Sezen Aksu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Sezen Aksu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Kasım 2024 Salı

Her Şeyin Bedeli Var...Bir Gün Gelir Ödenir Öde Firuze

 


1980'lerde çalışma hayatında sabah, aceleyle yenen poğaça ve çayların eşliğinde "ne çok işimiz olduğuna" söylenerek ve "neleri  başardığımızı" paylaşarak başlardı. Daha iyi koşullar için birbirimize yol gösterir, gruplaşmalarda yer alıp kendimiz gibi insanlarla dinlenir , eğlenerek ve yardımlaşarak çalışırdık. Herkes düzgün giyinir, düzgün konuşur ; kişi tehdidiyle değil sistem cezası korkusu ile hizaya girerdi. Sistem vardı. 

İş çıkışında üstlerimiz altlarımız birlikte Ortaköy'e iner,  biz istemeden önümüze konan milyon çay eşliğinde 51 oynar ve gün boyu yaptıklarımızla-birbirimizle ama en çok da kendimizle dalga geçip gülerdik. Kumpir yeni modaydı. Komik öyküler ile doluydu sohbetlerimiz. Ya da ikili sohbetlerde samimi, içten anlatılan dertler- samimi, içten dinlenilen ..paylaşılan dertler vardı. İnsanlar birbirini dinlerken gözlerine bakardı. İletişim sadece ses akışı değildi.


90'larda azcık kaypaklıklar başladı. Sabahlar kaşarlı tostlar, birbirine alınmış simitler, çay ve üstüne "dur bi kahve de içelim"lerle başlar oldu.  Siyaset kısa bir sövme aralığı idi. Aşklar, hayatlar,yeni işler, yeni açılan alanlar ve olasılıklar sohbet konusu idi. Sabahın kör karanlığında başlardık çalışmaya gecenin kör karanlığında  çıkardık iş yerinden. Oruç  tutar, , pencerenden iple sarkıttığımız torbalarımızdaki yemeklerle (soğukta kalsın bozulmasın pratiği) üzerine gazete kağıdı  serdiğimiz masalarda birlikte iftar açardık. Lakin sahur hep daha eğlenceli  olurdu. Elimizde beyaz iplik ışığı kapatıp "iki lokma daha yesek mi" derdinde koşturmacalarımız😂 Servislerdeki uykularımız tatlı, hala herkes permalı ve kıvırcık. 

Sezen Aksu şarkılarında  geçmişi anar, geleceğe biraz endişe ama daha çok özlemle  bakardık.  Gelecek , güzel ihtimalleri de barındıran dev bir soru işareti idi ama güzel renklerle bezeli...


2000'ler geldi. Anneydik-babaydık. Seçimler ve kriterler,  koşullar ve seçenekler  hayli değişmişti. Giyim kuşam yine özenli ama artık daha sade..

 Bence şeytan yeryüzünde yüzünü aleni göstermişti. "Bizler ve onlar" ayrımı başlamıştı. Tünelin ucundaki ışığı umut sandık. Bazı şeyler iyiye gitmeye başlamıştı. TV'lerde sokaklarda insanlar tartışıyor, bizler dinliyor ama duymuyorduk. Görmek istediğimiz  gördük  , duymak istediğimizi  anladık.  

Kahvaltılar, aceleyle yenilen simitlere dönüştü. Daha çok da kendi masamızda. Tuhaf  kurallar ve tuhaf kuralları koyan  tuhaf insanlarla doldu iş hayatı. Yine de dostluk, yine de yardımlaşma vardı. Bir çok  hayal gerçekleşiyor gibiydi ; projeler, iyileştirilen çalışma koşulları ..kimin sözüydü o : kimse zehri tahta kasede vermez..altın kaselere dikkat edin. İş sonrası  servislerde kitap sohbetleri ederdik bol bol. Sistemde yer aldığı  halde cezalandırılmayan ya da düzeltilmeyen şeyleri anlatırdık biraz öfke biraz şaşkınlık ama daha çok " nasılsa düzelir" aldırmazlığıyla. Daha iyi  içindi sohbetler,  çocuklar, diyetler...Tarkan dinler olmuştuk. 

"Kıskanırın rengi baharda yeşiller,Sevda büyüsü gibisin sen, Firuze,Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu,Üzüm buğusu gibisin sen, Firuze" nin inceliğinden "Kıl Oldum Abi"lere geçisin bir  toplumsal deformasyonun açık başlangıcı olduğunu görmüyorduk. Her şeyin kolaylaşması iyi bir şey sandık. Kuralları bir bir omuz atarak yıkıyorduk ve bunu özgürlük sanıyorduk. İyi kalpli ve aptaldık.

2024'ler...yediğimiz ekmekte bile katkı maddesi var. Sabah kahvaltıları yerini başka kültüre ait kahveleri  havalı  bir şekilde elimizde tutup yürürken içmemizden ibaret.

Eskisinden bin kat fazla çalışıyoruz ama yetmiyor. Kimse kimseye güvenmiyor. Ne sistem var ne liyakat. Geçmişe dönüp bakmaya yüzümüz yok, gelecek ise tüm renklerden arınmış bir  endişe yumağı. Kılıcımız yok, kalkanımız da elden gitmek üzere hissiyatı vakıf . Bizler-onlar az geldi bir de diğerleri var. İş çıkışı sohbet filan yok.. Konu hep siyaset. Kültür gitti, sevgi gitti..dertleşme de gitti . İnsanlar birbirlerini gözleri cep telefonlarında dinliyorlar. -mış gibi yapmanın kitabını  yazıyor insanlık. 

