Üniversite etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Üniversite etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Kasım 2021 Salı

Mai'ye Özlem

 



Ben geri zekalıyım.


Geçmiş yazılarıma bakıp  ağlayan bi ben :-)


İşsiz kaldığım zamanki yazılarıma bakıyorum..o günlerde nasıl zormuş hayat benim için ama ben yine de nasıl dört elle sarılmışım yaşamaya.


Blog yazmanın ve buradaki dost insanların  satırlarının ne kadar destek olduğunu, nasıl da kocaman kuleler inşaa edip  beni koruduğunu şimdi çok daha net görebiliyorum.


Sevgili Blog Dünyasının artık burada olmayan- hala burada olan tüm insanları : benim beni kaybetmememe yardımcı olduğunuz için hepinize müteşekkirim.


Kaç günlerdir iki satır yazıp  dönüş yapmaya çalışıyorum ama ülke gündeminin yansımaları hayatı alt üst ettiği için normalde bir kere ve beş dakikada yapacağınız işi 10 kere ve 5 'er saatte yapıyorsunuz.


Olsun..şikayet mi ettim sanki? Daha çok şey yapmak isterdim ama zaman  ve koşullar bu kadarına müsaade ediyor ne yapalım.

Nehir üniversite sınavı senesinde ve hala odak yok.


Selin Erasmus ile İspanya'ya gitti  ve çok mutlu.

Özer anneciğii uzun zamandır hasta olduğu için endişe ile Eskişehir'e gitti ve üzgün.

Ben hala bulutları  seyredip  her sabah gördüğü ağaçları  her sabah eksilmeyen bir özlemle selamlayan , gerçek dünyanın kirinden bıkmış gizemlerine ve sürprizlerine doymamış bir şaşkın. Şıkır şıkır giyinip  az daha yürüsem şu  gökyüzünün altında diye kulaklarında klasik müzik deryası yürüyüp duran bi tip...

amaaan ne bileyim..bi sürü şey oldu anlatsam  sabaha kadar yazmam lazım.


Dur bakalım döndüm inşallah diyeyim de bir...

25 Ekim 2020 Pazar

18.038. Günde

 


50 yaşıma gelmek üzere olduğumu fark ettim her zamanki şaşkınlığımla.

"Sen hiç değişmiyorsun valla Kadriye" diyen arkadaşım yüzündendi dikkatle aynaya bakışım.

Şakaklarımdaki beyazlara gülümseyerek merhaba deyişim, insanların bunu neden dert ettiğini anlayamayışımdı afallayışım. Büyü gibi..öyle güzellerdi ki ışıl ışıl bembeyazlıkları

Şu kozmetik mağazalarının indirimlerine bir göz atayım da kırmızı rujumdan daha kırmızısını üretmişlerse alayım diye gittiğimde "anti aging" kremleri tıkıştırmaya çalışmalarındaki ısrarla daha bir dikkatle bakmıştım aynaya. Onların bende gördüklerini aynada göremeyişim nedeniyleydi şaşkınlığım.

Lise yıllarında annem 40'lı yaşlarını henüz geçmiş iken "ibre 50'ye döndü" dediğinde ona nasıl hayran olduğumu, neredeyse yarım yüzyıl yaşamanın ve onca yılın görmüşlüğünün ne saygın bir şey olacağını düşündüğümü hatırlıyorum.

O yıllarda anneme lila rengi bir hırka aldığımı ve belki Trabzon'da yaşamanın getirdiği bir sakınımla "kaç yaşında kadınım, ben bunu nasıl giyeyim " dediğini hatırlıyorum.


Yaşlanınca giyemeceğimi sandığım lila rengine ve üzerine çok yakıştığına gönülden inandığım yangın kırmızısı rujuma doymak için yaşadığım yılları iyi değerlendirdiğime inanıyorum :-)

Üniversitenin pilav gününe gittiğimizde makam-mevki ya da iyiyaşantısını  masaya yatıran tüm arkadaşlarımı dinledikten sonra sakince "halen yakın gözlüğüm olmadan okuyorum ve halen saçlarımı hiç boyatmadım" dediğim için aldığım onlarca "Allah belanı versin Kadriye" hayatımdaki güzel ödüllerimdendir.

50 yaşıma çok az kalmış.

18.038 gündür yaşıyormuşum.


Olayı memnuniyetle abartırsak 

49yıl
592ay
2,576hafta
432,912saat
25,974,720dakika
1,558,483,200saniye

Yarım yüzyıl neredeyse. Müthiş değil mi?

