ablam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ablam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Eylül 2024 Çarşamba

Tarihi Saray Lokantası




 Kadıköy sahil tarafında bir Tarihi Saray Lokantası var.

Burger King'in sağındaki sokaktan giriyorsunuz..hemen orada.

Neredeyse 20 yıldır önünden geçerim ,  geçen senelerde merak edip girdim.

Tavanı yüksek,  minik şirin avizeleri olan, temiz, masaları ahşap ve kocaman olan ve daha fazla müşteri alalım diye  tıklım tıklım oturtmayan ferah bir  lokanta.

Ev yemekleri yapıyor, pide -döner-lahmacun vb de var.

Karadenizliler.

Lezzetli yemekleri. Temiz de.

Sevdim  orayı :-)  Sıkça gider oldum.


Ablam İstanbul'a geldiğinde bir sabah , gece henüz güne ışımışken "abla gel çorba içelim" dedim. Sabahın köründe olur muydu olmaz mıydı..girdik çorba içtik ama nasıl hoşumuza gitti  var ya. İçimiz ısındı, keyfimiz yerine geldi, neşelendik. Sohbet ettik. Sabahın taze çayından içtik. İkimiz de o sabah çorbasını unutamadık.

Şimdi ne zaman oraya gitsem sabah çorbasına, karşımdaki boş sandalyeyi de alarak bir fotoğraf çeker ve özlemimi aktarırım  ablama.


Hani denize girersiniz, her taraf yosundur , elinizle itersiniz açık denizin durgun mavisine kavuşmak  ve kendinizi  suya bırakmak için ya.

Ablamla benim tüm güzel anılarımız öyle. Planlı  bir şey yok. Ola ki  bir şehre geldiğimizde, sorumlulukları  elimizle nazikçe öteleyip  kendimize azıcık zaman yaratıp  palas pandaras bir minik  gezinti yapıyoruz. Kâh  sabah çorbası, kâh Gümüşsuyu'ndan Beşiktaş'a inerken  o an keşfedilmiş taze kahve ve kruvasan,  kâh kısacık bir vapur yolculuğunda çay-tost eşliğinde kıkır kıkır sohbetler.

Ve sonra onların yarattığı güzel anıların yıllarca solmayan renklerinin  neşesi...

Ve sonra yine zilyon sorumluk 😏

Neyyyse, bu sabah yine gittim çorba içmeye. Sonra garson yanıma geldi. Garsonları da bin yıldır orda çalışan efendi-eski usül garsonlardan. "Abla sen her geldiğinde kulağında kulaklık ne diniyosun" dedi. Yaşlıca tatlı bi amcabey aslında ama herkes abla ya..ben de ablayım tabii.  Şaşırdım, indirdim kulaklığımı. 


-Ne??  dedim.

-Abla sen her geldiğinde ne diniyosun merak ediyoz biz ..dedi gülerek.

Kulaklığı çıkardım. Müziği hoparlöre verdim. (tıklayınız ve müziği dinleyiniz.)

Durdu dinlediler 10 saniye kadar.

-Haaa ondan..dediler.

Bu sefer ben de güldüm.

-Ne o ondan olan ..dedim.

- Sen her zaman gülümsüyon, sabahları da öyle öğlen de gelsen kulağında kulaklık yine öyle. Bu dinlendiriyo  demek...dedi.

-Öyle sanırım dedim bu sefer kıkırdamamı bastıramayarak. Çok komik geldi bana  merakları  ve içtenlikle sormaları.Sabahın o saatinde kimse de yoktu.  Cebimi masanın üstüne bıraktırdılar. Onlar klasik müzik eşliğinde masaları silip  azalan pul biberleri doldurdular ben de çorbamı içtim.

Şimdi iş yine siyasete dönecek ama toplumun içine öyle edildi ki insanlar yüzü gülen birini görünce  hasretle koşuyor yanına.

Mutlu günler, mutlu yarınlar diliyorum gönlü aydın Cumhuriyet insanlarına.

