Çayı koy ki çocuklar kalkana kadar demlensin ama o arada çamaşır atabiliriz elbette ve çanta değiştireceğim şunları koymayı unutmamalıyım vb cümlelerle dolu sabahın asil prangası mutfak havalansın diye camı açana kadar sürdü.
Taze , serin yağmur kokusu hipnozdan uyananlardaki kadar şaşkın bir bakış getirdi yüzüme.
Yine de saatin tik-tak'larına yenik düştü varlığım ve çocukların ayakkabılarını da boyayayım diye mırıl mırıl geri döndüm evin içine.
Saat henüz 05:30'du.
08'de Nehir ile evden koşturararak çıktığımızda o okula ben işe yetişmek için adımları telaşla sıralamamıza rağmen birbirimizi kucaklamayı unutmadık ayrılmadan hemen önce.
"Aynen" dedi yüzüme bakmadan ..ergence
Tam çöpü de atıp 14C'yi yakalamak için atıldım ki yağmurun davetkar tıkırdamasını duydum kırmızı şemsiyemin tepesinde.
Çocuksu,
Masum,
Yalnız,
Davetkâr,
Elimi cep telefonuma attım saate bir bakayım ne kadar zamanım var diye.
Elimi geri çektim; dedim ki kendime,özgürlük yürüme mesafesinde.
Herkes duraklara ya da saçakların altına sığınırken, kulaklığımı takıp müzik dinlemeyi bile reddederek yola koyuldum. Yağmuru dinlemek, nefesimle o tazecik serinliği ciğerlerime nakletmek, yorgun düşüncelerimi attığım her adımla kaldırımlara dökmekten başka bir dileğim yoktu.
Evden işe yürüdüm.
Şemsiyemin tepesindeki o inanılmaz ritm, yağan her damlaya şükür duası ettirecek kadar huzur doldurdu içimi.
Sevgili İstanbul,
Bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla.
Esaretin her türüne #HAYIR