Anne etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Anne etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Eylül 2024 Pazartesi

Ahtapot Anne



Ahtapot anne..

Dişi Ahtapot çiftleşmeden sonra bir oyuk bularak oraya yerleşir.

Yumurtlamaya başlar ve yumurtlama işlemi bittikten sonra kuluçkaya yatar.

Yumurtalarını yuvanın tavanına çengelle asar gibi dizer.

Yumurtalara devamlı su pompalayarak onların temiz kalmalarını sağlar.

Her ne pahasına olursa olsun yuvasını terk etmez.

Yavrular yumurtadan çıkmadan açlığa dayanamazsa birkaç kolunu yer ve bu şekilde tüm yavrular yumurtadan çıkıncaya kadar hayatta kalır ve yumurtaları korur...

Ancak uzun süren kuluçka dönemi onu aç ve bitkin bırakır, tüm yavrular yumurtadan çıkınca o da yuvasında can verir.

Hayata yeni başlayan yavrular için anne ahtapotun cansız vücudu yaşama tutunmaları için iyi bir besin kaynağı olur.

Bu yüzdendir ki hiçbir dişi ahtapot yavrularının büyüdüğünü göremez...

Sonra ..


Ahtapot ancak taşa vura vura öldürüldükten sonra yenilebilir çünkü. Öldürüldükten sonra vurulduğunda kendisini salmaz çünkü. Daha canlıyken taşlara vurmak, köpük salgılamasını beklemek ve yumuşatmak gereklidir.




İnsndan daha vahşi yaratık yok  dünyada valla diyorum 🙄

10 Şubat 2024 Cumartesi

gerçek değildiler birer umuttular /eski bir şarkı belki bir şiir

 






Evlendiğimde TRT'de çalışıyordum.


Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi kirpisi ile dost oldum .


Aynı yerde oturuyorduk.


Sabahları servise aynı yerden biniyorduk


Aynı yaşlardaydık.


Kıpkıvır ve havada duran saçları nedeniyle "kirpi"ydi adı.


Çocuklarım olduğunda, hasta olduğumda, çocukları anaokula yazdırırken  formdaki "size ulaşılamadığında  ulaşılabilecek güvenilir isim" kısmını doldurmak lazım olduğunda hep o vardı.

O , hep vardı.

Ben, ben olmaya uğraşırken o tuhaf devinimli yılların şapka çıkartılası debriyajıydı Kirpi.



TRT servisi  Ulus tarafından inerken , Kuruçeşme Parkı'na az kala ikimiz bir atlardık servisten. Güzel bir pastaneden nevalemizi  alır,  o zamanlar salaş bir yer olan Kuruçeşme Parkı'nın eşsiz manzarasında kâh baharı kâh kışı kâh yağmuru kâh rüzgârı içimize çeker , biz onlara karışırdık. 


Yanında uzun suskunlukları paylaşacağınız bir dostunuz  oldu mu hiç bilmem. Kirpi ile konuşadabilirdiniz susadabilirdiniz.



Aileler görüşür oldu.Rahmetli anneciği ile annem sıkı dost oldu.

Yılları yolları sırları paylaştık , hayalleri hatta.. inanarak,severek,güvenerek.

Sonra benim ikinci çocuğum oldu. O evlenmemişti hiç. Annesinin sık sık o  evli çocuklu kadın sözlerini duyardım da aldırmazdım. Aldırsa mıydım, o mu sebep oldu  uzaklaşmamıza bilmem.  Gözden ırak kaldım gönül de gereğini mi yaptı..onu da bilmem.

Ama Başak burcunun sarsılmaz inadıyla suskunca verdi kararı ve ben uzağında kaldım.

İşimdi gücümdü koşturmacam ve yokları kucaklamamdı.. kim bilir benim de körlüğümü besleyen ne hatalarımdı sebep.

Ama o TRT'deki aynı grupla dostluğu  sürdürüp  beni usulca dışarda bırakmıştı asla kırmadan üzmeden.

Bu dışarda bırakılışı  ancak fark ettiysem demek... suçlu o diyemeden.

Anneciği vefat ettiğinde evindekiler yani bizim eski dostlar yani hala görüşenler ama beni eskilerden hatırlayanlar sevecen ( nezih insanlardı onlar) tebessümlerle kucakladılar beni. Onlar , Kirpi'nin artık neyi yiyip neyi yemediğini bilecek kadar iyiydiler. Ben  ıslak hamburger sever derken o vegan olmuştu. Ben konuşur sanmıştım o susar olmuştu. Ben hep orada sanmıştım...o gider olmuştu.


Geçen hafta cesaretimi toplayıp "buluşalım" yazdım.


Urla'ya taşınmış.


İstanbul'a gelince haber ver, geliyorsundur di mi dedim.


Elbette dedi satırlarında bile tebessümü saklı.

Oysa taşındığını gittiğini ama arada geldiğini zaten öğrenmiştim bir başkasından.

Kime ne diyeceğim...suskun ve yalnız kalakaldım  bir anda boş gelen Üsküdar sokaklarında.

