Ümit Yaşar Oğuzcan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ümit Yaşar Oğuzcan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Haziran 2022 Çarşamba

Gerçek Yaşam Öyküleri - Çıkmaz Sokak

 



Birlikte kahve içtiğimiz Boğaz manzaralı terasta, bir nebze olsun umudunu diriltmek, moral vermek için sordum neşeyle:

- Bak şimdi, şu hayatta en çok neyi seviyorsun.

Tamamen fiziki yapısından  kaynaklanan öfkeli  yüz ifadesine uyumsuz  bir dalgınlıkla baktı bana. Düşündü. Dramatize etmeksizin, samimiyete "hiç bir şeyi" dedi.

Çok uzun yıllar insana dair çözüm bulmaktı mesleğim. Çıkmaz sokakları hemen tanırım. Kaderini benimsemesi için , sustum.

Onunla, ben 5 yaşında iken tanıştık. Sıra arkadaşımdı. 70'li yılların tahta sıralarını bilirsiniz. Her oturuşumuzda ıslak ve kuru temizlik bezi ile siler. Saydammış hissi veren , damarları seyredebileceğiniz beyaz ellerini dikkatlice sıranın üzerine serdiği örtüye koyardı.

 Hiç unutmam, türkçe sınavında "şair" kelimesinin yazımını onun kağıdında görmüş ve kendi kağıdımdaki hatayı düzeltmiştim. Her derste birinciydi.Sınıfta birinciydi. Bıldırcını andıran  sivri hatlara sahip aksi suratı gülümsediğinde bile azarlar gibi göründüğünden midir, temizlik hastası olduğunda mıdır, kuralcığılığından mıdır bilmem pek arkadaşı yoktu. şimdi geriye dönüp baktığımda, çocukken bile fedakar ve merhametli kalbinin kendisine  karşı takılınılan uzak tutumlarla ne çok incindiğini görüyorum.

Ortaokulda ayrı sınıflardaydık. Koridorlarda bazen rastlaşır, kazağının -gömleğinin  daimi beyazı, ölçülü adımları, yine kısacık saçları ile beni kucaklamasına sevinçle karşlılık verirdim.



Lise ayrı deryaydı..karşı cinsi ve aşkı keşfetmiş, limandan çıkıp ummana atmıştım kendimi.O günlerde değil  Semra ( gerçek öykülerde sahte isimler kuralı devam ediyor), sülalesi mezardan çıkıp gelse umursayacağımı sanmıyorum doğrusu. 

Ben eriyen karların oluşturduğu  coşkun bir nehre dönüşürken o hala  elinde sabun,bez,kolonya gezen, hala derslerde birinci, hala bıldırcın bakışlı -kısa dik saçlı  ,kuralcı,gülümseyen ama gülümsemesi görülmeyen bir genç kızdı.

Sonra yıllar,yollar,kader denilen yazılı  olmayan asıl metin vs vs..koptuk gitti.


Facebook'un yaptığı en iyi şey hatta sanırım belki de tek iyi şey  kopup  gitmiş insanların birbirini bulmasını  salamaktı. Facebook sayesinde  Fizik dersinden 9 aldığı için ağlayan bıldırcın suratlı kız ile "aynı adlı eser" i, eserin adı AYNI sanan sarsuk kız seneler sonra birbirini buldu.

Semra  da Trabzon'dan başka ilde okumuştu. Türkiye'nin en büyük illerinden birinde mühendisliği yine birincilikle bitirmiş ancak   sebebini bi türlü anlayamadığım şekilde Trabzon'a geri dönmüştü.


Birbirimizi bulunca derhal buluştuk tabii.

Evlenmiş ayrılmış.

 Onca birincilik ve harika diploma ile bir devlet dairesinde saçma sapan evrak kayıt memuru  olmuş. İlkokul mezunu adamlar, partililer, sorunlu kişiler..iş hayatı ızdırap dolu.

