kuzen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kuzen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Kasım 2023 Pazartesi

JULES VERNE'NİN VERDİĞİ SÖZ...

 


JULES VERNE'NİN VERDİĞİ SÖZ...

Jules Verne ; aşık olduğu kuzeni Caroline'e mercan bir kolye hediye etmek için; evden kaçıp Batı Hint Adaları'na gitmeyi düşündüğünde 11 yaşındaydı.
Kaçış planı şöyleydi. Limanda tanıştığı La Coralie gemisinde çalışan bir miço ile yer değiştirip onun yerine yolculuğa çıkacaktı.
Bu amaçla 1839 yılının bir temmuz sabahında erkenden kalkar ve sessizce evi terk eder.
Jules'in evde olmadığı anlaşılınca sabah yürüyüşüne çıktığı düşünülür.
Annesi Sofie ; oğlunu öyle yemeği zamanı da görmeyince olayı Jules'in kentteki babasına anlatması için komşuları De Goyon'dan yardım ister.
Mathurine Paris ; bir dönem Jules'in bakıcısıdır.
O'nu sabah saatinde kilise meydanından geçerken gördüğünü söyler.
Bir denizcinin de , iki miçoyla birlikte limandaki La Coralie adlı gemiye doğru kürek çeken kentli bir çocuk gördüğünü söylemesi üzerine ; baba Pierre, bindiği son nehir gemisiyle La Coralie'nin peşine düşer ve oğlunu Paimbouef Limanı'nda yakalar.
Ekmek ve su dışında bir şey yemesi yasaklanan Jules Verne , yediği dayağın acısı henüz silinmeden annesine şu sözü vermeye zorlanacaktır:
''Bundan böyle yolculuklara yalnızca hayallerimde çıkacağım...''
Oliver Dumas ve Volker Dehs gibi biyografi yazarları bu hikayenin gerçekliğinden şüphe duysa da ; değişmeyen bir gerçek var ; kaçış öyküsünde yerine geçeceği çocukları ikna etmek için para vermesi gibi, Jules Verne'nin , Ay'a Seyahat kitabında anlattığı hayali uzay gemisinin de toplanılan paralar sayesinde yolculuğa çıkmış olmasıdır!.............
Kaynak:
Sunay Akın

7 Nisan 2021 Çarşamba

Teoman-17/Şarkı Sözleri Öyküleri -7

 


17 (Onyedi)


Boşver beni

Mühim değilim

Bu onun hikayesi

Çok beyazdı, kir tutardı

Ömrü kelebek kadardı

Mektupları şişedeyken

Bir de bakmış deniz yokmuş

Tek başına dans ederken

Mutsuzluktan sarhoşmuş

Daha 17ymiş

Oyundan kalkmak isterken

Kağıtlar dağıtılmış

Bu hava boşluğunda

Artık her şey satılıkmış

Trafikte akmayan

Hep onun şeridiyken

Söylediği son şarkı

Elveda ZalimDünyaymış

Daha 17ymiş...

Teoman bu şarkıyı 'iki çocuk' şarkısı gibi,  Erdal Eren'e yazmış.Teoman'ın akrabası olan Erdal Eren, 1980 yılında 17 yaşında idam edilmiş.Suçu bir askeri inzibatı vurarak öldürmesi olarak gösterilmiş. Yalnız bu inzibatın otopsisinde yakın ateş sonucu öldüğü, Erdal’ın ise oldukça uzakta olduğunu mahkeme görmezden gelmiş. Kağıtlara Erdal Eren’in adı yazılmış bir kere.(*)


Erdal idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden 
 gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan'a, "avukatıyla görüştürülmediğini, 18  yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18'den küçük  olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini,  vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın  atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden  korkmadığını"söylemiş. İdam kararı verilen Erdal Eren'in 17 olan yaşı bir gün içinde  18 olarak büyütülmüş ve sonrasında hemen idam edilmiş.




 Son fotoğrafı çeken gazeteci Savaş Ay’ın yazısı:

Mamak Askeri Cezaevi’nde idam hükümlüsü bir gencin, Erdal Eren’in son fotoğraflarını çekmiştim yıllar önce.
Yarım saat kadar yanında kalıp, koşullar elverdiğince konuşup, yaklaşık 2 ‘makara’ fotoğraflayıp ayrılmıştım oradan.
Deklanşöre son defa basıp, parmaklıklar arasından ‘sessiz sitemsiz’ bakışını dondurduğum o günün gece yarısında gidip aldılar
onu hücresinden. Teamül gereği sivile, Ulucanlar Cezaevi’ne nakledip, sabaha karşı da hükmünü infaz ettiler, astılar Erdal Eren’i.

