kadıköy etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kadıköy etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Eylül 2024 Çarşamba

Tarihi Saray Lokantası




 Kadıköy sahil tarafında bir Tarihi Saray Lokantası var.

Burger King'in sağındaki sokaktan giriyorsunuz..hemen orada.

Neredeyse 20 yıldır önünden geçerim ,  geçen senelerde merak edip girdim.

Tavanı yüksek,  minik şirin avizeleri olan, temiz, masaları ahşap ve kocaman olan ve daha fazla müşteri alalım diye  tıklım tıklım oturtmayan ferah bir  lokanta.

Ev yemekleri yapıyor, pide -döner-lahmacun vb de var.

Karadenizliler.

Lezzetli yemekleri. Temiz de.

Sevdim  orayı :-)  Sıkça gider oldum.


Ablam İstanbul'a geldiğinde bir sabah , gece henüz güne ışımışken "abla gel çorba içelim" dedim. Sabahın köründe olur muydu olmaz mıydı..girdik çorba içtik ama nasıl hoşumuza gitti  var ya. İçimiz ısındı, keyfimiz yerine geldi, neşelendik. Sohbet ettik. Sabahın taze çayından içtik. İkimiz de o sabah çorbasını unutamadık.

Şimdi ne zaman oraya gitsem sabah çorbasına, karşımdaki boş sandalyeyi de alarak bir fotoğraf çeker ve özlemimi aktarırım  ablama.


Hani denize girersiniz, her taraf yosundur , elinizle itersiniz açık denizin durgun mavisine kavuşmak  ve kendinizi  suya bırakmak için ya.

Ablamla benim tüm güzel anılarımız öyle. Planlı  bir şey yok. Ola ki  bir şehre geldiğimizde, sorumlulukları  elimizle nazikçe öteleyip  kendimize azıcık zaman yaratıp  palas pandaras bir minik  gezinti yapıyoruz. Kâh  sabah çorbası, kâh Gümüşsuyu'ndan Beşiktaş'a inerken  o an keşfedilmiş taze kahve ve kruvasan,  kâh kısacık bir vapur yolculuğunda çay-tost eşliğinde kıkır kıkır sohbetler.

Ve sonra onların yarattığı güzel anıların yıllarca solmayan renklerinin  neşesi...

Ve sonra yine zilyon sorumluk 😏

Neyyyse, bu sabah yine gittim çorba içmeye. Sonra garson yanıma geldi. Garsonları da bin yıldır orda çalışan efendi-eski usül garsonlardan. "Abla sen her geldiğinde kulağında kulaklık ne diniyosun" dedi. Yaşlıca tatlı bi amcabey aslında ama herkes abla ya..ben de ablayım tabii.  Şaşırdım, indirdim kulaklığımı. 


-Ne??  dedim.

-Abla sen her geldiğinde ne diniyosun merak ediyoz biz ..dedi gülerek.

Kulaklığı çıkardım. Müziği hoparlöre verdim. (tıklayınız ve müziği dinleyiniz.)

Durdu dinlediler 10 saniye kadar.

-Haaa ondan..dediler.

Bu sefer ben de güldüm.

-Ne o ondan olan ..dedim.

- Sen her zaman gülümsüyon, sabahları da öyle öğlen de gelsen kulağında kulaklık yine öyle. Bu dinlendiriyo  demek...dedi.

-Öyle sanırım dedim bu sefer kıkırdamamı bastıramayarak. Çok komik geldi bana  merakları  ve içtenlikle sormaları.Sabahın o saatinde kimse de yoktu.  Cebimi masanın üstüne bıraktırdılar. Onlar klasik müzik eşliğinde masaları silip  azalan pul biberleri doldurdular ben de çorbamı içtim.

Şimdi iş yine siyasete dönecek ama toplumun içine öyle edildi ki insanlar yüzü gülen birini görünce  hasretle koşuyor yanına.

Mutlu günler, mutlu yarınlar diliyorum gönlü aydın Cumhuriyet insanlarına.