Hasta babası ona bırakılmış, zaten bir de abisi var. O da başka ilde evli ve çocuklu..her şey Semra 'nın üstünde. İşten izin alamaz,  babası onu bırakmaz, işte mutlu değil, evde mutlu değil. Zeka ile keskinleşmiş aksi bakışlarını üstüme dikip , her söylediğine verdiğim tepkiyi dikkatle gözlemleyerek  görüşmeyeli hayat ona neler etmiş anlattı durdu buluştuğumuzda. Onu  dinlerken geçmişi hiç düşünmedim. Geçmişten, saydam beyazlıkta teni haricinde hiç bir şey kalmamış gibiydi. Öfkeyle herkesin hatalarını, toplumun  inisiyatifsizliğini,küçücük mahallede herkesin tanıdığı bir ailenin ferdi olarak hiç evlenip ayrılmışlığın getirdiği baskıları  anlattı.

-"Konuşmuyorsun" dedi. Sonra endişeyle "seni sıktım mı " diye sordu.

Her zamanki gamsız halimle gülümsedim.

-"Yok, dinliyor ve düşünüyordum. Şair kelimesinin yazılışını senden kopya çektimdi ben biliyor musun?"

Kaşları bir araya geldi ve aksi aksi süzdü beni. 

-"Ben sana onca sıkıntı anlatırken bunu mu düşündün?" dedi

-"Evet" dedim

Gülmeye başladı.

-"Bana senin gibi gamsız biri lazımmış ay ne güldümmmmm" diye diye kahkahayı bastı.

Senelerce devam etti dertleşmemiz, gülüşmemiz, buluşmamız, konuşmamız. Herkesin herkesi tanıdığı yerlerde derinlemesine dertleşeceğin güvenilir biri bulmak zordur. Abisi ile  abimin ne samimi arkadaş olduğu konusu önce onu gerdiyse de zamanla aştık bunu.Allah da biliyor ya,  susmak konusunda iyiyimdir ben. Sustum da nitekim her zaman.

Ona "aşık olmalısın" dedim. "Yeniden yuva kurmalı,  iş-ev" saçma döngüsünü kırmalısın. Hayli de zengin bir ailen var, güzel bir yeni hayat kurabilirsin..denemelisin.

Sanırım bunlardı  duymaya ihtiyaç duyduğu cümleler. Siyah ve gri kombinasyonları  sarı-yeşil-mor-turuncu detaylarla renklenmeye başladı. Zaten çıtı pıtı zayıftı ya..daha bi yakıştırdı giydiklerini kendine. Tüm dertlerini, haklı kırılmışlıklarını,çaresiz isyanlarını anlattıkça önerdiğim çözümler ona hep çok komik geldi. Bana hep çok güldü, ben de bana gülmesini hep çok sevdim. 

4. senenin sonunda, aralık bir kapıdan sızan ışık gibi aydınlandığını ve gülümsemesinin derinleştiğini gördüm sevinçle. Çalıştığı devlet dairesinde biri ona çıkma teklif etmişti ve o da kabul etmişti temkinli temkinli. Dul..dikkat isteyen sözcük onun yaşadığı  yerlerde.

Adamın adı Murat.  Kendi işlettiği bir çeyiz dükkanı var. İş için gelip giderken görmüşSemra 'yı Beğenmiş sevmiş. O da evlenip  ayrılmış ama çocuk yokmuş.

Onun Murat  ile  neşesine kavuştuğunu, yarınlara dair  ihtimallerinin zenginleştiğini görmek beni  sevindiriyordu gerçekten.Sonra, onun Murat adına bahane bularak anlattığı bazı şeyler beni tedirgin etmeye başladı. En çok da "gururlu ama allem kallem edip hesabı çoğu zaman ben ödüyorum..annesine bakıyor ne de olsa,msarafı çok. Kızıyor bana böyle yapınca ama çok tatlı" kısmına takılmıştım.

Onun hanımhanımcık mühendislik okuduğu  yılları çok da takdire şayan hanımhanımcık şekilde yaşamamıştım ve çevrem de katolik rahibelerle dolu değildi. Görücü usulü evlendirildiği adamcağızdan başkasını pek de tanımayan Semra 'nın benim gördüklerimi göremediğini, Murat'ı hakikatten murat olarak algıladığını  endişe ile fark etmiştim. Romantik evlilik teklifi  beklenenden önce gelmiş, bu da benim endişelerimi ayyuka çıkartmıştı. Murat 'ın, Semra  hakkında neler bildiğini merak ettim. Üzerine tapulu 4 katlı apartmanı biliyor muydu mesela..

