Ahtapot anne..
30 Eylül 2024 Pazartesi
Ahtapot Anne
Ahtapot anne..
10 Şubat 2024 Cumartesi
gerçek değildiler birer umuttular /eski bir şarkı belki bir şiir
Evlendiğimde TRT'de çalışıyordum.
Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi kirpisi ile dost oldum .
Aynı yerde oturuyorduk.
Sabahları servise aynı yerden biniyorduk
Aynı yaşlardaydık.
Kıpkıvır ve havada duran saçları nedeniyle "kirpi"ydi adı.
Çocuklarım olduğunda, hasta olduğumda, çocukları anaokula yazdırırken formdaki "size ulaşılamadığında ulaşılabilecek güvenilir isim" kısmını doldurmak lazım olduğunda hep o vardı.
O , hep vardı.
TRT servisi Ulus tarafından inerken , Kuruçeşme Parkı'na az kala ikimiz bir atlardık servisten. Güzel bir pastaneden nevalemizi alır, o zamanlar salaş bir yer olan Kuruçeşme Parkı'nın eşsiz manzarasında kâh baharı kâh kışı kâh yağmuru kâh rüzgârı içimize çeker , biz onlara karışırdık.
Yanında uzun suskunlukları paylaşacağınız bir dostunuz oldu mu hiç bilmem. Kirpi ile konuşadabilirdiniz susadabilirdiniz.
Aileler görüşür oldu.Rahmetli anneciği ile annem sıkı dost oldu.
Yılları yolları sırları paylaştık , hayalleri hatta.. inanarak,severek,güvenerek.
Sonra benim ikinci çocuğum oldu. O evlenmemişti hiç. Annesinin sık sık o evli çocuklu kadın sözlerini duyardım da aldırmazdım. Aldırsa mıydım, o mu sebep oldu uzaklaşmamıza bilmem. Gözden ırak kaldım gönül de gereğini mi yaptı..onu da bilmem.
Ama Başak burcunun sarsılmaz inadıyla suskunca verdi kararı ve ben uzağında kaldım.
İşimdi gücümdü koşturmacam ve yokları kucaklamamdı.. kim bilir benim de körlüğümü besleyen ne hatalarımdı sebep.
Ama o TRT'deki aynı grupla dostluğu sürdürüp beni usulca dışarda bırakmıştı asla kırmadan üzmeden.
Bu dışarda bırakılışı ancak fark ettiysem demek... suçlu o diyemeden.
Anneciği vefat ettiğinde evindekiler yani bizim eski dostlar yani hala görüşenler ama beni eskilerden hatırlayanlar sevecen ( nezih insanlardı onlar) tebessümlerle kucakladılar beni. Onlar , Kirpi'nin artık neyi yiyip neyi yemediğini bilecek kadar iyiydiler. Ben ıslak hamburger sever derken o vegan olmuştu. Ben konuşur sanmıştım o susar olmuştu. Ben hep orada sanmıştım...o gider olmuştu.
Geçen hafta cesaretimi toplayıp "buluşalım" yazdım.
Urla'ya taşınmış.
İstanbul'a gelince haber ver, geliyorsundur di mi dedim.
Elbette dedi satırlarında bile tebessümü saklı.
Oysa taşındığını gittiğini ama arada geldiğini zaten öğrenmiştim bir başkasından.
Kime ne diyeceğim...suskun ve yalnız kalakaldım bir anda boş gelen Üsküdar sokaklarında.
O kadar benimdi ki..gelemediysem de bekler sandım.
Sonrasında bir Özdemir Asaf şiirinin mısralarında öyle kırgın üzgün kendimi gördüm.
Geleceğim, bekle dedi, gitti
Ben beklemedim, o da gelmedi.
Ölüm gibi bir şey oldu.
Ama kimse ölmedi...
7 Mayıs 2021 Cuma
1 YILDA HAYATIMDA NELER DEĞİŞTİ? MİMİ
Deep (tık) bloğunda bahsetmiş ;
" Berra (https://berraed.blogspot.com/2021/04/1-yilda-hayatimda-neler-degisti-mimi.html) çok hoş bir mim düşünmüş Mimler her zaman keyifli oluyor ve bizleri kaynaştırıyor" diye.
