Ne zaman en mutlu anlarımı bulmaya çalışsam anılarıma dönüp, lisedeyken karne alıp eve doğru yola koyulduğum o günler gelir aklıma.
Mevsim yaz, ders sorumluluğu bitmiş;geçici de olsa özgürlüğün ilk günü.Henüz hiç bir şey için geç kalınmış olunmayan, henüz azalmamış olan,henüz kimsenin sizinle ilgilenip kısıtlamalara başlamadığı o gün.
Kısacık saçlarımın dibi hep koşuyor olmamdan dolayı terli olurdu genellikle.Rüzgarın denizden alıp getirdiğini saçlarımın arasına serpiştirmesini;o serinliği, o yosun kokusunu, o rüzgarın en maisini severdim. tek başına yürüyor olsam bile yanaklarımı ağrıtırcasına tebessüm olurdu.Ayakkabılarımı elime alıp çorabımın kaçmasına aldırmadan sahilden eve yürüdüğüm o zaman var ya o zaman...işte ne zaman en mutlu olduğum günlerdi diye düşünsem aklıma gelen zaman.
40'lı yaşlardaysanız ve anıların renkleri hala çok canlı,yaşama isteğiniz törpülenememiş,kurallar anlam kazanmamış,yollar sizi çağırır sorumluluklar kır dizini otur der haldeyseniz hayat çok zor dostlar....
Birbirini aldatan eşler bilirdim. Tereddüt etmedim hiç , gittim söyledim. Bozulacaksa o evlilik bozulsundu, herkes hak ettiğini yaşasındı . 20'li yaşlar ve 30'lu yaşlar insanın hayata daha dürüst baktığı yaşlar sanırım. 40 ve 50'de "duvarın arkasındakiler deli" moduna giriyor insan..gerçek deli kim bilemiyorsun.Dürüstlük gibi diğer bir çok kavram, anlamını sorgulamaya itiyor seni.
Biri var, saçının her teline -gülüşünün inceliğine can verecek kadar seviyorsunuz. Biri var, sevdiğinizin sevdiği olduğu için seviyor-kusurlarını görmüyorsunuz.Sonra yuva kuruyorlar. Sevinçlerine seviniyor, üzüntüleri ile hemdert oluyorsunuz. Seneler seneleri izliyor, hayatın akışında onlar odaktaki yerini hep koruyor. Çocuklar oluyor, büyüyor, göbekler çıkıyor, göbekler gidiyor, saçlara aklar düşüyor, aynı sofralara oturuluyor, sırlar paylaşılıyor, yeni yatak örtüleri - evin yeni boyasının rengi, doğumgünü kutlamaları...yaşam aynı kesirde bütünleşilerek paylaşılmaya ,yaşanmaya ve bütünleşmeye devam ettiriyor. Yokuş çıkıyo yokuş iniyorsunuz birlikte.Hastalıklarda "nasılsın" telefonları ediyorsunuz içtenlikle.
Sonra hiç ummadığınız anda bir sır ile çalınıyor kapınız gece yarısı.Temizlik kokusunun baskın hakimiyetindeki evde , size o satırları yazanı düşünüyorsunuz yürek yangısı içinde. Boşanmak, hiç beklemediğiniz anda gündeme düşen bir felaket..ilacı olmayan bir ağrı. Ne evet demek mümkün, ne de doğru buluyor insan "hayır"ı.Evet...birinin hayatını sona erdirecek, hayır diğerinin.Susmak senin kaderin.
Düğünü hatırladım o paylaşım bittiğinde, arkama yaslandığım an metanetim gittiğinde. Gelinin neşesini,damadın gizli kederini, sırra vakıfların merak ettiği bu yuvanın kaderini. Bir sevdiğimin ölümünde ağlamıştım o kadar çok bir de o düğünde.O zaman da "evet" birini "hayır" birini yok edecekti, suskunluk mecburen seçilecekti. Dile pelesenk olan o şarkı geçmişin sisinden sıyrılıp doluyor kulaklarıma belli belirsiz