Küçük kızım 15 yaşında.
O yaştaydım ben üniversiteyi kazandığımda.
Bir sonra Trabzon'u ardımda bırakıp İstanbul'da tek başına üniversite okuyan çocuk-ergen-genç kız karışımının en saçma örneğiydim.
|
üniversite 1.sınıf |
Yaşadığın coğrafya kaderini belirler hikayesindeki gibi bir şey bu sefer anlattığım. Gerçek isimleri kullanmadığımız için Dila diyelim arkadaşımın adına.
Dila adında, aynı semtte oturduğumuz için okula birlikte gidip gelmeyi adet edindiğim bir arkadaş edindim. Bamya kadardı desem herhalde ayıp olmaz. O kadar minnacık ve o kadar zayıf bir kızdı ki kolunu tutarken zarar vermekten korkardım. Koskocaman , koyu renk ve her zaman büyük bir ciddiyete hüznün eşlik ettiği gözleri vardı.
Ben deli dolu, çılgın ve yeniliklere açık kocaman bir çevre edinmeye başlarken o sınıfın arkasında toplanan, kimi örgü ören,her zaman diz altı etekler giyinip saçlarını düzgünce toplayanlarla arkadaşlık kurdu. Küfretmezlerdi. Ders kaçırmazlardı. Aşık olmazlardı.Siyasi söylemlerini hiç duymadım. Çayı karıştırırlarken kaşığışakırdatanlara küçük ayıplayanbakışları vardı. Abi çok sıkıcılardııııı.
|
Üniversitem :-) |
Ben hırthırdavatın içinde kendi rengimi ve şeklimi ararken,artık onunla okula gidip gelmeyi kesmişken yine de dostluğuna ve görüşlerine değer verir, oğlanın birine sinkaflı küfürler ettiğim esnada kocaman kahverengi ciddi gözleri ile bakışım kesiştiğinde utanıp kendime çeki düzen verirdim. O da kendini tutamayıp ellerinin ardına gizlediği kontrollü küçük ama içten tebessümünü salıverirdi.
Otobüslerin İstiklal Caddesi'nde geçip Taksim'e geldiği, biletçilerin arka kapıdan bindiğinizde bilet kestiği yıllardan bahsediyorum. İstanbul yeşil,insanlar daha insandı.
Bazen Taksim Parkı'na giderdik birlikte. Ayrı yanlarımız gittikçe keskinleşirken dostluğun derinliği de garip şekilde artar olmuştu. Dertleşir, kimselere anlatamadığımız duygu,düşünce ve sorunları birbirimize anlatırdık. Sanırım o zaman da şimdiki gibi en büyük kriterim "yargılamayış" idi. Hak vermez ama yargılamazdık birbirimizi. Küçük tokatlarla başıma vururken kahkahalarla güler ve saçmalıklarımı onaylamadığını anlatırdı. Ben ise onu yoldan çıkartmak için bildiğim her şeyi dener ama başarısız denemelerimin fark edilmesine de aldırmaz neşeyle devam ederdim uğraşmalarıma. Bir ara aşık oldu. Nedendir bilmem lakaplar takardık , isimlerini kullanmazdık oğlanların. Çingenelerin bakla fallarındaki azgın sex dolu detaylar ikimizin de kulaklarına kadar kızarmasına neden olurdu. Kaderin bir baklanın saçılışında saklı olduğuna inanmak kadar saçmaydı hayatı bildiğini sanmak..henüz bilmiyorduk bunu.
Bir gün evine gittim onu almak için. Lisedeki öğretmenine gidecektik ,vefa ziyareti ve teşekkür için. Annesi ile tanıştırdı beni. Sonra yolda açıkladı, annesi vefat etmiş,üvey annesi imiş. İyi kadınmış. Sağolsunmuş.
Böyle ağır bir yükü,üzüntüyü kendinde tutabilmesine hayran kalmıştım. En ufak detayı dağlara denizlere yayan benim gibi bir ikizler mensubu için hayranlık duymamak mümkün değildi. İçimde bir başka yeri oldu o günden sonra.
Annemlerin Trabzon'dan beni görmeye geldikleri bir gün Dila'yı onunla tanıştırdım. Aralarında çabucak kurulan ilişki, güzel bağ kesinlikle hepimize mutluluk verdi. Seneler sonra ayrılırken annemin hüzünle "seni kime emanet edeyim de gideyim" deyişi benim aklımdan çıkıp gittiyse de Dila hiç unutmamış..zaman geçince öğrendim bunu.
Zaman geçti...
Yaşasın Facebook. Yitirmişken bulduğum onca kişi arasında Dila da var artık. Evlenmiş, çocuğu olmuş; neredeyse tüm Türkiye'nin tanıdığı bir isim artık. Üstelik torpilsiz, tamamen kendi hakkettiği şekilde başardı bunu.Pek haberleştiğimiz söylenemez. Okulun son senesinde çıktıkları çocuklarla evlenmiş hanımhanımcık arkadaşları ile görüşmeyi sürdürmüş ve bana onlar hala sıkıcı geliyorlar. Bir kere bir araya geldik, eskisi kadar kırılgan olmasa da hala çok temkinli bakışları var.
Geçenlerde "durum" bilgisinde annemlerin fotoğrafını paylaşmıştım, temkinli bir "görsem mutlu olurdum,çok selam söyle Rabia Teyze'me " mesajı yollamış bana. 30 yıl geçmiş aradan, hatırladıkları kendisini hatırlıyor mu bilmemenin durağanlığı var mesajında tabii.
"Kendin söylesene mesajını, telefonu 053. ... ... ..." diye yazdım cevabı." Ben önden arayıp ona seni hatırlatmayacağım . Çekinme sen bi ara" dedim.
Anadolu insanı, şu eski nesil efsane biliyor musunuz? Dila'nın çekinerek açtığı telefonda "Dilaaa kızımmm" diye annesizliğini unutmamış,onu anne yüreği ile kucaklayan bir ses karşılamış onu. "Seni Allah'ıma emanet ettim ayrılırken,hep dua ettim sana hiç unutmadım" demiş annem. Araya yıllar girmemişcesine sıcacık kucaklamışlar telefonda sözcüklerle.
Bugün, bir çok telefonu açmıyorum. Haklı görüyorum kendimi. Kafam yorgun,zamanım yok,boş konuşuyorlar,bu konu benimle ilgili değil,amma yapıştı bu da haa, aman bi açarsam kapatmaz vs vs .
vs.
İnsan olmak yük gelmiş bana. 30 yıl önce vedalaştığı annesiz ve hassas bir kız çocuğunu 30 sene kalbinde taşıyan ve dualarında yer veren anneme baktım, kendimden utandım. Ne makamlar almışım ,insanlık makamından uzaklaşmışım.
Şükür ki görmeyi dilediğim içindir belki, gösteren ve hatırlatan çok oluyor bu eksikliğimi.
Bir evlat,bir anne sadeliğindeki bu kesişimde herkes kendi payına düşeni aldı.
Görebilmek,duyabilmek ve insan olabilmek dileğimizdir.