Mimlere bayılan bendeniz de hemen atladım üstüne tabii. Buyrun efendim :
28 Şubat 2021 Pazar
Baygın Bakışlarına Kurban Olduğum Doktor
Nehir "anne karnım ağrıyor" dedi.
"Ayaklarına çorap giymedin mi yine sen" dedim yüzyıllarca annelik genlerinin aktarımını dile getirip.
Sonra kustu.
Normal görünse de akış, örümcek adamdan hallice olan annelik güdülerim alarma geçti ve Özer ile birlikte Nehir'i Haydarpaşa Numune Hastane'sine götürdük bir koşu.
17 yaşında olduğu için çocuk servisine gitmemiz gerekiyormuş.
Çocuk servisine gittik.
İnanılmaz nazik ve iyi insanlardı bizimle ilgilenenler.Sırf onların hatırına ve pandemi döneminde ne kadar perişan olduklarını bildiğimden ,ayakkabılarının "hepsini" kapısının önünde apartman ahalisinin koklaması içinbırakan sağlık görevlisi çocuklara sesimi çıkartmıyorum. Normalde o kapılarının önündeki bot ve ayakkabı deryasını fakir fukaraya dağıtır çıplak ayak bırakırdım onları uyarılara rağmen sürdürdükleri bu iğrençlikleri için.Neyyyse...
Nehir'e karın ultrasonu çekildi ve kan tahlili yapıldı.Toografiye karar kılınmıştı ki Zeynep Kamil Hastanesindeki çocuk cerrahıyla yaptıkları görüşme sebebiyle serum bile bağlayamadan apar topar o hastaneye yolladılar bizi.
Yıllar önce okumuştum bir yerlerde : avukatın genci doktorun yaşlısı makbulmüş.Doktor yeniden kan tahlili aldı. Ufak tefek , çizgi film karakterine benzeyen, iddiasız görüntüsüne tezat zeki ve sakin gözleri olan doktora göz hapsine almış olmalıyım ki sakin bir sesle "sakin ol annesi" dedi.
Hahaha ..sen dersin de ben olamam doktorr...kontrollü sakin dururum da sakin olamam işte.
Kan tahlili sonuçlarına baktı. Nehir'e "parmak ucunda kalk" dedi. Sonra da" bırak kendini yere bas" dedi. Sonra bana döndü ve" ameliyata alıyoruz " dedi.
Baygın bakışlarına kurban olduğum doktor. ..öldür beni!Di mi?
"Tomografi çekeceklerdi öteki hastanedeki doktorlar..siz de bir baksanız o şekilde emin olsak hocam" dedim saygısızlığımı farkında olup hitap ile üstünü örtmeye çalışarak.
Çizgi film karakteri hızıyla döndü bana ve az sonra uyuyacakmış gibi kapalı göz kapaklarının ardından ciddi,sakin baktı yüzüme. "Ben teşhisimden eminim. Ne diye çocuğa o kadar radyasyon yükleyeceksiniz? 130 röntgen çekilmiş gibi radyasyon...gerek yok" dedi. Sonra sabır ve öfkeyle karışık "ben eminim de sen emin değilsen al götür çocuğu fenalaşırsa gelirsiniz derdim ama..riske atmak istemiyorum annesi" dedi.
Bir saat içinde Nehir ameliyat oldu. Apandisit ameliyatı başarıyla sonuçlandı.
. Ameliyat öncesi giydirdikleri siyah ameliyat elbisesi ile ablasına ve babasına yolladığımız komik fotoğraflar elimde bakakaldım ameliyathane kapısından geçerken korkudan kocaman olmuş gözleri ile bana el sallayan kızıma.
Yine yapayalnız hissettim kendimi.
Odaya gidip içine bir kaç yıl sığdırmış oldukları birbuçuk saati beklemeye koyuldum.
Gerçekten çok yalnız hissediyordum.İçimde Uçan Hollandalı'nın hayalet gemisini yüzdürdüğü karanlık koca bir okyanus vardı.
