Dünya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dünya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Aralık 2024 Pazar

Abime-3

Yok, ağlatmaz asla beni bir gün ayrılık/Pişmanlığım nefret olmaz, öfke olmazSenden daha acı bir hasret bulunmaz..


Allah güzel ömürler versin ; hayatta olan ama artık  sizin tanıdığınız kişi olmaktan çok uzak   biri ise sevdiğiniz bunun adı "olmayan birini özlemek" . Bu, özlemlerin en zor olanı belki.
Bir zamanlar kalbinizi  ısıtan, kanınız aynı canınız aynı olanı yaşarken yitirmek.


Ergenliğime döndüm adeta. Belli sözleri için bir şarkıyı tekrar tekrar dinler oldum. Resmi  tıklarsanız size de dinletebilirim.

Yok, ağlatmaz asla beni bir gün ayrılık/Pişmanlığım nefret olmaz, öfke olmaz/Senden daha acı bir hasret bulunmaz diyor ya..Heh tam da orada diyorum ki Suriye birbirine girmiş, dünya değişiyor, yapay zeka almış başını gidiyor, haritalar yeniden çiziliyor, karanlıkla ışığın savaşı gözle görünür hal almış ; bilmediklerimizle yüzleşiyoruz ve tüm anlamları yeniden ve aslıyla öğrenmek zorundayız ama ben Sezen Aksu dinleyip  yitirdiğim güzelliklerin ardından bakıyorum dalgın dalgın.

Var olmuş olanların en güzeli olma iddiasında bir sonbahar gününde yine işe geldim. Sarı yapraklar temiz, sade, serin bir rüzgarla savruluyor. İri damlalı bir sonbahar yağmuru rüzgara eşlik ediyor. Sokaklar sarı  halılarla kaplı, Pazar'ın suskunluğu ile de ayrı bir havası var.

Hayat devam ediyor...
 
Ele avuca sığmazdı deli gönlüm
Bir zamanlar neredeydi, şimdi nerede?
İster güneş ol, yak beniYağmurum ol, ağlat beniAklım başka, duygularım başka yerde
İster güneş ol, yak beniYağmurum ol, ağlat beniAklım başka, duygularım başka yerde
Bir deli rüzgâr savurdu beni böyleBu mutlu tutsak benim altın kafeste
İster güneş ol, yak beniYağmurum ol, ağlat beniZincirleri yüreğimin artık sende
İster güneş ol, yak beniYağmurum ol, ağlat beniZincirleri yüreğimin artık sende
Yok, ağlatmaz asla beni bir gün ayrılıkPişmanlığım nefret olmaz, öfke olmazSenden daha acı bir hasret bulunmaz
Yok, ağlatmaz asla beni bir gün ayrılıkPişmanlığım nefret olmaz, öfke olmazSenden daha acı bir hasret bulunmaz
İster güneş ol, yak beniYağmurum ol, ağlat beniAklım başka, duygularım başka yerde
İster güneş ol, yak beniYağmurum ol, ağlat beniZincirleri yüreğimin artık sende
Bir deli rüzgâr savurdu beni böyleBu mutlu tutsak benim altın kafeste
İster güneş ol, yak beniYağmurum ol, ağlat beniZincirleri yüreğimin artık sende
İster güneş ol, yak beniYağmurum ol, ağlat beniZincirleri yüreğimin artık sende
Yok, ağlatmaz asla beni bir gün ayrılıkPişmanlığım nefret olmaz, öfke olmazSenden daha acı bir hasret bulunmaz
Yok, ağlatmaz asla beni bir gün ayrılıkPişmanlığım nefret olmaz, öfke olmazSenden daha acı bir hasret bulunmaz
İster güneş ol, yak beniYağmurum ol, ağlat beniAklım başka, duygularım başka yerde
İster güneş ol, yak beniYağmurum ol, ağlat beniZincirleri yüreğimin artık sende
İster güneş ol, yak beniYağmurum ol, ağlat beniAklım başka, duygularım başka yerde
İster güneş ol, yak beniYağmurum ol, ağlat beniZincirleri yüreğimin artık sende

11 Haziran 2021 Cuma

Ya Sev Ya .....