Şeytan yüzünü gösterdi ..saklamıyor da. ..hala alkış  tutanı var bile isteye. Şaşkınız ..

Duru bir su gibi, bazen volkan gibi
Bazen bir deli rüzgâr gibi
Gözlerinde beklenti, yıllardan beri yavaş
Acelen ne? Bekle, Firuze



22 Ağustos 2024 Perşembe

Henüz Kaybedilmemişken..

TRABZON-FAROZ

 En sevdiğim yanlarımdan biridir.


Kaybetmeden kıymet bilmek.


Dün18697519621 saat kadar süren bir toplantım vardı. Her sabah yürüdüğüm yolu yürüyemedim başka yere gitmem gerekmişti.

Bu sabah, her sabah yürüdüğüm yolu yürürken "seni nasıl da özlemişim yol" deyiverdim. 

Ağaçlarıma sarıldım, taze filizlenmiş  dallara "çak bi beşlik" yaptım ve kitabımı dinleye dinleye keyifle yürüdüm.  Her sabah hayran olunacak bir ayrıntı bulduğum, senelerdir  mevsim değişikliklerinde değişimini keyifle izlediğim yol. 

Günde milyonlarca insanın geçip gittiği ama ayrıntılarındaki  kırılgan güzelliği görmediği yol. Ne çok seviyorum seni.


Ablama "günaydın" yazıverdim. Bizim POMUM adlı grubumuz var, ordaki kızlara da "günaydın" yazıverdim. Nazlı benden  evvel yazmış yine :-) Erkenci kuş o. Bir günaydını, bir yeni günün başlangıcını  tüm kalbiyle sizle paylaşan insanların varlığını, onların yokluğu ile sınanmadan kutsamalısınız. Kimsenin , sahiden "günaydın" demediği bir sabahın karanlığını hayal bile edemiyorum  ıyyyyyyyy.

Yaz günü  , duş almadan çıkılır mı evden ? Bakmadan elimi attım tarağımı aldım,  saç kurutma makinam şuracıkta. Depremde , tayinde, şu sebeple bu sebeple  evini düzenini bozmuş kaybetmiş insanları düşündüm. Minik ayrıntıların yerliyerinde olması nasıl bir güven ve huzur sebebi biliyor musunuz? Kaybetmeden kıymeti bilinesicelerden bu konu. Hem de çok önemli.

Yaran nerdeyse canın orda der eskiler.

FOTOĞRAFI TIKLARSANIZ ŞARKISI DA VAR...

Abime günaydın diyememek de benim yaralarımdan biri. Artık  hiç bir koşulda düzelmeyecek bir kopuş. Öz kardeşinizi ölmeden yitirmek. 

Hani dişinizi çektirseniz dil hep oraya gider ve yarayı yoklar ya..öyle bir şey benim için abim. İyi ki onu kaybetmeden layığı ile çok sevebilmiş, öpebilmiş, sarabilmiş, anılar biriktirmişim.



Selam olsun  nazlı güne.. hadi yaşayalım.

Ama  bir sincap ciddiyetinde..yani, yasamanin disinda ve ötesinde hiç bir şey beklemeden,yani butun isimiz gücümüz yasamak olacak şekilde yaşayalım.

8 Haziran 2022 Çarşamba

Sezen Aksu-BENİ UNUTMA/Şarkı Sözleri Öyküleri -8





 Sezen AksuOnno Tunç'la, Atilla Özdemiroğlu ile çalıştığı dönemde tanışmış. Aksu ve Tunç birlikte iş yapmaya başlamışlar ve kısa sürede aralarında bir aşk doğmuş.

Gerçek bir sapyoseksüel (yeteneğe ve zekaya ilgi duyan kişi) olduğunu her fırsatta dile getiren Sezen Aksu için o günden sonra Onno Tunç’tan ayrı geçen bir dakika bile çok anlamsız hale gelmiş çünkü Onno, hem yetenekli hem karizmatik hem cesur hem de tıpkı kendisi gibi dışa dönük ve sosyalmiş.Onno Tunç’un zekası, üretkenliği, karizması Sezen Aksu’yu derinden etkilemiş. İkili, Aysel Gürel ile birlikte 'Sen Ağlama' albümü için uzun saatler stüdyoda çalışmaya başlamışlar. Gün geçtikçe daha fazla yakınlaşan Aksu ve Tunç'un yeni bir aşka yelken açması çok uzun sürmemiş. Aysel Gürel, Sezen Aksu ve Onno Tunç'un birlikte ürettiği ilk albüm Sen Ağlama, 1984 yılında yayınlanmış veTürkiye çapında kıyamet kopmuş. Mükemmel ötesi  o çalışmayı eminim bugün hepimiz gayet iyi ve ezbere biliyoruz.