11 Kasım 2023 Cumartesi

Yol



Üsküdar Selimiye'den  Kadıköy'e inen yol mucizelerle dolu.



Her gün yürürsünüz ve eğer bakmayı bilirseniz her gün yeni bir şey görmeyi başarırsınız..yeni ve güzel.


Bazen  artık tanıdık gelen bir ağacın yeni sürgüsü, bazen ne olduğunu anlayamadığınız bir "ağaç şeysi" ,


 Bazen ilk defa gördüğünüz kuşlar, bazen devamlı gördüğünüz kuşların yavruları..yani torunlar. 

Yağmurda oluşan çiy damlacıkları, üşüyüp kovuğa sığınan köpüşler, çete halinde dolanan  komik bıyıklı hadsiz kedişler. 

Kış Hanımelisi

Salyangozların bir diyeceği varmış gibi size uzandıklarını görür, kar tanelerinin  uzayıp giden yolda tüneller oluşturduklarını izler, yazın sıcağında ağaç boyunu  almış çalıların gölgesine sığınır, ilkbaharda ciğerinize dolan taze neşeli havayı teneffüs eder ve kış hanımelisi denilen Lonicera fragrantissima'nın akıldan çıkması olanaksız kokusuna bir kez daha soluyabilmek için eski  tarım meslek lisesinin bahçesinin önünden geçebilmek  amacıyla adımlarınızı hızlandırırsınız. 


Sabahın erkeninde iseniz lacivert denizin üstündeki ışıl ışıl şehirlerdir yüzen ve sizi büyüleyen...

O yol size aittir ama tartışmasız şekilde siz de o yola aitsinizdir.

Bir gün olur da yürürseniz o güzel yolda,  benim daimi dinleme listem de size eşlik etsin isterim:


https://open.spotify.com/playlist/1J3cmAj9PO9hVn7LAm3pLm?si=4d08cc61e8324228


O yol üzerinde, Haydarpaşa Numune Hastanesi'nin yanında , nerden bitiverdiğini anlayamadığım bir park beliriverdi birden. Şehir mimarcılığına hastayım..ne olanaklar var ki bir günde yerde yemyeşil çimenleri,  boylu boyunca ağaçları  olan peyzajlı  alanlar...Ömrümün üçte ikisini burada geçirdim ama İstanbul hala beni şaşırtmayı başarıyor.


Son  bir hafta on gündür oradaki bankta yatan yaşlı bir adam görür oldum. Bazen , az ilerideki haydarpaşa mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nden kaçıp sigara tüttüren (ve böylece beni kahreden) gençler orada olur ve o adamcağıza sigara-yiyecek verirlerdi. Başta evsiz ve orada konaklıyor sandım ama sonra onu her gün görür olunca, bir yere gidemediğini anladım. O kadar açıkta  konaklamak evsizlerin tercihi değildir çünkü. 



Her sabah ona bakıp elimden ne gelir çaresizliğini yaşadım. 


Geçen gün kadınlarla ilgili hayli sert söylemleri olan bir platformun sözcüsü ile konuştuk, işim  gereği  bir araya gelmemiz gerekti. Erkek var mı aranızda dedim "ne münasebet" dedi. Hayret ettim. Kadının sorununu çözmek için insan lazım..sorunun  nasıl iki tarafı varsa (kadın-erkek) çözümün de iki tarafı olmak zorunda. Sözcü hanım nefret ve öfke doluydu. Onlar kadınları dövüyor dedi. Tövbe bismillah..bu nasıl hasta bir bakış açısı? Sokakta kalan bir erkeği nereye yollarsınız dedim sakince. Hetledi hötledi cevap veremedi :  insan mevzubahis hanımefendi..hepsinin kendi çaresizlikleri var. Birlikte çözüm bulacağız. Sokakta kalan kadına bin yer el uzatır da erkek için tek yer yok ..dedm. Umursamadı ve bana da öfkelendi.

