Dost etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dost etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Şubat 2024 Cumartesi

gerçek değildiler birer umuttular /eski bir şarkı belki bir şiir

 






Evlendiğimde TRT'de çalışıyordum.


Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi kirpisi ile dost oldum .


Aynı yerde oturuyorduk.


Sabahları servise aynı yerden biniyorduk


Aynı yaşlardaydık.


Kıpkıvır ve havada duran saçları nedeniyle "kirpi"ydi adı.


Çocuklarım olduğunda, hasta olduğumda, çocukları anaokula yazdırırken  formdaki "size ulaşılamadığında  ulaşılabilecek güvenilir isim" kısmını doldurmak lazım olduğunda hep o vardı.

O , hep vardı.

Ben, ben olmaya uğraşırken o tuhaf devinimli yılların şapka çıkartılası debriyajıydı Kirpi.



TRT servisi  Ulus tarafından inerken , Kuruçeşme Parkı'na az kala ikimiz bir atlardık servisten. Güzel bir pastaneden nevalemizi  alır,  o zamanlar salaş bir yer olan Kuruçeşme Parkı'nın eşsiz manzarasında kâh baharı kâh kışı kâh yağmuru kâh rüzgârı içimize çeker , biz onlara karışırdık. 


Yanında uzun suskunlukları paylaşacağınız bir dostunuz  oldu mu hiç bilmem. Kirpi ile konuşadabilirdiniz susadabilirdiniz.



Aileler görüşür oldu.Rahmetli anneciği ile annem sıkı dost oldu.

Yılları yolları sırları paylaştık , hayalleri hatta.. inanarak,severek,güvenerek.

Sonra benim ikinci çocuğum oldu. O evlenmemişti hiç. Annesinin sık sık o  evli çocuklu kadın sözlerini duyardım da aldırmazdım. Aldırsa mıydım, o mu sebep oldu  uzaklaşmamıza bilmem.  Gözden ırak kaldım gönül de gereğini mi yaptı..onu da bilmem.

Ama Başak burcunun sarsılmaz inadıyla suskunca verdi kararı ve ben uzağında kaldım.

İşimdi gücümdü koşturmacam ve yokları kucaklamamdı.. kim bilir benim de körlüğümü besleyen ne hatalarımdı sebep.

Ama o TRT'deki aynı grupla dostluğu  sürdürüp  beni usulca dışarda bırakmıştı asla kırmadan üzmeden.

Bu dışarda bırakılışı  ancak fark ettiysem demek... suçlu o diyemeden.

Anneciği vefat ettiğinde evindekiler yani bizim eski dostlar yani hala görüşenler ama beni eskilerden hatırlayanlar sevecen ( nezih insanlardı onlar) tebessümlerle kucakladılar beni. Onlar , Kirpi'nin artık neyi yiyip neyi yemediğini bilecek kadar iyiydiler. Ben  ıslak hamburger sever derken o vegan olmuştu. Ben konuşur sanmıştım o susar olmuştu. Ben hep orada sanmıştım...o gider olmuştu.


Geçen hafta cesaretimi toplayıp "buluşalım" yazdım.


Urla'ya taşınmış.


İstanbul'a gelince haber ver, geliyorsundur di mi dedim.


Elbette dedi satırlarında bile tebessümü saklı.

Oysa taşındığını gittiğini ama arada geldiğini zaten öğrenmiştim bir başkasından.

Kime ne diyeceğim...suskun ve yalnız kalakaldım  bir anda boş gelen Üsküdar sokaklarında.

O kadar benimdi ki..gelemediysem de bekler sandım.




Sonrasında bir Özdemir Asaf şiirinin  mısralarında öyle kırgın üzgün kendimi gördüm.


Geleceğim, bekle dedi, gitti Ben beklemedim, o da gelmedi. Ölüm gibi bir şey oldu. Ama kimse ölmedi...


9 Şubat 2024 Cuma

hayır sanmayın ki beni unuttular..


Twitter'da gezinirken şu çizim çıktı  önüme. arkadaşlıktan bahsediyordu. Seçim-siyaset-öfke-karmaşa-haksızlık-geri zekalı güruh-iş-toplantı-çocuklar-sorumluluklar-zamanın yetmezliği...geri döndüm bu  resme.

Arkadaşlarımı ne çok özlediğimi düşündüm.

İnce bir sızı, koca bir boşluk.

Arkadaşım  kalmadı.

Zaten biliyordum da üzüntüsüne ancak zaman buldum diyelim.

Şöyle gün batımına kadar oturup perdesiz, çekincesiz, birbirini ve birbirinin sözlerini tamamlayarak  amaçsız edilen sohbeti bana verecek kimse yok ne hazin.

