aldatmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
aldatmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Ekim 2016 Salı

Yangın Yerinde Orkideler - Tiyatro

Cuma akşamı "artık derslerim çok ağır ,zamanım yok" diyen sevgili kıvırcığımı  ve ona bağlı olarak anaokuldan beri birlikte tiyatro akşamları yaptığımız kızım gibi sevdiğim sevgili Su'yu kadro dışı bırakarak Nehir'imle tiyatro sezonumuzu açtık.

Tabii ki Musahipzade balkonundan yer alıp Yangın Yerinde Orkideler'e gittik.
Damağımda o  özlemişliğin  bildik tadı ama aynı zamanda  Şehir Tiyatrolarından atılan değerli sanatçılarımızdan dolayı duyduğum öfke, gittik Zuzu'm ile Musahipzade'ye.



Tiyatro seyircisi bana hep farklı gelmiştir. Kendimi hep,özel ve saygın bir topluluğa ait hissederim orada olduğumda. Hele de Nehir ile ilk başbaşa tiyatromuz olunca iyice bir hoş hissettim yalan yok.

Gittik koltuğumuza oturduk. Tiyatro da başladı. Seyrettik.


Yok..sevemedim.
Ne oyuncularda o eski şevk ve neşe var ne oyun akıcı bir oyun.
Sarhoşu oynayan oyuncu bir yerde sahnede kapak işareti yapıyor, Nehir bi orayı çok sevdi çünkü çok güldü.
Tiyatro bitince , Musahipzade'nin hemen yanındaki kokoreççiye gidelim mi diye sordum adet edindiğimiz üzere. Onu bile istemedi canımız.


Bir heves bin heyecan geldik.
Neyse tiyatro sezonunu açtık diye kendimizi teselli ede ede eve döndük.
Bu hafta da "Aldatmak" a gideceğiz..bakalım o  nasıl?

Yabancı oyunlar oynanmayacakmış artık.
.ok yemişsiniz siz.
Güzel olan ne varsa içine etmekte eşsizsiniz.

Bu da öyle bi tiyatro yorumu oldu :-) Hoşgörün

YANGIN YERİNDE ORKİDELER
Yazan: MEMET BAYDUR
Yöneten: HÜLYA KARAKAŞ
Dramaturgi: ERGÜN ÖZDEMİR
Sahne Tasarımı: ALMİLA ALTUNSOY - CİHAN AŞAR
Kostüm Tasarımı: ALMİLA ALTUNSOY
Işık Tasarımı: MAHMUT ÖZDEMİR
Müzik: CİHAN KURTARAN
Koreografi: ÖZGE MİDİLLİ
Efekt: NESİN COŞKUNER
Süre: 1 SAAT 30 DAKİKA / 2 PERDE
OYUNCULAR
CAN ERTUĞRULEMİN ANDERASLAN SAĞLAMGÖZDE İPEK KÖSEÖMER BARIŞ BAKOVAZÜMRÜT ERKİN

10 Eylül 2016 Cumartesi

Sır

Sır tutmayı iyi bilirim.
Hatta, çok zaman tepki alacak kadar sırdaşımdır. Biliyordun söylemedin'lerle çok dost kaybettim.
Ama sır,kutsaldır.
Kimi zaman bedeli ağırdır.
Kimi zaman yükü,bedelinden ağırdır.

Gerçek hayat öykülerinden bir kesit var sırada yine
İsimler değişmiş,öykü gerçek.

 

  Karı - koca ikisi de arkadaşımdı. Diğer çiftte ise hanım yakın arkadaşım,eşi ise hanımından dolayı tanıdığım ve sohbet ettiğim herhangi biri. Hani nitelik zengini ve coşkuyla dost olmaya çalışacağınız türden biri değil. Varlığı zararsız, sohbeti su gibi berrak ve nötr..belirgin bir tadı olmayan.

İlk çift Ayşe ile Ali olsun.
Hanımı arkadaşım olan çift Banu ile Yavuz olsun.