Bunu niye anlattım : sokakta kalan erkek için arayacağınız yer yok bu memlekette... inanılmaz.

Alışmış olmak istemiyorum dedim her gün kendime. Onun orada yatmasını, zavallılığını,çaresizliğini görüp  "aman elimden ne gelir" demek istemiyorum.

Demedim de... En azından her gün izin verdim  yüreğimin çaresiz merhametine.

Bir gün onu yerde yatarken gördüm. Kımıdamıyordu.


Ertesi gün o mel'un bankın etrafı  "polis olay yeri" şeritleri ile çevriliydi.

Öldürdük adamı el birliği ile. Mutsuz, yalnız, çaresiz.

Ama değil sevgisiz...her gün ona yiyecek ve sigara taşıyan o gençler...

Kötü hissediyorum.

Yolcu benim de yol ne tarafa..bilmiyorum.

11 Haziran 2022 Cumartesi

Bi Tuhaf Bi Yemek Tarifi : Kup Griye - BAYLAN

 


Baylan, İstanbul Kadıköy'de bir pastane..ya da bir mutluluk kaynağı..ya da mucize masalların hala gerçek olabileceğini  yetişkinlere hatırlatan bir yer.

Baylan iyi ve geleneksel bi yer :-)

Eski moda hatta köhne  iki vitrinin arasındaki eski  kapıdan girdiğinizde, Kadıköy'ün orta yerinde böyle tatlı bir arka bahçe,  eskilerden kalan ve iyi ki de öyle kalmış denilecek sunum ve tatları beklemiyorsunuz elbette.

Ama  tam da öyle bir yer Baylan.

Onca senedir bir kere hırt hışır diyebileceğim  tipte insanları görmedim orada müşteri olarak. Tek gidin, ailenizle gidin, alın çocuğunuzu gidin..hep nezih bir ortamda olacaksınız.

1919 yılında  Baylan'ın kurucusu Filip Lenas  Arnavutluk'tan İstanbul'a göç etmiş.1923 yılında Beyoğlu’nda Filip Lenas tarafından ‘Loryan’ ismiyle açılan pastane, 1934 yılında yabancı işyerlerinin adlarının değiştirilmesi gündeme geldikten sonra, ismini ‘Baylan’ olarak değiştirmiş.Beyoğlu ve Karaköy şubelerinin ardından 1961 yılında Kadıköy’de de bir şubesi açılan pastane, açıldığı günden itibaren restorasyona uğramamış. Bu tarihi mekân ziyaretçilerini hem eski İstanbul’a götürüyor hem de yıllardır değişmeyen tarifleriyle lezzetinden ödün vermiyor. 

Baylan Pastanesi’nin kurucusu Filip Lenas’ın büyük oğlu Harry Lenas Avrupa tarzı pastacılığı ve çikolatacılığı öğrenmek üzere babası tarafından Avusturya, İsviçre ve Almanya’ya gönderilmiş ve ardından Türkiye’nin ilk ‘‘Akademisyen Pastacısı’’ olarak Türkiye’ye döner ve beraberinde birçok yeniliği getirmiş.

Harry Lenas, 1954 yılında uluslararası tatlı literatürüne girmiş olan Kup Griye tatlısını icat etmiştir. O dönemlerde Baylan’ın Karaköy şubesine uğrayan tüm İstanbullular ortaya çıkan bu yeni lezzeti dönemin hızlanan hayat ritmine uygun olarak ayaküstü, bar sandalyelerinde veya bir bankoya yaslanarak denemişlerdir.

Lenas’ın icadı Kup Griye günümüzde bazı pastanelerde ‘‘Couple Baylan’’ olarak satılmaktadır.Vanilyalı ve karamelli dondurmanın krem şanti, balbadem ve karamel sosuyla karışımından oluşan tatlının tarifi, ilk servis edildiği günden beri hiç değiştirilmedi.