Erdal idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteci Savaş Ay’a, “avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını” söyledi.
Ağabeyi Erkan Eren, Erdal’ın Mamak Askeri Cezaevi’nde tutuklu kaldığı dönemde gördüğü ağır işkencenin izlerine tanık olduğunu dile getirdi. Erdal’ın idam edildiği tarihte yaşının 18’den küçük olduğunu belirten Erkan Eren, infazı radyodan öğrendiklerini ve Erdal’ın kimsesizler mezarına gömülmek istendiğini söyledi.

O fotoğraf Sezen şarkısı oldu

Erdal Eren’i son anlarında çektiğim o fotoğrafları, milyonlarca kişi gibi Sezen Aksu da görmüş ve çok etkilenmiş.
Anlatırken, “Öylesine masum, öylesine ölümden uzak, öylesine genç ki… Hikayesini de okudum. Ama beni esas vuran o ‘son bakış’ fotoğrafıydı Savaş.

‘AĞIT GİBİ…’
Aysel Gürel’e gösterdim o fotoğrafı. Birlikte bir şeyler yazdık. Onno’ya verdik besteledi (Tunç). Şarkıdan çok ağıta benzedi. Yürekten kopup gelen, saf, duru, sahici…” dedi.
Ve işte o ağıtın sözleri.
“Bir an duruşu gibi
Ömrün gidişi gibi
Veda ederken
Aşk ateşi gibi söner iç çekişler
Amman amman yandım aman
Acı yüzler”

Anısına Bestelenen  Diğer Şarkılar

* Sezen Aksu, Son Bakış (sözleri Aysel Gürel’e, bestesi Onno Tunç’a ait)
* Teoman, İki Çocuk (Teoman, Erdal Eren’in akrabası olduğunu Cnn Türk’te Ahmet Hakan’a açıklamıştır.)
* Mor ve Ötesi, Darbe
* Grup Yorum, Büyü Gülten Akın’ın şiirinden bestelenmiştir. Selda Bağcan Edip Akbayram gibi sanatçılar tarafından da seslendirilmiştir.
* Gına, Kırmızı Halı
* Saian Sakulta Salkım, Suç
* Ali Ekber Eren, Ankara Adı Kara
* Ali Asker, Şu Metris’in Önü


(*) kaynak  : https://www.hurriyet.com.tr/mahmure/galeri-iste-o-sarkilarin-hikayeleri-34941150/2

11 Mayıs 2018 Cuma

Biri Vardı


Mümkün olduğunda girmiyorum artık facebooka. Eskimiş eşyaları kaldırınca nasıl orta yerde kocaman boşluk olur ve ferahlarsınız, ayyynen öyle bir etkisi oldu hayatımda.Gözüm alışmış, ne çok yer tuttuğunu fark etmediğim için kaldırıp atamamışım bunca zamandır.

Bu sabah bir girdim ne var ne yok bakayıma. Fark ettim ki çevremdeki bir çok insan çocuğunun mezuniyet balo elbiselerini, müjdeli haberlerini paylaşıyor.

Çoğu uzun zamandır görmediğim insanlar. Çoğu, hayatın standart kalıplarında renksizleşmeden önce tanıdığım insanlar. Bakmak ve görmek hüzün verdi. Bir de sanki kimsenin görmeyi başaramadığı bir filmi izlercesine heyecanlandırdı beni.


Biri vardı. Gerçek isim kullanmayacağız ya, "Fikret" diyelim.Gençliğinde koca gamzelerini ortaya çıkartıp gülümsemesine biterdik. Hep hızlı konuşur, hızlı yemek yer,hızlı nefes alırdı. Bir de gelir gelmez tuvalete koşması vardı, biz ona gülerdik o da bize gülerdi. Sonra dillendirilmeyen , dillendirilmesi zor bir yola saptı gönlü. Kuzenine aşık oldu. Kuzen hanım da ondan hoşlanmıştı sanırım. Durumu sezinleyen ailelerde yine dillendirilmeyen bir "hayır" mesajı verildi.Dillendirilmeden hatta birleşmeden ayrıldılar. Fikret'i gördüm işte facebook'ta. Saçı bembeyaz olmuş, ayyyy bi de çirkinleşmiş. Nişanlarında burnundan kıl aldırmayan gelinin babası ufalmış,  torunlarının yanında mutlu gülümsüyor. Gelini gülümsüyor çocukları gülümsüyor. Fikret'te ise o suskun,kaderine razı buruk mütebessüm bakış .Bir araya geldikleri yok kuzen hanım ile. Yine de düşündüm mutlu olurlar mıydı? Aileleri dışlamayı başarsalar olurlardı mutlu diye karar verdim. İkisi de şu an olduklarından çok daha mutlu olurlardı.

Nasip.