Her ne kadar aşk sözcükleri ve sevgi dolu halleriyle mutlu bir profil çizseler de, ikilinin yakınları tarafından anlatılanlara göre, Onno Tunç ve Sezen Aksu'nun şiddetli kavgalar yaşadıkları da oluyormuş.Bu kavgalar, kimi zaman Sezen Aksu'yu günümüzde hala severek dinlenen 'Git' şarkısını yazmaya itmiş.  Sezen Aksu, sevgilisi Onno Tunç ile kavga ettiği geceler soluğu Nükhet Duru'nun evinde alıyormuş ancak bu ayrılık yalnızca bir gece sürüyor, Aksu sabahın ilk ışıklarında Onno Tunç'un evine koşuyormuş.

Kavgalardan ve kalp ağrılarından yıpranan ikili, 1992 yılında ayrılmaya karar vermiş. Ancak sanatlarını icra edebilmek için birlikte çalışmaya devam etmişler,ikisi de başka insanlarla evlenip yuvalarını kurmuşlar.

14 Ocak 1996 yılında Sezen Aksu, acı haberle sarsılmış. Onno Tunç’un hobi olarak kullandığı uçağı düşmüş, Tunç hayat gözlerini yummuş.

                  


Minik Serçe ve Onno Tunç ikilisinin şarkısı olan “Beni Unutma” Aksu’nun cover’lanmasına izin vermediği tek şarkısı.

Sezen Aksu’nun “Git”, “Yarası Saklı”, “İki Gözüm” gibi şarkılarda Tunç için yazılmıştır.


Bir gün daha yaşandı ve bitti
Küçük sevinçleri ve küçük kederleriyle
Herhangi bir gündü çok önemli değildi
Seni düşündüğüm birkaç andan başka

Bilirim herkes payına düşeni yaşar Ve her yeni günde değişir hep birşeyler Sen de kendi payından bir hatıra seç ne olur O ben olayım beni unutma Beni unutma, unutma, beni unutma Bilirsin unutulmak dokunurya her insana Sen de kendi payından bir hatıra seç Ve o ben olayım unutma, beni unutma Beni unutma, unutma, beni unutma Bilirsin unutulmak dokunurya her insana Sen de kendi payından bir hatıra seç Ve o ben olayım unutma, beni unutma Bilir misin seni gerçekten sevdim Sevdiğim daha birçok şeyin arasında Bir tek seni seçtim hatıralar arasında Sebep diye bir küçük mutluluk Beni unutma, unutma, beni unutma Bilirsin unutulmak dokunurya her insana Sen de kendi payından bir hatıra seç Ve o ben olayım unutma, beni unutma Beni unutma, unutma, beni unutma Bilirsin unutulmak dokunurya her insana Sen de kendi payından bir hatıra seç Ve o ben olayım unutma, beni unutma Beni unutma, unutma, beni unutma Bilirsin unutulmak dokunurya her insana Sen de kendi payından bir hatıra seç Ve o ben olayım unutma, beni unutma
Beni unutma, unutma, beni unutma





7 Nisan 2021 Çarşamba

Teoman-17/Şarkı Sözleri Öyküleri -7

 


17 (Onyedi)


Boşver beni

Mühim değilim

Bu onun hikayesi

Çok beyazdı, kir tutardı

Ömrü kelebek kadardı

Mektupları şişedeyken

Bir de bakmış deniz yokmuş

Tek başına dans ederken

Mutsuzluktan sarhoşmuş

Daha 17ymiş

Oyundan kalkmak isterken

Kağıtlar dağıtılmış

Bu hava boşluğunda

Artık her şey satılıkmış

Trafikte akmayan

Hep onun şeridiyken

Söylediği son şarkı

Elveda ZalimDünyaymış

Daha 17ymiş...

Teoman bu şarkıyı 'iki çocuk' şarkısı gibi,  Erdal Eren'e yazmış.Teoman'ın akrabası olan Erdal Eren, 1980 yılında 17 yaşında idam edilmiş.Suçu bir askeri inzibatı vurarak öldürmesi olarak gösterilmiş. Yalnız bu inzibatın otopsisinde yakın ateş sonucu öldüğü, Erdal’ın ise oldukça uzakta olduğunu mahkeme görmezden gelmiş. Kağıtlara Erdal Eren’in adı yazılmış bir kere.(*)


Erdal idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden 
 gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan'a, "avukatıyla görüştürülmediğini, 18  yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18'den küçük  olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini,  vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın  atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden  korkmadığını"söylemiş. İdam kararı verilen Erdal Eren'in 17 olan yaşı bir gün içinde  18 olarak büyütülmüş ve sonrasında hemen idam edilmiş.




 Son fotoğrafı çeken gazeteci Savaş Ay’ın yazısı:

Mamak Askeri Cezaevi’nde idam hükümlüsü bir gencin, Erdal Eren’in son fotoğraflarını çekmiştim yıllar önce.
Yarım saat kadar yanında kalıp, koşullar elverdiğince konuşup, yaklaşık 2 ‘makara’ fotoğraflayıp ayrılmıştım oradan.
Deklanşöre son defa basıp, parmaklıklar arasından ‘sessiz sitemsiz’ bakışını dondurduğum o günün gece yarısında gidip aldılar
onu hücresinden. Teamül gereği sivile, Ulucanlar Cezaevi’ne nakledip, sabaha karşı da hükmünü infaz ettiler, astılar Erdal Eren’i.