Yemek Tarifi :

Kup Griye servis edildiğinde önce iş stresi , dünya derdi gibi fani şeyleri zihninizden sileceksiniz. Sonra o,  fotoğrafta gördüğünüz elips kurabiyeyi elinize alıp krem şantiye  ve sosa batıracaksınız. Sonra minik ısırıklar alıp o lezzetin damağınızda dağılmasına ve beyninize unuttuğu çocuksu mutlulukları, keyfi, aldırmazlığı hatırlatmasına izin vereceksiniz. Sonra  başarılı bir madenci gibi  katmanları kaşığınızla açacak ve her seferinde farklı bir  tadın size ulaşmasına izin vereceksiniz. Kaşık, Griye'ye her ulaştığında size dönen bir öncekinden farklı ve bir öncekinden daha leziz bir tat olacak.


Baylan'ın diğer lezzetlerini de anlatmak isterdim..ama gidebilen gitsin ,gidemeyene de yazık olmasın diyerek bunu yapmayacağım.
:-) Hepinize mutlu günler dilerim.



13 Haziran 2021 Pazar

Müsilaj


Birlikte çalışırken dostluk kurmak daha zor , hayli ve hayli kuralcıyım ben. 

Birkaç tane istisnam oldu;onlar da canım ne ki ciğerimin ta içisi şeklinde kaldı hayatımda.

Birlikte çalışma sürecimiz sonlandıktan sonra bir araya gelmeye devam ettiğim iki güzel insan "F" ve "S" ile buluştuk geçenlerde. Hayata baktıkları yer nazik,kaliteli ve narin. Bana kalırsa ortak noktamız hemen hemen hiç yok. Ama onlarla olmayı çok seviyorum. Yaşadıkları ya da yaşattıkları her ne olursa olsun  "çok iyi ve çok kaliteli" iki insan onlar. Fotoğrafları , izin almadan paylaştığım için yüzlerini emoji ile kapattım. Bu nedenle sıcacık gülüşlerinden mahrum kaldınız. Belki başka zamana :-)

Kadıköy-Suadiye'de, her zaman özel mekanları  bilen "F"  önerisini dinleyip buluştuk. Hem mütevazı hem insanın  gönlünü  açan hem de güzel insanların gelip denize girdiği-güneşlendiği bir çay bahçesi orası. 

Önce mavi deniz parlak güneş modunda neşeyle başladı sohbet. Kahveler, çaylar,anılar, zeki insanlar geçmişe bağlı kalmaz :sohbet konusu bir de yarınlar!

Sonra birden denizin yüzeyi değişti. Gerçekten birden oluverdi. Müsilaj kaplayıverdi masmavi sahili.Elimiz yüreğimizde, ülkemin dünü -bugünü-yarını mahvedilmişken, toprağı-suyu-havası mahvedilmişken bir de denizinin yok edildiğini  ve bunun gerçek anlamda "hıyarlara" bağlı olduğunu ...

Bebeleri suya sokan anneler vardı.
Kimi aldırdı kimi aldırmadı.

Biz başka konulara dalmaya uğraştıksa da gözlerimizi denizden alamadık. Tüm sohbetler yarım kaldı.

Bunu bize bizden başka kim yapabilir?

Keşke aynı gemide olmayaydık "beyin yoksunu insan güruhu".

Keşke sizlerle aynı havayı filan da solumasaydık.

Tahammül edemiyorum.



30 Nisan 2021 Cuma

Cinayet Artık Herhangi Bir Şey

 



Öyle böyle değil çok güzeldi hava. Bahar yine yapmış yapacağını, çıkagelmiş gittiği uzak diyarlardan, maskemin minik zerrelerinden sızabildiğince bile beni baştan çıkartmayı başarmıştı. Yasaklar vardı, kapanma geliyordu, eve erzak almam lazımdı,şuraya uğramam şunu halletmem , buraya uğrayıp bunu teslim etmem gerekiyordu..filandı ve falandı...ama bahardı...ama çok çok bahardı  ve ben  kaç baharım daha var bilmeyendim. "Ölünce" değil "ölürsem" diyecek  kadar yaşamayı çok sevip ölümü reddedendim.