O kadar benimdi ki..gelemediysem de bekler sandım.




Sonrasında bir Özdemir Asaf şiirinin  mısralarında öyle kırgın üzgün kendimi gördüm.


Geleceğim, bekle dedi, gitti Ben beklemedim, o da gelmedi. Ölüm gibi bir şey oldu. Ama kimse ölmedi...


7 Mayıs 2021 Cuma

1 YILDA HAYATIMDA NELER DEĞİŞTİ? MİMİ


Deep (tık) bloğunda bahsetmiş ; 

" Berra (https://berraed.blogspot.com/2021/04/1-yilda-hayatimda-neler-degisti-mimi.htmlçok hoş bir mim düşünmüş Mimler her zaman keyifli oluyor ve bizleri kaynaştırıyor" diye.


 Mimlere bayılan bendeniz de hemen atladım üstüne tabii. Buyrun efendim :



"Bir yılda hayatımda neler değişti? Bir yıl önce neredeydim ve şimdi neredeyim?"

1. Geçen sene olmamı istediğim yerde miyim?

Geçen sene hayatımın dünyayı kapsayan bir salgınla bu kadar mükemmeleşeceğini hayal edemezdim. Geçen sene olmamı istediğim bir çok yer var (ikizler burcuyum ben  öyle sabit ve sınırlı hayallerim olmuyor ne yazık ki) ama iş yerinde sevgili odamda çalışıyor olmak hoşuma giden seçeneklerden biriydi ve ben tam da oradayım. Yine de küçük seyahatler özlemedi değil bu gönül. Neyse, canım işim balım evim arasında geçiyor günler ve evet olmak istediğim yerler buralar.

2. Son bir yıl iyi mi geçti, yoksa kötü mü?

Son bir yıl iyi geçti diyeceğim çünkü hiç bu kadar kendime zaman ayırabildiğim bir dönem hatırlamıyorum desem yalan değil. Sadece dünya ve ülkemin gidişatına dönüp bakarsam...ki bakmayacağım. Gerçekten. Elimden bir şey gelmiyor ve elimden bir şey gelmeyen şeyler için üzülmek bu kısacık hayatlar için çok fazla. İki yazı öncesinde şıppadanak önümde işlenen cinayeti anlattım... Gerçekten biraz daha duru sular seyretmek, göğün mavisinde neşelenmek kararındayım yoksa ruhum ipini koparan bir kırmızı uçan balon misali süzülerek uzaklaşacak bu çirkeflikten ve benden.

3. Hedeflerimi gerçekleştirebildim mi?

Bir kısmını. Önemli bir kısmını evet. Yeni hedeflerin olmazsa hedeflere ulaşmak insanı mutlu etmiyor tam tersine boşluğa düşürüyor çok öncelerde öğrendiğim bir şeydi bu. Hedeflerime ulaştım, yeni ve şahane yeni hedeflerim var.


4. Neler öğrendim?

Hayat kısaymış kuşlar uçuyormuş. Abin de olsa sevdiklerin canını yaka yaka hiç yoktan sebeplerle dönüp gidebiliyormuş. 

Değişmez dediğin her şey değişebiliyormuş. Aslolan sevmeyi bilmek, sevebilmekmiş. İnsanlar olmayınca dünya daha duru, renkler daha parlak,her yer daha sessiz ve barış içindeymiş.Kadıköy misal: hiç bu kadar güzel olmamıştı.


5. Neler deneyimledim?

Kızım, evden hiç çıkmayan akıllı uslu  kızım corona olduğunda annelik güdüsünün benim bildiğimden de öte bir şey olduğunu deneyimledim.
 Ben corona olduğumda daha kaç kez ölümün kıyısından dolanıp yaşama döneceğim sorusunun  bana verdiği endişenin renginin eskisi gibi olmadığını deneyimledim. En önemli dileklerinin ve dualarının , hayat değiştiğinde  paldır küldür değiştiğini ve büyümek denen şeyin bazen yaşlanmaya dönüşebildiğini de deneyimledim. Ben çocuklarımı paylaşamam yarın bi gün aşıkolurlarsa oğlanları paralarım diyen bendenize hayatın  lafları  nasıl güzel yedirdiğini bir kez daha deneyimledim. Kızımın erkek arkadaşı covit olunca ülkesine dönemediği ve otelde onu yalnız bırakmaya gönlüm elvermediği için eve alıp baktığım yetmezmiş gibi cupgriye filan bile yedirdim mesela. Kişisel tarihimde bir devrimdi bu.

6. Kendimi daha mı yaşlı hissediyorum, yoksa genç mi?

Kendimi bugünü dolu dolu yaşamaya adadığım için ne daha yaşlı ne daha gencim..daha evvel böyle hissetmemiştim hiç.

7. Bir yıl sonra nerede olmayı umuyorum?

Montenegro ve İspanya. O ki hayal benim...daha mavide daha yeşilde ...

Siz de yapın çok güzel oluyor mimleri okumakkkk

28 Şubat 2021 Pazar

Baygın Bakışlarına Kurban Olduğum Doktor

 








Nehir "anne karnım ağrıyor" dedi.