Ayşe ile Ali büyük bir aşkla evlenmişler. Ben, o zaman tanımazdım onları sonradan tanıdım. Tanıştığımızda da sıradan sayılacak bir çift değildiler. Kavgaları şiddetli,barışmaları UNESCO ödülüne layık olurdu. Gezmeyi çok seven, bir paket sucuk alsalar 7 düvel dostlarını davet edip bunu şölene çeviren kişilerdi. İnsan severdi onları tüm beceriksizlikleri ya da saçma aile kuralları,dengesizlikleri ile. Bir gittiğinizde elinde Kur'an gözyaşları içinde okurken diğer gittiğinizde balkonda bira şişeleri arasında kahkahalar atarken bulmanız olası idi. Severdim birliklte yaptığımız her şeyi. Kocası ile birbirimizin omuzuna gülmekten gözlerimizden yaş gelmiş halde yığıldığımızda Ayşe'nin kıskanma olasılığından ürkmez hatta aklıma bile getirmezdim. Ya da Ayşe ile saatlerce fısır fısır bir köeşede konuştuğumuzda "açım lan bırakın dedikoduyu nedir saatlerdir oradasınız" diye bağrınan Ali'ye aldırmazdım. Keyifli anlardı her zaman yaşantıya kattıklarımız.

Henüz sırlar yoktu.


 

Banu gençlik yıllarında çabuk bir karar ile Yavuz'u almıştı nikahına. Yavuz, biriktirdiği idealleri idi onun. Yavuz ağır abiydi. Yavuz , belli bir siyasi camiada adı geçendi. Yavuz gülerken bile saygı ile dizlerinizi birleştirip dik otururdunuz.Yavuz riskli cümleler kurmazdı. Yavuz hep doğru yerde doğru şeyi yapar, içinizden ettiğiniz küfrü bile duyar gibi yüzünüze sakin-ifadesiz bakardı.Banu deliydi. Sevişmesi bile çığlık kıyamet bir kadındı. ..duyardınız yani :-) Yüzünde daima bir gülümseme olur, her an gülmeye hazır ifadesi ile sizi dinlerdi.

Çok gülenin derdi çoktur aslında derler.
Doğrudur.

Banu ve Ali, firmalarının dönemlik bir iş  anlaşmasında tanıştılar. Ortak tanıdıkları yani ben çok sevindim çok güldüm bu işe. Ayşe derhal olaya dahil edildi. Banu-Ayşe-Ali-ben okey masalarından kalkmaz olmuşken Yavuz da kısa süre içinde tüm duru doğruları ile -siyasi çizgileri çok uyuşmasa da" bu büyülü akışa dahil oldu.

İş bitti, muhabbet devam etti.

Henüz kimsede çocuk yoktu. Sabahlamalar, 51 partileri, patates kızartmasına tavla turnuvaları bizim işimizdi. Ayşe dik,herkese meydan okuyan ve genelde de (hele tavlada) kazananken Banu onu hayretten kocaman açılmış gözlerle izleyen, erken evliliğinde Yavuz'un ağır suskunlukları altında nasıl şekillendiğini gören-fark eden oldu. Banu, kısır-çay-iki dilim kek tabakları hazırlayıp servis eden ve kimseye mahal vermeden kendisiyle dalga geçen, Ayşe ise dekoltesinden taşmış memelerini hoplata hoplata taklitler yapıp her zamanki gibi kendi kurallarının  dikliğinde ortama renk katandı. Ali, yoğun iş temposu sonrası bazen stresli ve kavgacı, Yavuz gerektiği gibi davranıp gerektiği gibi susan...

Ne zaman fark ettim, ne zaman başladı bu sır hatırlayamıyorum. Banu'nun iri ela gözlerinde hüznün koyu gölgesinde bir fısıltı oldu ilkin. Başka bakıyordu. Belki, Ayşe'nin Banu'ya her zamanki teklifsiz takılmalarının birinde hep aynı haki renkli blüzu giymesinden dolayı yaptığı  şakalar ve ikisinin kahkahaları ile ayıldım önce. Fark etmemiştim Banu'nun hep aynı haki bluzu giydiğini, dikkat ettim o dakika. Neden diye düşündüm bilmezliğin tüm masumiyetliyle.  Sonra, bu tür takılmaları devam ettiren Ali'nin bariz bir şekilde televizyonla ilgilenip onları duymazdan gelişi. Yavuz'un hafif çatılan kaşları ( o da benim gibi o an fark etmişti haki renk bluza verilen kutsanmışlığı).