Saçlarımı hiç boyamayacağım...Arada bir kına yeterince güzel.


Kırışıklıkları da dert filan etmedim, edeceğimi de sanmıyorum.

Güzelim ben böyle. Yaşlanıyorum çünkü yaşıyorum ve sağlık sorunu olmadıkça bir şikayetim yok.

Fidan gibi görünen 150 yıllık çam ağacını kim sever?


Doğa, insan resimlerindeki gibi sadece düz çizgilerden oluşsa ne yapardık?

En güzel görüntüyü bile verse fotoğraflarda filtre kullanıldığında değeri düşmüyor mu gözümüzde?

Beyler kel-göbekli-kıllı bacakları ile gezdiğinde artık aşık olmuyor muyuz onlara?


Hani diyeceğim o ki herkes mutlu olduğu şekilde yaşasın ve kendini nasıl iyi hissediyorsa varsın onu yapsın ama neredeyse yarım yüzyıldır yaşayan ulu ben,mutluyum yıllarımdan ve yıllarımın bana getirdiklerinden.

En sona sevdiğim ve günün anlamına uygun şarkıyı sizinle paylaşmak kaldı dostlar

Mutlu Pazar'lar ola.
Kalın sağlıcakla.






12 Şubat 2020 Çarşamba

Garson -Gerçek Hayat Öyküleri







Gerçek hayat öykülerinde  anlatılanlar doğru, isimler sahte biliyorsunuz. Bu, gerçek öykülerden biri...

Elba ile uzun zamandır arkadaştık  yani iş ortamında sıkça görüşürdük demek daha doğru belki ancak o gün nerden  estiyse birlikte yemek yiyelim dedik 6 sene üzere. Filanca bilindik restauranta gittik, o ilk kez geliyormuş. Yeni de anne oldu ya, hayattan geçici kopuk olduğu o dönemde tam . Etrafa biraz özlem biraz şaşkınlık biraz aldırmazlıkla bakıyor. Kimi detayları zehir gibi yakalayan kimi ortada olan şeyleri  ile göremeyen şahane bir zekası var. Zeki ve nitelikli bir kadın Elba. Onunla olmaktan ve bebeği ile ilgili  detayları anlatırken ışıldayan yüzüne bakmaktan son derece hoşnutum.


Önce ön bahçeye baktık;kalabalık geldi. Üst kata çıkacaktık;kapatmışlar. Arka bahçeye oturalım dedik; çok gelen geçen oluyor. İç mekanda benim  bakındığım yerin tam aksi bölümde masa gösterdi buraya  oturalım mı diye. İçimden onu mutlu etmek geliyordu. Ne dese "harika" dedim ve oturduk seçtiği bölüme.  Kalabalık ve büyük bir restaurant olduğu için her bölüme bakan garson başkaydı. O bölüme bakan garson geldi ve mönüyü verdi.

Mönü geldi, ansiklopedi gibi. Elba neşeyle ve merakla satırlarda göz gezdirirken ben çoktan "her zamanki" siparişimde karar kıldım ama onun kendini yalnız hissetmemesi adına bakınıyormuş gibi yaptım. Onunla olmak , yeni bir şehri keşfetmek gibi, haritada gördüğünüz ama sokaklarında yeni gezinmeye başladığınız.

Sipariş verdikten sonra sağlıklı bebek mamaları ve hijyen konusunda her yeni anne gibi tatlı bir hevesle bir  şeyler anlatmaya başladı..Sonra bir an, gözleri bize servis açan garsona takıldı.

-Ben sizi nerden hatırlıyorum?

Garson çekingen gülümsedi.

-Ben de sizi tanıdık gördüm ama bilemedim.

- Filanca üniversiteden misiniz?
-Evet
-Şu bölüm mü?
-Evet
-Aaaa tamam işte oradan tanıyorum ben sizi. Aynı bölümde okumuşuz ama sen benden bir alt sınıftaydın sanırım..dedi Elba.

Senelerdir tanıdığı insanlara siz diye hitap edip bir türlü sen'e geçemeyen biri olarak sıkıntıyla içimi çektim.

Siparişler geldi, garson yeniden konuşmaya can atıyor ama biraz da çekiniyor gibiydi.

"E, siz ne yaptınız?" diye sordu Elba'ya tabağı masaya koyarken. Elba komplekssiz, dost bir kız. Neşeyle anlattı. "Bölümü birincilikle bitirdim, yüksek yaptım , şurlarda çalıştım şimdi burda çalışıyorum" dedi. Merakla ekledi "sen ne yaptın?"

"Ben delirdim" dedi garson.