"Ayaklarına çorap giymedin mi yine sen" dedim yüzyıllarca annelik genlerinin aktarımını dile getirip.

Sonra kustu.

Normal görünse de akış, örümcek adamdan hallice  olan annelik güdülerim alarma geçti ve Özer ile birlikte Nehir'i Haydarpaşa Numune Hastane'sine götürdük bir koşu.

17 yaşında olduğu için çocuk servisine gitmemiz gerekiyormuş.

Çocuk servisine gittik.

İnanılmaz nazik ve iyi insanlardı bizimle ilgilenenler.Sırf onların hatırına ve pandemi döneminde ne kadar perişan olduklarını bildiğimden ,ayakkabılarının "hepsini" kapısının önünde apartman ahalisinin koklaması içinbırakan sağlık görevlisi çocuklara sesimi çıkartmıyorum. Normalde o kapılarının önündeki bot ve ayakkabı deryasını fakir fukaraya dağıtır çıplak ayak bırakırdım onları uyarılara rağmen sürdürdükleri bu iğrençlikleri için.

Neyyyse...

Nehir'e karın ultrasonu çekildi ve kan tahlili  yapıldı.Toografiye karar kılınmıştı ki Zeynep Kamil Hastanesindeki  çocuk cerrahıyla yaptıkları görüşme sebebiyle serum bile bağlayamadan apar topar o hastaneye yolladılar bizi.

Yıllar önce okumuştum bir yerlerde : avukatın genci doktorun yaşlısı makbulmüş.Doktor yeniden kan tahlili aldı. Ufak tefek , çizgi film karakterine benzeyen, iddiasız görüntüsüne tezat  zeki ve sakin gözleri olan doktora  göz hapsine almış olmalıyım ki sakin bir sesle "sakin ol annesi" dedi.


Hahaha ..sen dersin de ben olamam doktorr...kontrollü sakin dururum da sakin olamam işte. 

Kan tahlili sonuçlarına baktı. Nehir'e "parmak ucunda kalk" dedi. Sonra da" bırak kendini yere bas" dedi. Sonra bana döndü ve" ameliyata alıyoruz " dedi.

Baygın bakışlarına kurban olduğum doktor. ..öldür beni!Di mi?

"Tomografi çekeceklerdi öteki hastanedeki doktorlar..siz de bir baksanız o şekilde emin olsak hocam" dedim saygısızlığımı farkında olup hitap ile üstünü örtmeye çalışarak.

Çizgi film karakteri hızıyla  döndü bana ve az sonra uyuyacakmış gibi kapalı göz kapaklarının ardından ciddi,sakin baktı yüzüme. "Ben teşhisimden eminim. Ne diye çocuğa o kadar  radyasyon yükleyeceksiniz? 130 röntgen çekilmiş gibi radyasyon...gerek yok" dedi. Sonra sabır ve öfkeyle karışık "ben eminim de sen emin değilsen al götür çocuğu fenalaşırsa gelirsiniz derdim ama..riske atmak istemiyorum annesi" dedi.

Bir saat içinde Nehir ameliyat oldu. Apandisit ameliyatı başarıyla sonuçlandı.

. Ameliyat öncesi giydirdikleri  siyah ameliyat elbisesi ile ablasına ve babasına yolladığımız komik fotoğraflar elimde bakakaldım ameliyathane kapısından geçerken korkudan kocaman olmuş gözleri ile bana el sallayan kızıma.

Yine yapayalnız hissettim kendimi.

Odaya gidip içine bir kaç yıl sığdırmış oldukları birbuçuk saati beklemeye koyuldum.

Gerçekten çok yalnız hissediyordum.İçimde Uçan Hollandalı'nın hayalet gemisini yüzdürdüğü karanlık koca bir okyanus vardı.

Sonra  Nehir odaya getirildi. Apandisit sırta doğru gittiği için laparoskopi ile değil açık ameliyat ile almışlar . "Başardım" dedi bana bakıp. Çok korktuğunu görebiliyordum. Hemşire "çok cesurdun" dedi sağlam bir ciddiyetle. O an idrak ettim ki, kızım 17 yaşında da olsa bir çocuğa seslendiği gibi sevecen ve sakin, moral verici ve müşfik davranılmasına ihtiyacı vardı ve bu yüzden 18 yaş altı insanlar yine de çocuk servisinde olmalıydı. Erken büyütmenin manası yok çocukları di mi? Ne çocuk ne genç..hem çocuk hem genç. Ne zor yaşlar hem yaşayan hem birlikte yaşayan için. Karmaşık ama özel, zor ve güzel.

Bizim doktor geldi ,Nehir ile gülerek ,sakin ve ciddi ilgilendi. Sonra yine sakince bana dönüp" sakin ol annesi " dedi.

Şimdi şu var. Ben zaten yapı olarak sakin bir insanım; iş ki biri çocuklarıma ilişmesin. Davranışlarım da sakin ve kontrollüdür her zaman, hatta o zaman bile. Ama o, tecrübeli gözleri ile içimdeki deli gömleği giymiş debelenen anneyi görebiliyordu.