                               

Sonrasında ahmakıslatan kıvamındaydı belirtiler. Varlığını farkındaydım ama önemsemiyordum,emin olamıyordum. Sizin kalbinizde-aklınızda olmayan şeyi algılamıyor beyin belki ,hani öncelik vermiyor görse de. Ama bir an geliyor...görüyorsunuz .

Banu açıldı bana önce. Temkinli. Azar azar. Tepkimi yoklaya yoklaya. Korka korka ama artık içinden taşanı besbelli ki tutamaya tutamaya..

                       

Yavuz ile evlenmesinin hata olduğundan bahsetti. Onu yine de çok sevdiğini,elbette onun iyi bir insan olduğunu ama kendisinin bu her şeyin yerli yerinde, sınırların kuralların içiçe geçtiği evlilikte mutsuz olduğunu anlattı laf arasında örneklemeler ile muhabbet edercesine. İlk kar tanesi düştüğünde çığın oluştuğunu görebilecek kadar farkındaydım artık her şeyin. Aşk ile öksürük gizlenemezmiş. Banu da bir iki yoklama sonrasında daha fazla gizleyemedi aşık olduğunu. Haksız görmüyordu kendini. O kadar aşıktı ki her şeyi hak görüyordu kendilerine. Ayşe'yi ya da Yavuz'u üzmek ihtimali ise yaşayabieceği tüm utançlardan ağır basıyordu. Çünkü içinde coşkusu her gün artan aşkın nağmeleri Yavuz'a sorumluluğunu-vefasını,Ayşe'ye duyduğu sempatiyi yok etmemişti. Ayşe de Yavuz da iyi insanlardı ama eşleşme yanlıştı ,bütün mesele buydu Banu'ya göre. 

Bana verilen sırrın ağırlığı beni ezmişti. Bir araya geldiğimizde ne yapacağımı şaşırıyordum. "Neden" sorusu, o yaşlarımda da diğer her şeyden çok cezbediyordu beni. Ali'nin yoğun iş temposu ile şekillenen-değişen ruhunun Ayşe'nin dik-minnetesiz kişiliğinden yorulup Banu'nun duygusal-hüzünlü-desteğe ihtiyaç duyan kadınsılığına çekildiğini gördüm. Yavuz'un kuralcı,düz,ölçüsü şaşmaz kişiliği ile ezilen Banu'nun kurgulanmamış cümlelerin heyecanlı akışına, "yarın Cumartesi uyuruz Cuma akşamı sevişme günü olsun"  mantıklı duygusuzluğundan heyecanlı dalgalanmalara, karşısındakinin en sevdiği renk olan haki renge ait bir şey giydiğinde söylenen övgü sözleri ile farkedilişe gönlünü kaptırdığını ve zamansız yağan yağmurla tomurcuklar açan bir tohum gibi günden güne varoluşunu ortaya koyduğunu gördüm.

Ayşe hiç bir şeyi farkında değildi. Ali 'nin değişimini , hayatın olağan akışında olası bir ihtimalin gerçekleşmesi gibi görüyordu. Açıkçası, benim başımın artık hep yere eğik olması ve suskunlaşmam onu daha fazla ilgilendiriyordu. Öyle doluydu ki beyni -kalbi -enerjisi; ya üzülürse diye düşündüğümde kendimi aptal hissediyordum.. Yavuz ise ürkütüyordu beni. Ne yapacağımı bilmiyor ama sır'ra boyun eğiyordum.