Kadıköy sahiline indim. Denize şöyle bir bakıp otobüse binecektim. Kulaklığımda ablam, bir yandan da çen çen gönlüme nüfus eden tatlı sesiyle  ablamı dinliyordum. Tepemde on değil yirmi değil belki yüzden fazla martı, deniz gerçek olamayacak kadar güzel,  mavinin onlarca tonu ile çevrelenmiş bir bendeniz..Sırtımı dönmüşüm otobüs duraklarına, yok farzetmişim mavi sonsuzluğun haricindeki girinti ve çıkıntıları. Sonra bir de bahar...

Deniz kenarında biraz..düşük ..hani hırpani görünümlü orta yaşlarda bir adamla bir kadın biralarını içiyor ve gittikçe daha samimi oluyordu.  Biraz ötelerinde iki genç kız ayaklarını denize sarkıtmış, tıpkı benim gibi maviden gayrısını  yok sayarak sohbet ediyorlardı. Kadıköy bildiğim Kadıköy,  insanlar  her zamanki akışın içerisindeki zerreciklerdi.

3-4 deli-kanlı ortada geziniyor ve sahilde oturanlara bakıp özellikle genç ve kız olanlara ya da kadın kısmısının bulaşılabilecek gibi görünenlerine "bişi sorabilir miyim"  cümlesi ile girizgah yapmaya çalışıyorlardı.

Sonra alkol alan ve gittikçe samimiyeti artıran adamla kadına bir şeyler söylediler sanırım.

Sonra adam ayağa fırladı. Gençlerle arasında bağırış çağırış ve şiddetli itip kakma başladı.

İstanbul refleksi..uzaklaştım.

Tam İstanbul sessizliğinde kumula (kumul için tık) dönüşecektim ki  adam şiddetin coşturduğu testosteron patlaması ile geri dönerek  ardından koşmakta olan kaadına bir tane patlattı. 

Az evvelki itiş-kakışa sessiz kalan insanlardan öfkeli haykırışlar yükseldi. Bu, adamı daha da öfkelendirdi ve tekme-tokat hatta yumrukları ardı ardına indirip kadını bir temiz dövmeye başladı.

Bir yandan olanı biteni naklen ablama aktarmakta olan ben, kumula dönüşmekten vazgeçip yakınlarına gittim. 

Tıpkı filmlerdeki gibi , kim olmadığını asla bilmediğim biri  "biri bu adamı durdursun..kadın dövüyor imdat" diye çığlık çığlığa haykırıyordu.

Tıpkı filmlerdeki gibi  tüm bu saçmalığın sonunda, kahraman ve yakışıklı bir erkek korkmuş olan bu çığlık çığlığa bağıran kişiyle öpüşür mü diye merak ettim.T

estosteron patlaması yaşayan adam izleyiciler+alkol+öfke karışımı ile tekrar gençlerin peşinden koştu. Her gün içinde sakince yürüdüğüm İETT durakları film setine dönmüştü. Adam ve gençler yeniden kapıştı. Ben, adamı bırakıp merakla kadını izledim. Yeniden deniz kenarında bira içtikleri  beton kenardan ayaklarını sarkıtmış oturuyordu.

"Bu iyi değil" diye düşündüm. "Kolayca denize düşebilir."

Adam geri geldi ve yeniden kadına vurdu.

Kimsenin gelip onunla öpüşmeyeceğinden artık emin olduğum  kadın yeniden çığlık attı.

Kalabalık  kadını döven adama  yarım daire olmuş şekilde yaklaşıyordu.

"Tıpkı göçmen kuşların bilmeden hava akımını sağlayacak şekilde konuşlanıp uçması gibi " diye düşündüm. Olanı en iyi görecek  ama en kolay kaçacak şekilde  bir araya geldi insanlar.



Ablama video çekip atmaya çalışıyordum. Daha yakına gitmeye karar verdim.