Zaman ne yazık ki  beni  haklı çıkardı. Murat'ın eski eşi Semra  ile iletişime geçmiş ve ona güvenmemesini  söylemişti. Sonra Murat'ın dükkandaki  çırağı, anlaşmazlıklarının sonucu yediği dayağın intikamını ödenemeyen  bonoları Semra 'ya  ifşa etmişti. Bakımını üstlendiği annesi ise..rahmet olsun ruhuna öleli seneler olmuştu.

Yine de aksi  bakışları, çatık kaşlarının  ardındaki  tertemiz inanmışlıkla, sevgiye inanma çabasını  gördüm onda. Onuru sevdasına ağır bastı, Murat'ı terk etti.

Babasına alzheimer teşhisi konulması tam da o yıldı. Partizanlığın normalleştiği ülkemizde,  doğru dürüst tahsili olmayan adamı filancanın yakını diye getirip ona şef yaptılar. Şef, Semra'in dul olmasından başka bir kusur bulamamıştı ama diploması olmayanların diploması olanlara neler neler ettiklerini görüp yaşadığımız ülkemizde Semra da bunun acısını  çekti bol bol. Tüm gücüyle dik duruşunu koruyor ama her gün daha çok ruhu yıpranıyordu. Tünelin ucundaki ışığı görme umudu..zayıflamıştı.

Abisi temkinli bir uzaklıktan sevgi ve şefkatini esirgemiyordu. Semra evlendiğinde ayrılmasına abisi çok destek olmuş hatta ısrar etmiş. Sonradan öğrendim. Sonra da aile evine , yaşlı anne babasının yanına yerleştirmiş onu. Düşünceli abi.

Semra tertemiz kalbinin, merhametinin, vicdanının esiri...tüm imkanları mevcutken Ümit Yaşar'ın şiirindeki misal yalnızlığın taaa içine sürüklendi

Şimdi bütün gün üstüme yağmur yağıyor
Bütün gece kar
Yalnızlığın tam ortasındayım artık
Yalnızlık kadar

Geçenlerde aradım onu. Özledim gel dedim. Geldi, boğaz manzaralı bir yerlere gittik. Bitişiğe yakın kaşlarının  çatıklığı ve aksi bakışlarını  gören garson siparişi bana sordu  her zamanki gibi. Semra çantasından çıkardığı ıslak mendille ellerimizin değeceği yerleri sildi . Artık ona ne diyeceğimi bilmiyordum. 

Bir nebze olsun umudunu diriltmek, moral vermek için sordum neşeyle:

- Bak şimdi, şu hayatta en çok neyi seviyorsun.

Tamamen fiziki yapısından  kaynaklanan öfkeli  yüz ifadesine uyumsuz  bir dalgınlıkla baktı bana. Düşündü. Dramatize etmeksizin, samimiyete "hiç bir şeyi" dedi.

Çok uzun yıllar insana dair çözüm bulmaktı mesleğim. Çıkmaz sokakları hemen tanırım. 

Kaderini benimsemesi için , sustum.

Onun için bekleyeceğim..onu hiç bırakmadan.

Yaşanmamış gün için umut  yoktur demek, en fazla kendimize haksızlık olur.


Günün şarkısı Semra için..



17 Kasım 2016 Perşembe

1989


Kitaplardan beni etkileyen-unutmamak istediğim pasajları düzenli not almaya 1989 yılında başlamışım. Dün odama sohbete gelen genç personelle sohbet esnasında laf açıldı o defteri çıkartıp  hatırlamaya çalıştığım bir yere baktım ve kitaplardan yaptığım alıntıların beni etkileyen bilgiler haricinde içinde bulunduğum ruh haline-yaşa bağlı seçkilerden oluştuğunu fark ettim.

Alıntılarım, bana beni seyretme ve hatırlama iznini verdi.

Güzel bir müzik dinletisi ile birlikte(tık) 1989'da yani 18 yaşında iken bana bir baktım da...





Benim savaşım geriye bakış olmaması yolunda. Bizler geçmişin mahkumları değiliz . Bulunduğumuz yerden başlayabiliriz. Bu konuda kınanacak "başkaları" yok.