Bayılıyorum TLC'deki "Ya Sev Ya Sat" veya "Kumsal Evleri" türü programları seyretmeye.

Dünya ne güzel ve ben ne kadar azını gördüm dedim önce.

Evleri, seçimleri, önceliklerin farklılıklarını  merakla izledim sonra.

Çift lavabonun önemini bir türlü anlayamadım mesela.



Evlerin değişimini izledim .

Bunun meslek olarak ne eğitim gerektirdiğini merak ettim.

Kaç meslek dalı bir arada çalışıyora baktım.

TV programı olarak bunu  düşünüp organize eden beyne saygı duydum.

Minnacık mekanlarda yaşamayı seçenler ile "5 yatak odası  5 banyo bir de bodrum kat, bahçe mutlaka geniş olmalı" diyenler arasındaki farkı düşünüp  hangisi neden bunu seçiyor acaba diye de düşündüm.

Bütçeniz ne kadar diye sorulduğunda "1250000 dolar" diyenlerle bildiğiniz papaz eriğin kilosunun 19 TL olduğu  memleketimin insanlarını  kıyasladım hazin iç çekişler eşliğinde.

"Kendimi burda yemek yaparken hayal edebiliyorum"lar dikkatimi çekti sonra. "Burada arkadaşlarımızı ağırlarken kendimi hayal edebiliyorum"


Coğrafya kadermiş var ya...gerçekten öyle.


Hayal edebilmek kiiim biz kim?!


Hayallerimizi de çaldılar.

Her günkü yürüyüş yolum üzerinde Siyami Ersek Hastanesi var. Onun tam önünde miniminnacık bir simitçi kulübesi. İçinde koskocaman bir adam. Koskocaman adamın oturduğu tabure..kışın kımıldamadan oturmak zorunda orada. Akordeon gibi katlanmış da katlanmış. "Zeytinli mi olsun sade mi" yanından geçerken en sık duyduğum cümlesi. Başka bir şey diyemiyor sanki. Bu cümle ona, hayatına,diline ,damağına yapışmış. Zeytinli mi sade mi..

Kendimi o tıkış tıkış mekanda hayal edebiliyorum.

 Hayallerim filan kalmamıştır herhalde. Akşam eve götüreceğim ekmeğim var diye şükreder, ağrıyan dizlerimden şikayet etmekten bile korkarım o  kibrit kutusu kadar simitçi kulübesi elimden giderse diye. Önümden binlerce insanın geçip gidip beni oradaki bir ağaçtan bir park dubasından farklı görmeyişine de aldırmam zamanla. "Çift lavabosu yok..kendimi burda hayal edemiyorum" demem. "Tuvaletim gelmesin burayı kilitleyip taaa hastaneye gitmek zorunda kalmiiim" derim sanırım.

Minimalist yaşam sevenler, minnacık karavanda merdivenin alt kısmına dolaplar yapıldığında şaşkınlık ve sevinç  çığlıkları atıyorlar. Onu oraya nasıl sığdırdın bu harika...çığlıkları  kaplıyor her yeri.

Siz gidin bi de o adamı görün. O adamı o kibrit kutusu kadar simitçi kulübesine hem de taburesiyle nasıl sığdırmışlar,koskoca adama böyle bir hayatı nasıl  kabul ettirmişler onu görün.

Coğrafya kadermiş..

Ya sev ya terk et diyarı burası.



4 Kasım 2020 Çarşamba

Bir Koca Derin,Taze,Lazımlı Nefes




Öyle çok öyle çok acı haber aldım ve yüreğim öyle çok öyle çok ezildi ki acıyı yaşayanların acısıyla, bir gece uyandım ve nefes alamadığımı fark ettim.