Erdal idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteci Savaş Ay’a, “avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını” söyledi.
Ağabeyi Erkan Eren, Erdal’ın Mamak Askeri Cezaevi’nde tutuklu kaldığı dönemde gördüğü ağır işkencenin izlerine tanık olduğunu dile getirdi. Erdal’ın idam edildiği tarihte yaşının 18’den küçük olduğunu belirten Erkan Eren, infazı radyodan öğrendiklerini ve Erdal’ın kimsesizler mezarına gömülmek istendiğini söyledi.

O fotoğraf Sezen şarkısı oldu

Erdal Eren’i son anlarında çektiğim o fotoğrafları, milyonlarca kişi gibi Sezen Aksu da görmüş ve çok etkilenmiş.
Anlatırken, “Öylesine masum, öylesine ölümden uzak, öylesine genç ki… Hikayesini de okudum. Ama beni esas vuran o ‘son bakış’ fotoğrafıydı Savaş.

‘AĞIT GİBİ…’
Aysel Gürel’e gösterdim o fotoğrafı. Birlikte bir şeyler yazdık. Onno’ya verdik besteledi (Tunç). Şarkıdan çok ağıta benzedi. Yürekten kopup gelen, saf, duru, sahici…” dedi.
Ve işte o ağıtın sözleri.
“Bir an duruşu gibi
Ömrün gidişi gibi
Veda ederken
Aşk ateşi gibi söner iç çekişler
Amman amman yandım aman
Acı yüzler”

Anısına Bestelenen  Diğer Şarkılar

* Sezen Aksu, Son Bakış (sözleri Aysel Gürel’e, bestesi Onno Tunç’a ait)
* Teoman, İki Çocuk (Teoman, Erdal Eren’in akrabası olduğunu Cnn Türk’te Ahmet Hakan’a açıklamıştır.)
* Mor ve Ötesi, Darbe
* Grup Yorum, Büyü Gülten Akın’ın şiirinden bestelenmiştir. Selda Bağcan Edip Akbayram gibi sanatçılar tarafından da seslendirilmiştir.
* Gına, Kırmızı Halı
* Saian Sakulta Salkım, Suç
* Ali Ekber Eren, Ankara Adı Kara
* Ali Asker, Şu Metris’in Önü


(*) kaynak  : https://www.hurriyet.com.tr/mahmure/galeri-iste-o-sarkilarin-hikayeleri-34941150/2

8 Ocak 2018 Pazartesi

An Kısa Cümle Uzun


 Unuttuğum bir şarkının sözlerini hatırlamaya çalışmak gibiydi.

"Sen Olsaydın Yapmazdın Biliyorum"

Deli gibi çalışılan bir iş temposunun ortasında beyniniz eriyip burnunuzdan akmak üzereyken ve türkçeyi tam konuşamayan biriyle film galası ile kokteyl ayarlamaya uğraşırken kelimelerinin neredeyse tamamını unuttuğunuz bir kitabı özlemenin açıklanabilecek tek mantıklı anlamı , kelimeleri unutmuş olmanın bir şey ifade etmediği unutulmayanın kitabın sizde bıraktığı his ve lezzet olduğu olmalı.

Ve ayrıca yukarıda gördüğünüz cümle size biraz uzun ve karmaşık geliyorsa, bütün gün içinden düşünürken bile kısa cümleler kuramayan  birinin iletişim mezunu olması nedeni ile iletişim kurabilmeyi görev bilip habire cümlelerini kısaltmaya uğraşmasının ne çok yorucu olduğunu üstelik uzun cümleleri ağzından kaçırdığında bunu anlayan,akışa eşlik eden birini bulduğunda hazine bulmuş gibi sevinen biri olduğunu bilmelisiniz.


Ablam mühendisti, Urfa'nın dağlarında Atatürk Barajı'nı inşaa ediyorlardı ve o kazandığı paranın bir kısmını Urfa'nın dağlarından İstanbul'un şık sokaklarına -kardeşine yolluyordu. Öğrenciydim. 


Ablamın gönlü karşılık beklemeden sevgi ve şefkat doluydu. Maddi manevi esirgediği bir şey ne o zaman oldu ne sonrasında. Bilinen bütün hazinelerden daha kıymetli ve daha gerçekti. Daha da güzeli benimdi.   

Moralim b.k gibi ve kalbim had safhada kırıkken ablamı aradım jetonlar avucumda dolu dolu (eskiden önemli bir şeydi jeton :-) ), uzun konuşmalara gebe. Kim bilir neye kırıktı kalbim, onun orada sadece yalın dağ tepelerine baktığını ve yalnız olduğunu düşünmeden bencilliğimin doruğunda karşılıksız aşklarımı mı düşük sınav notlarımı mı ; kimbilir hangi "zamanda yer tutmayacak" derdi  büyütüp dağ edip anlattım da ablam dedi ki  "bak şimdi sana extra para yollayacağım harçlığının haricinde. İstiklal Caddesine git ve çok istediğim bir şey yap..o paranın hepsini harca. Bu sana iyi gelecek."

Yok dediğimi, o asalete sahip olduğumu sanmıyorum o yaşları düşünüp kendimi hatırladığımca.

Yağmurlu ama soğuk olmayan bir gündü, net aklımda.
Elbiselere baktım ,yemeklere baktım, ona baktım buna baktım...yok. Sonra kitabı gördüm "Sen Olsaydın Yapmazdın Biliyorum"du adı. Sadece adından dolayı aldım. Bir de Sezen Aksu'nun "Minik Serçe" kasetini aldım. Sonra ne o şarkılardaki Sezen'i unutabildim ne de o kitabı.