LEO BUSCAGLİA-KİŞİLİK (Mayıs 1989)

💞💞💞

Bir mesajın hiç alınmaması , onun gönderilmeye değmez olduğu anlamına gelmez

LEO BUSCAGLİA-SEVGİ (Mayıs 1989)

💞💞💞

İnsan tükenir DENİZ tükenmez
Aşk acı,umutsuzluk,coşku vb..
En çok gözlere yansır, gözlerde okunur
Aşklarımı,acılarımı,umutlarımı,coşkularımı
Kimse okuyamıyor artık

FERİT EDGÜ-ÇIĞLIK  (1989)

💞💞💞

İşte sen böylesin Küçük Adam. Kaşık atmayı, kepçe daldırmayı çok iyi biliyorsun da yaratma yeteneğinden yoksunsun. Bu yüzdendir ki sırtına deli gömleği geçirir gibi parmağına evlilik yüzüğü geçiriyorsun

WİLHEM REİCH_ DİNLE KÜÇÜK ADAM (1989)



💞💞💞

İkiye böler yağmuru geceyle yanyana
Ağaç dolaşır durur,yolunu şaşırmış ormanda

MELİH CEVDET ANDAY - TANIDIK DÜNYA (1989)

💞💞💞

İnatçı değilim, gerginim. Kendimi salıvermesini de beceremem.Hem bu da bir müdafaa şekli. Düşünen bir kamışımben

JEAN PAUL SARTRE - UYANIŞ (1989)

💞💞💞

Kaybedecek bir şey olmayınca hayatın idaresi kolay

SİLAHLARA VEDA - ERNEST HEMİNGWAY (1989)

💞💞💞

Hürriyet, savaşmak için bir amaçtır.

EXODUS- LEON URİS (1989)

💞💞💞

Attın beni dünyaya garip kul diyerek,
Noksanını kendin ara bul diyerek
Buldumsa da bir gün,yine çektim Tanrım
Her hasreti ben üstüme bir çul diyerek

BÜTÜN ŞİİRLERİM 2- ÜMİT YASAR OĞUZCAN(1989)

💞💞💞

Ağaç ölür, ormanlar kalır

ÜÇ KAĞITÇI - ORHAN KEMAL (1989)





22 Eylül 2016 Perşembe

Sonbahar Mısraları


Onlar Sonbahar'ı başka yaşayanlar...



Adım Sonbahar / Attila İlhan
nasıl iş bu
her yanına çiçek yağmış
erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan
gözlerin kamaşır
oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar











Eylül’dü / Cemal Süreya
Dalından kopan yaprakların
Sararan yanlarına yazdım adını
Sahte bir gülüşten ibarettin oysa.
Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu.
Eylül’dü……
Di’li geçmiş bir zamandı yaşadığımız
Adımlarımızın kısalığı bundandı
Bundandı gözlerimin durgunluğu.
Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan,
Ellerin kadar ıssız,
Sen kadar zamansız molalar veriyordum
Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz.
Eylül’dü…..
İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin,
Şimdi yoktu bi anlamı suskunluğun.
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğinin orta yerinde.
Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman
En çok sesini aradım.
Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hâlâ.
Gözlerini sildi zaman..
Dedim ya… Eylül’dü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin.