*************


Biri vardı okulda suskun ağır abi olmasıyla meşhur. Onu gördüm. Güzel bir evlilik yapmış ,kendi gelinine gelini kendisine denk.Kız almış bizimkini, evirmiş çevirmiş ;olanın üstüne koymuş eksiltmemiş. Bizimkisi ağır abi pozlarında yine, kız istemeye gitmişler aileden birinin oğluna. Kendi al yanak sinek kaydı traş, eşi makul ölçüde yakın,tam da diz altı bir sade elbise...o kadar klasik o kadar doğru görünüyorlar ki  rahatsız oldum.Bana biraz aykırılık lazım sanırım.

***********


Biri vardı. Aşka aşıktı. Kızın derdi hasreti günlüktü. Baktım, bir oğlu bir kızı olmuş, zengin kocayı da boşamış bir villa sitesinde gününü gün ediyor. Hayat dert etmeye değmezmiş, kızı bişiye alıp satmadık ama hepimize örnek oldu dedim güldüm.

*************



Kendi resimlerime bakacak oldum..hepsinde biraz muzır biraz mahzun gülümseyen bir kız. Hep sevmiş,hep sevilmiş,hep bir mai olmuş hayatında.


Yaşadığımız güne şükür dedim....

16 Mayıs 2017 Salı

Epi Topu 1.5 Gündü Aslında


Selin benim büyük kızım. Tahsil hayatının ipleri elimden kaçalı çok oldu. Ne girdiği sınavları, ne idealindeki okulları,ne ders programını anlamıyorum bir süredir. Ucundan accık modundayım kısacası. Zaten veli toplantısında hocaları yabancı olduğu ve herkes ingilizce konuştuğu için görüşmelere Selin ile girmek zorunda olalı gönlümce bi hoca da yolamadım. Yine de ısrar ve istikrar ile gidiyorum veli toplantılarına.

Neyse, hatun bir sınava girecekmiş ama başvurduğunda İstanbul kontenjanı  dolduğu için Ankara'da girmesi gerekti.

Çocuğun hedefleri hayalleri var bu bu en öneli basamaklardan biri ..nasıl hayır diyeyim?



Ankara nedir biliyor musunuz?
Ankara bildik bilinmezler şehri benim için.
Ankara'yı bilmem ben.
Çocukken annem babam , bir çift mavi gözün gözüyle aşıladığı  vatan aşkını pekiştirmek için Anıtkabir'e götürmüştü beni. Küçüktüm ama bugünün büyüklerinden daha iyi çalışıyordu  kafam. Başımı kaldırıp Atatürk'ün gözleri kadar mavi göğe özgürce bakışımı, şık bir döpiyes giymiş olan annemin özgürlüğünü, iyi eğitim ve işe sahip babamın tebessümünü ona borçlu olduğumuzu  bilir, adının üstüne toz kondurmazdım.

Bak yine cin çıktı tepeme...neyse, sakin.

İkinci Ankara'ya gidişim daha alem. Sanal ortamda tanıştığım ama hayatımda "ya o olmasaydı" diyeceğim kadar ışığını ,yaşamını,varlığını çok sevdiğim Sebuş'uma gittim bir çocuk elimde bir çocuk kucağımda belimde. İlk kez yüzyüze görüşmek, sarılmak,konuşmak,çocuklarımızın kaynaşması şahaneydi.

Hiç sevmedim Ankara'yı. Birincisi deniz yok,ikincisi becerseler binalara bile kravat takacaklar. Sebuş'ta kaldım, sonra döndüm.

Şimdi Ankara'ya Selin ile giderken hem şehri bilmemenin, hem mesafeleri kestirememenin sancısı içime oturdu. Bir de şaka maka çocuk üniversite sınavına girecek.

"es ey ti" yani namı diğer SAT sınavına girdi Selin. O ne diye sorana http://sat-sinavi.com/sat-nedir linkini yollayıveriyorum. Ben de öğrenmeye çalışanlardanım çünkü.

Ankara'ya indik, yeğenlerimin tarifleri ile Sebuş ve Aliye'min anlatımları ile zor şer gideceğimiz yeri bulduk. TRT misafirhanesi deyince kelli felli bişi bekledim yalan yok. Orayı kısaca "80'ler dizisi burada da çekilebilirmiş" diyen kızımın cümleleri ile özetleyeyim. Yazık. Milyarlarca bütçesi olan Kurum'un bu kadar döküntü bu kadar sönük bu kadar eski bir misafirhanesi olsun..vallahi çok yazık. 

Gideceğimiz yer TED Koleji. Yakınmış misafirhaneye. Sabah kahvaltısı sonrası açlık, günlerin biriken yorgunluğu, nasıl gideceğiz yetişiriz di mi vb onlarca soru stresi bizi bitirdi. Selin ile serildik ve saatlerce uyuduk.Yorgunluk öyle böyle değil, ciddi salladı bizi. Akşam için  lokalde yer ayırttık ve yeğenimin gelmesi, iki kuzenin birbirini rahatlatmasını kararlaştırdık. Ağır yemesin, erken saatte yesin (zaten açlıktan ölmek üzereydik) ,banyo alıp erkenden uyusun istedim. Sabahın köründe gireceği sınav bildiğin üniversite sınavı ve çok önemli.