Gözlerimi tabağımdan kaldırmadan kulak kesildim ve Elba'nın tepkisine göz attım.
Donakalmıştı.

-Anlamadım ..dedi.

-Delirdim ben. Bir süre kendimi Atatürk sandım. Sonra tedavi gördüm. Okulu bitirmek üzereyim şimdi.

Durdu bir soluk aldı.

-"Deli günlerim zordu. Aşık oldum çok fena, sonrasında delirdim. Deli gibi aşık oldum"  dedi besbelli alışılagelmiş bir espriyi yineleyerek.

Ben  bir cinayet vakası çözermişcesine ciddiyetle   başımı hiç kaldırmadan yemeğimi yiyordum. Elba da ne diyeceğini ya da ne tavır alması gerektiğini  bilemeyerek duraladı. Neden sonra "okulu bitirdiğine sevindim" dedi.

Garson uzaklaştı.

Tekrar geldiğine mahcup: "Bir çay ikram etmeme izin vermiyorlar..ne cimri yer." 

Elba dostane " ne önemi var canım...aldık içtik sayarız biz sen sıkıntı etme" dedi.

Çiğnemeden yuttuğum son lokmayı da hallettikten sonra "hadi kalkalım " dedim.

Bir süre bahşiş bıraksak mı ayıp olur bırakmasak mı ayıp olur ikilemi yaşadık. Bırakmaya karar verdik.

Garson yanımıza geldi.

"Teşekkür ederim" dedi. "Beni delirip herkesin işaret ettiği ,konuştuğu günlerimden değil de akıllı ama silik günlerimden değer verip hatırladığın için teşekkür ederim."

Elba, anne gülümsemesi ile baktı yüzüne. "Kendine iyi bak, görüştüğümüze sevindim" dedi.

Haritada gördüğüm ama sokaklarını bilmediğim bir şehirde dolamak gibiydi  . Çıkmaz sokakları, saklı bahçeleri, uçurumları ve mevsimleri olan sokaklarla dolu bir şehir.

10 Eylül 2019 Salı

06


Tanıştığımızda randevu almamıştı.






Tamamen başka ve dopdolu bir programı izinsiz, kat'i şekilde ikiye böldü.

Pek de seçim şansım yoktu, kabulleniverdim hayatıma yaptığı radikal değişimleri.

Sonra onsuz yapamaz hale geldim. Tam bir vurgundu benimkisi.  Kendimi tanıyamaz hale geldim ve bu köle olma özgürlüğümü kimselere sorgulatmıyordum.

Şimdi beni terk ediyor.


"Dönecem valla aaa ne var bu kadar büyüttün" diye feryat figan halde ama ben biliyorum ki  gidiş o gidiştir. 1 uğrar 2 uğrar..sonrasında yok artık. Yatağı boş, tabağı hep temiz.


Banyo sonrası  pembe yanaklarını koklamak yokkk.

Kara gözlerinin masum denizinde  gezinmek yokkk ...

Saçının her bir buklesine bakıp onu her gün bir kez daha çok varlığını bildiğin her şeyden çok sevip hayran olmak yokkkk....



Bi sürü yok'um oldu onun bi sürü var'ları olsun diye.

Daha evvel de demiştim. Annelik dünyanın en b.ktan ve harika makamı diye.
Tezatlar denizinde küllerinizden doğuyorsunuz habire.


Bekle kızımı Ankara....bir üniversiteli geliyor.


8 Eylül 2019 Pazar

Dila





Küçük kızım 15 yaşında.
O yaştaydım ben üniversiteyi kazandığımda.
Bir sonra Trabzon'u ardımda bırakıp İstanbul'da tek başına üniversite okuyan çocuk-ergen-genç kız karışımının en saçma örneğiydim.
üniversite 1.sınıf
Yaşadığın coğrafya kaderini belirler hikayesindeki gibi bir şey bu sefer anlattığım. Gerçek isimleri kullanmadığımız  için Dila diyelim  arkadaşımın adına.


Dila adında, aynı semtte oturduğumuz için okula birlikte gidip gelmeyi adet edindiğim bir arkadaş edindim. Bamya kadardı desem herhalde ayıp olmaz. O kadar minnacık ve o kadar zayıf bir kızdı ki kolunu tutarken zarar vermekten korkardım. Koskocaman , koyu renk ve her zaman büyük bir ciddiyete hüznün eşlik ettiği gözleri vardı.