23 Kasım 2021 Salı

Dut Ağacı



Trabzon'da,evimizin karşısında devasa bir dut ağacı vardı. 


Ne zaman annem misafir çağırsa..yani ayın hemen hemen yarısından fazla zamanlarda  evden uzaklaşır, Trabzon'a  mahsus mudur bilmediğim o yargılayıcı-inceleyen bakışlardan , sonu gelmez sorulardan, el öpmelerden - çay koymalardan - ay bu açık olmuş koyusunu getirir misin / ay bu koyu olmuş açığını getirir misin/ çay verirken öyle kazık gibi durma az eğil'lerden -derslerin nasıl sorularından vs vs vs lerden  uzaklara kaçardım. 

Ablam üstün sabır ödülünü kıl payı kaçırır ama takdirlerin tamamını  toplardı. Nice nitelikli ergen cinneti onun özverileri sayesinde ayak basamadı bu dünyaya.


Neyse efendim ben akşamüzeri o dur ağacının en tepesine kadar tırmanır , 6. kata denk gelen evimizin içini  büyük bir keyifle dikizler ve evde kim kalmış diye bakınırdım . 

Ü Teyze ise sorun yok, o her zamanki nazik ve ölçülü tebessümü dudaklarında kibar bir kadındır. Benle de uğraşmaz. Tuhaflıklarımla sever beni ama yüzgöz olmaz. Annemin ahretliğidir o. Susmasında çok şey saklı teyzelerden.En kızdığı zaman sadece "peki" der. Ezer geçer sizi öyle nazikçe. O hep annemin arkadaşı , haddim görmedim onla didişmeyi. Büyüğümdü, yıllar yılı da öyle kaldı.

C Teyze...ayyyy rontgen mütehassısı o. Bakışları ile ruhumun bile rontgenini çeker, ebemin içliğinde kaç sökük vardı onu bile bilir. Piiii o varsa hiiiç gitmem eve beklerim gece yarısına kadar. En son da hep o kalkar ya..şansımı deneyip bakarım işte. 

L Teyze..ayyy çok bilmişin en önde gideni. Herbokologların atası. Annem neyini sever bu kadının bilmem ama o da annemi çok sever.O ablamı da çok sever. Beni mi..birbirimizi görünce annemi delirtmeden birbirimize ne kadar laf sokabiliriz diye şöööyle bir tartarız ortamı.

Ş Teyze. Kısık  gözlerinin bakışları ile asla uyumlu olmayan bir şirin tebessüm var hep dudaklarında. Bir sidik yarışı duayenidir ki sormayın gitsin. Burdan Fizan'a sürdürür. "Kolundaki bileklik ne güzelmiş kızım çok yakışmış ama sahte galiba değil mi?" Sevecen tonlamalar...doymak bilmeyen bir hırs. Annem nesini sever bu kadının hiç anlamam.


F Teyze. Hihihi  onun da kusurları var ama beni sever bilirim. E  o zaman ben de onu   sevebilirim. Öğretmen olduğundan mıdır nedir hep o aynı tonlama ile azarlar beni: "Bak şimdi bana çay getirirken gülümsüyorsun C Teyzenin yanına bırakıp kaçıyorsun ..olmaz di mi Gadiş. N'aapmıyoruz,  misafirleri üzmüyor büyüklerimize saygılı davranıyoruz" . He he tabii manasında başımı sallardım kıpkırmızı ojelerinden gözümü almadan. Bir kere bana da sürmüştü; annem bişiler pişirip tabak yollamıştı benimle, o zaman sürmüştü.Gönül almak ne kolay şey aslında. İçimden gelen "C Teyze'ye arazöz bağlasak anca kesecek yuh" sözcüklerini yutar usulca başımı sallardım. Sevdiklerimi üzmeyi  sevmiyorum ben. Çok nazik bir kızım :-)



