Umut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Umut etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Kasım 2013 Pazartesi

Lacivert

Birazı unutulmuş maziye birazı bilinmez atiye ait bir garip gündü..geldi geçti.


İş görüşmesi için gelen davet alışılmış hazırlıklarımın çabucak tamamlanması ile yollara düşüşüm demekti. Üsküdar'dan Kabataş motoruna bindiğimde uzun zamandır görmediğim dostlarıma gidiyormuşum gibi , bildik ama ihmal edilmiş yollardan geçtim. Truman Show gibi İstanbul..aynı saatte aynı insanlara rastlarsınız her zaman.Çalışma hayatına ilk başladığım yıllarda sabahları Üsküdar'dan motora bindiğimde birbirlerine simit alan ve birbirlerini bekleyen arkadaşların aynı motora binerek başlattıkları sıcak,alışılmışlığın rahatlığıyla bezenmiş sohbetlerini dinlerdim.En az onların sohbetleri kadar rutindi dinleyişim. Gülümseyerek o sabahları andım. Mehmet Ali (martı) başımın üzerinden iyi şanslar dedi çığlık çığlığa uçarken, gülümseyerek el salladım ona etrafımdakilerin onaylamaz bakışlarına aldırmadan. Özer sektörde çalışmanın ve iş hayatına yeni başlamanın tedirginliği ile inerdim motordan. Ayakkabım su alırdı, aldırmazdım.Kendimi seyrettim 20 yıl sonranın penceresinden..zamana sabırsız, tedirgin ama umutlu bir genç hanım. Gülümsedim.


Motor iskeleye yaklaştığında topuklu ayakkabıyla zıplayamamaktan dolayı suratımı astıysam da elimi tutarak bana yardımcı olacak bir eşim olması tebessümü tazeledi. Görüşme yerine az kalmıştı, dönüp cesaret almak istercesine bir kez daha martıya baktım.Göz kırptık birbirimize, yola koyuldum.

Görüşme sonrası eşimle İstiklal Caddesi'ne çıktık ve flört ederken gittiğimiz ara sokaktaki restaurantı aramaya koyulduk. Ne İstiklal caddesi aynı kalmış, ne insanların profili ne de biz. Tıpkı eski günlerdeki gibi elele koşturarak yerini hatırlamaya çalıştık. O zamanlarda o çalışıyordu ben öğrenciydim. Şimdi yine o çalışıyor ben işsizim. Bir süre kendimizle ve halimizle eğlendik,her kahkaha bir sonrakinin mayası oldu. Restaurantı bulmayı başardığımızda hayli neşeliydik.

Sonra o işine gitti..ben yine Taksim'de bir başıma kaldım. O kadar uzun zaman olmuş ki hava karardığında evden bu kadar uzakta olmayalı..İstanbul değişmiş hayat değişmiş ben zaten...koşturmaktan vazgeçip etrafımı seyre koyuldum. Trafiğe kapatılmış Taksim...insanları koşturan ve ruhunu yitirmiş Taksim. Kocaman bir betın alan..cansız,kişiliksiz..sevimsiz. 



Öğrenciyken,sene 1987, 83T'yi beklerdik arkadaşlarımla.Duraklar eski, otobüsler şimdi tarihi eser niteliği taşır cinstendi.En arkada kocaman bir baca gibi bir şey vardı,üşüyen ellerimi orada ısıtırdım. Otobüsler İstiklal Cadde'sinin içinden geçerdi.



İnsanlar en temiz ve en özenli giysilerini giymezdi çok eski yıllardaki gibi ama insanların renkleri vardı. Oysa şimdi soluk bir kaç griyi saymazsak siyah ve beyaz kadar keskin ayrım var insanlarda.

"Ne yiyeceğim" derdim durakta beklerken.." ne pişireceğim çocuklarım için" dedim geçmişteki ben'e de gülümseyerek. Cep telefonumu yokladım Selin eve gelmiş midir diye düşünerek, parkamın cebinde şıkırdattığım jetonları anımsadım hemen sonra. Jetonla arardık sevdiklerimizi..öyle ya.

"E peki" diye düşündüm "bunca teknoloji bunca yenilik bunca şöyle olsa dediğimiz şeyin gerçekleşmesi..niye mutlu değiliz niye daha güzel olmak bir yana güzelliklerini yitirdi hayat?" 



Aklıma Rengin'in eski bir şarkısı geldi takıldı : 

Bize neler neler öğrettiler sevdalar üstüne

Aldatıldık aldatıldık sevda böyle değil
Ne masallar ninniler söylediler dünya üstüne
Aldatıldık aldatıldık dünya böyle değil 

Ufalana ufalana kaç kuşak

Eridik bu yollarda 
Kimimiz yerle yeksan 
Kimimiz zorla ayakta....