Dostluğu  değil dostlarımı özledim.

Şairin de dediği gibi

Zaten hiç yoktular belki de.



 

11 Haziran 2023 Pazar

52-Ordu/Ekim Zamanı

 

1987 Üniversite İlk Yıl

Kaç evresi var hayatın, bu kez neresindeyiz bilmiyorum.

Daha bana ait seçimler ve yollar sanki..şaşkın şaşkın bunu görüyorum.

Geçenlerde doğrum günümdü.

Bahsetmişimdir, iflah olmaz bir ikizlerim ben. Doğum günlerim ritüellerle dolu bir ayin adeta.

Bir kere herkesle kutlamam, herkesin kutlamasına da izin vermem.  Ne biri mecburiyetten,adetten bana sarılıp mutluymuş gibi görünsün ne ben  mecburen karşılık vereyim. Yaşam bu kadar kutsal bu kadar güzelken başlangıcı kutladığın gün nasıl böyle kirletilir?

Çocuklarım beni aldı yemeğe götürdüler. Onlar ısmarlayacakmış. Bu,  çocuklarımın elinden  ekmek yediğim ilk gün oldu. Gözleirndeki ışıltı, annelerine yaptıkları eşsiz sürprizden aldıkları hazzın yanacıklarına verdikleri tatlı pembelik başka kimsenin ya da başka hiç bir şeyin  sağlayamayacağı kadar mutlu etti beni. Kalbimdeki haz, avucumda tutabileceğim kadar yoğun ve somuttu.

52 oldum. Her yaşımda hangi ilin plakası diye bakıp kendimle eğlenmeyi adet edindim. Ordu'ya hoşgeldim .Hoşçakal Niğde.



Bir ara  arkadaşlarım iş hayatından başka bir şey konuşmaz olmuştu, bir ara arkadaşlarım evlilikler ve sorunlarını konuşmaya başlayınca flört muhabbetinin abartılı  saçmalıklarını özleyeceğim günlere geldiğimi anladım. Bir ara arkadaşlarım hamilelik ve bebek muhabbetine başladı. Sonra okul , terfi  filan. "Bensiz maça filan gidemez aaaaa evlendik biz her yere birlikte gideceğiz" gibi bana saçma gelen evlilik krizlerindense bebeklerimizi  konuşma dönemini çok sevdim. Yok gliserinli sabun ile mi yıkasak yok  organik bezelyeyi aldım haşladım'lar filan...paletim renklerle dolmuştu ve her gün yeni bir resim yapıyorum. Bebeklerim olmasını, hayatın o dönemini  her günü ile çok sevdim.



Sonra o  - bu - şu derken şimdi emeklilik, emeklilik sonrası iş hayatı ya da yapılacaklar hatta çocukları evlendirmekten konuşanlarla doldu her yeri dostluk localarımın. Kendimi yalnız hissettim. Sanki güle oynaya güneşli bir patikada koştururken birden yol arkadaşlarım serin gölge diye ağaçların altına atıyor kendini.  Uzayıp giden o neşeli patikaya bakıyorum ve yola devam etmek istediğimi düşünüyorum.



Şu son seçimden beri sosyal medyaya girmiyorum. Zamanımı ve enerjimi "yalana" yeterinden fazla ayırdım. Gerçekten bir arınma süreci gibi bir şey . Herhangi bir siyasi parti ya da şahsın adını duymak, haberdar olmak istemiyorum. Bünye kaldırmıyor. İçimdeki sakin hanımefendi yerini ağzı sinkaflı küfür dolu bir sosyopata bırakıyor. Her ne kadar o küfürler, tüm o siyasilerin hak ettikleri içeriği kapsasa da  ben böyle biri olmayı, suyumu kirletmeyi hak etmiyorum. Dönüştüğüm kişi..inanılmaz oluyor hehehe :-)




Yaşamın bu döneminde , yaşanan yıllar içinde isteyerek ya da istemeyerek ardında bıraktığınız bir çok kişiyi ve şeyi düşünüyorsunuz. Kimi fırtına bora ..yanınızda kalıyor, kimi " "namaz kılmayın"  yazıyor ayette" diyenler gibi yarısını duydukları cümlelerin tamamını öğrenmeye niyet bile etmeden çekip gitmiş hayatınızdan.Düşünüyor, hatırlıyor, bir daha  düşünüyorsunuz. Affetmeyi her gün yeniden deniyorsunuz.