Ben Eylül Sen Haziran / Ümit Yaşar Oğuzcan
Bir eylüldü başlayan içimde
Ağaçlar dökmüştü yapraklarını
Çimenler sararmıştı
Rengi solmuştu tüm çiçeklerin
Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı
Katar gidiyordu kuşlar uzaklara
Deli deli esiyordu rüzgar
Dağılmıştı yazdan kalan ne varsa
Yaşanmamış bir mevsim gibiydi bahar
Neydi o bir zamanlar
Sevmişliğim, sevilmişliğim
O heyheyler, o delişmenlikler neydi
Ne bu kadere boyun eğmişliğim
Ne bu acıdan korlaşan yürek
Ne bu kurumuş nehir; gözyaşım
Önümdeki diz boyu karanlıklar da ne
Ne bu ardımdaki kül yığını; elli yaşım
Beni kötü yakaladın haziran
Gamlı, yıkık eylül sonuma
Bir ilk yaz tazeliği getirdin
Masmavi göğünle
Cana can katan güneşinle
Pırıl pırıl engin denizinle girdin içime
Çiçekler açtı dokunduğun
Çimler büyüdü yürüdüğün
Ve güller katmer oldu güldüğün yerde
Başımda senin kuşların kanat çırpıyor şimdi
Oldurduğun yemişlerin ağırlığından
Dallarım yere değiyor
Güneşi batmadan saçlarının
Bir dolunay doğuyor bakışlarından
Gün boyu senden bir meltem esiyor yanan alnıma
Uykusuz gecelerim seninle apaydınlık
Başım dönüyor, of başım dönüyor yaşamaktan
Ölebilirim artık
Ölme diyorsan; gitme kal öyleyse
Sarıl sımsıkı, tenim ol, beni bırakma
Baksana; parmak uçlarım ateş
Lavlar fışkırıyor göz bebeklerimden
Hadi gel, tut ellerimi, benimle yan
Benimle meydan oku her çaresizliğe
Benimle uyu, benimle uyan
Birlikte varalım on üçüncü aylara

ataol behramoğlu ile ilgili görsel sonucu

Eylül Sabahının Serinliği / Ataol Behramoğlu
Eylül sabahının serinliğini
Yaprakların serinliğini
Ciğerlerime dolduruyorum
Sessizlik ve serinlik
Birleşiyor
Yıkanmış güvercinler
Ve çok uzakta bir tren sesi
Her zaman yeniden başlamak duygusu
Doğuyor içimde
Her uyanışımda
Düşmanlarımı bağışlıyorum
Daha çok seviyorum dostlarımı
Her uyanışımda
Eylül sabahının serinliğini
Yaprakların serinliğini
Yüreğime dolduruyorum



Güzde Unutulmuş / Pablo Neruda
Saat yedi buçuğuydu güzün
Ve ben bekliyordum
Kimi beklediğim önemli değil.
Günler, saatler, dakikalar
Bıktılar benle olmaktan
Çekip gittiler azar azar
Kaldım ortada, tek başıma
Kala kala kumla kaldım
Günlerin kumuyla, suyla
Bir haftanın artıklarıyla kaldım
Vurulmuş ve hüzünlü
Ne var, dediler bana Paris’in yaprakları
Kimi bekliyorsun?
Kaç kez burun kıvırdılar bana
Önce ışık, çekip giden
Sonra kediler, köpekler, jandarmalar
Kalakaldım tek başıma
Yalnız bir at gibi
Otların üstünde ne gece, ne gündüz
Sadece kışın tuzu
Öyle kimsesiz kaldım ki
Öyle bomboş
Yapraklar ağladılar bana
Sonra, tıpkı bir gözyaşı gibi
Düştüler son yapraklar
Ne önceleri, ne de sonra
Hiç böyle yalnız kalmamıştım
Bu kadar
Ve kimi beklerken olmuştu
Hiç mi hiç hatırlamam.
Saçma ama bu böyle
Bir çırpıda oldu bunlar
Apansız bir yalnızlık
Belirip yolda kaybolan
Ve ansızın kendi gölgesi gibi
Sonsuz bayrağına doğru koşan.
Çekip gittim, durmadım
Bu çılgın sokağın kıyısından
Usul usul, basarak ayak uçlarıma
Sanki geceden kaçıyor gibiydim
Ya da karanlık, kükreyen taşlardan
Bu anlattıklarım hiçbir şey değil
Ama başıma geldi bütün bunlar
Birini beklerken, bilmediğim
Bir zamanlar.