Sonra Nehir odaya getirildi. Apandisit sırta doğru gittiği için laparoskopi ile değil açık ameliyat ile almışlar . "Başardım" dedi bana bakıp. Çok korktuğunu görebiliyordum. Hemşire "çok cesurdun" dedi sağlam bir ciddiyetle. O an idrak ettim ki, kızım 17 yaşında da olsa bir çocuğa seslendiği gibi sevecen ve sakin, moral verici ve müşfik davranılmasına ihtiyacı vardı ve bu yüzden 18 yaş altı insanlar yine de çocuk servisinde olmalıydı. Erken büyütmenin manası yok çocukları di mi? Ne çocuk ne genç..hem çocuk hem genç. Ne zor yaşlar hem yaşayan hem birlikte yaşayan için. Karmaşık ama özel, zor ve güzel.
Bizim doktor geldi ,Nehir ile gülerek ,sakin ve ciddi ilgilendi. Sonra yine sakince bana dönüp" sakin ol annesi " dedi.
Şimdi şu var. Ben zaten yapı olarak sakin bir insanım; iş ki biri çocuklarıma ilişmesin. Davranışlarım da sakin ve kontrollüdür her zaman, hatta o zaman bile. Ama o, tecrübeli gözleri ile içimdeki deli gömleği giymiş debelenen anneyi görebiliyordu.
Doktora şapka çıkardım.Saygın ve mesafeli tavrına ayrı, Nehir'im için yaptıklarına ayrı.
İki gece kaldık hastenede. Diğer detaylar şimdi lüzumsuz geliyor bana. Ayrılırken Nehir "şu battaniyeyi satın alsak da eve götürsek" dedi, ona çok güldüm sadece. Kerameet battabiyede değil, yorgun bedeninin ihtiyaç duyduğu huzurlu uykudaydı , o yüzden çok güzel uyudun" diyecektim ama sustum.
50'li yaşlarımda ancak öğrenebilmişim susmayı. İlla doğrusunu söylemek ne gereksiz şeymiş. Bırak, bazı şeyler hayalindeki gibi kalsın insanların. Bırak, hayat herkesin ruhunda kendi şekli ile yer alsın.
Hala öğrenmeye çalışmak, "ben böyleyim n'apim" demeden hayatla birlikte evrilmeye devam etmek..bu da benim ailemden gelen eğitimle edindiğim şans olsa gerek. Hamdolsun.
22 Ocak 2021 Cuma
Covid Oldum Bennnn..
Aralık ayında evden hiç çıkmayan, hatta kargo görevlisi ile teması bırakın kargolar dışarıdan geliyor diye balkona atıp elini sürmeyen kızıma Covit tanısı konuldu. O kadar gripti ve o kadar garipti ki gelişmeler;hiç kondurmamıştık. Yine de temkinli şekilde izledik ve bir gece aniden ateşi 38.6'ya fırlayınca kapıp bir özel hastaneye götürdük. Hala covit olmama ihtimali geçerliydi bizim için, devlet hastanelerinin yoğunluğu riski de arttırıyor neme lazım diyerek özel hastaneye koşturduk. Doktor muayene etti, öyküsünü diledi ve "bence grip gibi ama tedbiren tahlil yapalım" dedi. O arada ateşi düşsün diye serum verildi. Sadece doktor muayenesi ve serum için 750 tl ödedik. Test, doktor istediği için ücretsizdi.
Paran yoksa öl bu memlekette. Paran varsa da çok çok yaşa :-)
Biz eve döndük , filyasyon ekibi anında geldi diyebilirim. Hepimiz karantinaya alındık. Onlara, 16 yaşındaki kızıma da test yapmalarını rica ettiğimi ilettim. Aynı anda aynı semptomları vardı. Devlet 18 yaşın altına ilaç vermiyor zaten..pozitif çıksa sadece karantinaya alacağız. E zaten girdi karantinaya ablasından dolayı..boşuna canını yakmayın çocuğun dediler. Eşim, kronik hastalıkları ve iş yerinin talebi nedeni ile test talep etti. Ona test yapıldı. Bana yapılmadı çünkü en ufak bir rahatsızlığım yoktu.Eşime yapılan test sonucu negatif çıktı ama kesinlikle memleketteki en pozitif adamdı o aslında. Koku ve tat tamamen gitmişti ve gribal enfeksiyon semptomlarının tamamı vardı.