Z Teyze de kurulmuş her zamanki gibi dimdik oturuyor koltuğunda. Saray sorundan mısın mübarek..başı da öyle yukarda. Ama hakkını vereyim nazik bir kadın o. Annem çok sever onu . O da annemi. Korktuğunda çok komik tepkiler verir Z Teyze, bir kere yolda yürürken köşeden tabut taşıyan bir kafile çıkmıştı da saçlarımı eline dolayıp beni kaldırımın üstüne çekmişti ( tabut geçerken yüksek yere çıkmazsan ömrün erir sen de gidersin paniği) Ona kızmam da çok sevmem de.Sadece ani reflekslerine karşı hep tetikteyimdir..

F Teyze var bi de. Annem tabağına ne koysa bitirir. Bunu annemi çok sevdiği için yapar.  O tabağındakileri bitirince annemin yanacıkları kızarır sevgili  arkadaşı beğendi diye. F Teyze'ye çay verirken  yerlere kadar eğilirim makbul olsun diye. Onun gözlerinde hep bir hüzün var, nedenini bilmiyorum. Lafı da peşin öyle canımlı cicimli konuşmaz ama lazım olmayan lafa da ağzını  açmaz. Onun etrafında olmayı çok sevmem, ola ki üzersem annem üzülür biliyorum ve ben onun da çok onayladığı  bir tip değilim. Benden çok hazzetmediğini biliyorum ama gözlerindeki o hüzün ona karşı nazik olmaya zorluyor beni.

Haahh..S Teyze de orda. Maça papazını bulduk..ağzımla kuş tutsam kirpiğimle tüyünü yolsam o kadın bende yine kusur bulur. Bu  da baston yutmuş gibi oturanlardan. Müzik duyunca ortada döktürür  ve güzel de oynar Allah'ı var. Kalçaların özgür salınımına o kollar nasılbir edeple eşlik eder o nsaıl bir dengedir anlaşılmaz. Ama onun haricinde buzzzzzzzzzzzzzz kadın buzzzzzzzz. Annem benim huysuzluk ettiğimi, onun kalbinin çok temiz olduğunu söylüyor. E haklıdır. O kadar soğukta mikrop barınmaz ki :-P


H Abla da gelmiş. Pabucum kadar ağzı var. Gülümsediğinde elimde olmadan ben de gülümsüyorum. O kibar bir kadın aslında. Kocası öküzgillerden. H Abla'nın kibarlığı mı kocasının öküzlüğü mü baskın toplumda bilmiyorum. Yanında ödevimi yaparken "3" rakamını yazışımı görüp "sessiz sedasız kenarda duruyorsun ama çok cevher var sende sen çok değişik  ve güzel bir çocuksun" demişti. Onu ve pabucum kadar ağzına sürdüğü mercan rengi rujuyla gülmesini seviyorum. Annem onu da çok sever çok takdir eder.

ANNE HAYATIN SONSUZLUĞUDUR(E.ZOLA)
Annem öyle herkesleri çok sever sanmayın. Annem sevmediği kişiyi de nezaketle ağırlar ama sevdiğini anlarsınız. Kocamandır onun sevgisi. Kocaman sever kocaman kızar kocaman titrer üstünüze..nezaketle yaptığı her şey az gelir onu tanıyanlara. Okyanusu görenin dereye razı olması gibi..


Neyse,  dut ağacının tepesinden yapılan değerli gözlemler sonucu eve gitme vakti gelir ve ben de giderdim. Özgürlüğün ballı bir bedeli idi dut ağacının tepesinde pineklemek. Şikayet etmek mi..asla. Bildiğiniz mutluluktu orada yaşadığım.

 Bazen bu kadar şanslı olmaz, tüm bu teyzelerin çocuklarını ağırlama-onlarla ilgilenme işiyle görevlendirilirdim.