Ben deli dolu, çılgın  ve yeniliklere açık  kocaman bir çevre edinmeye başlarken o sınıfın arkasında toplanan, kimi örgü ören,her zaman diz altı etekler giyinip saçlarını düzgünce toplayanlarla arkadaşlık kurdu. Küfretmezlerdi. Ders kaçırmazlardı. Aşık olmazlardı.Siyasi söylemlerini hiç duymadım. Çayı karıştırırlarken kaşığışakırdatanlara küçük ayıplayanbakışları vardı. Abi çok sıkıcılardııııı.

Üniversitem :-)

Ben hırthırdavatın içinde kendi rengimi ve şeklimi ararken,artık onunla okula gidip gelmeyi kesmişken yine de dostluğuna ve görüşlerine değer verir, oğlanın birine sinkaflı küfürler ettiğim esnada kocaman kahverengi ciddi gözleri ile bakışım kesiştiğinde utanıp kendime çeki düzen verirdim. O da kendini tutamayıp ellerinin ardına gizlediği kontrollü küçük ama içten tebessümünü salıverirdi.



Otobüslerin İstiklal Caddesi'nde geçip Taksim'e geldiği, biletçilerin arka kapıdan bindiğinizde bilet kestiği yıllardan bahsediyorum. İstanbul yeşil,insanlar daha insandı.

Bazen Taksim Parkı'na giderdik birlikte. Ayrı yanlarımız gittikçe keskinleşirken  dostluğun derinliği de garip şekilde artar olmuştu. Dertleşir, kimselere anlatamadığımız duygu,düşünce ve sorunları birbirimize anlatırdık. Sanırım o zaman da şimdiki gibi en büyük kriterim "yargılamayış" idi. Hak vermez ama yargılamazdık  birbirimizi. Küçük tokatlarla başıma vururken kahkahalarla güler ve saçmalıklarımı onaylamadığını anlatırdı. Ben ise onu yoldan çıkartmak için bildiğim her şeyi dener ama başarısız denemelerimin fark edilmesine de aldırmaz neşeyle devam ederdim uğraşmalarıma. Bir ara aşık oldu. Nedendir bilmem lakaplar takardık , isimlerini kullanmazdık oğlanların. Çingenelerin bakla fallarındaki azgın sex dolu detaylar ikimizin de kulaklarına kadar kızarmasına neden olurdu. Kaderin bir baklanın saçılışında saklı olduğuna inanmak kadar saçmaydı hayatı bildiğini sanmak..henüz bilmiyorduk bunu.

Bir gün evine gittim onu almak için. Lisedeki öğretmenine gidecektik ,vefa ziyareti ve teşekkür için. Annesi ile tanıştırdı beni. Sonra yolda açıkladı, annesi vefat etmiş,üvey annesi imiş. İyi kadınmış. Sağolsunmuş.


Böyle ağır bir yükü,üzüntüyü kendinde tutabilmesine hayran kalmıştım. En ufak detayı dağlara denizlere yayan benim gibi bir ikizler mensubu için hayranlık duymamak mümkün değildi. İçimde bir başka yeri oldu o günden sonra.


Annemlerin Trabzon'dan beni görmeye geldikleri bir gün Dila'yı onunla tanıştırdım. Aralarında çabucak kurulan ilişki, güzel bağ kesinlikle hepimize mutluluk verdi. Seneler sonra ayrılırken annemin hüzünle "seni kime emanet edeyim de gideyim" deyişi benim aklımdan çıkıp gittiyse de Dila hiç unutmamış..zaman geçince öğrendim bunu.



Zaman geçti...

Yaşasın Facebook. Yitirmişken bulduğum onca kişi arasında Dila da var artık. Evlenmiş, çocuğu olmuş; neredeyse tüm Türkiye'nin tanıdığı bir isim artık. Üstelik torpilsiz, tamamen kendi hakkettiği şekilde başardı bunu.Pek haberleştiğimiz söylenemez. Okulun son senesinde çıktıkları çocuklarla evlenmiş hanımhanımcık arkadaşları ile görüşmeyi sürdürmüş ve bana onlar hala sıkıcı geliyorlar. Bir kere bir araya geldik, eskisi kadar kırılgan olmasa da hala çok temkinli bakışları var. 


Geçenlerde "durum" bilgisinde annemlerin fotoğrafını paylaşmıştım, temkinli bir "görsem mutlu olurdum,çok selam söyle Rabia Teyze'me " mesajı yollamış bana. 30 yıl geçmiş aradan, hatırladıkları kendisini hatırlıyor mu bilmemenin durağanlığı var mesajında tabii.



"Kendin söylesene mesajını, telefonu 053. ... ... ..." diye yazdım cevabı." Ben önden arayıp ona seni hatırlatmayacağım . Çekinme sen bi ara" dedim.