İki oda bir salon evimizde tuhaf bir karantina dönemi başladı. Evde benden başka herkes covit olduğu çin mantıken benim korunmaya alınmam gerekiyordu ama ben deli gibi gidip gidip kızıma sarılıp öpüyor ve korkmamasını söylüyordum. Zaten bir korku emaresi olmayan kızım ise deli gibi benden kaçıyor ve kendisinden uzak durmamı rica ediyordu. Annelik, kesinlikle dengesiz ve tanımlanamaz bir şey.
4 gün sonra sağ kasığımda ağrı ve dizkapaklarımın ardındaki ağrı peydahlandı. Gece de ateşim çıkıverince filyasyon ekibini aradım ve durumu anlatarak test istedim.Bakın burası şokomelli...tam bir muamma!
112'yi arıyorsunuz. Derdinizi hızlı ve net anlatıyorsunuz zamanı harcamamak adına. Karşınızdaki Durun sizi filyasyon ekibine aktarim diyor. Yine anlatıyorsunuz..karşınızdaki görevli nerede oturduğunuzu soruyor. Üsküdar deyince "aaa burası Avrupa Yakası 112 durun sizi aktarayım diyor..siz dumur oluyorsunuz. Aktarıldıktan sonra karşınıza çıkana hızlı hızlı yine durumu anlatıyorsunuz. Durun sizi filyasyon ekibine aktarim diyor. O son aktarılan yerdeki görevli sizi dinledikten sonra "3 gün içinde gelir test ekibi " diyor.
Ölümcül bir virüs taşıdığınız aşikar ama 3 gün bekle deniliyor. Gel de mucizelere inanma. Elbette virüse de rica ederiz 3 gün bekler yani ne olacak.
Memleket işleyişini bildiğim için her gün arayıp " bugün gelecek misiniz" diye hatırlatıyorum 112 ekibine. Bir yandan da içim gidiyor ne kadar yorgun ve yoğun olduklarını bildiğim için. Onlara sitem etmiyorum, duadan ve takdirden başka bir şey hak etmiyorlar.
3.gün "bugün artık gelirsiniz değil mi" dediğim görevli ilçe sağlık müdürlüğünü aramamı salık veriyor. Meğer ilk gün de orayı aramam daha doğru olurmuş. Sİtem etmiyorum, ilçe sağlık müdürlüğünü arıyorum.Empati yoksunu ve iletişimden bihaber görevli bana yoğun olduklarını, test yaptırmak için kendi aracımla hastaneye gitmemin iyi olacağını söylüyor. Arabam yok dediğimde ise "otobüse binin o zaman" diye öneride bulunuyor. Buna , buraya yazarken bile inanamıyorum biliyor musunuz? Hani bizzat olayı ben yaşadım ama covit olduğum kesin test ve ilaç istiyorum diye arayana otobüse bin hastaneye git diyen bir ilçe sağlık müdürlüğü yetkilisi olduğu gerçeği beni deli ediyor. Kendisine "hasta mısınız?" diye sormam üzerine taksiye binin o zaman diye öğüdünü güncelliyor.
Otobüste 50 kişiye bulaştıracağıma varsın taksi şoförü güme gitsin..1 kişiye indirdik zaiyatı; harika çözüm.
Görevli tepki vermem üzerine "ayakkabım yoktu,baktım karşımdakinin ayakları yok halime şükrettim" politikasına girişti.Az evvel 90 yaşında yatalak teyzenin kendisini arayıp yalvardığını, benim halime az değil çok şükretmem gerektiğini, ayyyyyy neler neler var bilsem ah ah diyeceğimi belirtti.
Telefonu kapattım ve son yıllarda olumlu düşünmek, yargılamamak, öfkeyi yok etmekle ilgili okuduğum/duyduğum/öğrendiğim/inandığım her şeyi hatırlamaya çalıştım.
Son derece üzgün olarak üzerimi giydim. Karantinayı delerek sokağa çıktım. Kurbanımı rastgele seçip taksiye bindim. Kafamı taksi canımdan dışarıda tutup hastanenin adını verdim. Hastaneye yürüyebileceğim mesafede de erken erken indim.