Yıllar sonra bir gün dünya devi bir markanın Türkiye temsilcisi olan G ile rastlaştık da , "Kadriye Abla, beni onca saat tuvalete kilitlediğine hala inanamıyorum" dedi. "Unutulmaz anılardan olmak ne güzel dedim" ona ben de. Üzüntüyle içini çekti. Ters düşmeye hala korkuyor olmalı..Budayıcıoğlu da yok ki  etrafta çocukluk korkusunu yensin zavallı.

Çocukluğum ... ne uzakta kaldın şimdi.





30 Nisan 2021 Cuma

Cinayet Artık Herhangi Bir Şey

 



Öyle böyle değil çok güzeldi hava. Bahar yine yapmış yapacağını, çıkagelmiş gittiği uzak diyarlardan, maskemin minik zerrelerinden sızabildiğince bile beni baştan çıkartmayı başarmıştı. Yasaklar vardı, kapanma geliyordu, eve erzak almam lazımdı,şuraya uğramam şunu halletmem , buraya uğrayıp bunu teslim etmem gerekiyordu..filandı ve falandı...ama bahardı...ama çok çok bahardı  ve ben  kaç baharım daha var bilmeyendim. "Ölünce" değil "ölürsem" diyecek  kadar yaşamayı çok sevip ölümü reddedendim.

Kadıköy sahiline indim. Denize şöyle bir bakıp otobüse binecektim. Kulaklığımda ablam, bir yandan da çen çen gönlüme nüfus eden tatlı sesiyle  ablamı dinliyordum. Tepemde on değil yirmi değil belki yüzden fazla martı, deniz gerçek olamayacak kadar güzel,  mavinin onlarca tonu ile çevrelenmiş bir bendeniz..Sırtımı dönmüşüm otobüs duraklarına, yok farzetmişim mavi sonsuzluğun haricindeki girinti ve çıkıntıları. Sonra bir de bahar...

Deniz kenarında biraz..düşük ..hani hırpani görünümlü orta yaşlarda bir adamla bir kadın biralarını içiyor ve gittikçe daha samimi oluyordu.  Biraz ötelerinde iki genç kız ayaklarını denize sarkıtmış, tıpkı benim gibi maviden gayrısını  yok sayarak sohbet ediyorlardı. Kadıköy bildiğim Kadıköy,  insanlar  her zamanki akışın içerisindeki zerreciklerdi.

3-4 deli-kanlı ortada geziniyor ve sahilde oturanlara bakıp özellikle genç ve kız olanlara ya da kadın kısmısının bulaşılabilecek gibi görünenlerine "bişi sorabilir miyim"  cümlesi ile girizgah yapmaya çalışıyorlardı.

Sonra alkol alan ve gittikçe samimiyeti artıran adamla kadına bir şeyler söylediler sanırım.

Sonra adam ayağa fırladı. Gençlerle arasında bağırış çağırış ve şiddetli itip kakma başladı.

İstanbul refleksi..uzaklaştım.

Tam İstanbul sessizliğinde kumula (kumul için tık) dönüşecektim ki  adam şiddetin coşturduğu testosteron patlaması ile geri dönerek  ardından koşmakta olan kaadına bir tane patlattı. 

Az evvelki itiş-kakışa sessiz kalan insanlardan öfkeli haykırışlar yükseldi. Bu, adamı daha da öfkelendirdi ve tekme-tokat hatta yumrukları ardı ardına indirip kadını bir temiz dövmeye başladı.

Bir yandan olanı biteni naklen ablama aktarmakta olan ben, kumula dönüşmekten vazgeçip yakınlarına gittim. 

Tıpkı filmlerdeki gibi , kim olmadığını asla bilmediğim biri  "biri bu adamı durdursun..kadın dövüyor imdat" diye çığlık çığlığa haykırıyordu.

Tıpkı filmlerdeki gibi  tüm bu saçmalığın sonunda, kahraman ve yakışıklı bir erkek korkmuş olan bu çığlık çığlığa bağıran kişiyle öpüşür mü diye merak ettim.T

estosteron patlaması yaşayan adam izleyiciler+alkol+öfke karışımı ile tekrar gençlerin peşinden koştu. Her gün içinde sakince yürüdüğüm İETT durakları film setine dönmüştü. Adam ve gençler yeniden kapıştı. Ben, adamı bırakıp merakla kadını izledim. Yeniden deniz kenarında bira içtikleri  beton kenardan ayaklarını sarkıtmış oturuyordu.