Ebeveynlerinin cenazelerinde rastlaştığınız eski dostlarınızın, nikahına katılıp kırkırdadığınız o  gencecik insanların sakallarındaki beyazlara, Adalarda koştur koştur gezdiğiniz dostlarınızın  MS oluşundan haberdar olmadığınız için yürüyüşündeki  bozukluğa, "sıfır beden oldum" diye hava atan arkadaşınızın şimdi sarkan göbeğini  gizleyen kocaman bluza...es verdiğiniz her  dostluğun yeni resmedilmiş haline şaşkın,ürkek,sevecen bakakalıyorsunuz. 



Sonra yürürken bir vitrin camında "alışkın" gözle bakmayı bir kenara bırakıp kendinizi seyrediyorsunuz. 




Göbek,saçlar vs önemli değil de gözlerde o muzır bakış var ya..gülüşü ile ışıltısını kaybetmemeli insan. Sevecen bir kabullenişle gülümsüyorum yansımama..her şey yolunda.


Kırmızı hala en sevdiğim renk mavi eğer elimin altında yeşil de gözümün önünde ise.


Ektiklerini biçme yılları.

Hala ekecek vakit varken fark ettiğime şükür :)

15 Haziran 2022 Çarşamba

Gerçek Yaşam Öyküleri - Çıkmaz Sokak

 



Birlikte kahve içtiğimiz Boğaz manzaralı terasta, bir nebze olsun umudunu diriltmek, moral vermek için sordum neşeyle:

- Bak şimdi, şu hayatta en çok neyi seviyorsun.

Tamamen fiziki yapısından  kaynaklanan öfkeli  yüz ifadesine uyumsuz  bir dalgınlıkla baktı bana. Düşündü. Dramatize etmeksizin, samimiyete "hiç bir şeyi" dedi.

Çok uzun yıllar insana dair çözüm bulmaktı mesleğim. Çıkmaz sokakları hemen tanırım. Kaderini benimsemesi için , sustum.

Onunla, ben 5 yaşında iken tanıştık. Sıra arkadaşımdı. 70'li yılların tahta sıralarını bilirsiniz. Her oturuşumuzda ıslak ve kuru temizlik bezi ile siler. Saydammış hissi veren , damarları seyredebileceğiniz beyaz ellerini dikkatlice sıranın üzerine serdiği örtüye koyardı.

 Hiç unutmam, türkçe sınavında "şair" kelimesinin yazımını onun kağıdında görmüş ve kendi kağıdımdaki hatayı düzeltmiştim. Her derste birinciydi.Sınıfta birinciydi. Bıldırcını andıran  sivri hatlara sahip aksi suratı gülümsediğinde bile azarlar gibi göründüğünden midir, temizlik hastası olduğunda mıdır, kuralcığılığından mıdır bilmem pek arkadaşı yoktu. şimdi geriye dönüp baktığımda, çocukken bile fedakar ve merhametli kalbinin kendisine  karşı takılınılan uzak tutumlarla ne çok incindiğini görüyorum.

Ortaokulda ayrı sınıflardaydık. Koridorlarda bazen rastlaşır, kazağının -gömleğinin  daimi beyazı, ölçülü adımları, yine kısacık saçları ile beni kucaklamasına sevinçle karşlılık verirdim.



Lise ayrı deryaydı..karşı cinsi ve aşkı keşfetmiş, limandan çıkıp ummana atmıştım kendimi.O günlerde değil  Semra ( gerçek öykülerde sahte isimler kuralı devam ediyor), sülalesi mezardan çıkıp gelse umursayacağımı sanmıyorum doğrusu. 

Ben eriyen karların oluşturduğu  coşkun bir nehre dönüşürken o hala  elinde sabun,bez,kolonya gezen, hala derslerde birinci, hala bıldırcın bakışlı -kısa dik saçlı  ,kuralcı,gülümseyen ama gülümsemesi görülmeyen bir genç kızdı.

Sonra yıllar,yollar,kader denilen yazılı  olmayan asıl metin vs vs..koptuk gitti.


Facebook'un yaptığı en iyi şey hatta sanırım belki de tek iyi şey  kopup  gitmiş insanların birbirini bulmasını  salamaktı. Facebook sayesinde  Fizik dersinden 9 aldığı için ağlayan bıldırcın suratlı kız ile "aynı adlı eser" i, eserin adı AYNI sanan sarsuk kız seneler sonra birbirini buldu.

Semra  da Trabzon'dan başka ilde okumuştu. Türkiye'nin en büyük illerinden birinde mühendisliği yine birincilikle bitirmiş ancak   sebebini bi türlü anlayamadığım şekilde Trabzon'a geri dönmüştü.