Doktora şapka çıkardım.Saygın ve mesafeli tavrına ayrı, Nehir'im için yaptıklarına ayrı.

İki gece kaldık hastenede. Diğer detaylar şimdi lüzumsuz geliyor bana. Ayrılırken  Nehir "şu battaniyeyi satın alsak da eve götürsek" dedi, ona çok güldüm sadece. Kerameet battabiyede değil, yorgun bedeninin ihtiyaç duyduğu huzurlu uykudaydı , o yüzden çok güzel uyudun" diyecektim ama sustum.

50'li yaşlarımda ancak öğrenebilmişim susmayı. İlla doğrusunu söylemek ne gereksiz şeymiş. Bırak, bazı şeyler hayalindeki gibi kalsın insanların. Bırak, hayat herkesin ruhunda kendi şekli ile yer alsın.

Hala öğrenmeye çalışmak, "ben böyleyim n'apim" demeden hayatla birlikte evrilmeye devam etmek..bu da benim ailemden gelen eğitimle edindiğim şans olsa gerek. Hamdolsun.

22 Ocak 2021 Cuma

Covid Oldum Bennnn..

 



İhmal ettiğim blok yazmak eylemi değil aslında. İhmal ettiğim, kendi ruhumla yüzleşmek.
                                              

Aralık ayında evden hiç çıkmayan, hatta kargo görevlisi ile teması bırakın kargolar dışarıdan geliyor diye balkona atıp elini sürmeyen kızıma Covit tanısı konuldu. O kadar gripti ve o kadar garipti ki gelişmeler;hiç kondurmamıştık. Yine de temkinli şekilde izledik ve bir gece aniden ateşi 38.6'ya fırlayınca kapıp bir özel hastaneye götürdük. Hala covit olmama ihtimali geçerliydi bizim için, devlet hastanelerinin yoğunluğu riski de arttırıyor neme lazım diyerek özel hastaneye koşturduk. Doktor muayene etti, öyküsünü diledi ve "bence grip gibi ama tedbiren tahlil yapalım" dedi. O arada ateşi düşsün diye serum verildi. Sadece doktor muayenesi ve serum için 750 tl ödedik. Test, doktor istediği için ücretsizdi.

                                

Paran  yoksa öl bu memlekette. Paran varsa da çok çok yaşa :-)


Biz eve döndük , filyasyon ekibi anında geldi diyebilirim. Hepimiz karantinaya alındık. Onlara, 16 yaşındaki kızıma da test yapmalarını rica ettiğimi ilettim. Aynı anda aynı semptomları vardı. Devlet 18 yaşın altına ilaç vermiyor zaten..pozitif çıksa sadece karantinaya alacağız. E zaten girdi karantinaya ablasından dolayı..boşuna canını yakmayın çocuğun dediler. Eşim, kronik hastalıkları ve iş yerinin talebi nedeni ile test talep etti. Ona test yapıldı. Bana yapılmadı çünkü en ufak bir rahatsızlığım yoktu.Eşime yapılan test sonucu negatif çıktı ama kesinlikle memleketteki en pozitif adamdı o aslında. Koku ve tat tamamen gitmişti ve gribal enfeksiyon semptomlarının tamamı vardı.

                                 

İki oda bir salon evimizde tuhaf bir karantina dönemi başladı. Evde benden başka herkes covit olduğu çin mantıken benim korunmaya alınmam gerekiyordu ama ben deli gibi gidip gidip kızıma sarılıp öpüyor ve korkmamasını  söylüyordum. Zaten bir korku emaresi olmayan kızım ise deli gibi benden kaçıyor ve kendisinden uzak durmamı rica ediyordu. Annelik, kesinlikle dengesiz ve tanımlanamaz bir şey.

                                 

4 gün sonra sağ kasığımda ağrı ve dizkapaklarımın ardındaki ağrı  peydahlandı. Gece de ateşim çıkıverince filyasyon ekibini aradım ve durumu anlatarak test istedim.Bakın burası şokomelli...tam bir muamma!


112'yi arıyorsunuz. Derdinizi hızlı ve net anlatıyorsunuz zamanı harcamamak adına. Karşınızdaki Durun sizi filyasyon ekibine aktarim diyor. Yine anlatıyorsunuz..karşınızdaki görevli nerede oturduğunuzu  soruyor. Üsküdar deyince "aaa burası  Avrupa Yakası 112 durun sizi aktarayım diyor..siz dumur oluyorsunuz. Aktarıldıktan sonra karşınıza çıkana hızlı hızlı  yine durumu anlatıyorsunuz. Durun sizi filyasyon ekibine aktarim diyor. O son aktarılan yerdeki görevli sizi dinledikten sonra "3 gün içinde gelir test ekibi " diyor.

Ölümcül bir virüs taşıdığınız aşikar ama 3 gün bekle deniliyor. Gel de mucizelere inanma. Elbette virüse de rica ederiz 3 gün bekler yani ne olacak.