Öfkeli  bir genç hızlıca adama yaklaştı ve bir yumruk patlattı.

Adam, hiç ses çıkartamadan beton zemine düştü.

Artık başka bir kadın çığlık atıyordu.

Adamı yumruklayan genç  sakince yanımdan geçti.

Merakla yüzüne baktım. Sadece öfkeli mi ya da ne hissediyor diye merak etmiştim. Kendisini bir filmin kahramanı olarak görüyor gibiydi.

Dönüp yere düşen adama baktım. Şimdi de onun ayağa kalkıp 3 saniye önceki gibi öfkeyle koşturarak bu genci yakalamaya mı çalışacağını yoksa genelde olduğu gibi atıp tutarak, bol keseden küfrederek orada mı kalacağını merak ediyordum.

Adam kımıldamıyordu.

Dövdüğü kadın galiz küfürler savurarak adamın başında çırpınıyordu. "O benim kocam döver size neee" diye bağıran ilk kadın değildi gördüklerim arasında. Belli belirsiz bir öfke kabardı içimde kadına karşı.Sustum.

Göçmen kuşlar safları sıklaştırmıştı.

Kadın "ambulans" diye bağırıyordu.

Adama yaklaştım..Ağzından, burnundan oluk gibi kan akıyordu. Gerçekten, içi su solu bir poşette delik açtığınızda nasıl fışkırarak akarsa aynen öyle kan akıyordu. Daha şimdiden küçük bir kan gölü içinde hareketsiz yatmaktaydı.

Ama beni dehşete düşüren karnından akan kandı.

Adamın bıçaklandığını ancak o zaman anladım.

Neye benzediğini bile hatırlamadığım o gencin sakin, kahramanım ben yürüyüşü geldi aklıma.

Bir cinayete tanık olmuştum..ve görünen o ki ölen adam, başında dövünen kadından başka kimsenin uzun zaman bunu gündem yapacağı yoktu.

Cebimde İstanbul Kartı'mı yokladım.

Otobüsüme bindim. Otobüs hareket ettiğinde ambulans gelmişti meydana.

İnsan sayısı ise neredeyse yok gibiydi...film bitmişti.

Yeniden kumula dönüşmüştük.

Ablam, anadolu kadını ve yüreği körelmemiş olan ablam çok dövündü çok üzüldü. O da bir annenin evladıydı dedi sesi acıdan boğulmuş. Hiç tanımadığı adam için dert doldu yüreği.

Haberlerde bulabilir miyiz acaba adam yaşıyor mu dedi.

"Bilmek istemiyorum" dedim.

Ertesi gün yeniden aynı yere gittim.

Kurumuş kan lekesinin üzerini kirletmemesi için  dikkatlice oturmuş bir sürü insan denizi seyredip martılara simit atıyordu.

Nasıl gittiğini kendi bile anlamamış o candan geriye kalan, bir yağmurla yıkanıp gidecek olan kurumuş kan lekesi benden başkasına vermediği hüzünle onca mavinin içerisinde, koyu kırmızı,  unutulmayı bekliyordu.

Anlattığım hiç kimse 10 dakikadan fazla üzerinde durmadı bunun...cinayet artık herhangi bir şeydi. 

İnsanlıktan çok daha fazlasını yitirdik bizler!



6 Kasım 2020 Cuma

Maske




 Maske takmak, yani en azından sıhhi amaçla maske takmak günlük hayatın rutini. Ne kadar çabuk kabulleniyoruz kocaman değişiklikleri.


Hayat ne maskelere mecbur etti bizi...bunu mu kabullenemeyeceğiz yoksa. Di mi?

Başta öfkeyle söylensem de (yaz mevsiminde maske nefes aldırmıyordu) mevsim kışa  döneli keyfii çıkardığımı bile söyleyebilirim.


Esnerken ağzımı kapatmıyorum  mesela😂😂😂

Rujumu maske üzerine sürme eğilimim var

Kulaklığım var ve telefonda konuşuyor isem kendi kendine konuşan bir kadın görüntüsünde idim işe yürüyerek geldiğim o tapılası saatler içerisinde. Şimdi ağzımı görmedikleri için bana deliymişim gibi bakmıyor insanlar.