Anadolu insanı, şu eski nesil efsane biliyor musunuz? Dila'nın çekinerek açtığı telefonda "Dilaaa  kızımmm" diye annesizliğini unutmamış,onu anne yüreği ile kucaklayan  bir ses karşılamış onu. "Seni Allah'ıma emanet ettim ayrılırken,hep dua ettim sana hiç unutmadım" demiş annem. Araya yıllar girmemişcesine sıcacık kucaklamışlar telefonda sözcüklerle.

Bugün, bir çok telefonu  açmıyorum. Haklı görüyorum kendimi. Kafam yorgun,zamanım yok,boş konuşuyorlar,bu konu benimle ilgili değil,amma yapıştı bu da haa, aman bi açarsam kapatmaz vs vs .
vs.

İnsan olmak yük gelmiş bana. 30 yıl önce vedalaştığı  annesiz ve hassas bir kız çocuğunu  30 sene kalbinde taşıyan ve dualarında yer veren anneme baktım, kendimden utandım. Ne makamlar almışım ,insanlık makamından uzaklaşmışım.




Şükür ki görmeyi dilediğim içindir belki, gösteren ve hatırlatan çok oluyor bu eksikliğimi.


Bir evlat,bir anne sadeliğindeki bu kesişimde herkes kendi payına düşeni aldı.


Görebilmek,duyabilmek ve insan olabilmek dileğimizdir.

22 Mayıs 2017 Pazartesi

262.800 Saat Üzerine...


 13 Mayıs üniversitenin pilav günü vardı.

Totom yer görürse kıyamet kopar korkusu ile şu yorgunluğa aldırmayıp oraya  gittim.

İsimleri buradaki gerçek hayat hikayelerinde geçen insanların 30 yıl sonraları ile buluştum.

Her şeyden önce, evveli hatırlamak bugünü analize daha iyi sebep oluyor.

16 yaşındaki Kadriye 50 yaşındaki  sınıf arkadaşlarına bakıyor ,onlarda kendini ve geçen zamanı izliyor.

"Z"'nin iki torunu olmuş. Katıla katıla güldük o bize biz ona. Gün boyu dede diye seslendik. Çocukların hayatına saygı, seçimlere saygı ve tevekkül üzerine inanarak yaşadığı şeyleri anlattı bize  tatlı tatlı. Zaten o hep tatlıydı ki. Eşi ile görücü usulü evlenmiş. "Şans hep %50 bu işlerde kızım " diyor gülerek bana. Haklı, biliyorum. Çok da mutlu bir evliliği var. Eşi sanırım çarşaflı. Eşinden bahsederken sesindeki samimi saygı beni mest ediyor. Sevdiğim dostumun mutluluğu için hiç görmediğim eşine minnet duyuyorum. O tüm bunları anlatırken ders kitaplarını boru gibi büküp elinde tutan  ve dost olmaya çalıştıkça benden uzaklaşan 20 yaşlarındaki Z geliyor gözlerimin önüne tüm ayrıntıları ile.

"A" garip bir karışım. Bir üniversitede ders veriyor, bir iş daha yapıyor . Daha yeni çocuğu oldu , 5 yaşında. Torunu olan ona, o torunu olana gülüyor. Her zamanki peşin sözleri arka cebinde , daha sakin daha durgun izliyor konuşulanları . Çocuğu kocaya bırakmış gelmiş belki aklı onda birazcık. Çok kilo almış. Kiremit rengi dikdörtgen yakalı penye strech blüzü ile kalın kemer taktığı pantolonunu giydiği zamanlar ne çok beğenirdim onu, hatırlıyorum. Sigaraya hepimizi o başlatmıştı neredeyse. Şimdi içmiyor bırakmış.

G'nin bir çocuğu üniversiteyi bitirmek üzere.Başka şehirden gelmiş bizi görmeye. Ne aşıktım ona okuldayken. O ise benden akıllıydı, olmayacağını bildiği yola girmedi. Bugün birbirine samimiyetle değer veren iki dost olarak o bankalarda oturup muhabbet edebiliyorsak onun akıllılığı sayesinde biliyorum. Bir ara minnetle omuzuna dokunuyorum. Nedenini anlamasa da gülümsüyor. Konuştuğumuz konu  hakkında cep telefonumdan açtığım yazıyı okumak için yakın gözlüğünü burnunun ucuna oturtunca basıyorum kahkahayı. Hararetle ettiğimiz sohbet esnasında okul kapısında gelişini beklediğim günlerde,  geldiğinde beni görünce yüzünde beliren ve anlamını çözemediğim o ifadeyi hatırlıyorum. Çaresizlikmiş meğer. Burnunun ucundaki gözlüğün üzerinden bakıp  bir şeyler anlatan bu adam  dost, iyi ki kaybetmemişim.