Birbirimizi bulunca derhal buluştuk tabii.

Evlenmiş ayrılmış.

 Onca birincilik ve harika diploma ile bir devlet dairesinde saçma sapan evrak kayıt memuru  olmuş. İlkokul mezunu adamlar, partililer, sorunlu kişiler..iş hayatı ızdırap dolu.

Hasta babası ona bırakılmış, zaten bir de abisi var. O da başka ilde evli ve çocuklu..her şey Semra 'nın üstünde. İşten izin alamaz,  babası onu bırakmaz, işte mutlu değil, evde mutlu değil. Zeka ile keskinleşmiş aksi bakışlarını üstüme dikip , her söylediğine verdiğim tepkiyi dikkatle gözlemleyerek  görüşmeyeli hayat ona neler etmiş anlattı durdu buluştuğumuzda. Onu  dinlerken geçmişi hiç düşünmedim. Geçmişten, saydam beyazlıkta teni haricinde hiç bir şey kalmamış gibiydi. Öfkeyle herkesin hatalarını, toplumun  inisiyatifsizliğini,küçücük mahallede herkesin tanıdığı bir ailenin ferdi olarak hiç evlenip ayrılmışlığın getirdiği baskıları  anlattı.

-"Konuşmuyorsun" dedi. Sonra endişeyle "seni sıktım mı " diye sordu.

Her zamanki gamsız halimle gülümsedim.

-"Yok, dinliyor ve düşünüyordum. Şair kelimesinin yazılışını senden kopya çektimdi ben biliyor musun?"

Kaşları bir araya geldi ve aksi aksi süzdü beni. 

-"Ben sana onca sıkıntı anlatırken bunu mu düşündün?" dedi

-"Evet" dedim

Gülmeye başladı.

-"Bana senin gibi gamsız biri lazımmış ay ne güldümmmmm" diye diye kahkahayı bastı.

Senelerce devam etti dertleşmemiz, gülüşmemiz, buluşmamız, konuşmamız. Herkesin herkesi tanıdığı yerlerde derinlemesine dertleşeceğin güvenilir biri bulmak zordur. Abisi ile  abimin ne samimi arkadaş olduğu konusu önce onu gerdiyse de zamanla aştık bunu.Allah da biliyor ya,  susmak konusunda iyiyimdir ben. Sustum da nitekim her zaman.

Ona "aşık olmalısın" dedim. "Yeniden yuva kurmalı,  iş-ev" saçma döngüsünü kırmalısın. Hayli de zengin bir ailen var, güzel bir yeni hayat kurabilirsin..denemelisin.

Sanırım bunlardı  duymaya ihtiyaç duyduğu cümleler. Siyah ve gri kombinasyonları  sarı-yeşil-mor-turuncu detaylarla renklenmeye başladı. Zaten çıtı pıtı zayıftı ya..daha bi yakıştırdı giydiklerini kendine. Tüm dertlerini, haklı kırılmışlıklarını,çaresiz isyanlarını anlattıkça önerdiğim çözümler ona hep çok komik geldi. Bana hep çok güldü, ben de bana gülmesini hep çok sevdim. 

4. senenin sonunda, aralık bir kapıdan sızan ışık gibi aydınlandığını ve gülümsemesinin derinleştiğini gördüm sevinçle. Çalıştığı devlet dairesinde biri ona çıkma teklif etmişti ve o da kabul etmişti temkinli temkinli. Dul..dikkat isteyen sözcük onun yaşadığı  yerlerde.

Adamın adı Murat.  Kendi işlettiği bir çeyiz dükkanı var. İş için gelip giderken görmüşSemra 'yı Beğenmiş sevmiş. O da evlenip  ayrılmış ama çocuk yokmuş.

Onun Murat  ile  neşesine kavuştuğunu, yarınlara dair  ihtimallerinin zenginleştiğini görmek beni  sevindiriyordu gerçekten.Sonra, onun Murat adına bahane bularak anlattığı bazı şeyler beni tedirgin etmeye başladı. En çok da "gururlu ama allem kallem edip hesabı çoğu zaman ben ödüyorum..annesine bakıyor ne de olsa,msarafı çok. Kızıyor bana böyle yapınca ama çok tatlı" kısmına takılmıştım.

Onun hanımhanımcık mühendislik okuduğu  yılları çok da takdire şayan hanımhanımcık şekilde yaşamamıştım ve çevrem de katolik rahibelerle dolu değildi. Görücü usulü evlendirildiği adamcağızdan başkasını pek de tanımayan Semra 'nın benim gördüklerimi göremediğini, Murat'ı hakikatten murat olarak algıladığını  endişe ile fark etmiştim. Romantik evlilik teklifi  beklenenden önce gelmiş, bu da benim endişelerimi ayyuka çıkartmıştı. Murat 'ın, Semra  hakkında neler bildiğini merak ettim. Üzerine tapulu 4 katlı apartmanı biliyor muydu mesela..

