1980'lerde çalışma hayatında sabah, aceleyle yenen poğaça ve çayların eşliğinde "ne çok işimiz olduğuna" söylenerek ve "neleri başardığımızı" paylaşarak başlardı. Daha iyi koşullar için birbirimize yol gösterir, gruplaşmalarda yer alıp kendimiz gibi insanlarla dinlenir , eğlenerek ve yardımlaşarak çalışırdık. Herkes düzgün giyinir, düzgün konuşur ; kişi tehdidiyle değil sistem cezası korkusu ile hizaya girerdi. Sistem vardı.
İş çıkışında üstlerimiz altlarımız birlikte Ortaköy'e iner, biz istemeden önümüze konan milyon çay eşliğinde 51 oynar ve gün boyu yaptıklarımızla-birbirimizle ama en çok da kendimizle dalga geçip gülerdik. Kumpir yeni modaydı. Komik öyküler ile doluydu sohbetlerimiz. Ya da ikili sohbetlerde samimi, içten anlatılan dertler- samimi, içten dinlenilen ..paylaşılan dertler vardı. İnsanlar birbirini dinlerken gözlerine bakardı. İletişim sadece ses akışı değildi.
90'larda azcık kaypaklıklar başladı. Sabahlar kaşarlı tostlar, birbirine alınmış simitler, çay ve üstüne "dur bi kahve de içelim"lerle başlar oldu. Siyaset kısa bir sövme aralığı idi. Aşklar, hayatlar,yeni işler, yeni açılan alanlar ve olasılıklar sohbet konusu idi. Sabahın kör karanlığında başlardık çalışmaya gecenin kör karanlığında çıkardık iş yerinden. Oruç tutar, , pencerenden iple sarkıttığımız torbalarımızdaki yemeklerle (soğukta kalsın bozulmasın pratiği) üzerine gazete kağıdı serdiğimiz masalarda birlikte iftar açardık. Lakin sahur hep daha eğlenceli olurdu. Elimizde beyaz iplik ışığı kapatıp "iki lokma daha yesek mi" derdinde koşturmacalarımız😂 Servislerdeki uykularımız tatlı, hala herkes permalı ve kıvırcık.
Sezen Aksu şarkılarında geçmişi anar, geleceğe biraz endişe ama daha çok özlemle bakardık. Gelecek , güzel ihtimalleri de barındıran dev bir soru işareti idi ama güzel renklerle bezeli...
2000'ler geldi. Anneydik-babaydık. Seçimler ve kriterler, koşullar ve seçenekler hayli değişmişti. Giyim kuşam yine özenli ama artık daha sade..
Bence şeytan yeryüzünde yüzünü aleni göstermişti. "Bizler ve onlar" ayrımı başlamıştı. Tünelin ucundaki ışığı umut sandık. Bazı şeyler iyiye gitmeye başlamıştı. TV'lerde sokaklarda insanlar tartışıyor, bizler dinliyor ama duymuyorduk. Görmek istediğimiz gördük , duymak istediğimizi anladık. Kahvaltılar, aceleyle yenilen simitlere dönüştü. Daha çok da kendi masamızda. Tuhaf kurallar ve tuhaf kuralları koyan tuhaf insanlarla doldu iş hayatı. Yine de dostluk, yine de yardımlaşma vardı. Bir çok hayal gerçekleşiyor gibiydi ; projeler, iyileştirilen çalışma koşulları ..kimin sözüydü o : kimse zehri tahta kasede vermez..altın kaselere dikkat edin. İş sonrası servislerde kitap sohbetleri ederdik bol bol. Sistemde yer aldığı halde cezalandırılmayan ya da düzeltilmeyen şeyleri anlatırdık biraz öfke biraz şaşkınlık ama daha çok " nasılsa düzelir" aldırmazlığıyla. Daha iyi içindi sohbetler, çocuklar, diyetler...Tarkan dinler olmuştuk."Kıskanırın rengi baharda yeşiller,Sevda büyüsü gibisin sen, Firuze,Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu,Üzüm buğusu gibisin sen, Firuze" nin inceliğinden "Kıl Oldum Abi"lere geçisin bir toplumsal deformasyonun açık başlangıcı olduğunu görmüyorduk. Her şeyin kolaylaşması iyi bir şey sandık. Kuralları bir bir omuz atarak yıkıyorduk ve bunu özgürlük sanıyorduk. İyi kalpli ve aptaldık.
2024'ler...yediğimiz ekmekte bile katkı maddesi var. Sabah kahvaltıları yerini başka kültüre ait kahveleri havalı bir şekilde elimizde tutup yürürken içmemizden ibaret.
Eskisinden bin kat fazla çalışıyoruz ama yetmiyor. Kimse kimseye güvenmiyor. Ne sistem var ne liyakat. Geçmişe dönüp bakmaya yüzümüz yok, gelecek ise tüm renklerden arınmış bir endişe yumağı. Kılıcımız yok, kalkanımız da elden gitmek üzere hissiyatı vakıf . Bizler-onlar az geldi bir de diğerleri var. İş çıkışı sohbet filan yok.. Konu hep siyaset. Kültür gitti, sevgi gitti..dertleşme de gitti . İnsanlar birbirlerini gözleri cep telefonlarında dinliyorlar. -mış gibi yapmanın kitabını yazıyor insanlık.
Şeytan yüzünü gösterdi ..saklamıyor da. ..hala alkış tutanı var bile isteye. Şaşkınız ..