                     

Aşk bana göre dinlerden bile üstün bir şey. Hele o yaşlar,duyguların şiddetinin sınır tanımadığı yaşlardı. Aşk, her şeyi  hoş görmeyi getirebilirdi ama yalan.,işte o  o kadar nefret ettiğim bir şeydi ki, aşk dahi yalanı haklı kılmıyordu benim gözümde. Evlilikte aşk ölebilirdi, başkasına da aşık olabilirdi insan ama verilen söz vardı. Eşi haksız ve kötü de olsa,ona  bir şeylerin bittiği söylenmeden yeni bir ilişkiyi gizli saklı yaşamak aklıma-kalbime-doğruma sığdıramadığım bir şeydi. Başkasının doğrularına saygı duymam gerektiğini düşünüyor ama kendi doğrularımı bunca ezip bir yalanı saklı tutmak beni mahvediyordu.

Sır bana ağır geldi.

Her şey ortaya çıktığında Yavuz Banu'ya bir tokat atmıştı. Banu korkmuş,yine de aşkına sahipo çııkmıştı. Ayşe'nin ilk sorusu "kim biliyor ve neden" oldu. Kim biliyor kısmında benim adım geçince de beni asla affetmedi. Neden kısmını Ali ile haftalarca tartıştılar,avaz avaz sorulara fısıltıyla verilen yanıtlarla doldu bir zamanların neşeli odaları.

Ayşe,intikamını kendi gibi alev alev aldı. Ali'yi hemen,derhal ve tereddütsüz boşadı. Daha "pişman olur muyum" sorusu sorulmadan, oldukça kısa bir süre sonra da yeniden evlendi. Evliliği öyle sanıyorum ki "düşünürsem patlarım,düşünürsem bir daha yapamam" gibi bir güdüsel tepki ile alelacele,rastgele biriyle yapılan bir evlilikti.

Ne Ali'yi ne beni affetmedi. İkimizle de bir daha asla konuşmadı.

Ali, uzun zaman ne yapacağını bilmez dolandı serseri mayın gibi. Ayşe,nafaka ya da ortak alınan evin yarısı gibi ayrıntılara dahi tenezzül etmemiş her şeyi arkasında bırakıp gitmişti. Ali önce özgürlüğün tadını çıkardı.Bir çok sevgilisi oldu. Sonra,parasına aşık yaşca hayli küçük bir kadınla kaldı. O kadar içiyordu ki ,başarılı olduğu işinin verdiği kibri ile alkol kokusu birleşince hayatına girenler de menfaati aşka tercih edenler oldu hep. Yeni işlere yelken açtı. Bilboardlarda adını gördüğümü hatırlıyorum. Aramızdaki dostluk, sessiz bir sözleşme yapılmışcasına soldu ve yok oldu. Ben onu yargılamıyordum ama o beni gördüğünde ya utanıyor ya acı çekiyordu. Görüşmez olduk.

Banu dik durdu.Haklıydı kendince. Sözünden geri dönmedi, Ali olsun olmasın artık Yavuz ile olamayacağını net bir şekilde beyan etti.

Ama intikamın en kötüsü Yavuz'dan geldi.

Banu'yu affetti.
Boşamadı.
Sabretti.
Şimdi iki çocukları var kız Yavuz gibi sessiz derin, oğlan Banu gibi deli dolu.

                                    
                 

Yavuz yorum yapmadı, dillendirmedi benim yanımda bu olanları. Saçlarında erkenden beliren beyazlar ve bir daha hiç görmediğim gülüşünün yokluğu ile  ağır abiliğe devam etti.Ama biliyorum ki o da beni affetmedi.

Banu ile dostluğumuz devam ediyor.

Aradan yıllar geçti. Şimdi, bugün iki çocuk annesi bir kadın olarak geri dönüp baktığımda "doğru neydi" diye sorduğumda hala karışık cümleler kuruyor beynim.

Sırra saygı, insanların yaşamlarına ve doğrularına saygı ...
Ama evli olduğu insana söylemeden yaşanılan ilişkiyi-yani affedilmez bir yalanı korumak??? 