Devlet hastanesine gittim. Doktor kayıtları açıp kıpkırmızı çizgi ile çizili adımı görünce çığlığı bastı. "Sizin karantinada olmanız lazım ne münasebet buraya gelirsiniz" dedi. Ona durumu anlattım. İkimiz de çaresiz birbirimize baktık uzak mesafeler-koltuklar-sarı bantlar arkasından. Bana test yapıldı. Ağrıyan dizlerime aldırmaksızın oradan eve geri yürüdüm. Bir taksi şoförüne daha kafası dışarda dili sarkmış müşteri travması yaşatmayacaktım.
Eve geldikten kısa süre sonra "pozitif" ibaresi belirdi e -nabız'da. Sonra ilacımı merdivenlerden yukarı fırlatıp "abla kusura bakmıyosun di mi" diyen dünya tatlısı çocuklardan oluşan filyasyon ekibi ilacımı getirdi.Artık hepimiz pozitif olduğumuza göre rahat eder birbirimizi kucaklar ve aynı sofraya oturabiliriz dedikse de hem aile hekimi, hem Ankara'dan arayıp duran istatistikçi doktor abiler buna "hayır" dediler. Virüs zayıflamışken birimizde, virüsü güçlü olan olumsuz etki edebilirmiş veya mutasyon geçirmiş virüs olabilirmiş birimizdeki filan falan. Ki , bir yerlerde okudum kasık ağrısını mutasyon geçiren virüs yapıyormuş.
Aile hekimimiz muhteşem. Her gün aradı tek tek ilgilendi bizlerle. Onun dışında ne gelen oldu ne de kontrol eden. Kendi halimizde geçirdik karantinayı. Allah hepinizden uzak etsin, ama yakalanırsanız da böyle 3-5 gün diz arkasında ağrı ile geçirip gitmenizi nasip etsin.
Bitmedi!!!!!!!
Hastalık sonrası yeterli antikor ürettik mi diye test yaptıralım dedik.
Devlet hastanesi-dahiliyeye gideceksin denildi.
Randevu aldık gittik. Hangi hastane , ismini vermeyeceğim ama doktor sigara içyor herhalde maskesinin ağız kısmında nikotinden oluşan koyu kahverengi kocaman bir alan vardı ve öğürmemek için tepinmek zorunda kaldım.O hastanede test yapılmıyormuş..şaşırdım kaldım. Danışmaya gittim sordum..bilmiyormuş nerede yapıldığını. Laboratuvara yönlendirdiler. Gittim sordum..onlar da bilmiyor. Te Allah'ım ya Rab'bim dedim alo 182'yi aradım. Onlar da bilmiyor. Vallahi diyorum. Korkunçlar. Ağzını yaya yaya "hanfendi biz hangi hastane hangi testi yapıyor nerden bilelim...hastanelere sorcaksınız" diye de akıl veriyor. " Pardon sağlık bakanlığına sormalıydım " dedim önce. Sonra avaz avaz "sağlık bakanlığı orası kızım sen bilmeyecen de babam mı bilecek deli misin. Rastgele bir şey değil covt süreci ile ilgili spresifik bir şey sorduğum" diye çemkirdim. Uzun uzun kavga ettik."Beni Cimer'e şikayet et o zaman" dedi. Eh, bu işlerin içerisindeyim ve ne demek istediğini biliyorum onun. "Adınızı verin bana " dedim, gerildi. İsmini aldım artık doğru yalan ve CİMER'i aradım. Saat 10:10. Mesai saatlerinde arayın nakaratlı bant kaydı çıktı. Olumlu düşünmekle ilgili birileri bişi dediydi diye mıkırdandım. Sonra "küfür ruhun yelpazesidir" deyişi daha gönlüme yakın geldi. Yol boyu ağzıma ne gelirse söyledim.
İlçe sağlık müdürlüğünü aradım bir kez daha. Devlet hastanelerinde bu test yapılmıyor demesin mi..dumuruma dumur katıldı. Sağlık Bakanlığı çağrı merkezindeki kadın bunu nasıl bilemez di mi ya? Bilmiyor. Korkunç. Vallahi covitten beter korkunç. Devlet, işleyiş, sistem...bitmiş gitmiş.
3-5 özel hastane ve laboratuvar aradım. 250-350 arası fiyat aldım. Aklıma geldi Kızılay'ı aradım. 120-140 fiyat verdiler,yapıyorlarmış testi.