Yaz Bitti / Murathan Mungan
yazın bittiği her yerde söylenir
söylenmeyen şeyler kalır geriye
ve sonra hiç bir şey olmamış gibi
ağır, usul bir hazırlık başlar
uykuya benzer yeni bir mevsime
orda burda,ev içlerinde,kır kahvelerinde,deniz kenarlarında
incelen yazın akşam esintilerinde
zaman usulca sıyrılır aramızdan
ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini
başka ne gelir elimizden
büyük bir uzaklığa gülümseyerek
geçiştiririz
ıskaladığımız şeyleri
yatıştırıcı rüzgarlar
dışavurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını
saklar bizi
gözlerimizdeki hüzne ‘dinginlik’ adını verir
‘seni iyi gördüm’ diyenler
biz de iyi hissederiz kendimizi
elimizden başka ne gelir ki?
köşe başları, akşamüstleri,kokular
tozar gider zamanın boşluğunda
karışır anların kuytu belleğine
belki sonraları bir gün
hatırlanır aynı kederle
yazın bittiği her yerde söylenir
söyleyenler inanır bir şeylerin sahiden bittiğine
yaz biter
eskir geceler,serin,hüzünlü
yeni mevsime hazırlık: ömrün teyel yerleri
bir yanı telaş,bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri
çıkarır sizi dalgın derinliğinizden
yaşadığınızı duyarsınız teninizde
bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz
sıcak odaları, beyaz, temiz yastıkları
ahşap panjurları
yaz bitti
bitmeyen şeyler kaldı geride
yaz bitti
yaz bitti
yüksek sesle söylüyorum bunu kendime
her yerde söylendiği gibi
yaz bitti
yaz bitti
hiç bir şey hiç bir şey
hiç bir şey
yalnızca üşüyorum şimdi


Saat 21-22 Şiirleri/ Nazım Hikmet
 
Bu geç vakit
bu sonbahar gecesinde
kelimelerinle doluyum;
zaman gibi, madde gibi ebedî,
göz gibi çıplak,
el gibi ağır
ve yıldızlar gibi pırıl pırıl
kelimeler.
Kelimelerin geldiler bana,
yüreğinden, kafandan, etindendiler.
Kelimelerin getirdiler seni,
onlar : ana,
onlar : kadın
ve yoldaş olan…
Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,
kelimelerin insandılar…



Sonbahar / İlhan Berk
 
Hep böyle çıkıp gelmiştir
sonbahar dağlarımıza
bir elinde karanfil,
bir elinde yüreği



Uzak Kaderler İçin / Turgut Uyar
 
Birgün, bir yağmurla garip garip
-Çoluğu çocuğu terk edeceğim.-
Bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım
Alıp başımı gideceğim.Asır yirminci asırdır, amenna
Bir yanımda sevgilerim, bir yanımda sancım
Neon lambaları büsbütün karartır gecemizi
Uzaklar daha uzaklaşır
Bir define çıkarır gibi kayalardan, Ademden beri
Sımsıcak sevgilere muhtacım.Bir gün alıp başımı gideceğim
-Yıldızlar ışısın, yollar üşüsün, yollar…-
Belimi bir ılık şal sarsın, mavi
Hüzünlü bir serencamın ardından, şarkısız
Rüyalarım unutulmuş bir handa pes desin
Görmüş geçirmiş bir çift duygulu dudak karşısında.
Kendi kendine çekilmez oluyor ömrüm
Her insanın ayrı ayrı yaşayabilsem kaderinde
Diyarı gurbette kanlı bir aşk
Bahtsız bir çocukluk uzak köylerin birinde
En uzak beyazlar,
En yakın ikindilerde, duygulu
Ve bir sahil meyhanesinde bir akşam
İçip içip ağlasam…
Nasıl kısa kesmeli bilmiyorum?
Herkesin derdinden pay isterken.
Uzak kaderlerin suları çağlar simdi
Yıldızlar dökülür sonsuza içimizden.
Birgün, bir parkta otururken, biliyorum
Bir el yağmurla dokunacak omuzuma
Bir çift göz, bir davet, bir kalp
Çoluğu çocuğu terk edeceğim.
Yapraklar dökülecek, çiçekler solacak
Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak
Toprak ve insan kokularıyla,
Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için
Başımı alıp gideceğim.

12 Ekim 2015 Pazartesi

Hüsamettin..Hadi!


Ne yazmaya gitse elim, ne söylemek istese dilim yarıda kalıyor.
Bir iyi haber alamamanın getirdiği iç çekişler tamamlıyor hep cümleleri.

Ankara'da olanlar, her gün şehit haberleri ..yetmiyormuş gibi bugün de Levent Kırca'nın vefatı.
Sevin sevmeyin..bir döneme damgasını vuranlardan "bize ait"lerden biri o.

Al ..bir iç çekiş daha.