                              

Memleket işleyişini bildiğim için her gün arayıp " bugün gelecek misiniz" diye hatırlatıyorum 112 ekibine. Bir yandan da içim gidiyor ne kadar yorgun ve yoğun olduklarını bildiğim için. Onlara sitem etmiyorum, duadan ve takdirden başka bir şey hak etmiyorlar. 


3.gün "bugün artık gelirsiniz değil mi" dediğim görevli ilçe sağlık müdürlüğünü aramamı salık veriyor. Meğer ilk gün de orayı aramam daha doğru olurmuş. Sİtem etmiyorum, ilçe sağlık müdürlüğünü arıyorum.Empati yoksunu ve iletişimden bihaber görevli bana yoğun olduklarını, test yaptırmak için kendi aracımla hastaneye gitmemin iyi olacağını söylüyor. Arabam yok dediğimde ise "otobüse binin o zaman" diye öneride bulunuyor. Buna , buraya yazarken bile inanamıyorum biliyor musunuz? Hani bizzat olayı ben yaşadım ama covit olduğum kesin test ve ilaç istiyorum diye arayana otobüse bin hastaneye git diyen bir ilçe sağlık müdürlüğü  yetkilisi olduğu gerçeği beni deli ediyor. Kendisine "hasta mısınız?" diye sormam üzerine taksiye binin o zaman diye öğüdünü güncelliyor. 


Otobüste 50 kişiye bulaştıracağıma varsın taksi şoförü güme gitsin..1 kişiye indirdik zaiyatı; harika çözüm.

                             

Görevli tepki vermem üzerine "ayakkabım yoktu,baktım karşımdakinin ayakları yok halime şükrettim" politikasına girişti.Az evvel 90 yaşında yatalak teyzenin kendisini arayıp yalvardığını, benim halime az değil çok şükretmem gerektiğini, ayyyyyy neler neler var bilsem ah ah diyeceğimi belirtti.

                                 

Telefonu  kapattım ve son yıllarda olumlu düşünmek, yargılamamak, öfkeyi  yok etmekle ilgili okuduğum/duyduğum/öğrendiğim/inandığım her şeyi hatırlamaya çalıştım.


Son derece üzgün olarak üzerimi giydim. Karantinayı delerek sokağa çıktım. Kurbanımı rastgele seçip taksiye bindim. Kafamı taksi canımdan dışarıda tutup hastanenin adını verdim. Hastaneye yürüyebileceğim mesafede de erken erken indim.

Devlet hastanesine gittim. Doktor kayıtları açıp  kıpkırmızı çizgi ile çizili adımı görünce çığlığı bastı. "Sizin karantinada olmanız lazım ne münasebet buraya gelirsiniz"     dedi. Ona durumu anlattım. İkimiz de çaresiz birbirimize baktık uzak mesafeler-koltuklar-sarı bantlar arkasından. Bana test yapıldı. Ağrıyan dizlerime aldırmaksızın oradan eve geri yürüdüm. Bir taksi  şoförüne daha kafası dışarda dili sarkmış müşteri  travması yaşatmayacaktım.
                        

Eve geldikten kısa süre sonra "pozitif" ibaresi belirdi e -nabız'da. Sonra ilacımı  merdivenlerden yukarı fırlatıp "abla kusura bakmıyosun di mi" diyen dünya tatlısı çocuklardan oluşan  filyasyon ekibi ilacımı getirdi.Artık hepimiz pozitif olduğumuza göre rahat eder birbirimizi kucaklar ve aynı sofraya oturabiliriz dedikse de hem aile hekimi, hem Ankara'dan arayıp duran istatistikçi doktor abiler buna "hayır" dediler. Virüs zayıflamışken birimizde,  virüsü güçlü  olan olumsuz etki edebilirmiş veya mutasyon geçirmiş virüs olabilirmiş birimizdeki filan falan. Ki , bir yerlerde okudum kasık ağrısını mutasyon geçiren virüs yapıyormuş.

Aile hekimimiz muhteşem. Her gün aradı  tek tek ilgilendi bizlerle. Onun dışında ne gelen oldu  ne de kontrol eden. Kendi halimizde geçirdik karantinayı. Allah hepinizden uzak etsin, ama yakalanırsanız da böyle 3-5 gün  diz arkasında ağrı ile geçirip gitmenizi nasip etsin.

Bitmedi!!!!!!!

                                

Hastalık sonrası yeterli antikor ürettik mi diye test yaptıralım dedik.

Devlet hastanesi-dahiliyeye gideceksin denildi.