Bu süreçte çok fena halde doktor olan tatlı kuzenim (Suna) çok aradı sordu yol gösterdi ve ilgilendi bizimle. 9 ile 29 yaşlarım arasında görüşmemiştik onunla. Sebebini bizim de bilmediğimiz uzun saçma bir kopukluk vardı aileler arasında. Sonra o, kocaman bir devrimci gibi ön yargıları-desinleri-kuralları yıktı ve dost elini neşeyle uzattı. Varlığı hayatımı zenginleştirdi. Onunla olmak ve iletişimi devam ettirmek beni çok mutlu ediyor. Bu da saçmasapan covit sürecinin "iyi ki"lerinden biri benim için.
Mesnevi okumaya başladım, çocuklarımla dolu uzun harika günler geçirdim, onlara bir şey olacak diye kafayı yedim...ve tat duyusu gitse de yine de çok çok yedim.
Ben bende yokken olagelen bunlardı :-)
15 Kasım 2020 Pazar
Sen İki Ters Bir Düz Kırgınlıklar Örerken Beş Numara Şişle..Anne
Anneliği yeni tattığım dönemlerde internet de yeni başlıyordu ve dünya ile dünyam eşdeğer sayılabilecek bir hızda değişiyordu.
Anneliği, "7 üniversite bitir, ilk annelik deneyiminde cahilsin" diyerek tanımladım hep. İstanbul'da yapayalnız olmam, bilgi ve deneyimleri internette aramayı, bu da internetten edindiğim dostlukları getirdi.
20 senedir dost kaldığım güzel anneler, o güzel insanlar yaşantımın vazgeçilmezi. Bazılarının yüzünü halen hiç görmedim. Bazılarını 1-2 kez. Bazıları ise görmezsem ölürüm sıklığında. Ama hepsi can..canan. Çocuklarımız bir büyüdü...
Neyse, o yıllarda güzel öğretileri olan öyküler pek modaydı. Bir "kabak kafanın da sahibi vardır" ı çok severdim , hatıramda da o kaldı bir de benle ilgilen diyen çocuğunun ders verdiği şu anne. Anne işten gelir çocuk anne benle ilgilen der o da tamam der. Sonra yemeği yapar şunu yapar bunu yapar ve döner gelir ki yavrusu uyumuş üstü açık anne ilgisinden mahrum..anne ağlar. Özeti bu.
Neredeyse bütün arkadaşlarım suçluluk ve üzüntüyle hikayeyi paylaşırken "bunun babası nerde" dedim öfkeyle. Anne perişan çocuk perişan ama baba ortada yok. Yav anneyi suçlayana kadar babayı gömsenize azcık?
Bugün bir şiir okudum.Şiir, Romanya’da düzenlenen Uluslararası Edebiyat Festivali’nde 2019 Avrupa Şiir Yarışmasında en iyi Türk şiiri seçilmiş.
Bence okuyun...hayat aynı sorunun cevabını her evrede farklı veriyor ve hepsi ayrı doğru.
Karşı Evin Annesi
Sen iki ters bir düz kırgınlıklar örerken beş numara şişle
Yumuşacık kakaolu kekler yapardı karşı evin annesi
İmrenirdim
Mutfağındaki eksik malzemeden bihaber
Tepeleme dolu kızgınlıklar yüklerdim dişlerimin arasına
Bilmezdim anne
Karşı evin babasında bitermiş iş
Bunu görmezdim
Hep başın ağrırdı
Başın, hep ağrırdı
Sırf bu yüzden bile bazı zamanlar
Seni sevmezdim
Küçüktüm anne
Bilseydim evinde su faturası ödenmemiş
Çeşmeden akmayan suya
İsyan etmezdim
Sen iki kere ikinin dört ettiğini ekmek hesabından bilirken
Mis kokulu çamaşırlar asardı karşı evin annesi
Özenirdim
Ellerindeki çamaşır suyu kokusundan rahatsız
Çocukça bir küskünlük eklerdim gecelerime
Oysa ellerin ruhuma akarmış saçlarımdan
Ömrümü tararmış titreyen parmakların
Bilmezdim anne
Büyümek denen illet dayanıncaya dek kapıma
Ellerinin ne muhteşem olduğunu bilmezdim
Küçüktüm anne
Yoksa
Gün aşırı patlayan sarı ampulü
Mumla yamayacak yüce gönlünü