Taksim-Kadıköy dolmuşu geldi,attım kendimi. TRT'de çalıştığım yıllarda hava kararmışken köprüden geçer mavinin tonlarının İstanbul'u kucak kucak sarmalamasını seyrederdim doymaksızın. Şimdi lacivertin en duru tonları ışıklarla birleşirken, deniz ise asil maviliğini lacivertin bir ton daha koyusu ile bezerken izledim İstanbul'u. Gözlerim şehrin parlak ışıklarından kaçıp ufkun karanlık ama özgür ve davetkar çizgisine takıldı. "Sen beni sevmedin ,ben de seni İstanbul" dedim dudaklarımı kımıldatmadan usul usul.


Tıpkı on yıllar öncesindeki gibi yarınların ne getireceğini bilmeden ,daha az tedirgin daha çok umutlu geçerken o köprüden kitabımı açtım ve okumaya başladım. Mazinin yumuşak ezgileri, yarının bilinmezliği...hepsi  Balzac'ın "Kuzin Betty" sinin satırlarının arasında gerçekliğini yitirerek eridi gitti.



18 Ekim 2013 Cuma

Çıplak Ayaklı Kontes

"Ayakkabım yok diye üzülüyordum, baktım karşımdakinin ayakları yok" felsefesini hiç bir zaman sevmedim ben. Beri yandan baktığınızda ayakkabı odası olan insanlar da var. İnsan teselliyi umutta ;ama boş hayalde değil "umutta" bulmalı. Ayakkabısı yoksa beterin beteri var diye tembel teselliler edinmek yerine ayakkabısının neden olmadığını düşünüp ,ayakkabı edinmek için ne yapabileceğine bakmalı.

Zor zamanların bunaltıcı labirentlerinde kaldığımda günlüklerimi okumayı öğrendim.Yaşam, görebildiğimizde kendi başına nasihat zaten. Kendimi çok üzgün, çok berbat, çok çaresiz hissettiğim zamanlarda 19 yaşında bir genç kızın satırlarında teselli bulabilmek çok garip. Üniversitenin ilk yıllarında Trabzon'dan İstanbul'a geldiğimde yaşadığım ikilemler, aile özlemi,gelecek endişesi,parasızlık,yurt hayatı,ilk iş deneyimleri, aşk acısı, hastalık, dost kazıkları, işsizlik....unuttuğum yüzlerce ayrıntıda mevcut gözbebeklerimde saklı gülüşlerimin ya da temkinli adımlarımın,kolay vazgeçişlerimin sırları. Ta o zamanlarda o yaşlarda o zor koşullarda yenmişim zorlukları şimdi neden olmasın deyiveriyor insan kendine.Yeniden başlamak için ayağa kalkmak bir yıkılış değil diriliş halini alıveriyor.





































Yeniden başlamak...eskiye ait çok sevdiklerinizi de satırlarınızdan silmek anlamını taşıdığında zor bir şey gerçekten."Geç buldum çabuk kaybettim" oluveriyor ne yazık ki şarkılar ,en sevdiklerinizden olup bunu asla söyleyemediklerinizin bir kısmına. Doğduğunuz coğrafya ne çok şeyin belirleyicisi oluyor diye düşünmeye başlıyorsunuz bir süre sonra yasakların yazılı olmayanları sizi kuşatmaya başladığında. Özlemler, anılar daha sizin için tazeliğini ve değerini yitirmeden ana yoldan ayrılıp sizi çağıran patikaya sapmak ve yeni yollara bir başınıza ; hüznün, özgürlüğün neşesine karışmasına alışarak yürüyorsunuz.

İnsanı mutlu eden şey, ihtiyaçları ile varlıkları arasında bir denge bulmasıdır. Bütün sorun , bu dengenin nasıl sağlanacağı.İnsan bunu, belki varlıklarını yükseltip ihtiyaçlarının düzeyine çıkartmakla yapabilir.Ama bu budalalık olur. Bunu yapmak, arada bir sürü doğa dışı şeyler yapmayı gerektirir. Pazarlık etmek gibi, çalışmak gibi, çabalamak gibi. Öyleyse? Öyleyse akıllı bir adam dengeyi, ihtiyaçlarını azaltarak yani onları varlıklarının düzeyine indirerek sağlar. Bunu yapmanın en iyi yolu, bedava olan şeylerin değerini bilmektir. (ŞİBUMİ/ Trevenian)



Aslında, şaşırtsa hayat beni diyor insan bazen. Kendiliğinden yoluna girse her şey, durduk yere bir sürü güzel sürpriz olsa, adaletin varlığı yetecek her şeyin iyiye doğru seyralmasına ama ne yazık ki ülkemde adaletin rıhtımdan gidişini izlediğim ve ufukta gittikçe küçülen bir gemiden farkı kalmadı artık. Güzel olan bir çok şey gibi o da geride kalmışa benzer...

Umut etmek adaleti bile ,vazgeçmeden..pes etmeden..
Ayakkabım yok haline gelmişsek bile gerekirse yalınayak koşmak umutların gerçeklere dönüşmesi, gerçeklerin hayallerimizden bile güzel olabilmesi için.