Gerçek hayat öykülerini isim değiştirerek yazmak adetimdi...ama bu sefer gerçek ismi yazacağım.
Aysel Hanım ile iş yerinde tanıştık. Odamın bitişiğinde kendilerine verilmiş bir minik oda var, filanca sendikaya ait.
Bir ila bir buçuk karışlık bir kadındı. Arka cebinize koyun gezdirin yani öylesine minnoş öylesine zarif öylesine küçücük. Adeta bir serçe kuşu..biraz ürkek ama kararlı, çabuk üşüyen ve çok tatlı.
Her zaman kulak hizasından biraz aşağıda uzunluğu olan açık sarı dümdüz ve düz kesim saçları vardı. Konuşurken iki eliyle saçlarını kibarca şöyle bir havalandırmak el alışkanlığı olmuştu.
Kapımı çalıp mesafeli ses tonu ile bir şeyler istediği gün başladı arkadaşlığımız. Öğretmenlikten emekli Aysel Hanım, filanca sendikanın 20 senelik gönüllü çalışanı. Kibar kibar giydirirdik işleyişe, olana bitene, edebiyata ve sanata yapılan haksızlıklara. Kendini tutamaz gülerdi benim hoyrat söylenmelerime, teşbihlerime. Odalarında ısıtma olmadığı için kış günleri çekinerek kapımı çalar ve sıcacık odamda kahveleri içerken iş yoğunluğundan çalıntı kendi hayatlarımıza eklenti uzatılmış dakikaları paylaşırdık.
Geçen gün şahane bir etkinlik vardı, keyifle koştururken filanca sendikanın başkanı üzüntüyle bana seslendi. O koşturmacada başkası olsa ertelerdim ama severim filanca sendikanın başkanı Bey'i. 3-5 acil detayı halledip yanına koşturdum gerisingeri. Yüzümde uzun zahmetli bir organizasyonun başarılı sonucunu yaşarkenki yorgun ama keyifli tebessüm.
Uzatamadı lafı. İçinde taşıyamamış 20 senelik çalışma arkadaşının , miniminnacık Aysel Hanım'ı kaybetmenin üzüntüsünü. Kalp ameliyatına girdiğini, mikrop kapıp öldüğünü anlatırken gözleri dolu doluydu. Bir zaman sonra endişe ve şaşkınlıkla bana baktığında farkedebildim odaya girerkenki neşeli tebessümün halen yüzümde olduğunu...donakalmıştım. Tepki veremedim. Üzüldüm de diyemedim. Tebessüm, bir mendille silinip alınan kir gibi yok oldu yüzümden. Bir şey demeden birbirimize baktık. İkimiz de suskun bir yası paylaştık. Başımı eğdim ve odadan çıktım.
Yukarı etkinlik salonuna çıktığımda Türkiye'nin en tanınmış tarihçilerinden birinin coşkulu Atatürk anlatımını karanlık salonun huzurunda yok olarak dinledim.Etkinlik bittiğinde filanca sendikanın başkanına uğramadan, Türkiye'nin en tanınmış tarihçilerinden birini alıp cafe'ye indim ve onun coşkun-mütevazı neşesine gönülden katıldım. Masamızın etrafındaki herkes o yüksek enerjiyi paylaşıp düşmeyen bir tempo ile Türkiye'nin en tanınmış tarihçilerinden biriyle dirsek temasında oturuyor olmanın keyfini sürerken ben üzerime düşen şekilde ev sahipliği yapıyor ve sohbete kahkahalara katılıyordum. İnsanlar-gece-başarılı bir etkinlik-coşku, "artık vakti gelmişti" diyerek kucakladığımız kışa ait şiddetlenen yağmurlar içiçe yaşanıp giderken o kalabalığın uğultusunda ben aslında yapayalnız bir şekilde Aysel Hanım ile öğlenleri birbirimizi rahatsız etmemeyi umarak birbirimizin masasına konuk olup çorba içtiğimiz köşeye bakıyordum.
Dışarıda yağmur yağıyor Kadıköy sokaklarını ıslatan. Kendime, kendimi duyacağım bir müzik hediye ettim (lütfen tık) .
Sustum, yaşamı dinleyip ölümü düşünüyorum.
Cennettesiniz ve beni duyuyorsunuz di mi Aysel Hanım ...