Zaman ne yazık ki  beni  haklı çıkardı. Murat'ın eski eşi Semra  ile iletişime geçmiş ve ona güvenmemesini  söylemişti. Sonra Murat'ın dükkandaki  çırağı, anlaşmazlıklarının sonucu yediği dayağın intikamını ödenemeyen  bonoları Semra 'ya  ifşa etmişti. Bakımını üstlendiği annesi ise..rahmet olsun ruhuna öleli seneler olmuştu.

Yine de aksi  bakışları, çatık kaşlarının  ardındaki  tertemiz inanmışlıkla, sevgiye inanma çabasını  gördüm onda. Onuru sevdasına ağır bastı, Murat'ı terk etti.

Babasına alzheimer teşhisi konulması tam da o yıldı. Partizanlığın normalleştiği ülkemizde,  doğru dürüst tahsili olmayan adamı filancanın yakını diye getirip ona şef yaptılar. Şef, Semra'in dul olmasından başka bir kusur bulamamıştı ama diploması olmayanların diploması olanlara neler neler ettiklerini görüp yaşadığımız ülkemizde Semra da bunun acısını  çekti bol bol. Tüm gücüyle dik duruşunu koruyor ama her gün daha çok ruhu yıpranıyordu. Tünelin ucundaki ışığı görme umudu..zayıflamıştı.

Abisi temkinli bir uzaklıktan sevgi ve şefkatini esirgemiyordu. Semra evlendiğinde ayrılmasına abisi çok destek olmuş hatta ısrar etmiş. Sonradan öğrendim. Sonra da aile evine , yaşlı anne babasının yanına yerleştirmiş onu. Düşünceli abi.

Semra tertemiz kalbinin, merhametinin, vicdanının esiri...tüm imkanları mevcutken Ümit Yaşar'ın şiirindeki misal yalnızlığın taaa içine sürüklendi

Şimdi bütün gün üstüme yağmur yağıyor
Bütün gece kar
Yalnızlığın tam ortasındayım artık
Yalnızlık kadar

Geçenlerde aradım onu. Özledim gel dedim. Geldi, boğaz manzaralı bir yerlere gittik. Bitişiğe yakın kaşlarının  çatıklığı ve aksi bakışlarını  gören garson siparişi bana sordu  her zamanki gibi. Semra çantasından çıkardığı ıslak mendille ellerimizin değeceği yerleri sildi . Artık ona ne diyeceğimi bilmiyordum. 

Bir nebze olsun umudunu diriltmek, moral vermek için sordum neşeyle:

- Bak şimdi, şu hayatta en çok neyi seviyorsun.

Tamamen fiziki yapısından  kaynaklanan öfkeli  yüz ifadesine uyumsuz  bir dalgınlıkla baktı bana. Düşündü. Dramatize etmeksizin, samimiyete "hiç bir şeyi" dedi.

Çok uzun yıllar insana dair çözüm bulmaktı mesleğim. Çıkmaz sokakları hemen tanırım. 

Kaderini benimsemesi için , sustum.

Onun için bekleyeceğim..onu hiç bırakmadan.

Yaşanmamış gün için umut  yoktur demek, en fazla kendimize haksızlık olur.


Günün şarkısı Semra için..



13 Haziran 2021 Pazar

Müsilaj


Birlikte çalışırken dostluk kurmak daha zor , hayli ve hayli kuralcıyım ben. 

Birkaç tane istisnam oldu;onlar da canım ne ki ciğerimin ta içisi şeklinde kaldı hayatımda.

Birlikte çalışma sürecimiz sonlandıktan sonra bir araya gelmeye devam ettiğim iki güzel insan "F" ve "S" ile buluştuk geçenlerde. Hayata baktıkları yer nazik,kaliteli ve narin. Bana kalırsa ortak noktamız hemen hemen hiç yok. Ama onlarla olmayı çok seviyorum. Yaşadıkları ya da yaşattıkları her ne olursa olsun  "çok iyi ve çok kaliteli" iki insan onlar. Fotoğrafları , izin almadan paylaştığım için yüzlerini emoji ile kapattım. Bu nedenle sıcacık gülüşlerinden mahrum kaldınız. Belki başka zamana :-)

Kadıköy-Suadiye'de, her zaman özel mekanları  bilen "F"  önerisini dinleyip buluştuk. Hem mütevazı hem insanın  gönlünü  açan hem de güzel insanların gelip denize girdiği-güneşlendiği bir çay bahçesi orası. 