"Ş" okulda aşkın timsali idi. Ayrılmazlardı partneri ile. Fizik hiç değişmemiş, insan iki kilo alır di mi ?Yok. Boşanmışlar. Konuyu bizimle konuşmak onu rahatsız ediyor belli. Açmıyoruz konuyu. konuşacak binlerce konu arasından onun istedikleri ile devam etmenin ne mahsuru var.

"T" kalbimi kırdı geçenlerde. Facebookta yazımın altına siyasi yorum yaptı. Didiştik, tersledim. Şimdi babacan babacan gülümsese de pas vermiyorum. 30 senedir farklılıklarla dosttuk biz. Saygı duymak zorunda idi düşüncelerime.  Çekinerek  "nasılsın Kadriye" dediğinde "ne yapacaksın" diye cevaplayıp  muhabbetin köküne kibrit suyu ekiyorum. Aslında olgun, sevecen ve iyi bir insandır. Nitekim uzatmıyor, bana uyup çemkirmiyor da. Sadece arada uzaktan gülümsüyor. En azından bu sene gülümsemeyeceğimi biliyorum. Sınav çıkışı  soruları tartıştığımı halini hatırlıyorum. Adam hiç değişmemiş yaaaa....

"İ" canımın içisi. Okulda da ayrı severdim. Ölen bir kızkardeşi vardı, beni onun yerine koymuştu. Ailem de onu öyle sever. Evlendiğinde kızım kucağımda nikahına gittim. Karısı beni ben de karısını sevmedim. Görüşmüyoruz netekim. Sebep önemli değil. Bizim oğlanlar ilk kez başını yastığa koyduklarına gönül düşürürler. Bu da öylesi. Kız sebep aradıktan sonra benim yapacak  bir şeyim olmadığını biliyorum. O yüzden hiç girmedim o topa. Hatun bir akşam İ ile konuşurken "bir gelemediler evimize" diye dırdıra başladığında, sesim hoparlörde iken" selam melam söyleme karına" diyerek kapattım her kapıyı. Süreci uzatmanın anlamı yoktu. Nitekim İ'nin başında bir tane siyah tek kalmamış, bembeyaz saçları. Ne iyi ettim de uzak durdum diye düşünüyorum içimden. Koşup boynuna sarılıyorum : o gün onun doğumgünü. Bir ben hatırlamışım. Gülerek hepsinin doğumgünlerini sayıyorum. İlk tanıştığımız günü söylüyorum. Doğum yıllarını.. şaşırıyorlar.

Çıkıp Nişantaşı'da bir cafede oturuyoruz. Masada en küçük benim halen bizim sınıfta. Yaş neredeyse 50'ye gelecek, bu tanım beni çok güldürüyor. "G" ve "İ" için sürpriz pasta ayarlayıveriyoruz "A" ile. Hep birlikte "kazık kadar adamların doğumgünü mü olur" söylenmeleri arasında kahkahalar atarak yiyip içip sohbet ediyoruz gani gani.

Unutmak isteyip  unutadıklarım ile unutmayı hiç istemediklerim yanyana duruyor. Zaman zalımsın zalım diye haykırıyorum neşeyle. Yine de neşeli , yine de mutluyuz.

Bizim çekirdek grupta ben CHP'liyim. Biri ülkücü, biri HDP'ye oy veriyor, biri "ben evet dedim" diyerek çizgisini açıklamaktan çekinmiyor, biri öyle biri böyle. Çay içip  30 yıllık dostluğumuzu yudumlarken kıyasıya tartışıyoruz. Öfke ile değil, hakaret ederek değil. Birbirimize kah söylenip kah dalga geçip ama kırmadan, ötekileştirmeden, farklılığına saygı duyarak. Özlemişiz insan gibi konuşuluna ortamları kişileri. Ben,  eskiye ait özlediklerim içerisinden "en özlediklerim" arasına sokuyorum  bu ortamı.

Beyler ......bu  vatana nasıl kıydınız?


Sonra, Üsküdar'a döndüğümüzde "Z" ve "A" ile Kanaat Lokantasında alıyoruz soluğu.
Sonra o neşeli kahkahalar yerini hüzne bırakıyor.
Güzel günlerin güzel  anıları, neydik ne olduk ne olacağız ağrıları gelip haksız haksız çörekleniyor yüreğime . Kötü olan her şeyi unutup sadece güzelini aklımızda tuttuğumuz gençlik günlerinden çocuklarımıza bir Cumhuriyet bile bırakamadığımız lain günlere dönüyoruz ister istemez.