"Bu iyi değil" diye düşündüm. "Kolayca denize düşebilir."

Adam geri geldi ve yeniden kadına vurdu.

Kimsenin gelip onunla öpüşmeyeceğinden artık emin olduğum  kadın yeniden çığlık attı.

Kalabalık  kadını döven adama  yarım daire olmuş şekilde yaklaşıyordu.

"Tıpkı göçmen kuşların bilmeden hava akımını sağlayacak şekilde konuşlanıp uçması gibi " diye düşündüm. Olanı en iyi görecek  ama en kolay kaçacak şekilde  bir araya geldi insanlar.



Ablama video çekip atmaya çalışıyordum. Daha yakına gitmeye karar verdim.

Öfkeli  bir genç hızlıca adama yaklaştı ve bir yumruk patlattı.

Adam, hiç ses çıkartamadan beton zemine düştü.

Artık başka bir kadın çığlık atıyordu.

Adamı yumruklayan genç  sakince yanımdan geçti.

Merakla yüzüne baktım. Sadece öfkeli mi ya da ne hissediyor diye merak etmiştim. Kendisini bir filmin kahramanı olarak görüyor gibiydi.

Dönüp yere düşen adama baktım. Şimdi de onun ayağa kalkıp 3 saniye önceki gibi öfkeyle koşturarak bu genci yakalamaya mı çalışacağını yoksa genelde olduğu gibi atıp tutarak, bol keseden küfrederek orada mı kalacağını merak ediyordum.

Adam kımıldamıyordu.

Dövdüğü kadın galiz küfürler savurarak adamın başında çırpınıyordu. "O benim kocam döver size neee" diye bağıran ilk kadın değildi gördüklerim arasında. Belli belirsiz bir öfke kabardı içimde kadına karşı.Sustum.

Göçmen kuşlar safları sıklaştırmıştı.

Kadın "ambulans" diye bağırıyordu.

Adama yaklaştım..Ağzından, burnundan oluk gibi kan akıyordu. Gerçekten, içi su solu bir poşette delik açtığınızda nasıl fışkırarak akarsa aynen öyle kan akıyordu. Daha şimdiden küçük bir kan gölü içinde hareketsiz yatmaktaydı.

Ama beni dehşete düşüren karnından akan kandı.

Adamın bıçaklandığını ancak o zaman anladım.

Neye benzediğini bile hatırlamadığım o gencin sakin, kahramanım ben yürüyüşü geldi aklıma.

Bir cinayete tanık olmuştum..ve görünen o ki ölen adam, başında dövünen kadından başka kimsenin uzun zaman bunu gündem yapacağı yoktu.

Cebimde İstanbul Kartı'mı yokladım.

Otobüsüme bindim. Otobüs hareket ettiğinde ambulans gelmişti meydana.

İnsan sayısı ise neredeyse yok gibiydi...film bitmişti.

Yeniden kumula dönüşmüştük.

Ablam, anadolu kadını ve yüreği körelmemiş olan ablam çok dövündü çok üzüldü. O da bir annenin evladıydı dedi sesi acıdan boğulmuş. Hiç tanımadığı adam için dert doldu yüreği.

Haberlerde bulabilir miyiz acaba adam yaşıyor mu dedi.

"Bilmek istemiyorum" dedim.

Ertesi gün yeniden aynı yere gittim.

Kurumuş kan lekesinin üzerini kirletmemesi için  dikkatlice oturmuş bir sürü insan denizi seyredip martılara simit atıyordu.