Önce mavi deniz parlak güneş modunda neşeyle başladı sohbet. Kahveler, çaylar,anılar, zeki insanlar geçmişe bağlı kalmaz :sohbet konusu bir de yarınlar!

Sonra birden denizin yüzeyi değişti. Gerçekten birden oluverdi. Müsilaj kaplayıverdi masmavi sahili.Elimiz yüreğimizde, ülkemin dünü -bugünü-yarını mahvedilmişken, toprağı-suyu-havası mahvedilmişken bir de denizinin yok edildiğini  ve bunun gerçek anlamda "hıyarlara" bağlı olduğunu ...

Bebeleri suya sokan anneler vardı.
Kimi aldırdı kimi aldırmadı.

Biz başka konulara dalmaya uğraştıksa da gözlerimizi denizden alamadık. Tüm sohbetler yarım kaldı.

Bunu bize bizden başka kim yapabilir?

Keşke aynı gemide olmayaydık "beyin yoksunu insan güruhu".

Keşke sizlerle aynı havayı filan da solumasaydık.

Tahammül edemiyorum.



15 Kasım 2020 Pazar

Sen İki Ters Bir Düz Kırgınlıklar Örerken Beş Numara Şişle..Anne

 




Anneliği yeni tattığım dönemlerde internet de yeni başlıyordu ve dünya ile dünyam eşdeğer sayılabilecek bir hızda değişiyordu.


Anneliği, "7 üniversite bitir, ilk annelik deneyiminde cahilsin" diyerek tanımladım hep. İstanbul'da yapayalnız olmam, bilgi ve deneyimleri internette aramayı, bu da internetten edindiğim dostlukları getirdi.

20 senedir dost kaldığım güzel anneler, o güzel insanlar yaşantımın vazgeçilmezi. Bazılarının yüzünü halen hiç görmedim. Bazılarını 1-2 kez. Bazıları ise görmezsem ölürüm sıklığında. Ama hepsi can..canan. Çocuklarımız bir büyüdü...

Neyse, o yıllarda güzel öğretileri olan öyküler pek modaydı. Bir "kabak kafanın da sahibi vardır" ı çok severdim , hatıramda da o kaldı bir de benle ilgilen diyen çocuğunun ders verdiği  şu anne.  Anne işten gelir çocuk anne benle ilgilen der o da tamam der. Sonra yemeği yapar şunu yapar bunu yapar ve döner gelir ki yavrusu uyumuş üstü açık anne ilgisinden mahrum..anne ağlar. Özeti bu.

Neredeyse bütün arkadaşlarım suçluluk ve üzüntüyle hikayeyi paylaşırken "bunun babası nerde" dedim öfkeyle. Anne perişan  çocuk perişan ama baba ortada yok. Yav anneyi suçlayana kadar babayı gömsenize azcık? 

Bugün bir şiir okudum.Şiir, Romanya’da düzenlenen Uluslararası Edebiyat Festivali’nde 2019 Avrupa Şiir Yarışmasında en iyi Türk şiiri seçilmiş.

Bence okuyun...hayat aynı sorunun cevabını her evrede farklı veriyor ve hepsi ayrı doğru.


Karşı Evin Annesi


Sen iki ters bir düz kırgınlıklar örerken beş numara şişle

Yumuşacık kakaolu kekler yapardı karşı evin annesi

İmrenirdim

Mutfağındaki eksik malzemeden bihaber

Tepeleme dolu kızgınlıklar yüklerdim dişlerimin arasına

Bilmezdim anne

Karşı evin babasında bitermiş iş

Bunu görmezdim

Hep başın ağrırdı

Başın, hep ağrırdı

Sırf bu yüzden bile bazı zamanlar

Seni sevmezdim

Küçüktüm anne

Bilseydim evinde su faturası ödenmemiş

Çeşmeden akmayan suya

İsyan etmezdim

 

Sen iki kere ikinin dört ettiğini ekmek hesabından bilirken

Mis kokulu çamaşırlar asardı karşı evin annesi

Özenirdim

Ellerindeki çamaşır suyu kokusundan rahatsız

Çocukça bir küskünlük eklerdim gecelerime

Oysa ellerin ruhuma akarmış saçlarımdan

Ömrümü tararmış titreyen parmakların

Bilmezdim anne

Büyümek denen illet dayanıncaya dek kapıma

Ellerinin ne muhteşem olduğunu bilmezdim

Küçüktüm anne

Yoksa

Gün aşırı patlayan sarı ampulü

Mumla yamayacak yüce gönlünü

Ezecek kadar ezilmezdim

 