Umut, korkudan güçlü tek duyguymuş.

Okul bahçesinde preverzatifleri şişirip  voleybol oynamaya uğraşan o umarsız gençlerden bugün sorumluluk sahibi ve her koşulda dik durabilen yetişkinler çıktıysa,vallahi diyorum umut havada karada her koşulda sapasağlam ayakta.

Vazgeçmemek lazım.
Yarınlar bizim.

16 Mayıs 2017 Salı

Epi Topu 1.5 Gündü Aslında


Selin benim büyük kızım. Tahsil hayatının ipleri elimden kaçalı çok oldu. Ne girdiği sınavları, ne idealindeki okulları,ne ders programını anlamıyorum bir süredir. Ucundan accık modundayım kısacası. Zaten veli toplantısında hocaları yabancı olduğu ve herkes ingilizce konuştuğu için görüşmelere Selin ile girmek zorunda olalı gönlümce bi hoca da yolamadım. Yine de ısrar ve istikrar ile gidiyorum veli toplantılarına.

Neyse, hatun bir sınava girecekmiş ama başvurduğunda İstanbul kontenjanı  dolduğu için Ankara'da girmesi gerekti.

Çocuğun hedefleri hayalleri var bu bu en öneli basamaklardan biri ..nasıl hayır diyeyim?



Ankara nedir biliyor musunuz?
Ankara bildik bilinmezler şehri benim için.
Ankara'yı bilmem ben.
Çocukken annem babam , bir çift mavi gözün gözüyle aşıladığı  vatan aşkını pekiştirmek için Anıtkabir'e götürmüştü beni. Küçüktüm ama bugünün büyüklerinden daha iyi çalışıyordu  kafam. Başımı kaldırıp Atatürk'ün gözleri kadar mavi göğe özgürce bakışımı, şık bir döpiyes giymiş olan annemin özgürlüğünü, iyi eğitim ve işe sahip babamın tebessümünü ona borçlu olduğumuzu  bilir, adının üstüne toz kondurmazdım.

Bak yine cin çıktı tepeme...neyse, sakin.

İkinci Ankara'ya gidişim daha alem. Sanal ortamda tanıştığım ama hayatımda "ya o olmasaydı" diyeceğim kadar ışığını ,yaşamını,varlığını çok sevdiğim Sebuş'uma gittim bir çocuk elimde bir çocuk kucağımda belimde. İlk kez yüzyüze görüşmek, sarılmak,konuşmak,çocuklarımızın kaynaşması şahaneydi.

Hiç sevmedim Ankara'yı. Birincisi deniz yok,ikincisi becerseler binalara bile kravat takacaklar. Sebuş'ta kaldım, sonra döndüm.

Şimdi Ankara'ya Selin ile giderken hem şehri bilmemenin, hem mesafeleri kestirememenin sancısı içime oturdu. Bir de şaka maka çocuk üniversite sınavına girecek.

"es ey ti" yani namı diğer SAT sınavına girdi Selin. O ne diye sorana http://sat-sinavi.com/sat-nedir linkini yollayıveriyorum. Ben de öğrenmeye çalışanlardanım çünkü.

Ankara'ya indik, yeğenlerimin tarifleri ile Sebuş ve Aliye'min anlatımları ile zor şer gideceğimiz yeri bulduk. TRT misafirhanesi deyince kelli felli bişi bekledim yalan yok. Orayı kısaca "80'ler dizisi burada da çekilebilirmiş" diyen kızımın cümleleri ile özetleyeyim. Yazık. Milyarlarca bütçesi olan Kurum'un bu kadar döküntü bu kadar sönük bu kadar eski bir misafirhanesi olsun..vallahi çok yazık. 

Gideceğimiz yer TED Koleji. Yakınmış misafirhaneye. Sabah kahvaltısı sonrası açlık, günlerin biriken yorgunluğu, nasıl gideceğiz yetişiriz di mi vb onlarca soru stresi bizi bitirdi. Selin ile serildik ve saatlerce uyuduk.Yorgunluk öyle böyle değil, ciddi salladı bizi. Akşam için  lokalde yer ayırttık ve yeğenimin gelmesi, iki kuzenin birbirini rahatlatmasını kararlaştırdık. Ağır yemesin, erken saatte yesin (zaten açlıktan ölmek üzereydik) ,banyo alıp erkenden uyusun istedim. Sabahın köründe gireceği sınav bildiğin üniversite sınavı ve çok önemli.