Ama en keyiflisi, yürüyerek gelirken avaz avaz eşlik ediyorum  dinlediğim  şarkılara ve kimse bunu görmediği için son derece özgür şarkılarım.


Altta, Kadıköy yolu üzerinde Elvis'e "tomorrow will be to late" (tık)  haykırışları ile eşlik ederek evrendeki yerini alan 50 yaşında ve saçmalıklarını seven bendenizi görüyorsunuz.

Zor günlerden geçiyoruz.

Ama bunu can sıkıcı şekilde yaşamak zorunda değiliz.

Şarkıda da söylendiği gibi :


"I’d spend a lifetime
Waiting for the right time"

Bir ömür harcadım, doğru zamanı bekleyerek...


Gülümsemek için en doğru an..şimdi.


Şarkıdan bahsetmişken sözlerini ve çevirisini vermemek olmaz:


IT'S NOW OR NEVER

ŞİMDİ YA DA ASLA


It's now or never, come hold me tight
Şimdi ya da asla, gel sımsıkı sarıl bana,

Kiss me my darling, be mine tonight
Öp beni sevgilim, benim ol bu gece!
.
Tomorrow will be too late,
Yarın çok geç olacak,

It's now or never, my love won't wait.
Şimdi ya da asla, aşkım beklemeyecek.


When I first saw you, with your smile so tender
Seni ilk gördüğümde, o hoş gülümsemenle,

My heart was captured, my soul surrendered.
Kalbim ele geçirildi, ruhum teslim oldu.

I've spent a lifetime, waiting for the right time
Bir ömür harcadım, doğru zamanı bekleyerek

Now that you're near, the time is here at last.
Madem ki yanımdasın, nihayet zamanı işte.


Just like a willow, we would cry an ocean
Tıpkı bir söğüt gibi, okyanus dolusu ağlarız,

If we lost true love, and sweet devotion.
Eğer gerçek aşkı ve tatlı adanmışlığı kaybedersek.

Your lips excite me, let your arms invite me
Dudakların beni heyecanlandırıyor, kolların davet etsin,

For who knows when, we'll meet again this way.
Çünkü kim bilir, tekrar ne zaman böyle buluşacağız.

23 Eylül 2018 Pazar

Temizlikçi-1


Eşim askere gittiğinde özgürlüğümü ilan ettim.

O döneme ait en sevdiğim anılar , sabah evden çıkıp bir gazete bir kalem bir kitap ile Kadıköy sahiline yürüyerek gidişim ve eskiden orada olan çay bahçelerinde kahvaltı edişime aittir.


Deniz,müzik,salaş masalar,kitap,çay ve zamanın tamamının size ait oluşu.

Bir insan başka ne ister ki bu ölümlü dünyada.

Gözümün kimseye değmemesine özen göstererek dünyada kalan diğer tüm insanları yok varsayar (asosyalim bennn) canımın istediği o uzun vakit bitene kadar çay içip kitap okuyup arada gazeteden bulmacalar çözüp sonsuz maviliğe bakardım.


Sonra ağır adımlarla eve döner ve kitap okumaya devam ederdim.

Şükürler olsun, cep telefonu yoktu çok fena özgürdük o zamanlar.

Ne bir demlik çay demledim, ne bir tabak yemek pişirdim. Hayat yaşamak içindi sadece ve ben yemek-uyumak gibi zaman çalan şeylerden kendimi muaf tutuyordum büyük bir keyifle. Normalde zaman ayırmayı sevmediğim eylemler bunlar. Karnım acıkınca ve buna dayanamadığımda bedenimin bozuk bir makine gibi olduğunu düşünürüm hep üzülerek.

Sonra Özer'in geri dönüş tarihi yaklaştı ve ben  uzun zaman üstüne ilk defa dönüp eve baktım. 