Ki bana verilen sır değilse bu, her şeye rağmen müdahil olduğum olmuştur pek çok kere (tık-aşk sınır tanımaz..mış)

Müsterih değilim.
Ama bugün olsa,sanırım yine susardım
Ve sorardım kendime "ben kimim"

Kimse bilmez,kimse bilmez.


16 Mayıs 2016 Pazartesi

Aşk Gurur Tanımaz..mış

Şişmandı ama gözleri şahaneydi.
Hep gülümserdi ama aşkı bilmezdi.

Sonra bir gün...

Aşık olduğu  oğlandan zerre kadar haz etmedim. Arkadaşıma Gönül diyelim, Gönül'ün o evrimi yarım kalmış öküzde ne bulduğunu da hiç bir zaman anlamadım.

AKM önünde buluşmuştuk bir gün. Gönül sınıf arkadaşımdı aynı zamanda. "Aşk gurur tanımaz" dedi bana, her zamanki alaylı bakışlarımı  yeşil ışıl ışıl gözlerine diktim ve sırıttım: hiç bir şey gururumdan öte değildir. Paspas eder geçerim.




İkimiz de yaşayacaklarımızı kaderin bize söylettiğini bilmiyorduk elbette. Zaten "büyük laf etme" dedikleri de bu değil mi?Kalp , olacak olanı bilip size söyletir. Ama siz, yetişkin beyninizi doldurduğunuz ıvır zıvırın gürültüsünden dolayı kalple bağlantıyı zayıflattığınızdan bakar görmez, söyler duymazlar sınıfına girmişsinizdir çoktan.



Mahmut diyelim Gönül'ün sevgilisine. Mahmut, kanımca günahı kadar umursamıyordu Gönül'ü. Zaten de kaba , görgüsüz bir oğlandı. Bir başka sınıf arkadaşımızın doğumgününü kutladığımızda ona hediye olarak don lastiği getirip kendisini marjinal sanan bir tipti işte. O mu beni daha az severdi ben mi onu bilmiyorum. Ama arada Gönül ve hatırı vardı, hırlasam da ısırmazdım Mahmut'u.


Bir gün Mahmut'un ev arkadaşı ile birlikte evlerine gittik. Biz yurttakalıpevözlemiçekengiller birinin evine gitmeye bayılır olmuştuk. Patates,soğan,limon, pul biber filan almıştık:hedefte bir leğen patates salatası vardı.Mahmut'un ev arkadaşı ,kapıyı anahtarla açtığı an bize bir omuz atıp bir şey görmemizi engelleyecek şekilde kapıyı kapatması bir oldu. Yüzü kıpkırmızı idi. Başka zaman yaparız yemek dedi ve sakin olmaya çalışarak bizi dışarı götürdü.Yine de bu kısacık an omuzunun üzerinden antre halısının üzerinde olan biteni görmem için yeterliydi.


Günlerce kendimle hesaplaştım. Bunu Gönül ile paylaşmalı mıydım? Doğru neydi ,dostluk neydi? Kitabi cümleler üzerinden felsefe yapıp atıp tutmakta lisansüstü seviyede olabilirdik elbette ama gerçek hayatın acemisiydik. Kendimi Gönül'ün yerine koydum. Her şeyi göze aldım ve ona gördüğüm şeyi anlattım. Gülümsemeye çalışarak dinledi beni. Gittikçe solan yüzüne bakmamaya çalışıp detaylara girmeden anlattım. Sonra ikimizin de birbirimizin yüzüne bakacak hali kalmadığından uzaklaştım gittim. 

Doğruyu yaptığıma inanıyordum.

Gönül'ün intihar haberi okula bomba gibi düştü. Okulun her zaman gülen yüzü canına kıymıştı. Abisi, abdest alıp odasına kapanmasından şüphelenip bir süre sonra seslenmiş ama cevap alamayınca kapıyı kırmış. Onu son anda hastaneye yetiştirmişler. Uzun zaman ölecek mi diye bekledik. Herkes başka üzgün, herkes başka şaşkındı.