Randevu aldık gittik. Hangi hastane , ismini vermeyeceğim ama doktor sigara içyor herhalde maskesinin ağız kısmında nikotinden oluşan koyu kahverengi kocaman bir alan vardı ve öğürmemek için tepinmek zorunda kaldım.O hastanede test yapılmıyormuş..şaşırdım kaldım. Danışmaya gittim sordum..bilmiyormuş nerede yapıldığını. Laboratuvara yönlendirdiler. Gittim sordum..onlar da bilmiyor. Te Allah'ım ya Rab'bim dedim alo 182'yi aradım. Onlar da bilmiyor. Vallahi  diyorum. Korkunçlar. Ağzını yaya yaya "hanfendi biz hangi hastane hangi testi yapıyor nerden bilelim...hastanelere sorcaksınız" diye de akıl veriyor. " Pardon sağlık bakanlığına sormalıydım " dedim önce. Sonra avaz avaz "sağlık bakanlığı orası kızım sen bilmeyecen de babam mı bilecek deli misin. Rastgele bir şey değil covt süreci ile ilgili spresifik bir şey sorduğum" diye çemkirdim. Uzun uzun kavga ettik."Beni Cimer'e şikayet et o zaman" dedi. Eh, bu işlerin içerisindeyim ve ne demek istediğini biliyorum onun. "Adınızı  verin bana " dedim, gerildi. İsmini aldım artık doğru yalan  ve CİMER'i aradım. Saat 10:10. Mesai saatlerinde arayın nakaratlı bant kaydı çıktı. Olumlu düşünmekle ilgili birileri bişi dediydi diye mıkırdandım. Sonra "küfür ruhun yelpazesidir" deyişi daha gönlüme yakın geldi. Yol boyu ağzıma ne gelirse söyledim.

                                

İlçe sağlık müdürlüğünü aradım bir kez daha. Devlet hastanelerinde bu test yapılmıyor demesin mi..dumuruma dumur katıldı. Sağlık Bakanlığı çağrı merkezindeki kadın bunu nasıl bilemez di mi ya? Bilmiyor. Korkunç. Vallahi covitten beter korkunç. Devlet,  işleyiş, sistem...bitmiş gitmiş.

3-5 özel hastane ve laboratuvar aradım. 250-350 arası fiyat aldım. Aklıma geldi Kızılay'ı aradım. 120-140 fiyat verdiler,yapıyorlarmış testi. 

                         

Bu süreçte çok fena halde doktor olan tatlı kuzenim (Suna) çok aradı sordu yol gösterdi ve ilgilendi bizimle. 9 ile 29 yaşlarım arasında görüşmemiştik onunla. Sebebini bizim de bilmediğimiz uzun saçma bir kopukluk vardı aileler arasında. Sonra o, kocaman bir devrimci gibi ön yargıları-desinleri-kuralları yıktı ve dost elini neşeyle  uzattı. Varlığı hayatımı zenginleştirdi. Onunla olmak ve iletişimi devam ettirmek beni çok mutlu ediyor. Bu da saçmasapan covit sürecinin "iyi ki"lerinden biri benim için.

Mesnevi okumaya başladım, çocuklarımla dolu uzun harika günler geçirdim, onlara bir şey olacak diye kafayı yedim...ve tat duyusu  gitse de yine de çok  çok yedim.        


Ben bende yokken olagelen bunlardı :-)



15 Kasım 2020 Pazar

Sen İki Ters Bir Düz Kırgınlıklar Örerken Beş Numara Şişle..Anne

 




Anneliği yeni tattığım dönemlerde internet de yeni başlıyordu ve dünya ile dünyam eşdeğer sayılabilecek bir hızda değişiyordu.


Anneliği, "7 üniversite bitir, ilk annelik deneyiminde cahilsin" diyerek tanımladım hep. İstanbul'da yapayalnız olmam, bilgi ve deneyimleri internette aramayı, bu da internetten edindiğim dostlukları getirdi.

20 senedir dost kaldığım güzel anneler, o güzel insanlar yaşantımın vazgeçilmezi. Bazılarının yüzünü halen hiç görmedim. Bazılarını 1-2 kez. Bazıları ise görmezsem ölürüm sıklığında. Ama hepsi can..canan. Çocuklarımız bir büyüdü...

Neyse, o yıllarda güzel öğretileri olan öyküler pek modaydı. Bir "kabak kafanın da sahibi vardır" ı çok severdim , hatıramda da o kaldı bir de benle ilgilen diyen çocuğunun ders verdiği  şu anne.  Anne işten gelir çocuk anne benle ilgilen der o da tamam der. Sonra yemeği yapar şunu yapar bunu yapar ve döner gelir ki yavrusu uyumuş üstü açık anne ilgisinden mahrum..anne ağlar. Özeti bu.

Neredeyse bütün arkadaşlarım suçluluk ve üzüntüyle hikayeyi paylaşırken "bunun babası nerde" dedim öfkeyle. Anne perişan  çocuk perişan ama baba ortada yok. Yav anneyi suçlayana kadar babayı gömsenize azcık? 

Bugün bir şiir okudum.Şiir, Romanya’da düzenlenen Uluslararası Edebiyat Festivali’nde 2019 Avrupa Şiir Yarışmasında en iyi Türk şiiri seçilmiş.

Bence okuyun...hayat aynı sorunun cevabını her evrede farklı veriyor ve hepsi ayrı doğru.