Nasıl gittiğini kendi bile anlamamış o candan geriye kalan, bir yağmurla yıkanıp gidecek olan kurumuş kan lekesi benden başkasına vermediği hüzünle onca mavinin içerisinde, koyu kırmızı,  unutulmayı bekliyordu.

Anlattığım hiç kimse 10 dakikadan fazla üzerinde durmadı bunun...cinayet artık herhangi bir şeydi. 

İnsanlıktan çok daha fazlasını yitirdik bizler!



8 Ocak 2018 Pazartesi

An Kısa Cümle Uzun


 Unuttuğum bir şarkının sözlerini hatırlamaya çalışmak gibiydi.

"Sen Olsaydın Yapmazdın Biliyorum"

Deli gibi çalışılan bir iş temposunun ortasında beyniniz eriyip burnunuzdan akmak üzereyken ve türkçeyi tam konuşamayan biriyle film galası ile kokteyl ayarlamaya uğraşırken kelimelerinin neredeyse tamamını unuttuğunuz bir kitabı özlemenin açıklanabilecek tek mantıklı anlamı , kelimeleri unutmuş olmanın bir şey ifade etmediği unutulmayanın kitabın sizde bıraktığı his ve lezzet olduğu olmalı.

Ve ayrıca yukarıda gördüğünüz cümle size biraz uzun ve karmaşık geliyorsa, bütün gün içinden düşünürken bile kısa cümleler kuramayan  birinin iletişim mezunu olması nedeni ile iletişim kurabilmeyi görev bilip habire cümlelerini kısaltmaya uğraşmasının ne çok yorucu olduğunu üstelik uzun cümleleri ağzından kaçırdığında bunu anlayan,akışa eşlik eden birini bulduğunda hazine bulmuş gibi sevinen biri olduğunu bilmelisiniz.


Ablam mühendisti, Urfa'nın dağlarında Atatürk Barajı'nı inşaa ediyorlardı ve o kazandığı paranın bir kısmını Urfa'nın dağlarından İstanbul'un şık sokaklarına -kardeşine yolluyordu. Öğrenciydim. 


Ablamın gönlü karşılık beklemeden sevgi ve şefkat doluydu. Maddi manevi esirgediği bir şey ne o zaman oldu ne sonrasında. Bilinen bütün hazinelerden daha kıymetli ve daha gerçekti. Daha da güzeli benimdi.   

Moralim b.k gibi ve kalbim had safhada kırıkken ablamı aradım jetonlar avucumda dolu dolu (eskiden önemli bir şeydi jeton :-) ), uzun konuşmalara gebe. Kim bilir neye kırıktı kalbim, onun orada sadece yalın dağ tepelerine baktığını ve yalnız olduğunu düşünmeden bencilliğimin doruğunda karşılıksız aşklarımı mı düşük sınav notlarımı mı ; kimbilir hangi "zamanda yer tutmayacak" derdi  büyütüp dağ edip anlattım da ablam dedi ki  "bak şimdi sana extra para yollayacağım harçlığının haricinde. İstiklal Caddesine git ve çok istediğim bir şey yap..o paranın hepsini harca. Bu sana iyi gelecek."

Yok dediğimi, o asalete sahip olduğumu sanmıyorum o yaşları düşünüp kendimi hatırladığımca.

Yağmurlu ama soğuk olmayan bir gündü, net aklımda.
Elbiselere baktım ,yemeklere baktım, ona baktım buna baktım...yok. Sonra kitabı gördüm "Sen Olsaydın Yapmazdın Biliyorum"du adı. Sadece adından dolayı aldım. Bir de Sezen Aksu'nun "Minik Serçe" kasetini aldım. Sonra ne o şarkılardaki Sezen'i unutabildim ne de o kitabı.


Hatta kitabı okuduğumda "duygu buysa, aşk buysa benim aşık olduğum kişi öküz yahu ancak öküz " deyip buz gibi soğuduğumu da hatırlıyorum.