Hatta kitabı okuduğumda "duygu buysa, aşk buysa benim aşık olduğum kişi öküz yahu ancak öküz " deyip buz gibi soğuduğumu da hatırlıyorum.


Sezen Aksu güzel bir sese sahip. Minik Serçe'deki şarkılarında duygu var, ruh var,insan var (tık) Sonradan kaybetmiş bunları. Profesyonel şarkıcı olmuş ama o ilk zamanlarındaki aşk acısı ile dopdolu genç kadının melodilerle duygularını size nakşedişini (tık)   kaybetmiş.

Kürşat Başar ise her kitabında bazen daha iyiye gitmiş bazen aynı kalmış ama bence hep özel kalmış.

Şimdi o kitabı  özleyince -satırlarını anımsamaksızın -, koştum D&R'dan sipariş ettim. Kader, o kitabı tekrar okumamı en az benim kadar istiyor olmalı ki bugün kargo ücretsiz (tık)

Kitabı tekrar okuduğumda alıntıları paylaşacağım sizinle.

Eşya insandan, duygu yaşanmıştan uzun ömürlü oluyor.

Ne olaylar var yaşandığında ana başlıkken sonrasına sadece yaşattığının adı kalıyor, yaşatanı bile unutuyorsunuz. Çok da ciddiye almamalı hayatı yani.


Ablam mı?
O hala "benim" mucizem 💖💕

Yaşayalım gönlümüzce.

5 Temmuz 2015 Pazar

SEZEN AKSU Şimdi Bana Kaybolan Yıllarımı Verseler



Söz-Müzik: Sezen Aksu

Dönüşü yok beraberce karar verdik ayrılmaya
Alışmalı arkadaşça yolları ayırmaya
Şimdi artık gözyaşları gereksiz akmamalı
Alışmalı kendi yaramızı kendimiz sarmaya

Şimdi artık kelimeler yetersiz anlamı yok
Yitirmişiz anılarla beraber faydası yok
Gel bunları bırakalım artık bir tarafa
Gerçeği görmeliyiz dostum başka çaresi yok

Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler
Şimdi bana seninle bir ömür vadetseler
Şimdi bana yeniden ister misin deseler
Tek bir söz bile söylemeye hakkın yok

Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler
Şimdi bana seninle bir ömür vadetseler
Şimdi bana yeniden ister misin deseler
Tek bir söz bile söylemeye hakkın yok

Şimdi artık kelimeler yetersiz anlamı yok
Yitirmişiz anılarla beraber faydası yok
Gel bunları bırakalım artık bir tarafa
Gerçeği görmeliyiz dostum başka çaresi yok

Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler
Şimdi bana seninle bir ömür vadetseler
Şimdi bana yeniden ister misin deseler
Tek bir söz bile söylemeye hakkın yok

Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler
Şimdi bana seninle bir ömür vadetseler
Şimdi bana yeniden ister misin deseler
Tek bir söz bile söylemeye hakkın yok

Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler
Şimdi bana seninle bir ömür vadetseler
Şimdi bana yeniden ister misin deseler
Tek bir söz bile söylemeye hakkın yok

5 Mayıs 2015 Salı

Nefis Bir Karadeniz Türküsü :Sezen Aksu - Ben Annemi İsterim





dağda belimde odun beni ne hale kodun 
tarlada ırgat avrat hanende hazır hatun 
bir uşak göbeğimde altısı eteğimde yedi bitirdi beni anandaki o çene 
dünyanın gailesi yetmezmiş gibi birde el ayak çekilince sen bitersin dibimde (X2) 

vur çalsın kemençelerde ben bir horon tepeyim 
çatlasın kaynımgiller bari kurtlarım dökeyim (X2) 

Fındığı ben toplarım kırması sana düşer uy ellerin iyisi geh geh geğirip şişer 
uşudum,senden baba ocağım gözümde tüter 
uy adaletsiz dünya gücün hep bizemi yeter


bir bezden bebem vardı bohçamda hayallerim 
kızlığım yarım kaldı ben annemi isterim (X2) 

vur çalsın kemençelerde ben bir horon tepeyim 
çatlasın kaynımgiller bari kurtların dökeyim (X2) 

dağda belimde odun beni ne hale kodun 
tarlada ırgat avrat hanende hazır hatun 
bir uşak göbeğimde altısı eteğimde yedi bitirdi beni anandaki o çene 
bir bezden bebem vardı bohçamda hayallerim 
kızlığım yarım kaldı ben annemi isterim (X2) 

vur çalsın kemençelerde ben bir horon tepeyim 
çatlasın kaynımgiller bari kurtların dökeyim (X4) 



6 Ocak 2015 Salı

Gülümse

Tabii ki gerçek bir yaşam öyküsü bu:

Doğruyu yanlışa katmış,bir yola adım atmıştı.
Gençti, denemek için yeterince zamanı ve hevesi vardı.