Sen çalı süpürgesiyle süpürürken dış kapının ağzını

Taze boyalı saçlarını savurarak süzülürdü karşı evin annesi

Ayağında yüksek topuklu bir isyan

Düşündüm de şimdi

Ne iğreti dururdu o topukların üstünde dursan

Senin çatlamış ayakların vardı anne

Hacı şakir kokardın en beyazından

İncecik bir yemeniyle gizlerdin

Ölünce her bir teli yılan olacak sandığın sırma saçlarını

Çok yeni anladım anne

Ağaran her saç telinden üstüme düşen payımı

Çocuktum anne

Bir bisikletim olsa bütün mutluluklar benimdi

Babam eve sarhoş gelmiş geç gelmiş

Hepsi sabah sokağa çıktığımda biterdi

 

Bilmezdim anne

Karşı evden arta kalan çantalar dolusu giysi

Üstümüze cuk otururken

Ruhuna azap olur akarmış

Bilmezdim benim annem gözünün yaşıyla her bayram

arifesi

Vitrinlere bakarmış

Sen ilkokul fişlerimi kardeşimle hecelerken

Telefonu keşfetmiş karşı evin annesi

Bilsen ne cahildin ne görgüsüzdün gözümde

Yak deseler yakacağım o dakika dünyayı

Yık deseler

Ne şu eski divan kalacak

Ne çiçekli perdeler

Şimdiki aklımla ah bir sorsalar bana

Desem

O tertemiz günlerim

Hani şimdi neredeler

 

Ben ay sonunu nasıl getireceğim diye

Hesaplar yaparken bir gün

Oğlum nefes nefese yararak ortalığı girdi içeri

Yumuşacık kakaolu kekler yapmış dedi karşı evin annesi

Çok geç anlıyor insan anne

İlle de kendi annesi

İlle de kendi annesi

                           

Deniz İnan

8 Eylül 2019 Pazar

Dila





Küçük kızım 15 yaşında.
O yaştaydım ben üniversiteyi kazandığımda.
Bir sonra Trabzon'u ardımda bırakıp İstanbul'da tek başına üniversite okuyan çocuk-ergen-genç kız karışımının en saçma örneğiydim.
üniversite 1.sınıf
Yaşadığın coğrafya kaderini belirler hikayesindeki gibi bir şey bu sefer anlattığım. Gerçek isimleri kullanmadığımız  için Dila diyelim  arkadaşımın adına.


Dila adında, aynı semtte oturduğumuz için okula birlikte gidip gelmeyi adet edindiğim bir arkadaş edindim. Bamya kadardı desem herhalde ayıp olmaz. O kadar minnacık ve o kadar zayıf bir kızdı ki kolunu tutarken zarar vermekten korkardım. Koskocaman , koyu renk ve her zaman büyük bir ciddiyete hüznün eşlik ettiği gözleri vardı.


Ben deli dolu, çılgın  ve yeniliklere açık  kocaman bir çevre edinmeye başlarken o sınıfın arkasında toplanan, kimi örgü ören,her zaman diz altı etekler giyinip saçlarını düzgünce toplayanlarla arkadaşlık kurdu. Küfretmezlerdi. Ders kaçırmazlardı. Aşık olmazlardı.Siyasi söylemlerini hiç duymadım. Çayı karıştırırlarken kaşığışakırdatanlara küçük ayıplayanbakışları vardı. Abi çok sıkıcılardııııı.

Üniversitem :-)

Ben hırthırdavatın içinde kendi rengimi ve şeklimi ararken,artık onunla okula gidip gelmeyi kesmişken yine de dostluğuna ve görüşlerine değer verir, oğlanın birine sinkaflı küfürler ettiğim esnada kocaman kahverengi ciddi gözleri ile bakışım kesiştiğinde utanıp kendime çeki düzen verirdim. O da kendini tutamayıp ellerinin ardına gizlediği kontrollü küçük ama içten tebessümünü salıverirdi.



Otobüslerin İstiklal Caddesi'nde geçip Taksim'e geldiği, biletçilerin arka kapıdan bindiğinizde bilet kestiği yıllardan bahsediyorum. İstanbul yeşil,insanlar daha insandı.