O günlerde yine sorguladım kendimi.İçimde ve vicdanımda leke yoktu, emindim yaptığımın doğru olduğundan.Mahmut hatalı ,Gönül hatalı idi ama ben kendime hata bulamıyordum.

Gönül okula gelebildiğinde hepimiz hiç bir şey olmamış gibi davrandık. Gençlik, okul telaşı, akıp giden zaman, mevsimler..her şey onarıcı etkisini gösteriyor ve günlük hayatın akışında eskiye ait şeylerin çabucak yok olmasına yardım ediyordu.

Bir sabah Gönül'ün masama oturup bahardan söz açması ve bir çay ısmarlasan yahu sözleri aramızda sorun olmadığını  gösterdiğinden mutluydum. O konudan asla söz açmıyorduk. İkimiz de benim bu konuda ketum olacağımı adımız gibi bildiğimizden Mahmut'u halının altına süpürmek gayet  mantıklı geliyordu.


Aşk gurur tanımaz...

Gönül Mahmut'u affetti. Bana inanılma gelmesine rağmen en azından bu kısma müdahil olma hakkını bulamıyordum kendimde.Okula el ele gelişleri, Gönül'ün yüzünde özlediğimiz o cıvıltılı gülüş, Mahmut'un bana nefret saçan bakışları, benim ona "pabucumun köselesi şerefsiz" bakışlarımla verdiğim karşılıklar...

Aradan bir yıldan fazla zaman geçti. Ben artık Mahmut ile aynı ortama girmiyor, ikisi hakkında olan biteni başkalarından duyuyordum. Derken Mahmut yeşil bir BMW aldı. Aman Allah olduk çünkü tamam  çalışıyordu iyi bir işi vardı ama durduk yere bir BMW alması da söz konusu değildi. Sonra ona piyango çıktığını  duydum. Sonra da Gönül'ü , arkadaşlarının  "sende bu para varken kız üstüne kız tavlarsın" sözleri üzre terk ettiğini. Sonra Gönül'ün  harabeye döndüğünü...sonra benim her şeyi boşverip uzattığım dostluk elimi ittiğini..kendini yalnızlığa mahkum edişini...

Para bitince Mahmut Gönül'e geri döndü. Aradan bir sene filan geçmişti. O arada yaşadığı lüks hayat kulaktan kulağa yayılıp durmuş, İstanbul'un o en popüler semtlerinden birinde tuttuğu eve attığı kızların ballandıra ballandıra anlatılan öyküleri benimolduğu kadar Gönül'ün de kulağına gelmişti. 

Aşk gurur tanımaz...

Gönül,bu sefer affı biraz zaman alsa da onu yine affetti.

Seneler sonra bir gün , nikah haberlerini aldım. Hatta aynı yıl evlendik. Mahmut, nikah günü olarak yılın en uzun gecesi olan 21 Aralık'ı seçmiş ve herkese kahkahalar attıran yorumlarla dünyaevine girmişti.

Gönül çok mutluymuş o gün ama gülümsemiyormuş eskisi gibi.. öyle dediler. Ben, nikahlarına gitmedim.

Gönül Mahmut'u affetti ama ben Gönül'ü affetmedim.

Aradan geçen bunca yıl sonra dostluk nedir, aşk nedir, doğru ve vicdan arasındaki denge nasıl olmalıdır sorularını bir kez daha sordum kendime bu satırları yazarken.


20 senede değişen bir şeyler olmalı diye düşündüm.


Bugün olsa, aldatıldığını  yine söylerdim.Bir insanın bir yalanla yaşaması asla benim doğrum değil.
Bugün olsa, ilk affedişinde (onaylamıyor olsam da) yine yanında yer alırdım. Dostluk bunu gerektirirdi.
Bugün olsa, nikahlarına gider ama onu affetmezdim.

ve bugün dahi gururumu kırmaya yeltenen aşkı paspas eder üzerine basar geçerdim.

Değişmesi gereken çok şey değişti 20 yılda ama bazı renkler ana renk..değişmiyor demek ki..