Unuttuğumu sandığım ne kadar canımı yakan anı ve isim varsa hepsi yatak odamda karşımda duruyorlardı karanlığın içinde.


Ağlamak aklımdan bile geçmedi. Gözlerim yüreğim kavruluyor, hem geçmişin hem bugünün "sevdiklerim" başlığı altındaki her şeyine uzanıp dokunmak ve korumak isteği benliğimi sağlıksız şekilde sarıyordu. 


İyi değildim.


Bundan sonrasında hepimizi yaralayan ya da sarsan gelişmelerin benim hayatımdaki detaylı yansımasından bahsedecek değilim.


Bunu , yeterince yapıyor herkes ve basın.




Koruyucu meleğim ortaya çıktı ve kocaman mavi kanatları ile beni sarmaladı. Yani içimdeki yaşama sevinci , içimdeki çocuk, mutluluğu bilen ve saygıyla koruyan yanım..artık ne derseniz deyin adına o  koruyucu melek benim için. Mucize beklemenin manası yok, mucize zaten biziz.


İçine sürüklendiğim bu sarmaldan silkinerek çıktım. Haberleri ne sosyal medyadan ne ana medyadan ana başlıklar ve onların da bazıları şeklinde ayıklamadan izlememeye başladım ve Tanrı'dan mutluluk diledim.


Sonra farkına varmadığımı fark ettim. Dünyada hala güzel şeyler de olmaya devam ediyordu ve olmuş olan güzellikleri de unutmaya yeminli gibi göz ardı etmiştim.


Ayda su bulunmuştu..normalde yeryerinden oynamalıydı .

Ve aşk halen hükmünü sürüyordu her şeyin üzerinde.

Severken arka planda endişeleri tutmayı, bir nevi dondurmayı pul bibere batırıp yemeyi öğretti  son yıllar bize. Artık hani neredeyse sevmiyorum teknolojiyi deme noktasına geldik: hayatıma getirdikleri götürdüklerinin yanında ne ki? 

Sonra da aklıma o film, o şarkı ve her seferinde oturduğum yerden fırlamama sebep olan çıkışları ile o çılgın gösteri geldi.

Hiç tereddüt etmeden açtım izledim.

Bu aralar günde bir kaç kez açıp izliyorum bunu ve sevdiğim başka  müzikal alıntıları.

Bu dünyadan güzel insanlar geldi geçti.




Elbirliği ile dünyayı yücelttiler.

Güzel şeyler yaptılar ve bizlere güzel şeyler bıraktılar.




Gökdelenin tepesinden atlayıp yanında bombalar patladıktan sonra saçının tek teli bile dağılmadan inen saçma kahramanlar yerine


hayvanlarla da dost olabilen, gözlerindeki anlamın derinliğinde kaybolup  ön dişlerinin ayrık olduğunu göremediğiniz gerçek kahramanlar vardı. Reklam ve algı ile değil emek ve yetenek ile öne çıkmış "sanatçılar" ...




Chaim Topol'a en derin saygılarımla :-)

Teknoloji gelişmemiş ama film kareleri, senkronizasyon, şarkı ile hareketlerin kusursuz uyumu, müziğin rengi saklıydı izlediklerimizde.

Lütfen 5 dakikanızı ayırın ve siz de gülümsemeyi hatırlayın.