Ezecek kadar ezilmezdim
Sen çalı süpürgesiyle süpürürken dış kapının ağzını
Taze boyalı saçlarını savurarak süzülürdü karşı evin annesi
Ayağında yüksek topuklu bir isyan
Düşündüm de şimdi
Ne iğreti dururdu o topukların üstünde dursan
Senin çatlamış ayakların vardı anne
Hacı şakir kokardın en beyazından
İncecik bir yemeniyle gizlerdin
Ölünce her bir teli yılan olacak sandığın sırma saçlarını
Çok yeni anladım anne
Ağaran her saç telinden üstüme düşen payımı
Çocuktum anne
Bir bisikletim olsa bütün mutluluklar benimdi
Babam eve sarhoş gelmiş geç gelmiş
Hepsi sabah sokağa çıktığımda biterdi
Bilmezdim anne
Karşı evden arta kalan çantalar dolusu giysi
Üstümüze cuk otururken
Ruhuna azap olur akarmış
Bilmezdim benim annem gözünün yaşıyla her bayram
arifesi
Vitrinlere bakarmış
Sen ilkokul fişlerimi kardeşimle hecelerken
Telefonu keşfetmiş karşı evin annesi
Bilsen ne cahildin ne görgüsüzdün gözümde
Yak deseler yakacağım o dakika dünyayı
Yık deseler
Ne şu eski divan kalacak
Ne çiçekli perdeler
Şimdiki aklımla ah bir sorsalar bana
Desem
O tertemiz günlerim
Hani şimdi neredeler
Ben ay sonunu nasıl getireceğim diye
Hesaplar yaparken bir gün
Oğlum nefes nefese yararak ortalığı girdi içeri
Yumuşacık kakaolu kekler yapmış dedi karşı evin annesi
Çok geç anlıyor insan anne
İlle de kendi annesi
İlle de kendi annesi
Deniz İnan
8 Eylül 2019 Pazar
Dila
üniversite 1.sınıf |
Dila adında, aynı semtte oturduğumuz için okula birlikte gidip gelmeyi adet edindiğim bir arkadaş edindim. Bamya kadardı desem herhalde ayıp olmaz. O kadar minnacık ve o kadar zayıf bir kızdı ki kolunu tutarken zarar vermekten korkardım. Koskocaman , koyu renk ve her zaman büyük bir ciddiyete hüznün eşlik ettiği gözleri vardı.
Üniversitem :-) |
Bazen Taksim Parkı'na giderdik birlikte. Ayrı yanlarımız gittikçe keskinleşirken dostluğun derinliği de garip şekilde artar olmuştu. Dertleşir, kimselere anlatamadığımız duygu,düşünce ve sorunları birbirimize anlatırdık. Sanırım o zaman da şimdiki gibi en büyük kriterim "yargılamayış" idi. Hak vermez ama yargılamazdık birbirimizi. Küçük tokatlarla başıma vururken kahkahalarla güler ve saçmalıklarımı onaylamadığını anlatırdı. Ben ise onu yoldan çıkartmak için bildiğim her şeyi dener ama başarısız denemelerimin fark edilmesine de aldırmaz neşeyle devam ederdim uğraşmalarıma. Bir ara aşık oldu. Nedendir bilmem lakaplar takardık , isimlerini kullanmazdık oğlanların. Çingenelerin bakla fallarındaki azgın sex dolu detaylar ikimizin de kulaklarına kadar kızarmasına neden olurdu. Kaderin bir baklanın saçılışında saklı olduğuna inanmak kadar saçmaydı hayatı bildiğini sanmak..henüz bilmiyorduk bunu.
Yaşasın Facebook. Yitirmişken bulduğum onca kişi arasında Dila da var artık. Evlenmiş, çocuğu olmuş; neredeyse tüm Türkiye'nin tanıdığı bir isim artık. Üstelik torpilsiz, tamamen kendi hakkettiği şekilde başardı bunu.Pek haberleştiğimiz söylenemez. Okulun son senesinde çıktıkları çocuklarla evlenmiş hanımhanımcık arkadaşları ile görüşmeyi sürdürmüş ve bana onlar hala sıkıcı geliyorlar. Bir kere bir araya geldik, eskisi kadar kırılgan olmasa da hala çok temkinli bakışları var.