11 Ocak 2014 Cumartesi

Ayrılan Bir Çifte Dair

Saçma sapan bir şey biliyordum ama yine de kendimi mesul hissediyordum.
"Boşanmak" kavramının beni bu kadar sarsacağı ikinci bir isim -evlilik gelmiyor aklıma.
Pik yaptın eyyy hayat: ne yapacağımı bilemedim kalakaldım,  sabahından ürktüğüm gecelere yattım .
Saçmalık!

Birbirini aldatan eşler bilirdim. Tereddüt etmedim hiç , gittim söyledim. Bozulacaksa o evlilik bozulsundu, herkes hak ettiğini yaşasındı . 20'li yaşlar ve 30'lu yaşlar insanın hayata daha dürüst baktığı yaşlar sanırım. 40 ve 50'de "duvarın arkasındakiler deli" moduna giriyor insan..gerçek deli kim bilemiyorsun.Dürüstlük gibi diğer bir çok kavram, anlamını sorgulamaya itiyor seni.

Biri var, saçının her teline -gülüşünün inceliğine can verecek kadar seviyorsunuz. Biri var, sevdiğinizin sevdiği olduğu için seviyor-kusurlarını görmüyorsunuz.Sonra yuva kuruyorlar. Sevinçlerine seviniyor, üzüntüleri ile hemdert oluyorsunuz. Seneler seneleri izliyor, hayatın akışında onlar odaktaki yerini hep koruyor. Çocuklar oluyor, büyüyor, göbekler çıkıyor, göbekler gidiyor, saçlara aklar düşüyor, aynı sofralara oturuluyor, sırlar paylaşılıyor, yeni yatak örtüleri - evin yeni boyasının rengi, doğumgünü  kutlamaları...yaşam aynı kesirde bütünleşilerek paylaşılmaya ,yaşanmaya ve bütünleşmeye devam ettiriyor. Yokuş çıkıyo yokuş iniyorsunuz birlikte.Hastalıklarda "nasılsın" telefonları ediyorsunuz içtenlikle.

El'e bel bağlayıp kendinizden biliyor, eksik gördüğünüzü gönülden veriyorsunuz.

Sonra hiç ummadığınız anda bir sır ile çalınıyor kapınız gece yarısı.Temizlik kokusunun baskın hakimiyetindeki evde , size o satırları yazanı düşünüyorsunuz yürek yangısı içinde. Boşanmak, hiç beklemediğiniz anda gündeme düşen bir felaket..ilacı olmayan bir ağrı. Ne evet demek mümkün, ne de doğru buluyor insan "hayır"ı.Evet...birinin hayatını  sona erdirecek, hayır diğerinin.Susmak senin kaderin.

Düğünü hatırladım o paylaşım bittiğinde, arkama yaslandığım an metanetim gittiğinde. Gelinin neşesini,damadın gizli kederini, sırra vakıfların merak ettiği bu yuvanın kaderini. Bir sevdiğimin ölümünde ağlamıştım o kadar çok bir de o düğünde.O zaman da "evet" birini "hayır" birini yok edecekti, suskunluk mecburen seçilecekti. Dile pelesenk olan o şarkı geçmişin sisinden sıyrılıp doluyor kulaklarıma belli belirsiz


"Ne sen gördün
Ne ben gördüm
Gönlümüze girivermiş"...yeniden yaşlar doluyor gözlerime


Damadın şaşkın hüznü,tebessümünde saklı çırpınış...bize kalan bitmeyecek bir ağlayış
Ne suskun dramlar saklıydı yıllarımızda, zaman zaman ayrılsa da hep birleşen yollarımızda

"Korkuyorum seni kaybetmekten en büyük günahı işlemekten
Sende benim gibi hissediyor musun
Kolay değil çok zor karar vermek
Bıkmadın mı acı çekmekten"

Bir daha kimse dinleyemedi o iki şarkıyı zaten. 



Gece sabaha ilerlemekte adım adım. Hazır değilim henüz ışığa,aydınlığa;bana karanlık lazım.

Nasıl kıyarım ya birine ya ötekine...çocukları dile getirmiyorum bile.