Derken Aliye aradı. Onun minik Defne'sini hep resimlerde gördüm, Aliye'yi de öyle. Sude diye bi kızı var, onu  ayrı merak ediyorum. Aliye gelip sizi alayım deyince "peki" dedik Selin ile. O da sürpriz yapıp bizi Sebuş'un evine götürdü. Aliye ve Sebuş yakın dost olduklarından ben Sebuş'u da göreceğimi anlamıştım ama evinde değil restaurantta görüşürüz sanmıştım. Ev kısmı  hakikatten sürpriz oldu.

Sebuş'umu  yine görmek,  bildiğiniz gün ışığını kucaklamak gibi. Evi ise el emeği muhteşemliklerle dolu. Tablo gibi bir ev. Hadi burda anlatmıyayım, nefis bir sofra ile karşıladı bizi. O ailenin her bireyini sevmek için ayrı sebep bulabiliyor insan. Güzel insanlar, güzel kalpli insanlar.

 Aliye beni daha iyi zamanlarımda görsün isterdim. Ben ise onu umduğum gibi buldum. Zaten severdim ve zaten iyi  düşünürdüm, daha da iyi oldu onun hakkında her şey. Defne ise hayallerimin ötesindeymiş onu öğrendim.Şeytan tüyünün sözlük anlamı gibi bir çocuk. Sude 'yi 20 yaşında bir kere daha görmeyi kesinlikle istiyorum-o ne olacak o..çok akıllı.

Gerginlik ve yorgunluk  ağzını bıçak açmayan bi ben ile tanıştırdı onları. Böyle olsun istemezdim.   Belki de bu yüzden sürprizleri sevmiyorum aslında. Bir dahakine daha iyi günlerde görüşmeyi dileyip ayrıldım akşam oradan. Tabii ki Sebuş yine de bağrına bsatı beni ve tabii ki Aliye sen ne suratsız şeysin demedi ama ben üzüldüm. Sonra Aliye yine  hiç mızıkdanmadan binlerce kilometre yolu gerisingeri gidip bizi TRT misafirhanesine bıraktı. Direksiyonlu bi melek o.

Sabah  misafirhaneden çıkışımızı yapıp  sınav yerine gittik. Selin güç kalkınca ben yeniden panikledim. Ya uyanamazsa , ya  ayamazsa moduna geçiverdim.Taksi ile 10 dakikada TED Kolejine  varınca  büyük ölçüde sakinleştim ama TED Koleji bildiğiniz dağ başını duman almış biz de oraya kolej kurmuşuz modeli bir yer. Nasıl döneceğim diye düşünmeye başladım bu sefer de. Derken eski yıllardan bir dostum  sabah sabah sırf beni görebilmek için oraya geldi eksik olmasın. Sahiden eksik olmasın dostlar hayatımızdan.Selin sınava girdi. Ben etrafımda bi tane türkçe konuşan olmayan ortamda kitabıma sarıldım dostum gelene kadar. Sonra o bana bir iyilik daha yaptı ve yeğenlerimi de alıp getirdi sınav yerine. Selin saatler süren sınavdan çıkana kadar oturup lak lak ettik. Nakit geçmiyormuş 50 kuruşluk çayı bile kredi kartı ile aldık. Okula ve gelenlere baktım da, eğitimde eşitlik sizlere ömür. Kemikleri bile çürümüş yani. Yazık bu memlekete bu  çocuklara yazık yemin ediyorum

Bak yine cin çıktı tepeme!

Selin sınavdan en geç çıkanlardan biri oldu. Kuzenlerini görünce solmuş yanacıklarına taze tatlı bir pembelik yayıldı.


 Atakan'ın yani ablamın  oğlunun (en sevdiğim yeğenim) tavsiyesi ile ömrümce gittiğm en güzel yerler sıralamasında ilk 3'e girecek bir restauranta gittik ve aman Allah'ım,  utanılası derecede çok yedik. 


Dostum ve arabası emrimize amade olduğundan havaalanına nasıl yetişeceğiz kaygısını da unuttuk. Sonra yeğenlerimden ayrıldık, havaalanına döndük. Sonra da İstanbul.

Yani bir Cuma sabahından bir Cumartesi akşamına olanı anlattım sizlere.

Plakasını alamadım desem yeri. Öyle serildik yani...o yorgunluk o stres (ki normalde hakkkatten rahat biriyim en) beni öldürdü
İyi ki yaşadık :-)