Daha çok bir barınaktı benim için.Yuva değil, ev değil.. 

Bakkaldan mı aldım telefonunu hatırlamıyorum, üst sokaktan bir yerden bir temizlikçi çağırdım. Temizlikçilere ait tek hatırladığım bir gün evvel aklımın almadığı  şekilde annemin temizliğe başladığı ve kadına yemekler pişirdiği idi. Bir de bi sürü bez çıkardı ortaya. Hımmm bi de temizlik malzemeleri.

Patates yemeği yaptım, Özer'in atletleri mükemmel temizlik bezlerini oluşturdu ama eve dokunmadım. Temizliği ben yapacaksam ona niye para veriyordum ki? 


Kadının eve girişini hatırlıyorum. Solan tebessümü ve büyüyen gözbebekleri ile bir süre kapıda kalakaldı öyle. İzin istemeyi atlayarak dehşete dönüşen endişesi ile evi gezdi.

-Patates yemeği yaptım size..dedim
Küçümseyen bir bakış attı yüzüme
-En kolayı diye herkes onu yapar, hiç sevmem
Şeytan boynuzlarım çıktı  tepemde derhal
-Sevmiyorsan yemezsin, yiyenini buluruz

Terslemekle gülmek arası bakındı. Sonra suratı asıldı yeniden.
-Telefonun var mı?
-Var

Gösterdim, gitti bir  kaç numara çevirdi.

-Gülsüüüm... He benim he..Bana bak, ablanı   filancayı falancayı onu bunu da al, kimi bulursan al gel çabuk. Hepimiz toplaşsak ancak temizleriz burayı  (Göz ucu ile bana baktı) Bok götürüyo burayı  çabuk gelin.


Şeytan boynuzlarım sivrildi ama kadını sevmiştim nedendir bilinmez. Utanmamı bekler bir hali vardı, gittim kitabımı aldım mutfağa yöneldim.

-Sen salonu toplamaya başla..dedi hafif buyurgan
-Parayı bölüşüyor muyuz ki işi bölüşelim ..dedim sakınmasız

Ciddi sinirlendi.

-Ben gidip patates yiyeyim, gelenler de sevmez mevmez ziyan olmasın ..dedim ukala ukala

-Seveni var da burada pişeni yemezler ..diye yapıştırdı cevabı

Tam ne yemeleri gerektiği konusunda içimden geçen yaratıcı önerileri  paylaşacaktım kendimi tuttum. Daha sabahtı, ertesi gün Özer geliyordu ve evet asker dönüşü barınağıma değil yuvasına adım atmalıydı.


6 kadın  bir bütün gün çalıştılar. Başta sordukları "bunu atayım mı" sorusunu artık duymaz oldumsa da kapının  önünde atılacaklar yığını henüz öğlen olmasına rağmen şimdiden minik bir dağa dönüşmüş vaziyetteydi

Patatesi kimse yemedi.

Hava kararmaya yüz tuttuğunda evim pırıl pırıl, derli toplu,huzur içinde ışıldıyordu. Ben her ayrıntıya neşeyle göz gezdirirken konuşmaya mecali kalmamış kadına normalde ödenecek tutarın 2.5 katını uzattım. 

Samimiyetle ve dostça "elinize sağlık, her şey harika görünüyor " dedim.
Yüzüme baktı "bir daha beni çağırma, sokağından geçmem yemin ediyorum" dedi.

Şeytan boynuzlarım  battıkları yerden geri fırladı.

"Elin iyi işliyor ama çene elinden çok işliyor, çağırmam " dedim.
Yine güldü o anlamadığım    keyifle dolu ifadeyi takınıp.
Sanırım bi şekilde komik bulmuştu beni.

Çöpleri de ellerine tutuşturdum, gittiler.


Ertesi gün Özer eve geldiğinde gün parlak, ev ışık dolu idi. 

Kalplerde huzur ile evliliğimizde ve hayatımızda yepyeni , güzel bir dönem başlamıştı bizler için.