Karşı Evin Annesi


Sen iki ters bir düz kırgınlıklar örerken beş numara şişle

Yumuşacık kakaolu kekler yapardı karşı evin annesi

İmrenirdim

Mutfağındaki eksik malzemeden bihaber

Tepeleme dolu kızgınlıklar yüklerdim dişlerimin arasına

Bilmezdim anne

Karşı evin babasında bitermiş iş

Bunu görmezdim

Hep başın ağrırdı

Başın, hep ağrırdı

Sırf bu yüzden bile bazı zamanlar

Seni sevmezdim

Küçüktüm anne

Bilseydim evinde su faturası ödenmemiş

Çeşmeden akmayan suya

İsyan etmezdim

 

Sen iki kere ikinin dört ettiğini ekmek hesabından bilirken

Mis kokulu çamaşırlar asardı karşı evin annesi

Özenirdim

Ellerindeki çamaşır suyu kokusundan rahatsız

Çocukça bir küskünlük eklerdim gecelerime

Oysa ellerin ruhuma akarmış saçlarımdan

Ömrümü tararmış titreyen parmakların

Bilmezdim anne

Büyümek denen illet dayanıncaya dek kapıma

Ellerinin ne muhteşem olduğunu bilmezdim

Küçüktüm anne

Yoksa

Gün aşırı patlayan sarı ampulü

Mumla yamayacak yüce gönlünü

Ezecek kadar ezilmezdim

 

Sen çalı süpürgesiyle süpürürken dış kapının ağzını

Taze boyalı saçlarını savurarak süzülürdü karşı evin annesi

Ayağında yüksek topuklu bir isyan

Düşündüm de şimdi

Ne iğreti dururdu o topukların üstünde dursan

Senin çatlamış ayakların vardı anne

Hacı şakir kokardın en beyazından

İncecik bir yemeniyle gizlerdin

Ölünce her bir teli yılan olacak sandığın sırma saçlarını

Çok yeni anladım anne

Ağaran her saç telinden üstüme düşen payımı

Çocuktum anne

Bir bisikletim olsa bütün mutluluklar benimdi

Babam eve sarhoş gelmiş geç gelmiş

Hepsi sabah sokağa çıktığımda biterdi

 

Bilmezdim anne

Karşı evden arta kalan çantalar dolusu giysi

Üstümüze cuk otururken

Ruhuna azap olur akarmış

Bilmezdim benim annem gözünün yaşıyla her bayram

arifesi

Vitrinlere bakarmış

Sen ilkokul fişlerimi kardeşimle hecelerken

Telefonu keşfetmiş karşı evin annesi

Bilsen ne cahildin ne görgüsüzdün gözümde

Yak deseler yakacağım o dakika dünyayı

Yık deseler

Ne şu eski divan kalacak

Ne çiçekli perdeler

Şimdiki aklımla ah bir sorsalar bana

Desem

O tertemiz günlerim

Hani şimdi neredeler

 

Ben ay sonunu nasıl getireceğim diye

Hesaplar yaparken bir gün

Oğlum nefes nefese yararak ortalığı girdi içeri

Yumuşacık kakaolu kekler yapmış dedi karşı evin annesi

Çok geç anlıyor insan anne

İlle de kendi annesi

İlle de kendi annesi

                           

Deniz İnan

8 Eylül 2019 Pazar

Dila





Küçük kızım 15 yaşında.
O yaştaydım ben üniversiteyi kazandığımda.
Bir sonra Trabzon'u ardımda bırakıp İstanbul'da tek başına üniversite okuyan çocuk-ergen-genç kız karışımının en saçma örneğiydim.
üniversite 1.sınıf
Yaşadığın coğrafya kaderini belirler hikayesindeki gibi bir şey bu sefer anlattığım. Gerçek isimleri kullanmadığımız  için Dila diyelim  arkadaşımın adına.


Dila adında, aynı semtte oturduğumuz için okula birlikte gidip gelmeyi adet edindiğim bir arkadaş edindim. Bamya kadardı desem herhalde ayıp olmaz. O kadar minnacık ve o kadar zayıf bir kızdı ki kolunu tutarken zarar vermekten korkardım. Koskocaman , koyu renk ve her zaman büyük bir ciddiyete hüznün eşlik ettiği gözleri vardı.


Ben deli dolu, çılgın  ve yeniliklere açık  kocaman bir çevre edinmeye başlarken o sınıfın arkasında toplanan, kimi örgü ören,her zaman diz altı etekler giyinip saçlarını düzgünce toplayanlarla arkadaşlık kurdu. Küfretmezlerdi. Ders kaçırmazlardı. Aşık olmazlardı.Siyasi söylemlerini hiç duymadım. Çayı karıştırırlarken kaşığışakırdatanlara küçük ayıplayanbakışları vardı. Abi çok sıkıcılardııııı.

Üniversitem :-)

Ben hırthırdavatın içinde kendi rengimi ve şeklimi ararken,artık onunla okula gidip gelmeyi kesmişken yine de dostluğuna ve görüşlerine değer verir, oğlanın birine sinkaflı küfürler ettiğim esnada kocaman kahverengi ciddi gözleri ile bakışım kesiştiğinde utanıp kendime çeki düzen verirdim. O da kendini tutamayıp ellerinin ardına gizlediği kontrollü küçük ama içten tebessümünü salıverirdi.