Sezen Aksu güzel bir sese sahip. Minik Serçe'deki şarkılarında duygu var, ruh var,insan var (tık) Sonradan kaybetmiş bunları. Profesyonel şarkıcı olmuş ama o ilk zamanlarındaki aşk acısı ile dopdolu genç kadının melodilerle duygularını size nakşedişini (tık)   kaybetmiş.

Kürşat Başar ise her kitabında bazen daha iyiye gitmiş bazen aynı kalmış ama bence hep özel kalmış.

Şimdi o kitabı  özleyince -satırlarını anımsamaksızın -, koştum D&R'dan sipariş ettim. Kader, o kitabı tekrar okumamı en az benim kadar istiyor olmalı ki bugün kargo ücretsiz (tık)

Kitabı tekrar okuduğumda alıntıları paylaşacağım sizinle.

Eşya insandan, duygu yaşanmıştan uzun ömürlü oluyor.

Ne olaylar var yaşandığında ana başlıkken sonrasına sadece yaşattığının adı kalıyor, yaşatanı bile unutuyorsunuz. Çok da ciddiye almamalı hayatı yani.


Ablam mı?
O hala "benim" mucizem 💖💕

Yaşayalım gönlümüzce.

5 Ocak 2015 Pazartesi

Selam Olsun Şarkıları



Sabah alarmı kurmayı unuttuğum için servisini kaçıran kızımı okula yollamadığımdan mütevellit zerre kadar suçluluk duymayışımla başladığım yeni yılın ilk iş gününe selam olsun. Çok da tın'sın Pazartesi..umurum değilsin yani.

Sosyal Bilgilerden sınavı olan küçük kızımla Atatürk İlke ve İnkılaplarını konuşarak yürüdüğümüz Üsküdar yollarını saran ayaz soğuk: sen de umurum diiilsin bugün.Sana da selam olsun en afillisinden.

Kahvaltıda dinlediğim Kızılordu'nun Kalinka'sından sonra kahvemi birlikte yudumladığım sevgili Marlene Dietrich ..bence de Lili Marlene be yaa.

Hayat:bugün yedek kulübesine bile inesim yok, tribünlerde kalayım elleşme benle...
Kızımla Cher söylesin biz dansedelim evi toplamayalım yemek yapmayalım çamaşırlarla ilgilenmeyelim gündeme bakmayalım dert etmeyelim dert vermeyelim günümdeyim..hayat bugün elleşme benimle 

Vu-huuu

Anılar,duygular...size de selam olsun.Bugün olmaz belki yarın belki yarından da yakın ama değil bugün.Selam verdik borçlu çıkartmayın beni..

Hiç denemediğim bir tadı tadasım var bugün.

Hep yılan eti merak etmişimdir. Nerden bulurum da yerim? Üsküdar'daki kasaplara sorsam yılan eti var mı diye küllü kafir ilan etmezler mi beni, döverler mi? Sözcü gazetesi istedim diye Allah belanı versin diyen o gazete bayiine gidip soriiim. Ona güldüm diye daha çok kızmıştı hani.Sana vermiş belayı, bak ben geldim işte dedim diye daha çok daha da çok kızmıştı hani.

Yok, bugün bulaşmıcam kimseye...

Havva ne yapıyor acaba tam da şimdi..elinde paleti hayatın hangi teferruatını renksiz soluk kalmaktan kurtarıyor..kadını turşularını gördünüz mü? Onlar bile sanat eseri. Sebuş bir Havva iki...onlar kadınsa ben neyim Allah'ım diye sordurup duruyorlar bana.Sıradaki şarkı onlar için gelsin..onlara da selam olsun

Ya ablam...kimbilir nerelere koşturuyordur şu an kalbinin bir köşesinde ben bir köşesinde annem bir köşesinde çocukları...kaçgen kalbi var onun sahi?Çokgen ama pekçok gen...O zaman sıradaki şarkı da ona gelsin,21 pare top atışı ile selam olsun canım ablama......

Hadi..sıradaki şarkı benim olsun diyerek vira bismillah başlayayım seyredip de yaşamaya