Müdahil olup düzeltemeyeceğiniz şeyler için endişelenmek yerine..gülümseyin. Ayrıntılar için bir daha izleyin, daha çok gülümsemek için bir daha bir  daha



Zengin bir adam olasaydım

Yüce Allahım, bir çok fakir insan yarattın
Tabi fakir olmanın utanç verici bişey olmadığını biliyorum
Ama gurur duyulacak bir şey de değil
Yani, ufak bir servetim olsa ne olurdu
 
Zengin bir adam olsaydım
ya yeah yaba daba du ha ha ya ye
Gün boyunca mala vururdum
Eğer varlıklı bir adam olsaydım
Çalışmam gerekmezdi
ya yeah yaba daba du ha ha ya ye
Eğer zengin olsaydım
ya yeah yaba daba du ha ha ya ye adamım
 
Büyük evler inşa ederdim 1 düzine odası olan
Şehirin tam ortasına
Güzel bir tavan ve yerde de tahta döşeme
Yukarı doğru çıkan uzun bir merdiven olurdu
Ve aşağı doğru gelen ondan da uzun bir merdiven
Ve bir tanede göstermelik öyle duran
 
Bahçemi tavuklar, hindiler, kazlar ve ördeklerle doldururdum
Şehirdekiler görsün ve seslerinin duysun diye
Çıyaklayabildikleri kadar çiyaklatırdım
Hepsi kendine özgü sesleri çıkarırdı
Kulağında sanki bir davul vuruyormuş gibi gelirdi sesler
Sanki şöyle söylettirirdi "burada bir zengin (piçi) yaşıyor
 
Zengin bir adam olsaydım
ya yeah yaba daba du ha ha ya ye
Gün boyunca mala vururdum
Eğer varlıklı bir adam olsaydım
Çalışmam gerekmezdi
ya yeah yaba daba du ha ha ya ye
Eğer zengin olsaydım
ya yeah yaba daba du ha ha ya ye adamım
 
Avradı görürdüm, benim hatunu, zengin bir adamın karısı gibi görünürdü
Düzgün bir çift çeneyle
Yaptığı yemekleri denetlerdim, kalbinin tadına varmak için
Onun tavus kuşu gibi kanatlarını açtığını görürüdüm
Vay, nasılda iyi bir ruh hali içinde
Hizmetçilere sabah akşam bağırırken
 
Şehirdeki en önemli adamlar bana gelir köpeklenirdi önümde
Onlara tavsiye vermemi isterlerdi
Solomon the Wise gibi
Eğer lütfen, reb tevye
pardon bakarmısın reb tevye
Duruş problemi, yahudi bi din adamının gözüne ilişecek
 
Ve yanlış ya da doğru cevaplamam çokta önemli olmaycaktı
Eğer zenginsen söylediklerinin doğru sanarlar
 
Eğer zengin olsaydım yoksun olmaya zamanım olurdu
sinagogta oturup dua etmeye
Ve belki doğu duvarında oturmaya
Ve ilahi kitaplar hakkında öğrenmiş adamlarla tartışırdım birkaç saat
ve bu en tatlı şey olurdu
 
Zengin bir adam olsaydım
ya yeah yaba daba du ha ha ya ye
Gün boyunca mala vururdum
Eğer varlıklı bir adam olsaydım
Çalışmam gerekmezdi
ya yeah yaba daba du ha ha ya ye
 
Rabbim, kaplanları ve koyunları kim yarattı
Sen karar verdin ben neysem o olmalıyım
Bu sonsuz planını bozar mı?
Eğer zengin bir adam olsam


If I Were a Rich Man


If I were a rich man,
Yubby dibby dibby dibby dibby dibby dibby dum.
All day long I'd biddy biddy bum.
If I were a wealthy man.
I wouldn't have to work hard.
Ya ha deedle deedle, bubba bubba deedle deedle dum.
If I were a biddy biddy rich,
Idle-diddle-daidle-daidle man.
I'd build a big tall house with rooms by the dozen,
Right in the middle of the town.
A fine tin roof with real wooden floors below.
There would be one long staircase just going up,
And one even longer coming down,
And one more leading nowhere, just for show.
I'd fill my yard with chicks and turkeys and geese and ducks
For the town to see and hear.
(Insert)Squawking just as noisily as they can. (End Insert)
With each loud "cheep" "swaqwk" "honk" "quack"
Would land like a trumpet on the ear,
As




25 Eylül 2017 Pazartesi

Dur


Eski çalıştığım yerde , hayatın kavşağında durur zamanı içindekilerle seyreylerdim.