Geveze'nin bile ayarı bozuldu.
Sabah kalktığımda içimde "sordum sarı çiçeğe annen baban var mıdır" diye şarkı söyleyen bir iç ses!
Yok artık...!

Gidip günlüğüme yazacağım. İç dünyamda eşelene eşelene gezmek vakti. Dış dünyaya penceremi açasım yok bugün.

Hüsamettin İncir Ağacımı Getir

bir deli feyz aldı diyordu 
bütün diktatörleri yeryüzünün 
bir başkası gökten zembille inmişti 
ve bir peygamberdi anlaşılmamış 
biri durmadan koşuyordu 
üstünde bir don bir gömlek 
ve bir başkası 
ölmek diyordu 
kurtuluş ölmek 
o genç bir adamdı 
sakalları uzamış saçları kirli 
gözleri cam gibi parlıyordu 
bir noktaya bakıyor 
sessizce ağlıyordu 
beni görünce 
belli belirsiz bir gülümseme geçti yüzünden 
dedi ki 
sivaslıyım 27 yaşındayım adım bekir 
sonra durdu ve bağırdı uzun uzun 
hüsamettin incir ağacımı getir

Ümit Yaşar Oğuzcan

29 Temmuz 2014 Salı

İstanbul Yoktu Sen Olmasaydın

Ben nice İstanbul'lular gördüm sana gelinceye kadar 
Kirli paçavralara benzerdi insanları 
Dostluktan, vefadan yoksun. 
Bölünmüş, dağılmış, parçalanmış 
Ve herbiri kendi ağırlığıyla ezilmiş, yorgun. 
Yüzümde dolaşan birer iğrenç böcekti gözleri 
Bir tutsam 
Yapışır kalırdı ellerime en çirkin yerleri 
Evlerinde bulduğum yalnızlık 
Sokaklarında bulduğum upuzun bir kahırdı. 
Günler boyunca 
Bir başka karanlık gelirdi 
Karanlığın biri kaybolunca 
Güneşler doğardı görmezdim. 
Bir ses durmadan ölüme çağırırdı beni 
Bilmezdim bu şehirde senin yaşadığını. 
Bilmezdim... 

Zindandı bütün meyhaneler 
Duvarlar karaydı 
Köhne bir bizans eskisiydi İstanbul sensiz. 
Semt semt bir ağır yorgunluktu 
Sürekli bir aldanıştı sokak sokak 
Benden en uzak sevgilerde yaşadım yıllarca 
O büyük yalanlarda yaşadım. 
Senden habersiz bir ölü gibi 
Senden uzak zamanlarda yaşadım. 

Mabetler yıkıldı içimde 
Umutlar hayaller yıkıldı 
Bir gün bütün İstanbul yıkıldı. 
Sokaklar kaydı ayaklarımın altında 
Gün oldu kalabalık meydanlarında inançlarım yıkıldı 
Gün oldu 
Gözlerime çiviler çakıldı merhametsiz. 
Toz toz oldum, duman duman oldum 
Aldığını geri vermedi yıllar 
Yitirdim kendimi bu rezil şehirde 
Seni buluncaya kadar. 

Eskiden bir lale hatırlardım 
Yada mavi mavi bir deniz İstanbul denince 
Serin rüzgarlar okşardı saçlarımı 
Rıhtımlar balık balık kokardı. 
Ne zaman 
Yumsam gözlerimi bir gemi kalkardı. 
Vapur düdükleri durmadan öterdi. 
Eskiden bir İstanbul vardı bilmediğim 
Bana yeterdi. 

Sonra kaç yıl yaralı bir hayvan gibi 
Gezdim sokaklarında 
Sonra kaç yıl bir sevgi aradım 
İstanbul'u aradım. 
Belki de seni aradım bilmeden 
Ayaklarımın dibinde den,izler can çekişti 
Şehirler parçalandı 
Bir çağ öldü gözlerimin önünde 
Benim en güzel çağım öldü. 
Bizi topraktan yarattılar 
Gel gör ki... 
Bu şehirde 
Benim toprağım öldü. 