Latife, İstanbul'a geldiğinde otobüsler dolusu yüzü gülmeyen insan görünce şaşırmış, "ne diye herkes gelmek ister bu İstanbul'a" diye söylenmişti.  Aradan geçen onca zamanda değişen bir şey yoktu, yine otobüsteydi gülmeyen insanlar arasında.Geldiği anadolu kentinde de kurallar ve edep vardı ama insanın insana değer verdiği, Allah'ın selamını esirgemediği bir yerdi. Tekrar içi sıkılarak binalar arasından görebildiğince gökyüzüne bakmaya çalıştı. Onca mavi yetti nefes almasına. Bir selam vermez,yüzleri gülmez diye insanları yargıladığından utanarak başını eğdi, yol devam etti.

Seyrantepe'deki iş yerinin bahçesinden içeri yürümeye başladığında hem işe zamanında gelmenin rahatlaması vardı içinde hem de 18 , bırakın olgunlaşma sürecini tamamlamayı , henüz o sürece girmemiş olarak tanımlanabilecek erkeğin çalıştığı yerde tek kadın olmanın artık iyice sıkıntı veren tanıdık kalp sıkışıklığı.

Barış, yüzündeki tüm ergen sivilcelerin hıncını ondan almak istercesine düşmandı davranışlarında. Aşağılamak için kaçırdığı tek bir bahane bile yoktu.

Kemal, içlerinde tek evli olandı. Sarhoşken yaptığı bir kabulün bedelini ödüyor, bu öfkenin yansımasını tüm dünyaya eşit dağıtıyordu. Latife de bundan nasibini eksiksiz alıyordu.

İdris, Sivaslı idi.Özünde kötü ve kaba bir çocuk değildi ama 17'ye karşı bir başına dikilmeyecek kadar akıllı idi ve onlar gibi davranarak olası bir tepkiden uzak duruyordu.

Akın profesyoneldi.Kimseyle dost değildi ama asla kimseye düşman da değildi.Su kadar renksizdi.Daima doğru zamanda doğru yerde olması ve doğru kişiye doğru şeyleri doğru miktarda söylemesi onun ayağını kaydırmak isteyen, farklı olanı tehlike kabul eden o ilkel beyinleri mahvediyordu.

Adem içlerinde en iyi niyetlisiydi. Lakin kabul görmek adına , kendini önemli ve akıllı gösterebilmek adına her duyduğunu söylemesi onu güvenilmez kılıyor, beceriksizlikte tehlikeli boyutlara varan yeteneği ise yakın olmak yerine uzaklaşmayı gerektiriyordu.

İsmail liderleri idi.Patrona en yakın olan, her işi içlerinde en iyi bilen, herkesle ayrı bir ilişkisi olandı.İçlerinde en eskisi oydu. Bazen karanlık bakışların çöktüğü ışıltılı gözleri vardı. ama Latife, zurnanın son deliği olarak tabir edilen konumda olduğundan o karanlık bakışlara maruz kalmazdı. Her zaman kot pantolon giyer, ummadık zamanda dostluk gösterir ama bunu fazla konuşmalarla süslemez,kısa keserdi.Bu da ona bir çeşit çekingen saygı duyulmasına sebepti.

Latife, burada işe girmek için elinden geleni yapmıştı. Tecrübesizdi . Tecrübe eksikliği nedeni ile her yerde iş bulamayacağını biliyordu. Aldığı az para, yolun uzaklığı, kendisine gösterilen muamele en başta kafasına takmayacağı şeylerdi. Ancak bütün bunların  zamanla dayanamayacağı noktaya doğru tırmanmakta olduğunu da farkındaydı.

Birgün gün patron direkt kendisini çağırarak Latife ile sohbet etti. Biraz kendisinden biraz işlerden biraz hayattan bahseteti. Çocukları vardı, eşi iki küçük çocukla cidden zorlanıyordu filan. Şirketi eşi o le birlikte çalışarak kurmuştu. o günleri özlüyordu.Eski ekip ile şimdi kahkahalarla güldükleri hatalar yapmışlar ama azimle çalışarak her engeli aşmışlardı. Kendi deyimi ile kendisini biraz "yuvarlak" buluyordu.  Güvenli alanlardan çıkmamak uğruna yeniliklerden geri kalmışlardı. Bir tek alanda en iyilerdendiler ama bu kadarla kalmışlardı.

Bu kısa sohbet, kendisini gergin hisseden ve suskun kalan Latife'nin de rahatlayıp açılmasına neden oldu.O da kendisinden, yaşadıklarından, umutlarından bahsetti. Kızın neşeli ve sakin yapısı sohbetin menfaatler dünyasının çirkin renklerinden uzak sade bir çizgiden ilerlemesine neden oluyordu.  Patron, bu sohbetin bitiminde amacına ulaşmış ve Latife hakkındaki ön izlenimlerini kuvvetlendirmişti. Ondan, her zaman kendisine verilen tırıvırı iş haricinde önemli bir projenin önemli bir parçası hakkında bir ön çalışma istedi. Bu,kocaman bir adımdı.

Latife, bir odaya kapanarak heyecanla işe koyuldu. Üniversite diplomasının nihayet ciddiye alındığına inanmak bile istemiyor, verilen işe tecrübesizliğinin verdiği telaş ve sıkıntı arka cebinde hazır,dört elle sarılarak çalışıyordu.

İçeri İsmail geldi.

-Ne yapıyorsun?

-İsmail,patron ...projesinin ön çalışmasını verdi bana inanabiliyor musun? Bu akşama kadar bitirmem lazım inceleyecek ve yarın bana kanaatini bildirecek.. dedi Latife heyecanla.