Otobüslerin İstiklal Caddesi'nde geçip Taksim'e geldiği, biletçilerin arka kapıdan bindiğinizde bilet kestiği yıllardan bahsediyorum. İstanbul yeşil,insanlar daha insandı.

Bazen Taksim Parkı'na giderdik birlikte. Ayrı yanlarımız gittikçe keskinleşirken  dostluğun derinliği de garip şekilde artar olmuştu. Dertleşir, kimselere anlatamadığımız duygu,düşünce ve sorunları birbirimize anlatırdık. Sanırım o zaman da şimdiki gibi en büyük kriterim "yargılamayış" idi. Hak vermez ama yargılamazdık  birbirimizi. Küçük tokatlarla başıma vururken kahkahalarla güler ve saçmalıklarımı onaylamadığını anlatırdı. Ben ise onu yoldan çıkartmak için bildiğim her şeyi dener ama başarısız denemelerimin fark edilmesine de aldırmaz neşeyle devam ederdim uğraşmalarıma. Bir ara aşık oldu. Nedendir bilmem lakaplar takardık , isimlerini kullanmazdık oğlanların. Çingenelerin bakla fallarındaki azgın sex dolu detaylar ikimizin de kulaklarına kadar kızarmasına neden olurdu. Kaderin bir baklanın saçılışında saklı olduğuna inanmak kadar saçmaydı hayatı bildiğini sanmak..henüz bilmiyorduk bunu.

Bir gün evine gittim onu almak için. Lisedeki öğretmenine gidecektik ,vefa ziyareti ve teşekkür için. Annesi ile tanıştırdı beni. Sonra yolda açıkladı, annesi vefat etmiş,üvey annesi imiş. İyi kadınmış. Sağolsunmuş.


Böyle ağır bir yükü,üzüntüyü kendinde tutabilmesine hayran kalmıştım. En ufak detayı dağlara denizlere yayan benim gibi bir ikizler mensubu için hayranlık duymamak mümkün değildi. İçimde bir başka yeri oldu o günden sonra.


Annemlerin Trabzon'dan beni görmeye geldikleri bir gün Dila'yı onunla tanıştırdım. Aralarında çabucak kurulan ilişki, güzel bağ kesinlikle hepimize mutluluk verdi. Seneler sonra ayrılırken annemin hüzünle "seni kime emanet edeyim de gideyim" deyişi benim aklımdan çıkıp gittiyse de Dila hiç unutmamış..zaman geçince öğrendim bunu.



Zaman geçti...

Yaşasın Facebook. Yitirmişken bulduğum onca kişi arasında Dila da var artık. Evlenmiş, çocuğu olmuş; neredeyse tüm Türkiye'nin tanıdığı bir isim artık. Üstelik torpilsiz, tamamen kendi hakkettiği şekilde başardı bunu.Pek haberleştiğimiz söylenemez. Okulun son senesinde çıktıkları çocuklarla evlenmiş hanımhanımcık arkadaşları ile görüşmeyi sürdürmüş ve bana onlar hala sıkıcı geliyorlar. Bir kere bir araya geldik, eskisi kadar kırılgan olmasa da hala çok temkinli bakışları var. 


Geçenlerde "durum" bilgisinde annemlerin fotoğrafını paylaşmıştım, temkinli bir "görsem mutlu olurdum,çok selam söyle Rabia Teyze'me " mesajı yollamış bana. 30 yıl geçmiş aradan, hatırladıkları kendisini hatırlıyor mu bilmemenin durağanlığı var mesajında tabii.



"Kendin söylesene mesajını, telefonu 053. ... ... ..." diye yazdım cevabı." Ben önden arayıp ona seni hatırlatmayacağım . Çekinme sen bi ara" dedim.


Anadolu insanı, şu eski nesil efsane biliyor musunuz? Dila'nın çekinerek açtığı telefonda "Dilaaa  kızımmm" diye annesizliğini unutmamış,onu anne yüreği ile kucaklayan  bir ses karşılamış onu. "Seni Allah'ıma emanet ettim ayrılırken,hep dua ettim sana hiç unutmadım" demiş annem. Araya yıllar girmemişcesine sıcacık kucaklamışlar telefonda sözcüklerle.

Bugün, bir çok telefonu  açmıyorum. Haklı görüyorum kendimi. Kafam yorgun,zamanım yok,boş konuşuyorlar,bu konu benimle ilgili değil,amma yapıştı bu da haa, aman bi açarsam kapatmaz vs vs .
vs.

İnsan olmak yük gelmiş bana. 30 yıl önce vedalaştığı  annesiz ve hassas bir kız çocuğunu  30 sene kalbinde taşıyan ve dualarında yer veren anneme baktım, kendimden utandım. Ne makamlar almışım ,insanlık makamından uzaklaşmışım.




Şükür ki görmeyi dilediğim içindir belki, gösteren ve hatırlatan çok oluyor bu eksikliğimi.


Bir evlat,bir anne sadeliğindeki bu kesişimde herkes kendi payına düşeni aldı.


Görebilmek,duyabilmek ve insan olabilmek dileğimizdir.