Ondandır belki de insana saygım :varoluşun ne çok emek istediğini görmemdendir.

Birileri "Paris'teki kaldırım taşlarının zarafetini " överken, 80 yaşındaki adamın gece uğradığı tecavüzle kan revan içinde kapıma gelip benden medet ummasıdır derdi dert bilmem ama kimselerin derdinin diğerinden büyük olmayışını aklımda tutmam.

Bildim ki kimse baki değil, gördüm ki tüm yönetici koltuklarının  altı tekerlekli..kayıp gidiyor.

Eski çalıştığım yerde unutulmazlarım olurdu, zaman zaman bunları sizinle paylaşmayı sevdiğimi söylemiştim.Bugün, bana en büyük ders verenlerden birini hatırladım ve sizlerle paylaşmayı uygun gördüm.

Orada işe yeni girdiğim, sistemi ve kişileri anlamaya çalıştığım günlerdi. Yeşil hülyalı gözleri ile hep uzaklara bakan ama her şeyin çözümüne ait bilgiyi zarifçe aklında tutan mütevazı bir kızdı Sultan. "Yine o adam geliyor" dediklerinde öfkeyle homurdanmak yerine nezaketle gülümsedi.  Yaşlı adamın bir haftadan fazla süredir her gün geldiğini sonradan öğrendim.

Yorgun, bezgin üstü başı çimenli geldi adam. İş yerimin karşısındaki parkta yatıyormuş, kalacak yeri yokmuş.

Sultan'ın karşısına oturdu.

-Lacivert , kenarı beyaz çizgili eşofman buldunuz mu ?
Sultan üzüntüyle başını salladı.
-Eşofman var ama lacivert ve beyaz çizgili değil.
Merakla adama baktım. Başını olumsuz anlamda salladı.
-Ben yarın yine gelirim...
-Siz bilirsiniz.

Diğer çalışma arkadaşları biraz kınayarak baktılar ardından. Parklarda yatıp duran birinin eşofmanı bulmakla yetinmeyip koşul koşmasını saygısızca buluyorlardı. Hem kendilerini meşgul ettiğini düşünüp had bildirmek isteyenler de az değildi..ama Sultan, hülyalı yeşil gözleri ile arkadaşlarına da gülümsüyor ve "öğrenirsiniz, peşin hükümlü olmayın. İşiniz bu sizin, belli koşullar koşamayacak olan sizsiniz o değil" diye tatlı yumuşak sözlerle yaşlı adamla aralarına set çekiyordu.

O hafta da her gün gelen yaşlı adam için her yere soruluyor ama lacıvert, kenarı beyaz çizgili eşofman bulunamıyordu. O ise her gün sabırla üzerinde çimen kalıntıları geliyor ve yine gidiyordu.

Sultan bir gün sordu yaşlı adama onu incitmekten endişelendiği her halinden belli olarak.

- Ben yine elimden geleni yapacağım elbette ama neden mutlaka lacivert ve kenarı beyaz çizgili eşofmanda ısrarınız.

Yaşlı adam yorgun halde, hep öne eğik başını üzüntüyle iki yana salladı. Gözlerinde acıyı dahi yok etmiş bir boyun eğiş,kabullenişle bize baktı.

-Evimiz yandı bir süre önce. Oğlum ve gelinim yangında öldüler. Torunum da zihinsel sorun vardı, yangın ve anne babanın ölümü ile hepten delirdi. Onu tımarhaneye yatırdım. Benim de yerim yurdum kalmadı, ondan parkta yatıyorum;ölsem dert değil ama torunum var ya işte onda kalıyor aklım.Öğlenleri hava almaya avluya çıkıyorlar dolaşmak için ama hepsi lacivert-kenarı beyaz çizgili eşofman giyiyorlar. Farklı giyinen biri olduğunda tehlike algısı oluştuğundan ona saldırıyorlar, bu şiddet uygulamaya kadar gidiyor. O yüzden bu eşofmanı istiyorum ..dedi.

