak kıymetini bilenlerin doyamayacağı bir hızla geldi geçti...

Tekrarına ya nasip...

Hu, anlamı güzel olup günlük hayatın sıradanlığında yitirdiğimiz bir seslenişmiş meğer...hu tüm dostlara, hu tüm canlara


hu (I) 
ünlem (hu:)
1. ünlem "Neredesin, bana bak" anlamlarında, genellikle kadınlar tarafından kullanılan bir seslenme sözü
2. Dervişler arasında kullanılan bir seslenme sözü

4 Kasım 2013 Pazartesi

Lacivert

Birazı unutulmuş maziye birazı bilinmez atiye ait bir garip gündü..geldi geçti.


İş görüşmesi için gelen davet alışılmış hazırlıklarımın çabucak tamamlanması ile yollara düşüşüm demekti. Üsküdar'dan Kabataş motoruna bindiğimde uzun zamandır görmediğim dostlarıma gidiyormuşum gibi , bildik ama ihmal edilmiş yollardan geçtim. Truman Show gibi İstanbul..aynı saatte aynı insanlara rastlarsınız her zaman.Çalışma hayatına ilk başladığım yıllarda sabahları Üsküdar'dan motora bindiğimde birbirlerine simit alan ve birbirlerini bekleyen arkadaşların aynı motora binerek başlattıkları sıcak,alışılmışlığın rahatlığıyla bezenmiş sohbetlerini dinlerdim.En az onların sohbetleri kadar rutindi dinleyişim. Gülümseyerek o sabahları andım. Mehmet Ali (martı) başımın üzerinden iyi şanslar dedi çığlık çığlığa uçarken, gülümseyerek el salladım ona etrafımdakilerin onaylamaz bakışlarına aldırmadan. Özer sektörde çalışmanın ve iş hayatına yeni başlamanın tedirginliği ile inerdim motordan. Ayakkabım su alırdı, aldırmazdım.Kendimi seyrettim 20 yıl sonranın penceresinden..zamana sabırsız, tedirgin ama umutlu bir genç hanım. Gülümsedim.


Motor iskeleye yaklaştığında topuklu ayakkabıyla zıplayamamaktan dolayı suratımı astıysam da elimi tutarak bana yardımcı olacak bir eşim olması tebessümü tazeledi. Görüşme yerine az kalmıştı, dönüp cesaret almak istercesine bir kez daha martıya baktım.Göz kırptık birbirimize, yola koyuldum.

Görüşme sonrası eşimle İstiklal Caddesi'ne çıktık ve flört ederken gittiğimiz ara sokaktaki restaurantı aramaya koyulduk. Ne İstiklal caddesi aynı kalmış, ne insanların profili ne de biz. Tıpkı eski günlerdeki gibi elele koşturarak yerini hatırlamaya çalıştık. O zamanlarda o çalışıyordu ben öğrenciydim. Şimdi yine o çalışıyor ben işsizim. Bir süre kendimizle ve halimizle eğlendik,her kahkaha bir sonrakinin mayası oldu. Restaurantı bulmayı başardığımızda hayli neşeliydik.

Sonra o işine gitti..ben yine Taksim'de bir başıma kaldım. O kadar uzun zaman olmuş ki hava karardığında evden bu kadar uzakta olmayalı..İstanbul değişmiş hayat değişmiş ben zaten...koşturmaktan vazgeçip etrafımı seyre koyuldum. Trafiğe kapatılmış Taksim...insanları koşturan ve ruhunu yitirmiş Taksim. Kocaman bir betın alan..cansız,kişiliksiz..sevimsiz. 



Öğrenciyken,sene 1987, 83T'yi beklerdik arkadaşlarımla.Duraklar eski, otobüsler şimdi tarihi eser niteliği taşır cinstendi.En arkada kocaman bir baca gibi bir şey vardı,üşüyen ellerimi orada ısıtırdım. Otobüsler İstiklal Cadde'sinin içinden geçerdi.



İnsanlar en temiz ve en özenli giysilerini giymezdi çok eski yıllardaki gibi ama insanların renkleri vardı. Oysa şimdi soluk bir kaç griyi saymazsak siyah ve beyaz kadar keskin ayrım var insanlarda.

"Ne yiyeceğim" derdim durakta beklerken.." ne pişireceğim çocuklarım için" dedim geçmişteki ben'e de gülümseyerek. Cep telefonumu yokladım Selin eve gelmiş midir diye düşünerek, parkamın cebinde şıkırdattığım jetonları anımsadım hemen sonra. Jetonla arardık sevdiklerimizi..öyle ya.

"E peki" diye düşündüm "bunca teknoloji bunca yenilik bunca şöyle olsa dediğimiz şeyin gerçekleşmesi..niye mutlu değiliz niye daha güzel olmak bir yana güzelliklerini yitirdi hayat?" 



Aklıma Rengin'in eski bir şarkısı geldi takıldı : 

Bize neler neler öğrettiler sevdalar üstüne

Aldatıldık aldatıldık sevda böyle değil
Ne masallar ninniler söylediler dünya üstüne
Aldatıldık aldatıldık dünya böyle değil 

Ufalana ufalana kaç kuşak

Eridik bu yollarda 
Kimimiz yerle yeksan 
Kimimiz zorla ayakta....


Taksim-Kadıköy dolmuşu geldi,attım kendimi. TRT'de çalıştığım yıllarda hava kararmışken köprüden geçer mavinin tonlarının İstanbul'u kucak kucak sarmalamasını seyrederdim doymaksızın. Şimdi lacivertin en duru tonları ışıklarla birleşirken, deniz ise asil maviliğini lacivertin bir ton daha koyusu ile bezerken izledim İstanbul'u. Gözlerim şehrin parlak ışıklarından kaçıp ufkun karanlık ama özgür ve davetkar çizgisine takıldı. "Sen beni sevmedin ,ben de seni İstanbul" dedim dudaklarımı kımıldatmadan usul usul.


Tıpkı on yıllar öncesindeki gibi yarınların ne getireceğini bilmeden ,daha az tedirgin daha çok umutlu geçerken o köprüden kitabımı açtım ve okumaya başladım. Mazinin yumuşak ezgileri, yarının bilinmezliği...hepsi  Balzac'ın "Kuzin Betty" sinin satırlarının arasında gerçekliğini yitirerek eridi gitti.