Bayılıyorum TLC'deki "Ya Sev Ya Sat" veya "Kumsal Evleri" türü programları seyretmeye.
Dünya ne güzel ve ben ne kadar azını gördüm dedim önce.
Evleri, seçimleri, önceliklerin farklılıklarını merakla izledim sonra.
Çift lavabonun önemini bir türlü anlayamadım mesela.
Bunun meslek olarak ne eğitim gerektirdiğini merak ettim.
Kaç meslek dalı bir arada çalışıyora baktım.
TV programı olarak bunu düşünüp organize eden beyne saygı duydum.
Minnacık mekanlarda yaşamayı seçenler ile "5 yatak odası 5 banyo bir de bodrum kat, bahçe mutlaka geniş olmalı" diyenler arasındaki farkı düşünüp hangisi neden bunu seçiyor acaba diye de düşündüm.
Bütçeniz ne kadar diye sorulduğunda "1250000 dolar" diyenlerle bildiğiniz papaz eriğin kilosunun 19 TL olduğu memleketimin insanlarını kıyasladım hazin iç çekişler eşliğinde.
"Kendimi burda yemek yaparken hayal edebiliyorum"lar dikkatimi çekti sonra. "Burada arkadaşlarımızı ağırlarken kendimi hayal edebiliyorum"
Coğrafya kadermiş var ya...gerçekten öyle.
Hayal edebilmek kiiim biz kim?!
Hayallerimizi de çaldılar.
Her günkü yürüyüş yolum üzerinde Siyami Ersek Hastanesi var. Onun tam önünde miniminnacık bir simitçi kulübesi. İçinde koskocaman bir adam. Koskocaman adamın oturduğu tabure..kışın kımıldamadan oturmak zorunda orada. Akordeon gibi katlanmış da katlanmış. "Zeytinli mi olsun sade mi" yanından geçerken en sık duyduğum cümlesi. Başka bir şey diyemiyor sanki. Bu cümle ona, hayatına,diline ,damağına yapışmış. Zeytinli mi sade mi..
Ya sev ya terk et diyarı burası.