Sessizlik bıçak kadar keskin, utanç dağlar kadar ağırdı. Kimse, yaşlı adama bakmaya cesaret edemedi. Sultan:

-"Yarın yine uğrayın, bir yer ile daha görüştüm, oradan umutluyum" dedi.

Ertesi gün personel aralarında topladıkları para ile lacivert-kenarları beyaz çizgili  eşofmanı almış ve yaşlı adam için başka neler yapabilecekleri sorusunun cevabına dört elle sarılmıştı.

Dünya da koca bir tımarhane değil mi?

Lacivert-kenarları beyaz çizgili eşofman giymediğim her gün canım yanıyor.


9 Ocak 2014 Perşembe

"Siz" O Masayı Aslında Hiç Görmediniz


Gittim oturdum son sözünü söylemek için bekleyenlerin arasında,
Beklemek ki en ağır ceza Ben'i aceleden yaratılana...

Keşke'lerin hepsinin zincirini çözdüm yüreğimden,
Bir rüzgar esti soğuk, hazin, derinden,
"Biz" diyenlerin dışlamasını sızım sızım hissettiren.






Bir süre bakındım sağıma soluma,
Baharda çiçek açışını,  hazanda yaprak döküşünü seyrettiğim ağaçlara.

Çocuklar geçti gülen ağlayan
Dinledi benimle birlikte oradakilerin hepsi teselli için yerinden kalkamadan
Kadınlar geçti ellerinde dünyalıkları akıllarında yapacakları
Yanlarından geçtikleri" bir zamanlar kadındılar"a bakmadan aldırmadan
Adamlar geçti hızlı hızlı bir Fatiha'ya yok zaman 
Adamlar geçti zamanın kalıcısın deyişine aldanan..


Düşündüm o yol gibi hayatımdan gelip geçenleri,
"Asla bırakmam seni" deyip geri dönmeyenleri.
Özledim kimilerinin seslerini , sözlerini, nefeslerini,
Keyifle andım kimilerinin hayatımdan çekip gidişlerini.

Gökyüzüne diktim gözümü, gönlümü nefesim dar,
Baktım sonsuzluğa, fısıldadım "beni seven Allah var"!

Bir tebessüm geldi kondu dudağımın ucuna,
Gözlerimi çevirdim artık umudu kalmayanlara.

Sonra yola koydum kendimi adım atabilmekten mutlu,
Yeniden denemekten ve  vazgeçmemekten umutlu.

Kızgın değildim artık ne kendime ne de herhangi birine,
Dünya üç günlük dünya : zahir olandan bana ne!



6 Kasım 2013 Çarşamba

Rüya


Uykudan , dudaklarını sıkmaktan dudakları uyuşmuş vaziyette uyandım. Rüyamda ne görüyordum hatırlamıyorum en azından şimdilik, belki de klasik olarak bünye savunmaya geçmiş ve beni bu kadar geren bir şeyi hatırlamamı istememiştir.


İşsizlik dünyanın sonunu filan getirmiş değil benim için ama gerdiği de bir gerçek. Öğrencilik yıllarımda harika bir  rüya görmüştüm. Atakent'teki o yüksek binalardan birinden fırlayıp bir taksiye atladım rüyamda, sonra şoföre "Temmuz'a çek" dedim. Rüya bile olsa avallaştı adamcağız. "Ne bakıyorsun yüzüme Temmuz'a çek, hızlı!Hadi!" dedim. Mart'ı,Nisan'ı , Mayıs'ı, Haziran'ı yaşamaya sabrım ve gücüm olmadığını hissediyordum. Giden benim ömrümden gitmeyecekmiş gibi bir telaş, bir başı diklik, bir kırgınlık hayata...