Bazen Taksim Parkı'na giderdik birlikte. Ayrı yanlarımız gittikçe keskinleşirken  dostluğun derinliği de garip şekilde artar olmuştu. Dertleşir, kimselere anlatamadığımız duygu,düşünce ve sorunları birbirimize anlatırdık. Sanırım o zaman da şimdiki gibi en büyük kriterim "yargılamayış" idi. Hak vermez ama yargılamazdık  birbirimizi. Küçük tokatlarla başıma vururken kahkahalarla güler ve saçmalıklarımı onaylamadığını anlatırdı. Ben ise onu yoldan çıkartmak için bildiğim her şeyi dener ama başarısız denemelerimin fark edilmesine de aldırmaz neşeyle devam ederdim uğraşmalarıma. Bir ara aşık oldu. Nedendir bilmem lakaplar takardık , isimlerini kullanmazdık oğlanların. Çingenelerin bakla fallarındaki azgın sex dolu detaylar ikimizin de kulaklarına kadar kızarmasına neden olurdu. Kaderin bir baklanın saçılışında saklı olduğuna inanmak kadar saçmaydı hayatı bildiğini sanmak..henüz bilmiyorduk bunu.

Bir gün evine gittim onu almak için. Lisedeki öğretmenine gidecektik ,vefa ziyareti ve teşekkür için. Annesi ile tanıştırdı beni. Sonra yolda açıkladı, annesi vefat etmiş,üvey annesi imiş. İyi kadınmış. Sağolsunmuş.


Böyle ağır bir yükü,üzüntüyü kendinde tutabilmesine hayran kalmıştım. En ufak detayı dağlara denizlere yayan benim gibi bir ikizler mensubu için hayranlık duymamak mümkün değildi. İçimde bir başka yeri oldu o günden sonra.


Annemlerin Trabzon'dan beni görmeye geldikleri bir gün Dila'yı onunla tanıştırdım. Aralarında çabucak kurulan ilişki, güzel bağ kesinlikle hepimize mutluluk verdi. Seneler sonra ayrılırken annemin hüzünle "seni kime emanet edeyim de gideyim" deyişi benim aklımdan çıkıp gittiyse de Dila hiç unutmamış..zaman geçince öğrendim bunu.



Zaman geçti...

Yaşasın Facebook. Yitirmişken bulduğum onca kişi arasında Dila da var artık. Evlenmiş, çocuğu olmuş; neredeyse tüm Türkiye'nin tanıdığı bir isim artık. Üstelik torpilsiz, tamamen kendi hakkettiği şekilde başardı bunu.Pek haberleştiğimiz söylenemez. Okulun son senesinde çıktıkları çocuklarla evlenmiş hanımhanımcık arkadaşları ile görüşmeyi sürdürmüş ve bana onlar hala sıkıcı geliyorlar. Bir kere bir araya geldik, eskisi kadar kırılgan olmasa da hala çok temkinli bakışları var. 


Geçenlerde "durum" bilgisinde annemlerin fotoğrafını paylaşmıştım, temkinli bir "görsem mutlu olurdum,çok selam söyle Rabia Teyze'me " mesajı yollamış bana. 30 yıl geçmiş aradan, hatırladıkları kendisini hatırlıyor mu bilmemenin durağanlığı var mesajında tabii.



"Kendin söylesene mesajını, telefonu 053. ... ... ..." diye yazdım cevabı." Ben önden arayıp ona seni hatırlatmayacağım . Çekinme sen bi ara" dedim.


Anadolu insanı, şu eski nesil efsane biliyor musunuz? Dila'nın çekinerek açtığı telefonda "Dilaaa  kızımmm" diye annesizliğini unutmamış,onu anne yüreği ile kucaklayan  bir ses karşılamış onu. "Seni Allah'ıma emanet ettim ayrılırken,hep dua ettim sana hiç unutmadım" demiş annem. Araya yıllar girmemişcesine sıcacık kucaklamışlar telefonda sözcüklerle.

Bugün, bir çok telefonu  açmıyorum. Haklı görüyorum kendimi. Kafam yorgun,zamanım yok,boş konuşuyorlar,bu konu benimle ilgili değil,amma yapıştı bu da haa, aman bi açarsam kapatmaz vs vs .
vs.

İnsan olmak yük gelmiş bana. 30 yıl önce vedalaştığı  annesiz ve hassas bir kız çocuğunu  30 sene kalbinde taşıyan ve dualarında yer veren anneme baktım, kendimden utandım. Ne makamlar almışım ,insanlık makamından uzaklaşmışım.




Şükür ki görmeyi dilediğim içindir belki, gösteren ve hatırlatan çok oluyor bu eksikliğimi.


Bir evlat,bir anne sadeliğindeki bu kesişimde herkes kendi payına düşeni aldı.


Görebilmek,duyabilmek ve insan olabilmek dileğimizdir.