Seni aradım bu şehirde yıllarca 
Yana yakıla seni.. 
Sen kimdin, sen neredeydin kimbilir. 
Hep böyle sensizmiydi bu şehir. 
Bu şehir İstanbul'muydu ? 
Öyleyse sensiz yaşanmazdı bu şehirde 
Gemiler demir almazdı 
Trenler işlemezdi 
Sen olmasaydın 
Bir ömür bitip 
Yepyeni bir ömür başlamazdı içimde 
Bahar gelmezdi 
Ağaçlar çiçek açmazdı 
Seni bulmasaydım 
Ve ben yoktum 
İstanbul yoktu 
Sen olmasaydın... 
Ümit Yaşar Oğuzcan 

1 Kasım 2013 Cuma

Toprak, güneş ve ben... Bahtiyarım...

Selam :-)

Bugün Selin'i dershaneye bıraktıktan sonra Altunizade'den eve kadar yürüdüm yaklaşık 40 dakika. O kadar özlemişim ki sonbaharın serin dokunuşunun yüzümde ve saçlarımın arasında gezinişini, arınıverdim yaşımdan ve yaşamımdan..sadece anın tadını çıkarttım doyasıya.

Hani tam da Nazım Hikmet'likti ruh halim:

...
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...

Eve geldiğimde çocuklarımın okuldan geldiklerinde mutlu olacakları bir yuva için birşeyler yapmaya çalıştım. Tereyağlı pilavın pişerkenki misss gibi kokusuna et sote eşlik etsin dedim. Her tarafı derledim topladım sonra cama çıkıp gelişlerini beklemeye başladım. Gökyüzü yine griydi ve kış geliyor dercesine erkenden kararıyordu hava. Huzurdu içime çektiğim ; sonbaharı sevdiğimi düşündüm.


Sararmasaydı yapraklar, bitmesi gereken bitmese gelir mi hiç ilkbahar...ilkbaharı sevenin sonbahardan nefret etmesi mümkün mü? Yere düşen her yaprak hüznünü taşırken tüm mağrurluğuyla ardından gelecek tomurcuğa ,yeniden başlamaya,yaşamın devinimine sevinmez mi içten içe?


Serin havayı içime çektim bir kez daha. Dudaklarımda varlığını özlediğim tebessümümün geri gelmesinden doğan keyif çocuklarımın ödevleri ile minik kanatlarını çırparak eve girişleri,her şeyin ama her şeyin ancak hayal edebileceğim kadar sıradan olabilmesinin lüksü..şükrettim tüm gönlümle Allah'a. Şükrettim bana verdiklerine ve çok istediğim halde vermediklerine. Zaman o kadar haklı çıkarttı ki bana verilmeyenin veya benden alınanın benim iyiliğime oluşunu. Sonucunu hemen görmesem de eminim artık şükrün gereğine.

Sonra hiç beklemediğim bir yerden iş teklifi aldım.Sonra sohbetini , tanıdığım bir milyon insanın sohbetine yeğ tuttuğum biriyle uzun zaman üzerine 1 saate yakın sohbet ettim. Saygı ve iyi dilekler sabahın tazecik çiy damlaları misali doldu gönlüme; onu karşıma çıkartan hayatın sevilmeye değerliğini bir kez daha takdir ettim.

Sonra Üsküdar'da sedir ağacının altında içilen kahvenin keyfi bir kez daha girdi aklıma..yinelemeye karar verdim
Sonra ne dağınık ne birbirinden bağımsız parçaların bütünü oluşturduğu bir günü yaşadığımı düşündüm
Sonra, nadiren de olsa hissettiğim "bugün İstanbul güzeldi" duygusu doldu içime
Ve sonra , bu kez de Ümit Yaşar'ın şiirinden mısralar geldi aklıma:

...
istanbul bulut bulut sevdiğim
kimi beyaz mı beyaz
ince, tül gibi
kimi katran misali kara
bulutları da insanlarına benzer istanbulun
inanma sevdiğim, inanma bulutlara

istanbul yağmur yağmur sevdiğim
kah ince ince
kah bardaktan boşanırcasına
hele bir yağmur yağmaya görsün
ölürcesine yaşanır bu şehirde sevdiğim
ve yaşanırcasına ölünür


Camı kapatıp içeri girdim. İstanbul dışarıda, çocuklarım ile yaşamayı sevdiğim hayat içeride kaldı.