Öğrencilik yıllarından beni yaptığım bir şeyi yapmaya karar verdim bugün. Gidip mezarlıkta oturacağım bir süre. Onları görmek, onları dinlemek ile aynı şey aslında. Başıma gelenleri, biriktirdiğim öfkelerimi, kırgınlıklarımı, affedemeyişlerimi çantama koyup ilişeceğim bir ağaca yakın kabrin kenarına. Dünyayı düşünmek, gelip geçiciliğin ortasında yüreğimi ne diye yangın yerine çevirdiğimi anlamak ;bilip unuttuklarımı kendime hatırlatmak lazım. Kaybetmeden kıymet bilmek, gitmeden-zaman bitmeden asıl yapılacaklara başını çevirmek lazım... Mezarlıkta oturup kendini , hayatı ve ölümü dinlemenin bir faydası daha oldu her zaman. En umutsuz anımda bile "onların artık hiç bir umudu yok oysa ne gün ne ömür bitmedi..yeniden deneyebilir, yarınlardan umut edebilirim. Benim için her şey bitmedi" der gönlüm yenilenmiş, az kalsın hiçliğin içinde her şeyimi yitirecek olmanın telaşı ile kamçılanmış çıkarım mezarlıktan. Ne öyküleri, ne yaşanmışlıkları var hepsinin.Ne çok cümle yarım kalmış, ne çok sır ne çok keşke toprağın altına girmiş ve aslolana seyahati başlamış. 

"Heyy ben kimim ki" diyor insan o zaman. "Ben kimim bu kadar önemsedim her şeyi?...şurada eski Suriye Valisi yatıyor kocaman heybetli şatafatlı bir mezar taşı ama şurada da Üsküdar'ın eski Camcı Amca'sı yatıyor mezar taşında iyi kalpliliğine düzülmüş anlatımlarla dolu mısraları..hangisi zengindi, hangisi kazandı da gitti, sen ne istiyorsun...sen ne istiyordun" diyorum kendime. Ölüm, korkutucu geliyor anne olalı beri. Ürperiyorum, "keşke" lerimi elimden geldiğince orada gömüp farklı düşünce ,duygu ve önceliklerle çıkıyorum kapıdan. Umut,yaşama isteği, vazgeçmeyiş her yerini sarıyor yüreğimin. Sevdiklerimi ve sevmeyi hatırlıyorum. Üzdüklerimi ve pişmanlıklarımı..Söz verip unuttuklarımı yani yarı yolda koyduklarımı.

Dudaklarım mühür gibi sımsıkı kapalıyken "Hey'" diye haykırıyorum yaşamda yer alan her şeye "gitmedim, vazgeçmedim..geliyorum"

Yaşam koçları, felsefeler belki karanlığa düşmüş yolunu bulamayanlar için gerekli bir şey. Edinilmiş tecrübenin paylaşılması yürüyerek fersah fersah alınacak yolu koşarak bir kaç adımda almaya yarar sağlıyor olabilir ama benim demem o ki insan kendine doktor,kendine dost olmalı.İnsan kendisi ile barışık kalıp kendisini duymalı..o zaman yardım istenilecek nokta da yardım istenilecek alan da değişiyor.

En kötü ihtimalle "çek Temmuz'a!" diyorsunuz, bazen kaçmanın da çözüm olduğunu biliyorsunuz.Ne han ne hamam....sadece mavide bir nokta olsam...


YAŞAMAYA DAİR 
  
1 
Yaşamak şakaya gelmez, 
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
                       bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak. 
Yaşamayı ciddiye alacaksın, 
yani o derecede, öylesine ki, 
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda 
                                    insanlar için ölebileceksin, 
                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
                        hem de en güzel en gerçek şeyin 
                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde. 
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
                                      yaşamak yanı ağır bastığından. 
                                                                                     1947 -Nazım Hikmet Ran