İsmail gülümsedi.
-Biliyor musun bunu yapmayı, daha evvel hiç yaptın mı?
"Hayır" dedi Latife hala heyecanla. "Ama elimden geleni yapacağım"
"Yardım etmemi ister misin" dedi İsmail tebessümünü derinleştirerek "bunu daha önce pek çok kez yaptım ben"
"Yok" dedi  Latife "patron -benim- ne yapacağımı görmek istiyor sanırım"
İsmail ona bir çay yolladı ve Barış 'ın halledemediği bir soruna el atmak üzere koşturarak içeri gitti.

Latife o akşama kadar elinden gelen her şeyi yaptı ve ön çalışmayı patrona teslim etti.

Ertesi sabah bir yorum bekliyordu.Keşke şunu da yapsaydımlarla bütün gece doğru dürüst uyumamıştı. Merakla kapıdan içeri girdiğinde patron yoktu ama İsmail , diğerlerinin görüp duymayacağı bir odaya çekti onu. Elinde bir zarf vardı.

-Patron çalışmanı çok beğendi. Sana bir maaş ikramiye verdi, maaşını arttırdı ve departmanını değiştirdi.Artık direkt onunla çalışacaksın.

Latife sevinçle küçük bir çığlık atarak İsmail'e "Allah bee" diye sarıldı. Dünyalar onun olmuştu. Takdir bekliyordu ama bu kadarını değildi doğrusu. Sonra İsmail'den, sevincini paylaştığına dair bir işaret görmek üzere geri çekilip yüzüne baktı. Karanlık,donuk bakışların eşlik ettiği tebessüm içini dondurduysa da renk vermedi. Mutluluğu çabucak bir güçlü bir önsezinin getirdiği tedirginlikle örtülmüştü.

Patronla çalışmaları sancılı geçiyordu. Patron,çalışmalarını takdir ettikçe yokuşu dikleştiren, bugünü yarınına uymayan bir adamdı.İdaresi zordu.Zaman zaman acımasız ve kaba, zaman zaman laf anlamazdı. Yine de bir şeyler iyi gidiyor olmalıydı ki diğerlerinden gizli tutulan bir kaç zarf daha aldığı olmuştu.

Bir gün İsmail yanına geldi.

-Bu hafta son, patron proje bitiminde işten ayrılman gerektiğini söyledi ..dedi.

Latife kalakalmıştı. "Neden" diye sordu o şaşkınlıkla. "Çalışmalarımı takdir ediyordu?.. her şey olması gerektiği gibiydi sanki?"

İsmail sakince "ben istedim" dedi. "Uzun zamandır bu konuda ısrar ediyordum. Biz patronla çok uzun zaman çok zor şartlarda çalıştık. Ayrı bir hukukumuz vardır her zaman. Buna rağmen çok diretti seni göndermemekte.İş inada bindi en sonunda ya o ya ben dedim...o da beni seçti."

Başını kaldırıp Latife'ye baktı.Yüzünde pişmanlık ya da üzüntü yoktu. Belki hafif bir neşe,kibir...ama asla değil vicdan azabı .

Latife, üzüntüsünün yerini öfkenin aldığını hissetti.Yüzü alev alev yanıyordu.
Bir süre hiç konuşmadan gözlerini birbirlerinin gözlerine dikip baktılar.
Suskunlukları kor ateşti.

Latife odadan çıktığında kalan herkesin salonda oturduğunu gördü. Herkes oradaydı ve onları duydukları belliydi. İsmail, gücünü perçinlemek için bu sahneyi hazırlamıştı. Onca didişmeye rağmen iyi kötü onu kabullenmiş olan arkadaşları suskundu. Herkes ellerine bakıyordu.Sadece Adem tepkisini içinde tutamamış ağlıyordu. Bir de Akın kaşlarını çatmış, İsmail'den sakınmadan Latife'ye bakıyordu. Belli ki çok kızgındı ama sustu.

Latife çantasını alıp çıktı.

Gitti deniz kıyısında oturdu. Gözleri mavide, her dalga ile  kendinden alıp kendinden vererek düşündü. Gözleri yandı ama ağlamadı. Hiç sebep yokken kendisine yapılan bu açık saldırı ve kötülük , içinde kendisinin de var olduğunu bilmediği bir şeyi ortaya çıkartmıştı.

Akşam olduğunda oturduğu yerden, bütün gün kımıldamamış ve bir şeydememiş bir şey yememiş olduğu o mavi kıyısından kalktı. Ne yapacağına karar vermişti.

Patronla başbaşa görüşme fırsatı için çok uğraşması gerekmedi. Patronun tavırlarından  onun da rahatsız olduğu, en azından kovuluş kararını kendisinin vermesi gerektiğini düşündüğü belliydi . Latife "olmuş olan" ile zaman kaybetmeden direkt konuya girdi. Kafasındakileri patrona anlatırken önce onun şaşkınlıktan irileşmiş gözlerini , sonra tedirginliğini, sonra terazileri çalıştıran çarkların dönmeye başladığını, sonra riskleri düşündüğünü, sonra memnuniyetini ve hiç bu yönünü görmediği Latife'ye merakını açıkça izleyebildi .