Derken Aliye aradı. Onun minik Defne'sini hep resimlerde gördüm, Aliye'yi de öyle. Sude diye bi kızı var, onu  ayrı merak ediyorum. Aliye gelip sizi alayım deyince "peki" dedik Selin ile. O da sürpriz yapıp bizi Sebuş'un evine götürdü. Aliye ve Sebuş yakın dost olduklarından ben Sebuş'u da göreceğimi anlamıştım ama evinde değil restaurantta görüşürüz sanmıştım. Ev kısmı  hakikatten sürpriz oldu.

Sebuş'umu  yine görmek,  bildiğiniz gün ışığını kucaklamak gibi. Evi ise el emeği muhteşemliklerle dolu. Tablo gibi bir ev. Hadi burda anlatmıyayım, nefis bir sofra ile karşıladı bizi. O ailenin her bireyini sevmek için ayrı sebep bulabiliyor insan. Güzel insanlar, güzel kalpli insanlar.

 Aliye beni daha iyi zamanlarımda görsün isterdim. Ben ise onu umduğum gibi buldum. Zaten severdim ve zaten iyi  düşünürdüm, daha da iyi oldu onun hakkında her şey. Defne ise hayallerimin ötesindeymiş onu öğrendim.Şeytan tüyünün sözlük anlamı gibi bir çocuk. Sude 'yi 20 yaşında bir kere daha görmeyi kesinlikle istiyorum-o ne olacak o..çok akıllı.

Gerginlik ve yorgunluk  ağzını bıçak açmayan bi ben ile tanıştırdı onları. Böyle olsun istemezdim.   Belki de bu yüzden sürprizleri sevmiyorum aslında. Bir dahakine daha iyi günlerde görüşmeyi dileyip ayrıldım akşam oradan. Tabii ki Sebuş yine de bağrına bsatı beni ve tabii ki Aliye sen ne suratsız şeysin demedi ama ben üzüldüm. Sonra Aliye yine  hiç mızıkdanmadan binlerce kilometre yolu gerisingeri gidip bizi TRT misafirhanesine bıraktı. Direksiyonlu bi melek o.

Sabah  misafirhaneden çıkışımızı yapıp  sınav yerine gittik. Selin güç kalkınca ben yeniden panikledim. Ya uyanamazsa , ya  ayamazsa moduna geçiverdim.Taksi ile 10 dakikada TED Kolejine  varınca  büyük ölçüde sakinleştim ama TED Koleji bildiğiniz dağ başını duman almış biz de oraya kolej kurmuşuz modeli bir yer. Nasıl döneceğim diye düşünmeye başladım bu sefer de. Derken eski yıllardan bir dostum  sabah sabah sırf beni görebilmek için oraya geldi eksik olmasın. Sahiden eksik olmasın dostlar hayatımızdan.Selin sınava girdi. Ben etrafımda bi tane türkçe konuşan olmayan ortamda kitabıma sarıldım dostum gelene kadar. Sonra o bana bir iyilik daha yaptı ve yeğenlerimi de alıp getirdi sınav yerine. Selin saatler süren sınavdan çıkana kadar oturup lak lak ettik. Nakit geçmiyormuş 50 kuruşluk çayı bile kredi kartı ile aldık. Okula ve gelenlere baktım da, eğitimde eşitlik sizlere ömür. Kemikleri bile çürümüş yani. Yazık bu memlekete bu  çocuklara yazık yemin ediyorum

Bak yine cin çıktı tepeme!

Selin sınavdan en geç çıkanlardan biri oldu. Kuzenlerini görünce solmuş yanacıklarına taze tatlı bir pembelik yayıldı.


 Atakan'ın yani ablamın  oğlunun (en sevdiğim yeğenim) tavsiyesi ile ömrümce gittiğm en güzel yerler sıralamasında ilk 3'e girecek bir restauranta gittik ve aman Allah'ım,  utanılası derecede çok yedik. 


Dostum ve arabası emrimize amade olduğundan havaalanına nasıl yetişeceğiz kaygısını da unuttuk. Sonra yeğenlerimden ayrıldık, havaalanına döndük. Sonra da İstanbul.

Yani bir Cuma sabahından bir Cumartesi akşamına olanı anlattım sizlere.

Plakasını alamadım desem yeri. Öyle serildik yani...o yorgunluk o stres (ki normalde hakkkatten rahat biriyim en) beni öldürdü
İyi ki yaşadık :-)