Herkesin hayatında bir "o" olmuş olmalı demişti bir can dostum yazışmamız esnasında.
Diğer can dostlar da onaylamıştı gülümsemelerinde bir hazin , saklı karanlıkla.
Zamanın savurmasıyla yapılmış bir sürü seçim.
Kimi gençliğine güvenmiş kimi zamana kiminin güvenecek bir şeyi bile yokmuş;yapması gerekmiş yapmış.
Sonra, aşk yıllar sonra geri gelerek yarım kalan cümleleri tamamlatmış.
İşim icabı huzurevine gitmiştim.Bir çift vardı oarada. Öteki huzurevi sakinleri şikayetçi olmuşlar "ahlaka mugayyir " hareketlerden dolayı bu çiftten. Gülümsedim duyunca. 80 üzerinde ahlaka mugayir bişi yapıyorlarsa alınlarından öpecektim elbette. Ar damarım çatlamış değildi ama kalbim de makina yağı ile değil kan ile çalışıyordu. Hanımteyze 80'lerindeymiş. Şizofrenmiş. Amcabey ondan biraz büyükmüş. Alık olmuşlar. Amca, kızı ailesinden istemişse de aile kıyameti kopartmış. Huzurevi sakinleri ise bunların elele oturmalarından rahatsızmış. evet ya, elele oturuyorlarmış her zaman. İnsanlar rahat bırakmayınca, salondaki büyük süs bitkilerinin ardına saklanıp başbaşa kalmaya çalışıyorlarmış.
Aşk, bildiğim hemen her şeyden daha üstün dedim. Şapka çıkarttım.
50'li yaşlarda gençlik aşkını gördüğünde yüzü pırıl pırıl oluyorsa bir kadının ve gençlik aşkı onca senenin üzerine gerçekleşen bu karşılaşmada tüm kalıp doğrularını çiğneyerek özlemini dile getiriyorsa öldürür beni 3. tekil şahıs olarak kalması. Suçlu hissetikleri için üzülürüm. Bir süre sonra her kes evine ve çocuklarının başına dönecekse, hayata bir pause yapıştırıp yarım kalan cümlelerini "ahlaka mugayir" olmaksızın tamamlamamalı mı insan? Yaftalamayın, kızmayın. Artık oluşmaya başlayan o yüz çizgilerine sinmeye başlamış yorgunlukları nasıl da bir anda alıp götürüyor o aşk, şaşar kalır tüm toplum kurallarına lanet ederdiniz görebilseydiniz.
Eşi vefat edince gençlik aşkının da eşi vefat etmişken birbirini bulup evlenen iki kişi tanıdım ben.Kadıncağız şen şakrak çeyiz düzüyordu biraz da durumla eğlenerek.
Aşk yarım kalan cümleleri geri dönüp tamamalamazsa ne yalnız kalır, kuruyup katılaşır o gönüller kim bilir.
Urfa'dan İstanbul'a dönüşümde yanımda çok tatlı bir hanım oturmuştu. Eşinden bahsederken onun vefat ettiğini öğrenince "ah çok özür dilerim, bilemedim sizi üzdüm" diye feryat ettim. Kadın bana baktı bir süre suskun. Sonra kararlı bir sesle "oh olsun" dedi "öldü de kurtuldum. İyi bir insan değildi. O beni sevmedi, ben de onu sevmedim. Öldüğünce o kadar sevindim ki sonrasında hayatta hiç bir şeyden şikayet etmedim". Dona kaldığımı görünce yumuşadı bakışları. "çok gençsin, besbelli ki aşıksın da.Sen kendi hikayeni yaşa, benim hikayem böyleydi sadece" dedi. O kadını da , kurtuluş müjdesindeki derin soğuk öfkeyi de hiç unutmadım.
Sadece Zeynep'imi bilirim ben. Yıllar sonra birbirimizi bulduğumuzda kocasını genç yaşta kaybettiğini öğrenince "neden evlenmiyorsun ki" dedim yüzyıllardır süren ve birbirimizi en özel snıfına koyduğumuz dostluğumuza sığınıp. "Çok sevdim ben onu Kadriye" dedi bana. "Başkasına kocam diyemem, başkasının eline elimi değdiremem" . Bilirdim dostumun saf tertemiz içtenliğini. Yalnızlığına içim yandıysa da sevmiş ve sevilmişliğine sevindim çocuklar gibi.
Biz , herhangi birisinin "O"su olduk mu bilemem.
Dünyanın neresinde saçma sapan kötülükler olursa olsun.
Bir yerlerde de iyilik ve aşk hüküm sürüyor.