Latife, yaklaşık 3 ay patronun evinde kaldı. Son parası ile kendisine Kadıköy'deki mağazadan düzgün bir pijama almıştı. Utanıp sıkılmadan bu süreci tamamlamayı diledi ve kapılarından içeri minik bir valiz çanta ile adımını attı.Patronun tatlı bir çerkez kadını olan eşinin yardıma ihtiyacı vardı ve Latife çocuk bakıcısı olarak çalışmayı kabul ederek ona yardım ediyordu. Patronun en başta şaşkınlıktan kalakalmasına ve onu direkt reddedememesine neden olan teklif buydu.

İki zeki ve öğrenmeye aç kadının sohbetleri kısa zamanda dostluğa dönüştü. Latife, yaşadıklarını ve yapmak istediklerini ona da detayları ve sebepleri  ile anlattı. Janset, patron ve Latife bu konuda uzun geceler boyu tartıştılar, ölçtüler, biçtiler. Aralarındaki güven çabucak gelişti. Bu planı gerçekleştirmek için hepsinin farklı ve güçlü sebepleri vardı.

 Patron her akşam eve geldiğinde önce suskunca ortamı izliyor, sonra eşinin ve çocuklarının bariz şekilde artan neşesini sevinçle kabul ediyordu. Yükünün hafiflemesi ile eşi eski neşesine ve sevecenliğine kavuşmuş, çocuklar evde deli gibi neşeli bir bakıcı ile şenlenmişti.Yine de patronun Latife ile ilişkileri , yazıya dökülmemiş bir anlaşmanın mesafeli söylemleri ile sınırlıydı .

1 aydan sonra Latife projelerle ilgili işlere  patronun evinden katılmaya başladı. Patronun eşi ile birlikte çocuklara bakıyor, onları gezdiriyor ve proje üretiyorlardı. Neşeli bir ekiptiler. Biri terbiyeli mercimek çorbası yaparken diğeri projenin düzeltilmiş halini okuyor ya da çocukları gezdirirken eleştirilerine çeki düzen veriyorlardı.

3 ay sonra Latife şirkete geri döndü.

Kapıdan içeri girdiğinde kimse onun geri geleceğinden haberdar değildi. Ağızları açık bakakaldılar gelişine. Sonra başlar İsmail'e döndü olacak olanları az çok kavramış olmanın şaşkın heyecanı ile.

İsmail hepsinden şaşkındı. Çirkinleşemedi bile yazık.
Ayağa kalkıp patrona çevirdi soran bakışlarını.

Patron:

-İçeri..dedi kısaca.

Patron, Latife ve İsmail , patronun odasına girdiler. Patron , ağır masif masasının ardındaki koltuğuna oturdu ve eliyle onlara da oturmalarını işaret etti. İsmail'in öfkeyle aldığı nefesinin sonrasında başlamaya çalıştığı konuşmayı da bir hareketi ile durdurdu.

-"İsmail" dedi "Uzun zamandır bir aradayız.Senin ne diyeceğini aşağı yukarı biliyorum.Latife ve Janset yepyeni projeler hazırladılar.Eski ekipten bir sen kalmıştın ama onlar diğerlerini de bir araya getirdiler. Yeni projelere uygun yeni kişiler de kattık bu ekibe."

Kalktı, sigarasını yaktı.

"Burası hayırevi değil şirket . Yenilenmek, zamanın getirdiklerine ayak uydurmak ve para kazanmak lazım. Yeni piyasalar , yeni alanlar lazım. Bana üreten beyin lazım tekrarlayan değil. Uzun zamandır buradasın. Latife ve Janset,işe yarayacağın konusunda ısrarlılar. Kal ve çalış eğer bunu istiyorsan. Bu ekipten sadece Akın'ı alıyorum yeni ekibe. Sen eski ekip ile işlere devam edersin ama artık ön planda olan çalışmalar diğer ekibe ait ve siz onların verdiği çalışma programında onların verdiği işleri yapacaksınız."

Müstehzi bir tebessümle devam etti:

"Senin de bana dediğin gibi kimse vazgeçilmez değildir. Yorum istemiyorum.Kararını akşama bildirirsin. Şimdi çıkabilirsin"

İsmail sustu, bir şey söyleyecekmiş gibi yüzlerine baktı ve fırlayıp odadan çıktı. 

Sonraki aylar ve yıllarda hayat kendi senaryosunu yazarak akıp geçti. Latife iş hayatındaki bu ilk tokadı ve iadesini hiç unutmadı. İnsanlara güveni pek çok olayla biraz daha tırpanlandıysa da tamamen bitmesine izin vermedi.

Bağışladı ama unutmadı...anladı ama alışmadı.Aldırmıyor olmaktan hep korktu.

Aldırmamaktan hep korktu çünkü en büyük çekincesi insanlardan yeniden kazık yemek değil, onu iade edecek öfkeyi bir daha hissedememekti.

Otobüslere her bindiğinde kendisine hatırlattığı kararlar ile gülümsemeyenler ordusuna katılmamak için verdiği mücadele hiç bitmedi ve gittikçe daha zor oldu. 

Yine hep önemsedi tebessümünü saklamayı. İçinden gülümsemek gelmese de, yeni başlangıçların dönemecindeki taze yürekler ürkmesin çevrelerine bakındıklarında diye hep gülümsedi .

Gülümsedi bunun bir yalan olduğunu bilse bile vazgeçmeyerek.